Makam ve Yetkinlikte Denk Olan Düşmanlar Hakkında
…[Makam ve yetkinlikte denk olanların] ikinci grup olan düşmanlar da iki çeşittir: Yakındaki düşman ve uzaktaki düşman. Bunların her biri ya hasetçide olduğu gibi saklı ya da kincide olduğu gibi aşikârdır. Kişinin sırlarına muttali olduğu ve hangi yollarla zarar vereceğini bildiği için daha çok sakınılması gereken, yakındaki düşmandır. Eğer mümkünse, onların halini araştırmaya ve tahammül ve lütufkârlıkla karşılık vererek düşmanlıklarını izâle etmeye çalışmalıdır. Aksi halde görüntüde güzel davranarak, yüze gülerek ve yapmacık ! bir edayla düşmanlığın daha da artmasından sakınmalıdır. Zira kötülüğün iyilikle savulması en iyisidir, kötülüğü kötülükle ortadan kaldırmak kötüdür. Özetle bunların aptallıklarına aldırış etmemek ve sessiz kalmak, tartışmaya girmemek, düşmanlık ve çekişmeden kaçınmak lazımdır. Çünkü bunun çaresine çokça kafa yorup düşünmek hayatı zehir eder ve bu da gayreti kötülük ve zararın defedilmesine tam olarak verememeye yol açar, işte bu durumda kişi dünya ve âhiretini kaybedenlerden olur ki bu apaçık bir hüsrandır.
Uzaktaki düşmana gelince, mümkünse onları affetmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir” (Şûri, 40/42). Ve o şöyle buyurur: “Affetmeniz, takvâya daha uygundur” (Bakara, 2/237). Hz. Peygamber de (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Affetmek, kişinin ancak şeref ve izzetini artırırKişiliğini koruyarak ve yapmacık bir incelikle onların yüzüne güler. İnsanlar düşmanlıklarını bilsin ve hiç kimse onların kendisi hakkındaki sözlerine kulak vermesin ve böylece iftira ve benzer gayretleri başarısız olsun ve onların kendisi hakkındaki sözlerini kabul etmesinler diye onları yöneticilere şikayet eder. İç dünyalarına ayrıntılı olarak muttali olabilmek için bunların niyetlerini araştırır, defetme ve ihtiyatla meşgul olur. Kusurlarım ortaya dökmenin faydalı olacağı bir zaman için araştırır ve bunları gizli tutar. Zira bunları ifşa etmek düşmanlığı artırır ve hiç etkilenmeyecek şekilde onu alışkanlık edinmesine yol açıyla güzel bir şekilde uyarmaktır. Çünkü bu, onun düşüncesini zayıflatır, bir skandal olmasın korkusuyla karşar. Hatta izhâr etmek güzelse daha da güzeli, düşmanı kusurlarına vâkıf olunduğuna dair korkutma ve tehdit amacı koymaya çekinir. Ancak bu kusuru vakti gelince ortaya dökmek düşmanlara karşı doğru ve adil olmayı gerektirir. Zira yalan, sözünü kabul edilmez kılar ve bu da düşmanın üstün gelmesi ve güç kazanmasına sebep olur. Yine zulüm çok iğrenç bir şeydir ve onun neticesi de vahimdir. Düşmanın yârenleri arasına karışmalıdır.
Zira bu onları tökezletip ayaklarını kaydıracak şeyleri bildirir. Keza düşmanların âdetlerini, alışkanlıklarını ve onları kızdıracak şeyleri tanımak, üstün gelmeye yardımcı olur. Ayrıca onları defetmede aralarında ortak oldukları bir erdemde onların önüne geçmekten ve gerçek yetkinliğe sahip olmaktan daha iyi bir yol yoktur. Böylece onları kendi derecesinden aşağı düşürerek mutluluğunu kazanmış olur ve düşmanlarını bertaraf eder. Nitekim Eflatuna “Kişi düşmanından nasıl intikam alır?” diye sorulmuş ve o da “Kendisini daha erdemli kılarak” demiş. Onun kastettiği, bunun düşmanları defetme yöntemlerinin en iyisi olduğudur. Namuslarına iftira atmak, düşmanlarının başlarına gelen ve kendisinin de maruz kalabileceği bir çirkinlikle alay etmek, küfretmek ve lanetlemek suretiyle düşmana galebe çalmak ve önlerine geçmek asla caiz değildir. Yani bu yollarla onların düşmanlıklarını kırmak kesinlikle doğru olmaz ve hatta bu, bu fiilleri yapana zarar verir.
İftira atmak ve küfretmek onlara zarar vermez, aksine kişiye ahmaklara benzediği ve bu şeylerle onları başına sardığı için kendine zarar verir. Alay etmek ise taşkınlık alametidir ve kişinin kendisine döner. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinin başına, gelen bela ve musibete sevinme. Aksi halde, Allah ona merhamet ediverir, seni de bela ve musibete uğratıverir Söyleyen ne güzel söylemiş:
“Bize gülenlere de ki kendinize gelin!
Bizim başımıza gelenler onların da başına gelecek.”
Düşman kendisine itimat ettiği ve sığındığı zaman onlara kesininlikle hıyanet etmez. Zira zayıf olan bir düşmanın bu hıyanet yüzünden onu altetmesi mümkündür. Allah Teâlâ Yüce Kitab’ında hıyaneti zemmetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse ona eman ver” (Tevbe, 9/6). Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim sizden Allah adına himaye dilerse onu koruyun” Yine o şöyle buyurmuştur: “Kendisine güvenilmeyen kişinin imanı, vefasız kişinin dini yoktur.” özetle, onlara onura uygun övülmüş bir şekilde ve sözüne riayet ederek davranır ve böylece insanların övgüsü ona, yergileri de düşmanlarına olur.
Düşmanların zararlarından kurtulma üç şekildedir: Eğer mümkünse önce kendisiyle anlaşarak olur, eğer bu olmuyorsa birilerinin aracılığıyla olur. Sonra İkincisi, eğer verdikleri zarar dinî bir yolla savulmuyorsa muhitinden uzaklaşıp kaçınarak olur. Sonra üçüncü olarak da zulme ve bir erdemsizliğe başvurmadan zorla ve kökünden sökerek zarar defedilir. Bu üçüncüsü, bazı şartlara bağlıdır, bunun zulüm ile olmaması lazımdır. Buna, onların doğaları itibariyle kötülüğe meyyal olup ıslahlarının kabil olmaması ve başka bir yoldan düzelmelerinden ümidin kesilmesi halinde başvurulur. Bir de düşmanları üstün geldiğinde kendisine yapacaklarının, kendisinin onlara edeceğinden daha beter olduğunu bilmesi ve onların kendisi hakkında bir iyilik istemediklerini görmesi halinde buna başvurur, o İkincisi, onları zorla yola getirmede mesela ihanet gibi bir rezilet işlememek şartıdır ve icbarî yolun dünyada ve âhirette vahim bir sonuç doğurmamasıdır.
Eğer bu şartları sağlamakla birlikte düşmanlarını başka bir düşmanıyla savmak mümkünse onları buna havale eder. Hz. Ali (r.a.) şöyle söyler: “İyiliğin karşılığı iyiliktir ve iyiliği ilk yapan daha şereflidir; kötülüğün karşılığı ise kötülüktür ve kötülüğü ilk yapan daha zalimdir.” İmam Malik ise şöyle der: “Kötüye, kötüyle mukabele idrakin tamlığındandır.” Şair der ki:
“Asile güzellik edersen ona sahip olursun Adi kimseye güzellik edersen onu asi yaparsın,
Kılıç gereken yere hoşgörü koymak kötüdür Kılıcı ıslak yere koymak gibi.”
Şu da bilinmelidir ki, düşmanlar arasından hasetçinin yaşantısını
nimetler, erdemler ve öfkesini gerekli kılan ama rezilete varmayan tartışmalar ortaya koyarak bozmak lazımdır, ancak onun şerrinden sakınmalıdır, çünkü onun kötülüğü hiç eksik olmaz.
[Makam ve yetkinlikte denk olan üçüncüsü, ne dost ne ıs düşman olanlardır. Bu itibarla müellif bunları aradakiler sözüyle tanımladı. Birbirinden farklı türleri olması hasebiyle bunlara yapılacak muamele de çeşitlidir. Bunlara bağışta, yani ikramda bulunmak ve tümüne, yani ortada olanların hepsine güzellikle mukabele etmek lazımdır Ortada olanlardan kendini büyük görene aynıyla mukabele etmek gerekir, zira mütekebbire kibirli davranmak sadakadır. Eğer onlara böyle davranılmazsa kibir ve gururları artar, yollarının iyi olduğu vehmine kapılırlar, insanların kendilerine hürmet etmek zorunda olduğunu zannederler. Onlara büyüklenerek davranınca, yaptığı davranışlardan uzaklaştırılırlar ve Bilinin kötülüğünü görürler ve belki bu sayede onu yapmazlar. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kibirli, kibrini unutuncaya kadar ona kibirli
Davran.Bunlar arasında samimi olanlara güzellikle davranmalıdır, onlarla güler yüzle ilişki kurmalı, iyi karşılamalı ve sözlerine kulak vermelidir. Uyumlu olanlara da iyi davranmalıdır. Müellif bunlarla ara bulmaktan bereket uman kimseleri kastetti. Böylelerini överek ve onlara güzellikler yaparak hürmet etmeli, onların yoluna uymalı ve onlara benzemelidir.
Onların yolu ne de övülesi bir yoldur. Fakat ahmaklarınki böyle değildir. Bunlara aldırış etmemeli ve kendileriyle bir arada olmamalıdır. Ahmaklıklarına ve cefâlarına incinmeden, üzülmeden ve ciddiye almadan alaycılıklarına karşılık vermekten de uzak durmalıdır. Bir şair şöyle der:
“Kerem gösterip alçağa sövmekten yüz çevirmek,
Ona sövgüden daha ağır gelir.”
Bir başka şair de şöyle demiştir:
“Asil insanın ayıbını örterim; onu kaybetmemek için Çirkefe sövmekten de yüz çeviririm, onurumu muhafaza için.”
Şerhu-l Ahlak-i Adudiyye – Taşpürülüzade Ahmed Efendi
Müellif:Adudüddin el-Îcî’