Son yüzyıllarda gelişen «lâdinî» bilimin tümü sadece duyulabilen dünyanın incelenmesidir. Bu inceleme salt bu alanı kapsamaktadır ve bu incelemenin yöntemleri de sadece bu alana uygulanabilmektedir. Oysa öteki yöntemler dışta tutulup sadece bu yöntemler «bilimsel» olarak ilan edilmişlerdir; bu da maddi şeylerle ilgili olmayan her bilimi inkar etmek anlamına gelmektedir. Böyle düşünenler ve hatta kendilerini özellikle söz konusu bilimlere adayanlar arasında, kendilerinin «materyalist» olduklarının açıklamasını reddeden çok insan vardır; hatta samimi olarak bir dini inancı benimsediklerini seve seve söyleyenler bile olmuştur. Ama onların «bilimsel» tavırları, kesinkes materyalist olanların tavlılarından önemli ölçüde farklı değildir.
Dinsel açıdan, modern bilimin tanrıtanımaz olarak mı yoksa materyalist olarak mı açıklanması gerektiği sorunu sık sık tartışılmış ve çoğunlukla da bu sorun yanlış biçimde ele alınmıştır. Bu bilimin kesinlikle ateizm ya da materyalizm taraftarı olduğunu açıkça söylemeyeceği ve şu ya da bu filozofun yaptığı gibi, bazı şeyler hakkında şeklî bir inkarla karar vermeksizin, taraf tutmayı bilmediğini söylemekle yetineceği çok açıktır. Öyleyse bu bilimle ilgili olarak, pratik maddecilik diye adlandırabileceğimiz fiilî bir maddecilikten söz edebiliriz. Ama bunun zaran belki daha da ciddidir, çünkü bu zarar daha derin, daha yaygındır.
Felsefi bir tavır, filozofluğu «meslek» edinmiş insanlarda bile çok yüzeysel olabilir. Üstelik inkar karşısında gerileyen ama tam bir ilgisizliğe de razı olan insanlarvardır; ve en korkuncu da bu ilgisizliktir, çünkü bir şeyi inkar etmek için de, ne denli az olursa olsun, gene o şey üzerinde düşünmek gerekir. Oysa ki burada, hiçbir şekilde artık onu düşünmeme sonucuna varılıyor. Sadece maddeyle ilgilenen bir bilim kendini olabilecek tek bilimmiş gibi sunarsa, insanlar da, bu bilim dışında geçerli hiçbir bilginin olamayacağını tartışılmaz bir gerçek gibi kabul etmeye alışmışlarsa, onlara verilen bütün eğitim, bu bilimin, tam anlamıyla «bilimcilik’in, hurafesiyle kafalarını doldurursa, nasıl bu insanlar pratikte maddeci olmasınlar? Yani tüm zihinsel uğraşılarınımadde yönüne çevirmesinler?
Modernlere göre, görülebilen ve dokunulabilen şeyler dışında hiçbir şey var gözükmüyor; ya da en azından, bunlar dışında bir başka şeyin var olabileceğini kuramsal olarak kabul etseler bile, onu sadece bilinmeyen olarak değil aynı zamanda «bilinemez» diye ilan etmekte acele ederler. Tabi bu anlayış onlarla uğraşmalarını engeller. Bununla birlikte, her ne kadar bir «öte dünya» düşüncesi edinmeye çalışanlar varsa da, buna ancak muhayyilelerinde yer verdikleri için, öte dünyayı bu dünya modeline göre düşünmektedirler ve zaman, mekan ve hatta bir tür «cismanilik» de dahil olmak üzere, bu dünyaya özgü olan hayat şartlarını oraya taşımaktadırlar.
Başka bir yerde ruh çağırmayla ilgili düşünceler konusunda, kaba bir şekilde maddileştirilmiş bu tür tasarımlardan özellikle çarpıcı örnekler verdik. Ama o örneklerde her nekadar bu özelliğin karikatürize edilecek kadar abartıldığı aşırı bir durum varsa da, ruhçuluk; ve az ya da çok ona benzeyen mezheplerin bu tür şeyleri tekellerine aldık-larını sanmak bir hata olur.
Üstelik çok genel bir bicimde, muhayyilenin hiçbir şey bulamayacağı ve normal olarak kendisine yasaklanmış olması gereken alanlara girmesi de, modern Batılıların duyulabilen alemin üstüne yükselme konusundaki yetersizliklerini çok açıkça gösteren bir olaydır. Çoğu kim- kavramakla «tahayyül etmek» arasındaki farkı bilmiyor; hatta Kant gibi bazı filozoflar, tasarıma elverişli olmayan herşeye «kavranamaz» ya da «düşünülemez» diyecek kadar ileri gittiler. Bu yüzden spiritüalizm» ya da«idealizm» denen şeyler de çoğu kez konum değiştirmiş bir tür maddecilikten başka bir şey değildir.
Bu söylediğimiz sadece «neospirîtüalizm» adı altında belirttiğimiz akım için değil, aynı zamanda kendini materyalizmin karşıtı olarak gören felsefi spiritüalizm için de doğrudur. Doğrusunu söylemek gerekirse, felsefi anlamda anlaşılan spiritüalizm ve materyalizm, biri olmadan öteki anlaşılamaz: Açıkçası bunlar Kartezyen düalizmin iki yarısıdır. Temel ayrılıkları bir tür karşıtlığa dönüştürülmüştür; ve o zamandan beri, bütün felsefe bu iki terim arasında gidip gelmekte ve bunları aşamamaktadır.
Adı olmasına rağmen, maneviyatla hiçbir ortak yanı yoktur. Bunun materyalizmle olan tartışması, üstün bir görüş açısına ulaşanları ve bu çelişkilerin aslında, hemen hemen birbirinin benzeri olduğunu, pek çok noktadaki sözüm- ona çelişkinin basit bir kelime tartışmasına indirgendiğini görenleri ancak tamamen ilgisiz bırakabilir.
Modernler genellikle ölçülen, hesaplanan ve tartılan şeyleri, yani kısacası maddî şeyleri kapsayan bilim dışında başka bir bilimi kavrayamazlar; çünkü nicel görüş açısı ancak bunlara uygulanabilmektedir. Niteliği, niceliğe indirgeme iddiası, modern bilimin en belirgin özelliğidir. Bu yönde öyle bir noktaya gelindi ki, ölçünün sokulmasının mümkün olmadığı yerde, gerçek anlamda bilimin de mevcut olmadığına ve nicel ilişkileri açıklayan bilimsel yasalardan başka bilimsel yasaların bulunmadığına inanıldı. Descartes «mekanikçilik»i bu eğilimin başlangıcı oldu. Kartezyen fiziğinin başarısızlığına rağmen, bu eğilim o zamandan beri hep artmıştır, çünkü o belli bir kurama değil, genel bir bilimsel bilgi kavramına bağlanmıştır.
Bugün ölçü, mahiyeti gereği belli bir ölçüye gelmeyen psikolojik alana bile uygulanmak isteniyor.Sonunda ölçme imkanının sadece maddeye bağlı bir özelliğe dayandığı anlaşılmaz hale geliyor. Bu özelliğin var olan her şeyi kapsadığı düşünülmedikçe, bu ölçme işi maddenin sınırsız bölünebilme özelliğidir. Bu da her şeyi maddileştirme anlamına gelir.
Daha önce söylediğimiz gibi, bölünmenin ve saf çokluğun kaynağı maddedir. Nicelik bakış açısına mal edilen ve daha önce de gösterdiğimiz gibi, toplumsal alana varıncaya kadar her yerde bulunan üstünlük, zorunlu olarak felsefî materyalizme bağlı olmasa da, yukarıda belirttiğimiz anlamda materyalizmden kaynaklanmaktadır; nitekim bu üstünlük modern düşünce eğilimlerinin gelişimi içinde hep önde gitmiştir. Niteliği niceliğe indirgemek istemenin gayri meşru olduğu konusu ve az ya da çok «mekanist» biçime bağlanan tüm açıklama girişimlerinin yetersiz olduğu konusu üzerinde fazla durmayacağız. Amacımız bu değil, bu bakımdan sadece duyulabilen alemde bile bu tür bir bilimin gerçekle çok az bir ilimcisi olduğunu belirteceğiz. Bu bilimin en önemli kısmı zorunlu olarak realitenin dışında kalır.
Pek çok kimsenin farkına varmama tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ama sözünü ettiğimiz kafa yapısının bir göstergesi olarak çok dikkat edilmesi gereken «realite»konusunda bir başka olgudan söz etme noktasına gelmiş bulunuyoruz: Bu realite adı, günlük kullanıma; salt duyulabilen realiteyle ilgili olarak kullanılmaktadır. Dil bir toplumun ve bir çağın zihniyetinin ifadesi olduğu için, bu sözcüğü böyle kullananlar için,bundan, duyuların içine girmeyen her şeyin «irreel», gerçek dışı yani bir yanılsama olduğu ve hattahiç var olmadığısonucunu çıkarmak gerekiyor; belki de onlar açıkça bunun bilincinde olmayabilirler, -ama bu olumsuz inanç gene de onların kalblerindeiyîce yer etmiştir.
Her ne kadar aksini iddia etseler de, bunun farkına varmalarına rağmen, bu düşüncenin kendilerinde, tamamen laftan ibaret olmasa bile, sadece çok haricî bir şeyin karşılığı olduğundan emin olunabilir. Eğer bunda abartma yaptığımız sanısına varılacak olursa, sadece çoğu insanların sözde dinî inançlarının nelere indirgendiğini görmek gerekecektir: Hiçbir zaman kendilerine mal edemedikleri ve hiçbir zaman üzerinde en ufak bir şekilde kafa yormadıkları ama belleklerinde tuttukları, okulda öğrenilen ve tamamen bir teyp gibi ezberlenen bilgiler; herkes gibi fırsat oldukça onları tekrarlayıp dururlar, çünkü onlar belli bir biçimciliğin birer parçasıdır; işte onların din adı altında anlayabildikleri her şey budur.
Dinin bu şekilde «asgariye indirgenmesi»nden daha önce söz ettik; söz konusu «lafçılık» da bu asgariye indirme işinin son basamaklarından birini temsil eder. Sözde «inananlar»ın pratik maddecilik konusunda «inanmayanlar»dan hiçbir hususda geri kanadıklarını dini asgariye indirme işi açıkça göstermektedir.
Rene Guenon,Modern Dünyanın Bunalımı
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…