Küresel Medeniyet:Ortak Kültür,Ortak Üretim,Çokluk
Küresel Medeniyet kapitalist dünya sistemini, moderniteyi tanımlamak için kullanılan “kitle” kavramının çok Ötesine geçerek yeni birliktelikler kurgulamakta. Ortaklık, çokluk bunların en başında gelen kavramlar. Küresel Medeniyet önceki medeniyetlerden farklı olarak “dünya çapında” dönüşüm için çabalar. Bu yüzden de “yepyeni bir insan” portresi hedefini güder. Her renkten, kültürden, ırktan ve milletten insanın “ortak” değerleri, geleceği Küresel Medeniyet tarafından belirlenmiştir.
Bu insan portresi öyle bir karaktere, inanca sahiptir ki yaşanılan hayatın yüksek ve erişilmez olduğuna neredeyse iman etmiş, yaptıklarının hatadan münezzeh olduğuna kani olmuştur. Modernité bu insanı büyük oranda belli bir kıvama getirmişti. Küresel Medeniyet ise süreci tamamlamaktadır. Nietzche bu hakikati çok önceden görmüştü: “Önünde yayılan sürüyü bir gözle: Ne dünü bilir ne bugünü, bir o yana sıçrar, bir bu yana, yer uyur, geviş getirir, yeniden sıçrar, sabahtan akşama, bugünden öbür güne, kısacık yaşamının haz ve acılarıyla bağımlı, an’ın tepeciklerinde durur, bu yüzden de ne bir üzüntü ne de bir bıkkınlık duyar.” (Nietzche, 2011, 37)
Küresel Medeniyet varsa yeni bir dünya savaşı olmaz. Çünkü Kant’in ve diğer Aydınlanmacıların projeleri buna yönelik “ebedi barış” etrafında şekillenmiştir. Bu ideal moderniteyi inşa ettiren felsefi atağı meydana getirdi ama sonuç hiç de tasarlanan gibi olmadı. Dünyanın gördüğü en büyük yıkımlar, savaşlar, katliamlar modernité ile gerçekleşti.
“Dünya vatandaşlığı” projesi de Kant’tan çıkmadır. “İnsan haklarına dayalı demokratik anayasal bir devletin cumhuriyetçi düzenini sağlamak için, savaşlarla egemen olunan uluslar arası ilişkileri gevşek devletler hukukuna dayandırmak yeterli değildir; devlet içi hukuk daha çok, halkları birleştiren ve savaşı ortadan kaldıran küresel bir hukuk durumu biçiminde belirlenmelidir.” (İlabermus, 2010, 69) Buradaki mesele dünya vatandaşlığının bir hukuk normu yada birlikteliği olmaktan çok kültüreldir. Çünkü Kant‘m ve diğer Aydııılanmacıların kastı dünyayı tek bir üst hukukta birleştirecek, tekdüze yapıdır.
Modernite kısmen bunu gerçekleştirdi ama İslam gibi, Türk unsuru gibi yapılar dikkate alınmadı. Dahası kapitalizmin ve kapitalistlerin “kendi aralarındaki” çatışmaları, maddi medeniyetin iç çekişmeleri hesap edilmedi ve ortak hukuk ve “dünya devleti” teorisi gerçekleşmedi. Savaşlardan kaçman modernite teorisyenleri iki dünya savaşma sebep oldular ama kimliklerin eşitlenmesini uzun yılların sonunda gerçekleştirme yolunda önemli adımlar attılar.
Küresel Medeniyet ile Küreselleşme aynı şey midir?
Tarihin hemen her döneminde küreselleşmeye mündemiç girişimler, gelişmeler olmuştur. Barutun bulunup kullanılması bile ulaştığı coğrafyada Çinlilerin “küresel” işler yaptığına işaret edebilir. Ancak Küresel Medeniyetin ürettiği teknolojik ve teknik gelişmelerin kullanımı ona esas kimliğini vermez.
Küresel Medeniyet, dünya çapında “ortak” bir insan davranışı, kültürü, düşünüşü geliştirme projesidir.
Burada sorun tamamen maddi temele dayalı ortaklıkların sonradan manevi ve kimlik boyutlarına taşınıp taşınmayacağı ile ilgili. Çünkü kapitalizmin kendisi, finans sektörü ve yeni üretim – tüketim mekânları ortak fikrini çoktan inşa etmişlerdir bile. Kıtalararası ticaret sadece alışveriş değildir. Finansın düzenleniş tarzını makbul addetmektir. Piyasanın kuralları ve tabi ki ticaretin yapısı, ortaklığı beraberinde getirir. Sorun yalnızca Çin’de üretilen bir bilgisayarı farklı kıtalarda, farklı coğrafyalarda kişilerin kullanması değil; davranış yapılarının, kimlik ve düşünüş tarzlarının da zamanla buna göre şekillenmesiyle ilgili.
Yeni Mensubiyet Kanalları
Yoksa Küresel Medeniyet taraftarları zaten çoktan “ortak varoluşu” değil, “ortak varoluşu yaratma”yı hedeflemişlerdir bile. (Hardt – Negri, 2011,133) Çünkü kapitalist üretim dengeleri ile birlikte sanayileşme akabinde gelen kent düzenlemeleri “ortak” kültürü, yaşam formlarını oluşturmuştu bile. Metropol, her türlü kültür ve entelektüel faaliyeti finanse eden çevreler, teknolojinin kendisi, ulaşım ve iletişim sektörleri “ortak yaşama kültürü”nü geliştirmişti. İçeride aynılık gösteren bu durum, devlet dışında daha değişik olabilmekteydi. Ancak Küresel Medeniyet için coğrafya ve sınır kalmadığından “yurttaşını” tüm dünyada aynılaştırmak isteyecektir. Elbette rasyonalize edilmiş bir işleyişten söz edecektir.
Borsanın birbiriyle alakası olmayan milyonlarca kişiyi aynı kadere götürmesi, bankanın tüm mensuplarını aynı havuzda toplaması ortaklık fikrinin yaygınlığını daha sarih açıklayabilir. Sadece iktisadi tercihler ya da ticaret değildir finans. Kendi kültürüyle bireylerin hayatlarını dolayısıyla umutlarını satın aldığı, onlara gelecek vaadinde bulunduğu için aidiyet kesbeder. Modernitenin ve Küresel Medeniyetin ortaklığı, kaderlerin ve meşruiyet kaynaklarının da ortaklığı demek aynı zamanda. Eskiden savaşlar sınırlı sayıda insanın ilgi alanı ve işiyken (Nye – Welch, 2010,108), mesela II. Dünya Savaşında “sığınakkültür”ü üretecek kadar “herkesi” ilgilendirir oldu.
Herkes herkesin yabancısı ya da ailesi olacak kadar iç içe geçmeye başladı. Küresel Medeniyet aile, aşiret, kabile, cemaat gibi yapılanmaları ortadan kaldıracak yeni mensubiyet damarlarını açtı. Kahvaltı yaparken, alışveriş yapabilme istidadı bireylerin kendini denetleyecek, kontrol edecek, yardım edecek kaynaklarını sınırlandırdı. Anlaşılan geleneksel yapıların tasfiyesi zorlamayla değil, işlev kaybı nedeniyle gerçekleşecek.
Yurttaş, vatandaş kavramları endüstrileşme kültürü ve devlet yapılanmasının bir ürünü.Yurttaş dini, etnik her türlü bağından, aidiyetinden sıyrılmış, devletin ideolojisini, görüşünü, politikasını benimsemiş kişiye denir. Bu bakımdan yurttaş zaten yeni bir kimlik inşasının adı.
“Dünya vatandaşı” Küresel Medeniyetin belirlediği insanın vasfı olabilir.Küresel Medeniyetin yurttaşı herhangi bir dini bağı kendine ideal olarak belirleyemez. Peki dinin gerektirdiği ritüelleri gerçekleştirebilir mi? Elbette. Hatta Küresel Medeniyet bireylerin maddi birikimlerini daha iyi muhafaza etsin, metafizik bakımdan korunduğuna iman etsin, dua etsin diye dini inançları, ibadetleri, ritüelleri yerine getirmelerini teşvik eder.
Öyle ki yerli – yerel kültürlerin devamlılığı, çeşitliliği ve çokluğu Küresel Medeniyet için kazançtır. Çünkü kişioğlunu tarihinden ve toprağın renginden toprağın ürettiği kültürden söküp atmak mümkün olamaz. Küresel Medeniyet modernitenin ilk dönemlerinde uyguladığı ve başarısız olduğu bu politikasından vazgeçer. Dini ve kültürel, felsefi inançları “renk olarak kabul eder. Mozaik kavramını öne alır. Çok kültürlülük, farklılıkların tanınması insanın benliğini okşayan kavramlarla bireylere hatırlatılır. “Haysiyet ve insan olma” aşaması kültürlerin rahat rahat ifade edilmesine, çok kültürlülüğün yerleşmesine yol açar. (Taylor, 2010, 55 – 60)
Herkesin ibadetlerini yerine getirip ve görüşlerini özgürce dillendirmesi Küresel Medeniyetin ortak kültürünün temel direklerinden biridir. Bu sayede din ve kültürel etkinliklerini yerine getirenlerin, “kendilik” iddiaları kaybolur. Zaten inancını yaşayabiliyorsan daha ötesini istemenin manası yoktur. Bunun bir adım ilerisi barbarlık olabilir. Küresel Medeniyet Pakistan’da, Sudan’da yaptığı gibi medreseli, hafızları rahatlıkla “el – Kaide” ithamıyla ortadan kaldırabilir. Çünkü Küresel Medeniyet için ibadetleri yerine getirmek başka, dinin tezlerini savunup hayatta karşılığını belirleme çabasına girişmek başkadır. Küresel Medeniyet zaten bu yolla temel düşmanını baştan İslam olarak belirlemiştir.
Ercan Yıldırım-Zamanın Ruhuna Karşı,syf;62-66