Orta yol (iktisad) iki derece arasında bir derece, iki konum arasında bir konumdur.
Maslahatlar konusunda üç konum söz konusudur: Maslahatları elde etme konusunda normalin altında kalmak, maslahatları elde etme konusunda smırı aşmak, bu iki konum arasında orta yolu tutmak. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun”[20], “(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar”.[21]
Huzeyfe (r.a.) şöyle demiştir: “İyilik, iki kötülük arasındadır”. Bunun anlamı şudur: Bir şeyin normalin altında olması ve normalden aşırı olması kötülüktür. İyilik, aşın ile az arasında orta olandır.
İşlerin en hayırlısı orta olanıdır. İnsan hayır ve taatler konusunda ancak devam etmeye gücünün yeteceği, usanma ve bıkmaya yol açmayan şeyleri yüklenmelidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) gece namazı hakkında şöyle buyurmuştur: “Sizden biri, istekli olduğunda namaz kılsın, tembellik veya gevşeklik hissettiğinde otursun” veya “uyusun”.[22]
Gücünün yetmeyeceği ibadetleri yapmaya kalkışan kişi Allah’a ibadet etmekten nefret etmeye sebep olur. Gücünün yettiğinden daha azını yapan ise Allah’ın teşvik edip yönlendirdiğinden alması gereken payı kaybetmiş olur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) dinde aşırıya gitmeyi yasaklayarak: “Aşırı gidenler (ince eleyip sık dokuyanlar) helak oldu”[23] buyurmuştur. Yine o (s.a.v.) Abdullah b. Amr’ın (r.a.) geceleyin namaza gündüz oruca devam etmesini ve kadınlarla evlenmeyi terketmesini hoş karşılamamış, ona ‘Benim sünnetimden yüz mü çeviriyorsun?” demiş, Abdullah “aksine sünnetine uymaya çalışıyorum” diye cevap verdiğinde “öyleyse bil ki ben bazen oruç tutarım, bazen tutmam, kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir” buyurmuştur.[24]
Osman b. Maz’un ve arkadaşları gündüzleri sürekli oruç tutmaya, geceleri namaz kılmaya ve kadınlardan uzak durmaya karar vermişlerdi. Onlar ibadet olduğu zannıyla gündüzleri yeme-içmeyi, geceleri de uyumayı kendilerine haram etmişlerdi. Yüce Allah onların bu hareketini yasakladı. Çünkü bu dinde bir aşırılık olup, O’nun (c.c.) koyduğu hükmü aşmaktı. Bu sebeple Allah şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez”.[25]
Bu ayetin açılımı şu şekildedir: “Yeme, içme, uyuma, evlenme konularında Yüce Allah’ın size helal kıldığı şeyleri yapmayı kendinize haram kılmayın. Kendinizi hadımlaştırmak suretiyle sınırı aşmayın. Yüce Allah hadımlık yaparak sınırı aşanları sevmez” veya “Hadımlaştırma vb. yollarla sınırı aşanları sevmez”.
Bazı müfessirler bu ayeti şu şekilde yorumlamışlardır: Yüklendiğiniz şeylerde aşırıya kaçmayın. Yani orta yolu bırakıp israfa kaçmayın. Yukarıda belirtilen kişiler Yüce Allah’a kendilerini sevdirmek için bu fiilleri yapmayı kararlaştırmışlardı. Allah onlara çizdiği sının ve dinî konularda belirlediği orta yolu aşanları sevmediğini bildirdi.
1- Taharet için kullanılacak su konusunda orta yolu tutmak. Kişi tam olarak taharet için yetecek miktarı kullanır. Abdestte bir müdden gusül-de bir sa’dan daha aşağı miktarda su kullanmaz. Çünkü Hz. Peygam-ber’in (s.a.v.) “Bir müd su ile abdest aldığı ve bir sa’ su ile guslettiği” nakledilmiştir.[26]
Abdest alan ve gusleden alan için üç durum söz konusudur:
a- Bedeninin, yaratılış itibarıyla Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi orta özellikte olması. Böyle bir kişi bir müd ve bir sa’dan daha az su kullanmama konusunda Hz. Peygamber’e uyar.
b. Fiziken ufak ve zayıf olmak, Hz. Peygamber’in bedeninin bir kısmı kadar olmak. Hz. Peygamber’in bedenine nisbetle bir müd ve sa’ su ne ise bu kişinin de kendi bedenine nisbetle o miktar su kullanması müstehaptır.
c. Kişinin boy, en, göbek, diğer organların büyüklüğü açısından iri bedenli olması. Hz. Peygamber’in bedenine nisbetle bir müd ve sa’ suyun dengini bu kişinin kendi bedenine nisbetle kullanması müstehaptır.
Hz. Peygamber’in abdestte azalarını birer, ikişer ve üçer kere yıkadığı rivayet edilmiştir. O şöyle buyurmuştur: “Benim ve benden önceki peygamberlerin, dostum İbrahim’in (a.s.) abdesti bu şekildedir. Bundan fazla veya eksik yapan kötü bir iş yapmış ve zulmetmiş olur”.[27]
Bu hadisin Ebu Davud’da yer alan lafzı Amr b. Şuayb’ın babasından, onun babasından rivayet ettiğine göre şöyledir: “Bir adam peygamberimize gelerek şöyle demiştir: Abdest nasıl alınır? Peygamberimiz bir kap su getirilmesini istemiş sonra ellerini, yüzünü, kollarını üç kere yıkamış, başını meshetmiş, işaret parmaklarını kulaklarına sokarak baş parmakları ile kulaklarının dışını, işaret parmaklarıyla içini meshetmiş, sonra ayaklarını üç kere yıkayarak şöyle buyurmuştur: Abdest böyledir. Kim bundan fazla veya eksik yaparsa kötü bir iş yapmış ve zulmetmiş olur” veya “zulmetmiş ve kötü bir iş yapmış olur”.[28] Bu hadisi Nesaî ve îbn Mâce de rivayet etmiştir.[29]
Şüphesiz ki yıkamayı birden az yapan kötü bir iş yapmış olur, üçten fazla yapana gelince; ibadet kastıyla üçten fazla yapmışsa ibadet olmayan bir şeyle Allah’a yaklaşmaya çalıştığı için kötü bir iş yapmış olur. Serinlemek, temizlenmek, sıcak su ile pansuman yapmak veya tedavi etmek kastıyla yaparsa abdest organlarını birbirinden ayırmazsa bunda bir sakınca olmaz. Ab-dest organlarını birbirinden ayırırsa yalnızca fazlalık sebebiyle değil peşpeşe yıkanması gereken organları birbirinden ayırdığı için kötü bir iş yapmış olur.
4- Vaazlarda orta yolu tutmak. Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabının vaazdan usanmasından korkarak onların neşeli olduğu vakitleri kollardı.[30]
5- Gece namazı konusunda orta yolu tutmak. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuda aşırı gitmeyi yasaklayarak şöyle demiştir: “Gücünüzün yettiği amelleri yapın. Allah’a andolsun ki siz usanmadıkça Allah usanmaz”.[31]
6- Ceza, had ve tazirlerde orta yolu tutmak. Suç işleyenlerin her biri güç ve zayıflığına göre cezalandırılır. Zina eden kişinin taşlanarak öldürülmesi de böyledir. Taşlanan kişiye ne çok ufak ne de çok büyük taş atılır. Sadece genellikle benzer durumda olan kişiye atılabilecek ince taşlar atılır.
Vurma konusunda da orta yol tutulur. Ne kan akıtacak kadar şiddetli ne de kişiyi aynı suçu işlemekten men etme konusunda etkisi olmayacak derecede hafif vurulur. Vuruş şiddeti bu ikisi arasında olur. Vurmada kullanılacak kırbaç da orta bir kırbaç olmalı, ne deriyi yırtan demirden bir sopa ne de vurma amacım gerçekleştiremeyen çürük bir sopa olmalıdır. Vurma zamanı da sıcak ya da soğuğun şiddetli olduğu yaz ve kış zamanı değil ilkbahar ve sonbahar gibi zamanlar olmalıdır.
Vurma ve kırbaç konusundaki bu orta tutum köle, çocuk, hayvan ve kadınlara terbiye, alıştırma ve itaate yönlendirme amaçlı vurmalarda da geçerlidir.
7- Dua konusunda orta yolu tutmak. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) gerek namaz içinde gerekse namaz dışında yaptığı dualar genellikle özet şeklindedir. Ondan (s.a.v.) içinde pek çok hususu içeren ve içermeyen özet dualar nakledilmiştir. Bunun sebebi şudur: Yüce Allah duanın boyun bükerek ve gizli bir şekilde yapılmasını emretmiştir. Bu ancak kişinin kendisini zorlaması ile olur. Kişi duayı uzattığı zaman ise yalvarma ve gizlilik hali ortadan kalkar, duanın edebi kaybolur.
İmam Şafiî teşehhüdde okunacak duanın teşehhüd miktarından az olmasını müstehap saymıştır.
8- Sesli konuşma konusunda orta yolu tutmak. Kişi ne yanmdakilerin duyamayacağı kadar alçak sesle ne de onların işitebileceğinden daha yüksek sesle konuşmalıdır. Çünkü sesi duyulabilecekten daha fazla yükseltmek ihtiyaç olmayan fuzuli bir iştir. Duayı gizli yapmakda bunun için emredilmiştir. Çünkü yüce Allah açık olarak konuşulan şeyleri işittiği gibi gizliyi de işitir. Allah’a yalvarırken sesi yükseltmeye ihtiyaç yoktur.
9- Yeme-içme konusunda orta yolu tutmak. Kişi doyma ve susuzluğunu giderme noktasından daha fazla yiyip içmemelidir. Yine kendisini zayıf ve bitkin düşürecek, ibadet ve diğer tasarrufları yapamaz hale getirecek kadar az yiyip içmemelidir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Yiyin, için, ancak israf etmeyin. Çünkü o müsrifleri sevmez”[32], “Her-biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez”.[33]
10- Hac ve umre için yapılan yolculukta orta yolu tutmak. Bu yolculuk ne bedeni bitkin düşürecek kadar hızlı ne de mutad olandan yavaş olmalıdır.
11- Din kardeşlerini ziyaret etme konusunda orta yolu tutmak. Ziyaret ne kardeşleri bıktıracak ve onlara ağır gelecek kadar çok ne de kendisini özletecek kadar seyrek olmalıdır.
12- Kadınlarla bir arada bulunma konusunda orta yolu tutmak. Bu, ne onların ahlakını edinecek kadar çok ne de onlara eziyet verecek kadar az olmalıdır.
13- İlimleri tahsil etme konusunda orta yolu tutmak. Bu, ne bıktıracak ve ilim tahsilini çirkin görmeye varacak kadar çok ne de ihmalkar sayılacak kadar az olmalıdır.
14- Dünyevî meselelerle ilgili ihtiyaç duyulan şeyler konusunda soru sormada orta yolu tutmak. Kişi ancak bir zaruret ve ihtiyaç durumunda çok soru sorabilir.
Aynı şekilde şaka, gülme, oyun gibi konularda da kişi orta yolu tutmalıdır.
Yine mubah olan övmeyi çok yapmamalıdır. Kişiyi, övdüğü konuda daha fazlasını yapmaya teşvik veya şükretmesi için Allah’ın nimetini hatırlatma gibi durumlar söz konusu olduğunda, karşıdakinin fitneye düşmeyeceğinden emin olursa aşırıya gitmeksizin övmekten de geri durmamalıdır.
İhtiyaç anında karşıdakini yermek konusunda da orta yolu tutmalıdır. Yerme fiili ancak şahitlik, rivayet ve meşveret gibi Allah’ın izin verdiği durumlarda çokça yapılabilir. İnsanları çokça övenler ve yerenlerin neredeyse tümü alçak ve **** insanlardır. Çünkü çokça övenler ve yerenlerde yaygın olan durum yalan ve aldatmadır.
Kendini övmen, başkasını övmenden daha kötüdür. Çünkü kişinin kendisi hakkında yanlışa düşmesi başkası hakkında yanlışa düşmesinden daha çoktur. Bir şeyi sevmen seni ona karşı kör ve sağır yapar. Kişinin en çok sevdiği şey nefsidir. Bu sebeple başkasının kusurunu gördüğü halde kendi kusurunu görmez. Başkasını mazur görmediği bir konuda kendini mazur görür. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ”Kendinizi temize çıkarmayın. O, kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilir”[34], ”Kendilerini temize çıkaranları görmüyor musun? (Hayır öyle değil) Allah dilediğini temize çıkarır”.[35]
Kişi ancak ihtiyaç duyulması halinde kendini övebilir. Örneğin bir topluluktan kız istediğinde onları nikaha teşvik etmek için övebilir. Yine tanınmayan bir kişi şer’î velayetlere ve dinî makamlara ehil olduğunu bildirmek ve böylece kendisine farz-ı ayn veya farz-ı kifaye olan görevleri yerine getirmek için kendini övebilir. Nitekim Hz. Yusuf şöyle demiştir: “Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben onları çok iyi korurum ve bu işi bilirim”[36]
Kişi, bir konuda kendisine uyulması için kendini övebilir. Nitekim Hz. Osman şöyle demiştir: Müslüman olduğumdan bu yana şarkı söylemedim, bir temennide bulunmadım. Hz. Peygamber’e biat ettiğimden beri elimi tenasül uzvuma değdirmedim.[37] Bu hüküm, övünme, amelini başkalarına duyurma konusunda kendilerine güvenen ile toplum içinde kendilerine uyulan güçlü şahıslara özgüdür.
Özetle söylersek; kişi için en uygun olan açık-gizli tüm söz ve fiillerinde dünyevî veya uhrevî bir maslahatı elde etmek veya dünyevî yahut uhrevî bir mefsedeti def etmek üzere hareket etmesidir. Bunu, aşırılık ve noksanlık arasında orta yola riayet ederek yapar. Örneğin abdestte yalnızca abdestini tamamlayan hareketleri yapar. Bundan fazlasını yapması ihtiyaç olmayan abes bir şey yapmaktır. Yine konuştuğunda ancak dinleyenlerin duyabileceği kadar sesini yükseltmelidir. Ancak vaaz sırasında ve bir kimseyi kötülükten engellerken sesini yükseltebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) hutbe verdiğinde sanki bir orduyu uyarıyormuş gibi öfkesi şiddetlenir, sesi yükselirdi.[38] insanlara telbiye yapmalarını hatırlatmak için telbiye sırasında sesini yükseltirdi.[39] Bu sebeple dinleyenlerin çok olması sebebiyle ezan okurken sesi yükseltmek, camide bulunanların az olması sebebiyle kamette sesi kısmak gerekli kılınmıştır.
Bu sebeple Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin”.[40] Zira Allah Teala gizli olan duayı işittiğine göre sesi yükseltmeye ihtiyaç yoktur, bunun bir yararı da yoktur. Bu yüzden aynı ayetin devamında “Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez” buyurulmuştur. Bazı müfessirler burada dua sırasında seslerini yükselterek haddi aşanların kastedildiğini söylemişlerdir.
Ashab-ı kiram dua ederken seslerini yükselttiklerinde Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle demiştir: “Kendinize acıyın. Siz sağır veya gaip olan birine dua etmiyorsunuz. Yalnızca her şeyi işiten size herşeyden yakın olan Allah’a dua ediyorsunuz. Kervanlarınızın başındakilere seslenmiyorsunuz”.[41] Diğer bazı müfessirler yukarıdaki ayeti şöyle yorumlamışlardır: Allah ne duada ne de başka bir şeyde aşırıya gidenleri sever.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bazen sesli dua yaptığı da rivayet edilmiştir. Ancak onun sesli yapması ilgili duayı öğretmek içindi. Zira öğretmeye ihtiyaç vardı. Bu durumda duayı sesli yapan için iki sevap söz konusudur; biri dua diğeri de duayı öğretme sevabı.
Kişi ancak bir yarar sağlayan veya bir zararı def eden bir sözü konuşmalıdır. Bu sebeple Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Allah’a ve ahiret gününe inanan kişi ya hayır konuşsun ya da sussun”.[42]
Şaka konusunda ne diyorsunuz? diye sorulursa şu şekilde cevap veririz:
Şaka, ancak şaka yapanı, yapılanı veya her ikisini de rahatlatma söz konusu olduğunda caiz olur. Ancak kırıcı, kalpleri değiştiren, insanları üzen şakalarda ise mutlaka ya haramhk veya mekruhluk söz konusu olur. Hz. Peygamber, kişinin bir ihtiyacını karşılamak, onunla ünsiyet kurmak ve rahatlatmak için şaka yapardı. Nitekim o (s.a.v.) Enes b. Malik’in (r.a.) kardeşine şöyle demiştir: “Ey Ebu Umeyr! Nugayr ne yapıyor?”[43]
Mubah şakanın şartı söylenen sözün doğru olması, yalan olmamasıdır. Şaka yoluyla insanların birbirinin eşyalarını alması ise, eşya sahibini endişeye sevkettiğinden yasaktır. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: “Hiçbiriniz kardeşinin malını ne şaka ne de ciddi olarak almasın”.[44] Kişi aldığı malı geri verme niyetiyle aldığından Hz. Peygamber onu şaka yapan kişi olarak ifade etmiş, malının kaybolması sebebiyle müslüman kardeşinin endişelenmesine vesile olduğu için de ciddi olarak ifade etmiştir.
Özetle söylemek gerekirse; müslüman bir kişinin gerek kalbindeki düşüncesi gerekse organlarıyla yaptığı fiiller bir iyiliği elde etmeye veya bir kötülüğü def etmeye yönelik olmalıdır. Bundan başka bir düşünce içine gelirse kişi gücü ölçüsünde bu düşünce ve fiilden kaçınmalıdır.
Bedenler kalbin düzgün olması ile düzelir, kalbin bozulmasıyla bozulur, îşte bu konumda olan kalpleri ıslah etmenin yolu; kalbi Allah’tan uzaklaştıran şeylerden temizlemek, ona yaklaştıran hal, söz, amel, güzel emel, O’na yönelmeye devam etmek, sözüne kulak vermek, imkan dahilinde herhangi bir bıkkınlık ve usanmaya yol açmaksızın tüm zaman ve durumlarda O’nun huzurunda bulunma duygusuyla süslemektir.
Bunu bilmek “hakikat ilmi” adı verilen şeydir. Hakikat, şeriatın dışında bir şey değildir. Aksine şeriat marifet, hal, azim ve niyetler ile bunun dışındaki kalbi amellerle kalbî ıslah eden unsurlarla dolup taşmaktadır.
Zahir ile ilgili hükümlerin bilgisi, şeriatın büyük bir bölümünü insana bildirir. Batın ile ilgili hükümlerin bilgisi ise şeriatın inceliklerini bildirir. Kafir ve facir olandan başka kimse bu iki bilgiden herhangi bir şeyi inkar etmez. Bazıları batın ehlinden olmadığı hatta herhangi bir nitelikte onlara yaklaşamadığı halde onlardanmış gibi görünmüşlerdir. Bunlar yol kesici eşkıyalardan daha kötüdür. Çünkü bunlar Allah’a gidenlerin yolunu kesmektedirler. Onlar Allah’a nisbet ettikleri bir takım kötü sözlere dayanır, rasullere, nebilere ve onlara tabi olan takva sahibi alimlere edebe aykırı şekilde davranırlar. Kendilerine gelen kişilerin fıkıh alimlerini dinlemelerini engellerler. Çünkü bilirler ki fıkıh alimleri onlarla birlikte bulunmayı ve onların yoluna uymayı yasaklar.
İzzeddin Ibn Abdüsselam – Islami Hükümlerin Hikmet ve Esasları,syf.659-665
[20] İsra,29
[21] Furkan, 67
[22] Buhari, Teheccüd, 3, 36; Müslim, Salâti’l-müsafirin, 1, 541, 542
[23] Müslim, ilim, 4, 2055
[24] Buhari, Savm, 4, 218; Müslim, Nehy an savmi’d-dehr, 2, 812
[25] Mâide, 87
[26] Buhari, Vudu, 1, 304; Müslim, Hayz, 1, 258
[27] İbn Mâce, Taharet, 1,145
[28] Ebu Davud, Taharet, 1, 102
[29] Nesâî, Taharet, 1, 88; Îbn Mâce, Taharet, 1, 146
[30] Buhari, îlim, 1, 163
[31] Buharı, Teheccüd, 3, 36; Müslim, Salâti’l-müsâfirîn, 1, 542
[32] A’raf,31
[33] En’âm, 141
[34] Necm,32
[35] Nisa, 49
[36] Yusuf, 55
[37] İbn Mâce, 1,113
[38] Müslim, Cuma, 2, 592
[39] Müslim, Haccetü’n-nebî, 2, 886
[40] A’raf, 55
[41] Buhari, Cihad, 7,470; Müslim, Zikr ve dua, 4, 2076
[42] Buhari, Edeb, 10, 445; Müslim, îman, 1, 68, 69
[43] Buhari, înbisat ile’n-nas, 10, 526; Müslim, Âdab, 3,1293; Nugayr küçük bir kuşun adıdır.
[44] Ebu Davud, Edeb, 7, 287; Tirmizi, Fiten, 379
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…