Lütuf, Aşk, Şefkat

IMG_0095 Lütuf, Aşk, Şefkat

Bu sözcükleri gündelik dilde sıkça kullanırız, ama ne an­lama geldiğini, sözcükteki anlam derinliğini pek fazla düşün­meyiz. “Lütfen!” deriz. Bu sözcüğü bir nezaket ifadesi olarak kabul edip ne anlama geldiğini gözden kaçırırız.

Lütfen, latif, lütuf, iltifat… aynı kökten gelen sözcüklerdir. Bu sözcükleri kavramak, duygu değerlerini hissetmek için ‘la­tif’ sözcüğünün anlamının bilinmesi gerekir. ‘Latif, Allah’ın sıfatlarından bir sıfattır. ‘Kuluna hak ettiğinden fazlasını ve­ren’ anlamına gelir. Allah, yarattığı kuluna hak ettiğinden faz­lasını verir.

Akşama kadar 50 lira karşılığı çalışan bir işçiye, işvereni 100 lira verirse, işçi ‘lütfettiniz!’ yani ‘bana hak ettiğimden fazla­sını verdiniz’ der. Bir insan, bir başka insanı övgülere boğar. O da ona ‘iltifat ediyorsunuz’ der. Bu sözün karşılığı da ‘ilti­fat etmiyorum, hakikati söylüyorum’, başka bir deyişle “hak ettiğinizden fazla bir şey söylemiyorum” olur. Kapıya yöne­len kişiye birisi ‘buyurun’ der. Diğeri de ‘lütfen’ der. ‘Lütfen’ diyerek ‘siz bana hak ettiğimden daha fazla değer veriyorsu­nuz, beni öne çıkarıyorsunuz, bu hak benim değil, sizin hak­kınızdır, siz buyurun!’ demek ister.

Latif sıfatının anlamı kavranmazsa, bu sözcükler yeterince anlaşılamayacaktır. ‘Lütfen’ sözcüğü içerisinde bu anlamlan düşünebilmek tefekküre bir enginlik, bir derinlik katacaktır.

Aşk ile şefkat en çok kullandığımız sözcüklerdendir. Bu kavramlar üzerinde, bu kavramlar arasındaki fark üzerinde düşünmenin; aşk ile diğer sözcüklerin, mesela şehvetin far­kını yakalamanın bir hazzı vardır. Aşk; sevmek demek değil­dir sadece. Aşk, başkasına muhabbet etmemek demektir; yapı­şıp ayrılmamaktır. A-ş-k kökünden türetilmiş bir sözcük var: “Aşeka”. Bu sözcük, Türkçedeki ‘sarmaşık’ adlı bitkiye veri­len addır. Sarmaşık önce yeşerir, koparılırsa sararır, solar, he­men kurur ve incelir. Âşık da maşukundan ayrılırsa bu bitki gibi hemen solar, kurur, zayıflar.

İnsan niçin yeşerir, sonra sararıp solar? insanın neye âşık olduğu önemlidir. Paraya mı, tene mi, yeşilliğe mi, akan su­ya mı? Bunlara âşık olunmaz. Bunlarda haz, tensel ve duyu­sal bir haz vardır. Aşk sözcüğü ile “sevişmek kod adı altında tek gecelik ilişkiler ima edilir” (Bauman: 2008, 14). Ne var ki aşk, sevgiyi de şefkati de hazzı da şehveti de aşan bir anlama sahiptir. Aşk, bir ifrat durumudur; aşk, sevgi-yoğun bir hâlin adıdır. Aşk’ta aşın bir bağlanma hâli vardır. Bu nedenle bazı­ları kendilerine “Aşk mı yoksa muhabbet mi daha çok övgü­ye layıktır?” diye sorulduğunda ‘muhabbet’ cevabını vermiş­lerdir. Zira aşkta ifrat vardır. Aşk, insanın duyu organlarının kusurları görmesini engeller. Aşk bazı varlık ve nesneleri gü­zel kabul etmek konusunda insanın düşünme yetisi üzerin­de etkili olan psikolojik bir rahatsızlıktır, bir vesvese hâlidir.

İnceleyin:  Ahmed Güner Sayar - A.Süheyl Ünver’le Sohbetler (7. XII. 1968 - 25. XII. 1985) -Notlar

Aşk iffetli bir muhabbet olabildiği gibi, iffetsiz/ahlaka aykırı bir sevgi de olabilir. Anamalcı toplumsal yapının arka planın­da ‘iş aşkı/çalışma aşkı’ vardır. Modern toplumlarda aşk, iş aşkına, hırsa indirgenmiştir. Kapitalizm hırstan, sosyalizm de hasetten doğmuştur. Modem toplum Tanrı’ya değil, ‘iş’e, ‘ödev’e bağlıdır. Ahmet Mithat Efendi “Amour de travail” (=iş aşkı)ndan söz eder. Sevda-yı Sa’y ü Amel (=Çalışma ve İş Aşkı) adlı bir kitap da yazar. İbn Sina’nın da aşk’ın niteliği ile ilgili bir risalesi vardır (Sina: 1953). Bu risalesinde aşkın sadece in­sanlara özgü bir şey olmadığını; âlemdeki bütün varlıkların âşık olabileceğini söyler. Bitkilerden hayvanlara, taştan topra­ğa kadar her şeyin âşık olabileceğine inanır. Orkide çiçeği ile insanın konuşmasından söz edilir. Bu çiçek sevilirse, sevgi gö­rürse çiçeğini açar denilir. Ayrıca, İbn Sina aşkı, Allah’ın varlı­ğına delil olarak gösterir. İnsanın kâmil olmasının yolu da, ona göre, aşktan geçer. Aşk’ın niteliğini kavramak, açıklamak çok zordur. Aşkla ilgili yorumlar, olsa olsa, ancak aşkın gizemini artırmaktan başka bir işe yaramaz. Aşk; kavranamayan, açıkla­namayan ya da herkesin kendine göre hissettiği bir güzelliktir.

Günümüzde aşk, ‘şehvet’ anlamıyla neredeyse eşdeğerdir. Âşık, muhabbetini sonuçta Yaratıcısına bağlayamıyorsa bunun adı ‘aşk’ mıdır? ‘Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü’ deriz. “Bütün emelleri Hakk’ın nezdindeki izzet ve şerefe bağla­mak gerekir” (Çetin: 1993,30). Bunun adıdır aşk. Taaşşuk, aşırı bir şekilde sevmek demektir. İnsanlık neyi çok seviyor? Âşık olunan varlık ve nesneye göre aşk bir değer kazanır. İnsan ne- ’ ye âşık? Paraya mı? Tensel zevklere mi? Aşk hâlini mi yaşıyor yoksa bir taaşşuk hâlini mi? Bir şehvet durumunu mu? Hak­perest olmayan putperest olur, nesnelere âşık olur.

Aşk ile şefkat arasında nasıl bir fark vardır? Şefkat; merha­met, hassasiyet, nezaket anlamlarını içerir. ‘Şefkat’ kavramı­nın içinde muhabbet, aşırı sevgi anlamları da vardır. Bunların yanında bu kavram, ‘korku’ anlamını da içerir. Müşfik, şef­katli kişi sevdiği kişiye onun iyiliği için önerilerde bulunduğu gibi, onun kötü şeylerle, kötü bir olayla karşılaşmasından da korkar. Şefkat; sevgi ve öğütte korkuya varan bir duyarlığın adıdır. ‘Şefkat7te nasihat vardır. Şefkat; nasihat edenin, nasihat edilene karşı gösterdiği duyarlıktır. ‘Aşk’ta ise nasihat yoktur, imrenme, benzemeye çalışma, hemhâl olma, yapışıp ayrılma­ma vardır. Şefkat; içinde korkuyu barındıran bir ilginin adı­dır. Bir baba, bir anne çocuğuna âşık olmaktan çok müşfiktir. Başına kötü bir iş gelmesinden korkar.

İnceleyin:  İslamcılık Üzerine

Şefkat kavramında acıma duygusu vardır. ‘Bu adam şefkat yoksunudur’ dersek, bu sözün anlamı, ‘bu adam merhametten, acıma duygusundan yoksundur’ demektir. Aşk’ta ise bir hayranlık vardır. ‘Şe-fe-ka’ fiilinde hem ‘korkmak’ hem ‘ilgi duy­mak’ anlamı vardır. ‘Şefika’, ‘bir şeyin ıslahında hırslı olmak’ anlamına gelir. “Onlar kıyametten korkmaktadırlar” ayetinde korkmak anlamına gelen fiil ‘şefika’dır. Ayette de kıyametten korkan insanlar için “müşfikûn” denilir (Kur’an-ı Kerim, En­biya Suresi, 49). Şefkat kavramında ‘korkudan tir tir titremek’ anlamı var. ‘Şafak’ da ‘Şefkat’ ile aynı kökten gelir.

Özü, içeriği, eşyanın hakikatini kavramak var olmanın ilk şartıdır. Modern insan tekniktir, düşünce biçimi teknolojiktir ve demokrattır. Nesnelerin, göstergelerin biçimini öne çıkarır, biçimde takılır kalır. Yapısaladır veya postyapısaladır. F.de Saussure lütfen, aşk ve şefkat sözcüklerini biçimsel olarak in­celer; anlamı sınırlar. J.Derrida ise anlamı dağıtır; hiçbir mut­lak değer bırakmaz. Çağımız insanı severek, âşık olarak değil, ürün kullanarak, tüketerek vecde geliyor. Dilin gösterilen bo­yutunu ihmal eden, biçimi öne çıkaran teknik tutum, mühen­dis aklı aşk ve şefkat kavramlarına, sanat ürününe ve dinsel yoruma uygulanamaz.

Âşık olmak için arif olmak gerekir. Başka bir deyişle insa­nın kendini, varlığı, eşyanın hakikatini sezmesi gerekir. Sez­mek, farklılıkların bilincine varmaktır. Bunun için de konuşu­lan dilin sözcük ve kavramları üzerinde, dilsel ya da dil-dışı göstergelerin içerikleri, bağlam içinde anlamlan üzerinde ka­fa yormak gerekir. Heidegger “dil varlığın evidir” der. Dünya dediğimiz varlığı dil ile kavrarız, dil ile açıklarız. Dil; dünyayı dinler, bakıp geçmez, yorumlar. Felsefenin, tefekkürün, eleşti­rinin besleneceği, yaslanacağı en büyük kaynak dil bilincidir.

Şöyle diyebiliriz: Dilin gösterilen yüzü ihmal edilmemelidir, insan dilin iki yüzü, gösteren ve gösterilen düzeylerinde yeterin­ce durmalı, evini tanımalı ve anlamlandırmak, ontolojik sor­gulamasını yapabilmeli, varoluş sırrını sezmeye çalışmalıdır. Hakikatin ve mutluluğun sırrı böyle bir yoldan geçer.

Hilmi Uçan – Görmek-Göstermek,syf:10-13

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir