Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…
Allah Teâlâ’nm gazabını teskin hususunda “lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur)” sözünden daha faydalı bir şey yoktur. Bu söz, cehenneme girmeye sebep olan İlâhî gazabın teskin olmasını sağlıyorsa, başka gazapların teskinine haydi haydi sebep olur. Zira diğer gazaplar, cehennem azabım doğuran gazaptan çok daha aşağı derecededir.
Nasıl teskin etmesin ki, kul bu sözü söylemekle, mâsivâdan yüz çevirmiş, bunu tekrarlamakla mâsivâyı reddetmiş ve yönünü hak olan mabuda çevirmiştir. Gazabın kaynağı da, kulun (Cenâb-ı Hak dışında) müptela olduğu farklı farklı yönelişlerdi. Bunlar olmadığına göre gazap da olmayacaktır.
Mecaz âleminden bu anlama şunu misal verebiliriz: Bir kimse hizmetçisinden rahatsız olup ona sinirlense… Bu esnada hizmetçisi aklımı kullanarak efendisi dışındaki bütün meşgalelerini terk edip bütün kalbi ve kalıbıyla efendisine yönelse… Efendisinde hizmetçisine karşı şefkat ve merhamet hislerinin doğal olarak uyandığı görülür, ona karşı olan öfkesi de biter.
“Lâ ilâhe illallah” sözünün, ahiret için saklanan doksan dokuz rahmetin anahtarı olduğunu hissediyorum. Küfür karanlıklarını, şirk lekelerini bertaraf etmede bu güzel kelimeden daha etkili bir şey olmadığını biliyorum. Zerre miktarı iman sahibi bir kimsenin, her ne kadar küfür âdetlerine, şirk rezilliklerine müptela olsa da,bu sözün içeriğini tasdik etmiş ise, bu mübarek kelimenin şefaati ile cehennemden çıkacağım ve cehennemde ebedî kalmaktan kurtulacağını ümit ediyoruz.
Nitekim Allah’ın resulü Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) şefaati de bu ümmet içinde (küfür dışındaki) diğer büyük günahları işleyenlerin affedilmesi hususunda en faydalı ve en etkili şefaattir. Bu ümmetin büyük günah işleyenleri dememin sebebi, diğer ümmetlerde büyük günah işleyenlerin az olmasından dolayıdır. Hatta küfür âdetlerine, şirk rezilliklerine bulaşma noktasında da diğer ümmetlerin günahkârları, bu ümmete nazaran daha azdır. Bu yüzden şefaate en fazla muhtaç olan bu ümmettir. Geçmiş ümmetlerde bir topluluk küfürde inat ederken, diğer bir topluluk da halis mümin ve Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılmış olurdu.
Şayet bu mübarek kelime gibi bir şefaatçisi, son peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v) gibi de bir şefaatçileri olmamış olsaydı, bu günahkâr ümmet çoktan helak olmuştu. Evet, günahkâr bir ümmet, ama çok bağışlayın Rabbi var. Allah Teâlâ’nın affından ve mağfiretten bu ümmetin payına düşen kısmı, diğer ümmetlerin tamamının payına düşenden herhalde daha fazladır. Sanki doksan dokuz rahmet bu günahlara boğulmuş olan ümmet için saklı tutulmuştur.
İnsanların ihsana en layık olanı günahkârlardır.
Hak Sübhânehû affetmeyi ve bağışlamayı sevdiğinden, hiçbir af ve bağışlama da bu ümmete yapılan kadar olamayacağından, tabii olarak bu ümmet en hayırlı ümmet olmuştur. Şefaatçileri olan bu mübarek kelime en üstün zikir ve şefaatçileri olan peygamberleri de peygamberlerin efendisi olduğu için bu ümmet şu hitaba nail olmuştur:
“Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok ba- ğışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir” (Furkân 25/70).
Evet, merhametlilerin en merhametlisi böyle olur! İhsanda bulunanların en cömerdi böyle yapar!
Cömertlerle olan işte hiçbir zorluk yoktur.
“Bunlar Allah Teâlâ için pek kolay şeylerdir” (Nahl 4/30).
“Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı, işimizdeki aşırılığımızı bağışla, ayaklarımızı sabit kıl, kâfirlere karşı bizlere yardım et”(Âl-i İmrân 3/147).
Bu mübarek kelimenin faziletleri arasında şunları da dinle: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
“Her kim lâ ilahe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) derse cennete girer.(Buhari,İlm,49)
Ham kimseler, bir defa “lâ ilâhe illallah” diyenin cennete girmesini yadırgayabilirler. Bunun sebebi, bu mübarek kelimenin bereketlerinden haberdar olmamalarıdır. Bu fakire keşfen zahir olmuştur ki, dünyadaki bütün günahların bu ifadenin bir defa söylenmesi ile bağışlanması ve bütün günahkârların cennete girmesi mümkündür. Şu da müşahede edilmiştir ki, bu kelimenin bereketleri şu âlemde bulunan bütün herkese taksim edilmiş olsa, hepsine sonsuza kadar yeter ve bütününün susuzluğunu giderebilir.
Peki, bu mukaddes kelimenin yanına bir de “Muhammedün Resûlullah” cümlesi de ilave edilir, Allah’ın birliğini kabul etmenin yaranda Hz. Peygamberin (s.a.v) peygamberliği de tasdik edilmiş olur, bir de risaletle velayet beraber bulunursa nasıl olur! Bu iki cümlenin bütünü, velayet ve nübüvvet kemâlâtının tamamım kendisinde toplamış bulunmaktadır. Velayeti gölgelerin zulmetlerinden temizleyen ve nübüvveti en yüksek derecesine ulaştıran kimse bu iki saadet yolunun kılavuzudur.
Allahım! Bu yüce kelime-i tevhidin bereketlerinden bizleri mahrum bırakma! Bu kelime üzerinde bizleri sebatkâr eyle! Onu tasdik etmiş olarak canımızı al, onu tasdik edenlerle beraber bizleri haşret! Bu kelimenin ve bu kelimeyi tebliğ eden peygamberlerin hürmetine bizleri cennetine girdir!
Bir de bilinmelidir ki, nazar ve kadem âciz kalıp, himmet kanadı inip salındığında ve sâlikin muamelesi mutlak gayba geldiğinde, bu mahalde, “La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah” cümlesinin adımı olmaksızın seyir mümkün olmaz. Ayrıca o yolu, bu mukaddes kelimenin himayesi olmaksızın aşmak da mümkün değildir. Sâlik bu mahalde bu mukaddes kelimeyi her bir zikredişinde, bu kelime sayesinde, bu kelimenin hakikatinin yardımı ve desteği ile o mesafenin bir adımını katetmiş, nefsinden uzaklaşarak Hak Sübhânehû’ya yaklaşmış olur. Anılan mesafenin her bir parçası, imkân âlemi dairesinden katbekat daha büyüktür. Buradan da bu zikrin fazileti anlaşılabilir.
Bu mübarek kelimenin yanında dünyanın tamamının bir kıymeti olmadığı gibi, his dahi edilemez. Büyük bir okyanusun yanında bir damla kadar bile kıymeti yoktur. Bu ifadenin büyüklüğü onu söyleyenin büyüklüğüne göredir. Söyleyenin derecesi ne kadar yüksek ve yüce olursa bu kelimenin büyüklüğü de o kadar çok ve etkili olmaktadır.
Güzellikleri artar o yüzün Bakışın arttıkça ona senin.
insanın bir köşeye çekilerek zevkle ve tadım alarak bu mübarek kelimeyi zikretmeyi temenni etmesine denk bir temenninin şu dünyada bulunduğunu sanmıyorum. Ancak elden ne gelir ki, her temenniyi elde etmek mümkün olmuyor. Bazen gaflet hali ve halka karışmak gerekiyor.
“Ey Rabbimiz, Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin” (Tahrîm 66/8).
“Senin izzet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzeh ve yücedir. Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun!” (Sâffât37/180-182)
İmam Rabbani – Mektubat-ı Rabbani,cild:2 – 37.Mektub
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…