Lika ve Ru’yetin Hakikati
Evet, biz ruhun varlığını ve onun bir cevher olduğunu hususî ve takribi delillerle ispat etmiştik. Bu husustaki hususî delili şöyle açıklayabiliriz: Malumdur ki ruhun zâtı zâtından ayrılmaz. Allah’ın yarattığı bir varlık bu özelliğe sahip olduğuna göre, herşeyin kendisiyle varlığa kavuştuğu Allah’ın zâtınınzâtından ayrılması düşünülebilir mi? Muhakkak ki zâtı hakikat cihetiyle her sabit mtttefiktir, birdir ve kendisine işaret olunamaz.
Peki öyleyse melekut âleminin sahibi hakkında ne denilmesi gerekir? Ruh vahid-i sırf olmadığı halde onun zâtızâtından ayrılmazsa vahdaniyetinin semtine kesret yaklaşmayan, parçalanma ve ikilik kabul etmeyen Hakk-ı vâhidinzâtınınzâtından ayrılmaması daha evlâdır. O halde O kendi zâtı ile âlimdir. O, yarattığı, icad ettiği, varlık sahasına çıkardığı tüm mevcudattan haberdardır. O’na uyku ve uyuklama ârız olmaz. İşte Hayy isminin mânâsı budur. Çünkü HayyHakk-ı vahiddir ve bizâtihi âlimdir. Biz daha önce ruhun bir olduğunu, kemmiyet ve miktarının olmadığını söylemiştik. İşte aynı şekilde Mübdi-i Hakk’ın da kemmiyet ve miktarı yoktur.
Delillerle ispatlayıp, açıkladığımız bu izahlardan sonra, Müşebbihe fırkasının Allah hakkındaki görüşlerinin hepsinin bâtıl olduğu anlaşılmış oldu. Onlar Allah’a cihet, sûret, mekân, intikâl gibi şeyler isnad ederler. Halbuki Allah-u Tealâ zıtları kabul eden bir cevher olmadığı için tagayyûr etmez. Araz da olmadığı için cevherin ondan önce olması düşünülemez. Keyfiyeti olmadığı için bir şey e benzemez. Kemmiyeti olmadığı için miktarlara ve cüzlere ayrılamaz. Muzaf olmadığı için kendisine muvazi olamaz. Bir yerde olmadığı için O’nu birşey ihata edemez. Zamanda olmadığı için bir zamandan diğerine intikal edemez. Bir mevzide olmadığı için çeşitli heyetleri bulunamaz, sonu ve sınırı olamaz.
Vacibü’l-vücudun zâtında, herhangi bir şekilde kesret olmadığı; ve O’nun birtakım vasıflarla vasıflanması gerektiği sabit olunca, bu vasıfların kesrete sebep olmayacak şekilde sabit olması gerekir. Ayrıca O cinsi veya faslı bulunmaktan münezzehtir. Çünkü gayri ile herhangi bir iştiraki olmayanın, onu başkalarından ayıracak faslı olmaz. Böylece Allah’ın isimlerinin hepsinin —hatta Vücud’un bile tevâtu’ yoluyla değil de iştirak yoluyla olduğu anlaşılır. Allah’ın sıfatlan, bir mahalde kaim olan renk ve zâtımız üzerine arız olan ilmimiz gibi ârazî olacak şekilde sabit olmaz. Çünkü Allah’ın sıfatlarının ârazî olacak şekilde sabit olması tekaddüme, teahhüre ve kesrete sebep olur.
Bu açıklamalarımız neticesinde O’nun Hayy olduğu vuzuha kavuştu. Çünkü O bizâtihi âlimdir. O Âlimdir. Çünkü O maddeden mücerredtir, vucuduzâtı içindir, Vahid olanın ve maddeden beri olanın ise zâtı kendisi için hasıl olur, dolayısıyla zâtını bilir. Zâtızâtından ayrılmaz. O’nun zâtı, zâtı üzerine zait olmadığı için, O’nun zâtını bilmesi, zâtında kesreti gerektirmez. Bu meseleyi şu şekilde açıklayabiliriz: Meselâ insan kendi nefsini bilince bilinen bu şey kendisinin gayri mi, yoksa kendisinin aynı mıdır? Eğer bu şey kendisinin gayri ise o nefsini değil, nefsinin gayrini bilmiş demek-
Yani kendi nefsini bilmemiş demektir. Eğer bildiği bu şey kendisinin aynı ise, bu durumda bilen de, bilinen de onun nefsidir. Yani bilen ile bilinen birdir. Dolayısıyla nefs hem bilen hem bilinen şey olmuş olur. İşte şanı yüce olan Allah’ı da buradan hareket ederek, bu şekilde anlamak gerekir. Nasıl âlim aynı zamanda malûm ise, aynı şekilde ilim de aynı zamanda malûmdur. Bu, hissin aynı zamanda mahsus olmasına benzer. Çünkü mahsus, hisseden şeyde tab’olmuşbirşeydir. Aynı şekilde burada ilim, malûmun kendisidir. İlim, âlim ve malûm —bu noktada— sadece kelime bakımından farklılık arzeder.
Yine, bu açıklamalarımız doğrultusunda Allah—u Tealâ’nın, mevcudatın nev’ ve cinslerinin tümünü bildiği sabit olur.Semavat- ta ve arzda zerre kadar birşcy bile O’nun ilminin dışında olamaz. Çünkü O zâtını bilir. Zâtını da olduğu gibi bilmesi gerekir. Zira O’nun zâtızâtı için mücerrettir. Ayrıca O’nun zâtı tüm mevcudatın yaratıcısıdır. O, feyyazdır ve tüm mevcudata varlık verir. O yarattıklarını bilir, onlar da O’na tâbi olurlar. Müteaddit ilimlerin çokluğu, O’nun zâtında kesrete ve teaddüte sebep olmaz. Çünkü O’nun ilmi, bizim gibi mukaddimatın takdimine, fikir ve görüş teatilerine bağlı değildir. O’nu zâtı yarattıklarına ilim fezeyan ettirir. Bu, O, mahlukâttan ilim iktisab eder anlamına gelmez. Çünkü O’nun ilmi, varlığın sebebidir; varlık ise O’nun ilminin sebebi değildir. Nitekim: “Gaybın anahtarları, O’nun indindedir, onları O’ndan başkası bilmez” buyurulmuştur. O, cinsleri ve nevileri bildiği gibi hadis olan mümkinatı da bilir. Oysa ki biz bilemeyiz. Çünkü mümkin, mümkin olarak bilindiği sürece, onun vaki olup olmamasının bilinmesi muhaldir. Zira onun ancak imkân vasfı bilinebilir. Bunun mânâsı ise, onun olması da olmaması da mümkündür, demektir. Fakat binefsihimümkin olan herşey, sebebiyle vaciptir. Eğer onun vücudunun sebebi bilinirse, vucudu vacip olur. Eğer biz birşeyin bütün sebeplerine muttali olabilirsek, bu şeyin var olmasının gerektiğini kestirebiliriz.
Allah-u Tealâ hadiseleri ve onların sebeplerini bilir. Çünkü silsilesinde O’na yükselir. Allah-u Tealâ madem ki sebeplerin tertibini bilir, o hâlde onların hepsini sebep ve sonucuyla birlikte bilir. Onun ilmi his, hayal, tekessür ve tagayyürden münezzehtir. Allah’ın ilmini bu şekilde bilmek gerekir. Ayrıca Allah-u Teaiâ’nınmürid olduğunu; irade ve inayetinin bulunduğunu da bilmek lâzımdır. Fakat şunu belirtelim ki O’nun irade ve inayeti, zâtı üzerine zait değildir. Bunu biraz açıklayalım: Allah mürîdtir. Bilindiği gibi bir fail bir işi ya tabiatı icabı yapar —ki Allah-u Tealâ bundan münezzehtir— ya da irade ile yapar. Fail birşeyi tabiatı icabı yaparsa, bu durumda, yapılan şey, yapanın bilgisinden uzak bir fiildir. İşi, iradeyle yapan ise yaptığını bilir, öyleyse Allah-u Tealâ yaptıklarını ve yarattıklarını bilir. O, yaptığını dileyerek yapmaktadır, yaptıklarında zorlama yoktur. İşte buna irade demek caizdir. Kısacası fiillerin bazısının bazısıyla tahassüsü ve bazısının bazısından temeyyüzü iradenin varlığına bir delildir. Allah ın inayeti ise, tüm mevcudatın nizamının tasavvuru ve nizamdaki en iyi ve en açık malûmatın keyfiyetidir. O’nu, irade ettiğini işlemeye zorlayacak bir garaz ve meyil yoktur. O’nun irade edip, meydana getirdiği birşeyden daha evlâsı olamaz. O bir fiili zemmedilmekten kurtulmak veya medhedilmek için işlemez.
Allah-u Tealâ mürid, âlim olmasının yanısıra aynı zamanda da Kâdir’dir. Çünkü Kâdir dilediği zaman işleyen, dilemediği zaman işlemeyendir. Kâdir, mutlaka bir fiil işlemesinin gerekmesi bakımından değil de, dilediği fiili işlemesi bakımından Kâdir’dir. O’nun irade ettiği herşey olur, vuku bulur. İrade etmediği birşey ise olmaz, vuku bulmaz.
Allah-u Tealâ Hakim’dir. Çünkü, hikmet ya eşyanın hakikatini bilmek demektir ki, eşyanın hakikatini Allah’tan daha iyi bilen yoktur; veya bir fiili tertipli, sağlam, kâmil ve güzel bir şekilde yapmak ekmektir ki, O’nun fillerinin bu vasıflara haiz olduğu kesindir. Nitekim: “,..Herşeye hilkatini verip, sonra onu hidayete erdirendir”buyurulması buna işaret eder.
O Cevad’tır. Çünkü cûd, herhangi bir garaz olmaksızın hayır ve nimet saçmaktır. Allah-u Tealâ hiçbir cimrilik etmeksizin, bir zaruret veya bir ihtiyaç olmaksızın tüm mevcudata cûd saçar. Bu bir garaz veya bir fayda için değildir. O, Cevad-ı Hak’tır ve de Veh-hab-ı Mutlaktır. Cevad ismi O’nun haricindekiler için mecazî olarak kullanılır.
Allah’ın ilmi, malumu, cûdu ve mevcudat üzerine olan fazlı kâmildir. Çünkü o kâmil olandır. Ayrıca madde ve maddî özelliklerinden de münezzehtir.
Bizim marifet-i nefsten hareketle, Allah’ın zâtını ve sıfatlarını açıklamamız, sadece meseleye delil getirmek içindir. Yoksa, şüphesiz Allah-u Tealâmahlûkâtın sıfatlarının tümünden münezzehtir, onların vasıflarıyla vasıflandırılmaz. Ayrıca O “celle” demekten de celîl; “azze” demekten de aziz; “ekber” demekten de kebîrdir. Söz Allah’a gelince susunuz. “Zira kimse O’nu, kendisinin övdüğü ve yücelttiği gibi övüp yüceltemez.” O kendisini vasfedenlerin vasıflarının üstündedir. O yücelerin yücesinde, yücelerin fevkindedir — O’nun celâli her celâlin üstündedir. O’nun büyüklüğü karşısında vehimler durur. Herşey O’nda yok olur. Bunlar O’na iyi kul olan kimselerin sözleridir.
Allah-u Tealâ beşerî vasıflarla vasıflanmaktan münezzeh olduğu için, O’nun fillerinin bir menfaatin temini veya bir mazarratın defi için olduğunu söylemek caiz değildir. O’nun fiili bir sürurun celbedilmesi için olamayacağı gibi, bir zevkin, neşenin, ferahlığın, aşk ve muhabbetin husulu için de olamaz. Allah-u Teala tüm fiillerinde böyle şeylerden münezzehtir. Dolayısıyla Kur’ân veya hadislerdeki bu türden lafızlar mebde ve ârızlarıyla değil de, semere ve sonuçları itibarıyla tefsir edilmelidirler.
İmam Gazali,Mearicu-l Kuds(Hakikat Bilgisine Yükseliş)İnsan Yay.