Kuraniyyun’un Batıl İtikadları Ve Peygambersiz Namaz Saçmalığı

unnamed Kuraniyyun'un Batıl İtikadları Ve Peygambersiz Namaz Saçmalığı
Abdülhamit Birışık: Kurâniyyûn hareketini ayrıntılara inildiğinde farklı görüşlere sahip şahsiyetler temsil etmiş olsa da bunların hepsi Kuran’da nesih olmadığını ileri sürmüş, hadislerle ve ictihadla amel etmeyi şirk saymıştır. Bu konudaki delilleri ise “Hüküm ancak Allah’ındır” mealindeki ayettir (el-Enam 6/57; Yusuf 12/40, 67). Ahmedüddin, Cerâcpûrî ve Perviz Kuran’da yer alan, Allah’a ve Resulü’ne itaat edilmesiyle ilgili ayetleri yorumlarken bunun “merkez-i millet” adını verdikleri otoriteyi ifade ettiğini söylemişlerdir; bu yetki Hz. Peygamber’den sonra devlet reisi tarafından kullanılacaktır. Merkez-i millet dinî konularda köklü değişiklikler yapma hakkına da sahiptir. Resûlullah’ın Kuran’dan başka mucizesinin bulunmadığını söyleyen (Birışık, s. 333-341)

Kurâniyyûn’un çoğunluğunun melek ve cinlerin varlığı konusunda Ehl-i sünnet’ten farklı görüşleri vardır. Ahmed Han ve Pervîz’e göre Cebrail, Allah’ın peygamberlerine vahyi ulaştıran kuvvetidir (Gulâm Ahmed Perviz, Lugatü’l-Kuran, I, 415).
Hiçbir peygamberin ahirette şefaat yetkisi yoktur. Çekrâlevî ve bazı arkadaşları cennet ve cehennemin kıyametin vukuundan sonra yaratılacağını öne sürerler. Seyyid Ahmed Han, Eslem Cerâcpûrî, Seyyid Makbul Ahmed ise cennet, cehennem ve orada vuku bulacağı belirtilen şeylerin temsillerden ibaret olduğu görüşündedir. Perviz, Ahmedüddin ve Cafer Şah Belvârî’ye göre dünya hayatının iyi ve rahat olması cenneti, sıkıntılı olması cehennemi temsil eder (a.g.e., I, 448-449, 454-455; a.mlf., Tebvîbü’l-Kuran, I, 255; II, 557; a.mlf., Cihan-ı Ferda, s. 126 vd.).

Kurâniyyûn içerisinde ibadetler hususunda da farklı değerlendirme ve uygulamalar vardır. Özellikle Çekrâlevî’den sonra namaz vakitleri, rekat sayısı, kılınış âdâb ve erkânı ile diğer bazı konularda değişiklikler yapılmıştır. Çekrâlevî günde beş vakit namazdan söz ederken(Burhânü’l-furķān, s. 89-93) Ahmedüddin sadece iki vakit namazın farz olduğunu ileri sürmüştür (Beyan li’n-nas, I, 56-124). Kuran’a dayanmayan cenaze ve bayram namazlarını kılma zarureti yoktur (Hadim Hüseyin İlâhîbahş, s. 366-382). Zekâtın Kuran’da belirtilen sınıflara verilmesi kabul edilmekle birlikte (Ahmedüddin, I, 222) zekâtı gerektiren mal ve kazancın cinsi, miktarı, farziyetin tahakkuk süresi, verilme şekli vb. hususlarda farklı yorumlar yapılmıştır. Perviz, zekâtın İslâm devleti tarafından toplatılacağını ve bunun vergiden başka bir şey olmadığını söyler. Böyle bir devlet yoksa zekât sorumluluğu ortadan kalkar (Ķurânî Faysaley, I, 116). Ekol mensuplarından çoğu ramazanda oruç tutulmasını Kuran’ın nassına (el-Bakara 2/183-185) uygun görmekle birlikte orucun herhangi bir ayda tutulabileceği, oruç müddetinin sadece dokuz gün olacağı gibi bazı görüşler de ileri sürülmüştür (Hadim Hüseyin İlâhîbahş, s. 396-401). Kurâniyyûn’un zina, içki, kumar, hırsızlık, dinden dönme, miras ve çok eşlilik gibi konularda da farklı yaklaşımları vardır.

Hint alt kıtasında Kur’âniyyûn hareketine dair ekserisi reddiye olmak üzere çok sayıda kitap, risale ve makale yazılmıştır. Ehl-i hadisle aralarındaki karşılıklı reddiye ve sataşmalar bu literatürün en önemli kısmını oluşturur. Mevdûdî’nin Sünnet ki Âînî Haysiyyet adlı eseri (bk. bibl.) bu konuda yapılmış en ciddi çalışmalardandır (çalışmaların geniş bir listesi için bk. Halid Zaferullah Daudi, Fikr o Nažar, XXXVII/4 [2000], s. 123-154). Hadim Hüseyin İlâhîbahş’ın el-Ķurâniyyûn adlı kitabı da derli toplu çalışmalardan biridir. Halid Zaferullah Daudi (Pakistan ve Hindistan’da, s. 275-290) ve İbrahim Hatiboğlu (İslâm’da Yenileşme, s. 208-247, 332-386) bu ekolü hadis bağlamında incelemiş, Abdülhamit Birışık’ın Hind Alt kıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri adlı kitabının üçüncü bölümü de (s. 317-413) ekolün tanıtımına ve ekole mensup ilim adamları tarafından yazılan tefsirlere ayrılmıştır.(1)
*
Peygambersiz Kuran, Sünnetsiz Namaz:

Çekralevi

Çekralevi’nin, sünneti reddedip sadece Kur’an’dan yola çıkarak namazın nasıl kılınacağını ispat etmek için kaleme aldığı Burhanu’l-Furkan ala Salati’l-Kur’an adlı eseri üzerine yapılmış bir kritikten yola çıkarak, Çekralevi’nin şahsında Kurancılığın Kuran’a yaklaşımına bir göz atalım.

Kitabın muhaliflere karşı kaleme alınmış bir polemik olduğu kesin. Çünkü, müellif kitabını “İslam’ın çok sayıda meselesi kamil şekliyle Kuran’da mevcut değildir, hadislere kesinlikle ihtiyaç vardır” tezine karşı bir antitez olarak kaleme alıyor: “Kuran Müslümanların hayatlarında muhtaç oldukları her türlü bilgi ve hükmü ihtiva etmektedir, hem de ayrıntısıyla; işte namaz misali…” Bü görüşüne delil olarak da “ Bu Kuran uydurulabilecek bir hadis değildir. Aksine o, kendinden önceki hakikatleri tasdik eden, iman edecek insanlara her şeyi açıklayan, yol gösteren ve rahmet kaynağı (olan bir hitap)dır.” (12.111) ayetini getiriyordu…

Çekralevi’nin “Kuran’da her şey vardır” tezine şahit gösterdiği ayete yaklaşımı, her önüne gelenin bir büyüğün adına nispetle kullandığı “Devemin yularını kaybetsem onu Kuran’da ararım” sözüne benziyordu. Anlaşılan, buradaki yanlış anlamanın anahtarı ayetteki “her şey” sözcüğüydü. Oysaki, Arap dilinde (ve tüm dillerde) “kullu şey’in” ifadesi kinai bir ifadeydi ve bağlamına göre değişen bir ‘kapsamı’ ifade ediyordu. Mesela Neml 23’te Sebe Kraliçesi için kullanılan “her şeyden verildi” ibaresi, onun görkemli bir saltanata sahip olduğu anlamına geliyordu. Değilse, “her şey” ifadesi lafzi olarak şey demeye layık tüm varlıkları içine alır ki, değil Sebe Kraliçesi, yeryüzünde hiçbir insana bu anlamda “her şey” verilmemiştir.

Çekralevi’nin, herkesin kendi mezhebine göre namaz kılmasını “küfür”dür

Çekralevi’nin, herkesin kendi mezhebine göre namaz kılmasını “küfür” olarak nitelediğini öğreniyoruz. Burhanu’l-Kuran’ın ilk konusunun başlığı şu: “Sırf Kurani namazın farz olduğu ve diğerlerinin küfür ve şirk olduğu hakkındadır.” (Birışık,s.323) Diyor ki: “Bizim kıldığımız namazı Kuran’dan göster” sorusu yanlış bir sorudur. Doğru soru, “Bizim kıldığımız namaz Kuran’a uygun mu?” şeklinde olmalıdır. “Tüm muhaliflerini, Meryem Suresi’nin 59. ayetine muhatap olmakla suçlamaktadır: “Onların ardından namazı zayi eden ve arzularına uyan kimseler geldi.”

Çekralevi, muhaliflerini “şirk”le suçlamakla kalmıyor, “hadis” sözcüğüne farklı bir anlam yükleyerek ehl-i hadisi müşrik ilan ediyor. Ehl-i hadisi ise şöyle tanımlıyor: “ Allah’ın hükmünün karşısına eski peygamberlerin kendisine nispeti doğru olsun ya da yanlış olsun sözlerini çıkaran kimselerdir.” Hatta daha da ileri gidip Firavun’un ailesinden olup imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi:… Andolsun ki, (Musa’dan) önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o ölünce “Allah ondan sonra peygamber göndermez” dediniz. İşte Allah o aşırı giden şüphecileri böyle saptırır.” (40.28-34)

Ayet içerisindeki üç nokta dışarıdan bir müdahale değildir. Çekralevi 28. ayetin başındaki “Firavun ailesinden bir mümin….” İbaresini, ayetin geri kalan kısmını da dahil aradaki tam beş ayeti atlayarak 34. ayete bağlamaktadır. Bunu, “Firavun da ehl-i hadistir” tezini ispat etmek için gerekli görmektedir. Bu uzun atlamanın ardından, ayetin tercümesini verdikten sonra şöyle söyler: “Firavun kendisini Hz. Yusuf’un tabilerinden saymakta ve zamanında revaçta olup da Yusuf Peygamber’e nispet edilen hadisleri (sözler) kullanarak Yusuf’un son peygamber olduğunu iddia edip Hz. Musa’ya “Sen kafirlerdensin” demektedir. İşte bunun gibi, Allah’ın kitabı (yani Hz.Musa’nın mesajı) karşısına hadisle (Hz.Yusuf’tan nakledilenler) çıkmak, firavun ve benzerlerinin sünnetidir.” (Birışık, s.323)

Kuran’ın söylemesi başka bir şey, Kuran’a söyletmek ise daha başka bir şeydir. İşte bu, Kuran’a zorla söyletmenin tipik bir örneğidir. Gerçekten sadece bir anlama problemiyle değil, anlamın ters çevrilmesi işlemiyle karşı karşıyayız. 28. ayetten 34. ayete atlamak da kurtarmayınca, bu kez metne anlam idhaline girişiliyor. Oysaki, adı geçen ayetlerde Hz. Yusuf’a atıf yapılan Firavun değil, açık ve net olarak Firavun ailesinden imanını o güne kadar gizlemiş bir “mümin”dir. Dolayısıyla, o müminin hatırlattıkları da Hz. Musa’nın mesajına karşı değil, o mesajı desteklemek amacıyla söylenmiştir…

Çekralevi, Rasulullah’ın misyonunu indirgemek için, hatta onu vahiyle insanların arasından çıkarmak için olmadık yorumlara girişir. Kuran’da Hz. Peygamber’e itaati öngören ayetleri “üzerinde uzun uzadıya düşünülmesi gereken ayetler” olarak yorumlar. Hz. Muhammed’in peygamberliğinde hiçbir kuşkusu yoktur, fakat Kuran’da kendisine uyulması istenilen Muhammed, “Kuran’la aynı olan Muhammeddir.” Ona göre Kuran’la Hz. Muhammed birbirinden ayrı şeyler değildir ve ona itaat emredildiği zaman maksat “ağzından Kuran dökülen Muhammeddir.” Delili yine kendi yorumundan getirir: ona göre Kuran’da geçen resul sözcükleri, çoğunlukla Kuran anlamında kullanılmıştır.O, Enfal 20’yi şöyle tercüme eder: “Ey iman edenler! Allah’ın hükmüne inanın, yani onun gönderdiği Kuran-ı Mecid üzere devam edin ve ondan yüz çevirmeyin.” Tercümenin ardından yaptığı açıklamada, ayetteki (ve O’nun Elçisi’ne) ibaresiyle Hz. Peygamber’in kastedilmediğini üç madde halinde şöyle gerekçelendirir.

1- O da müminlerden biriyken, ondan nasıl kendi kendisine (ya da başka bir resule) itaat etmesi istenir? Bunun ardından, içerisinde “Ey iman edenler!” geçen ayetlerin Hz. Peygamber’i de kapsadığını ispata girişir ve birçok ayet nakleder.

2- Ayetteki (ve ondan yüz çevirmeyin) ibaresindeki zamir tekildir. Eğer Allah ve Hz. Muhammed’e ayrı ayrı itaat emredilseydi zamirin (o ikisinden) formunda olması gerekirdi. Burada itaatin hedefi Allah ve O’nun Kitabı olduğu için tekil kullanılmıştır. Çünkü her ikisi de aynı şeydir. “Ve rasuluhu”nun başındaki “Vav” bağlacı ise “vav-ı atf-ı tefsiri” dir. (“yani” anlamında) ve Allah’a itaatin aslında neye itaat olduğunu göstermektedir.

3- Eğer “vav” bağlacı atıf olarak düşünülürse burada hükmüne itaat edilecek ikinci bir zat çıkar ki, bu da Kuran’ın “Hüküm sadece Allah’a aittir” (6.57, 12.40) ve “Ve O, hükmünde hiç kimseyi kendine ortak tutmaz” (18.26) ayetleriyle çelişir. Halbuki Kur’an’da çelişki yoktur (4.82) (Birışık, s.325)

Çekralevi, bu epey karmaşık ve ‘usta’ işi yorumu yine de anlamları indirip bindirerek yapıp bitiriyor. Fakat ilginç olan, yoruma konu ettiği ayetin ucunu kırpıyor olmasıdır. O, ne hikmettir bilinmez, ayetin sonundaki (işittiğiniz halde…) ibaresini, öncesiyle bir bütün olduğu halde, ayetin yarıda kesip görmezden geliyor. Muhtemeldir ki, başka türlü anlaşılması mümkün olmayan bu ibarenin, zorlama yorumunu bozduğunu düşünüyor. Çünkü “işitenlerden” söz edilen bir yerde “işitilen” de vardır ve Kuran’ın ağzı olmadığına göre bu Resuldür, yeni Hz. Peygamberdir. Fakat onu bu anlamıyla alırsa, yaptığı tüm yapı temelden yıkılacaktır. Bu nedenle o, ibareyi bölme pahasına bu işe girişiyor.

İnceleyin:  Bir "Düşünce"de Hadis Metodolojisi

Çekralevi namaz vakitleri konusunda, Hud 114 ve İsra 78’i delil getiriyor. Bu ayetler kendi yöntemiyle yoruma tabi tutarak “beş vakit namazı” kesin tespit ediyor. Fakat, Burhanu’l-Kur’an’ı tahlil eden tez sahibinin de isabetle teşhis ettiği, kendi kendisiyle çelişen bir mantık sergiliyor. Teşhis şu: “Bu iki ayetle ilgili dört sayfalık açıklamasını okuduğumuz Çekralevi’nin hatası, fiili ve kavli sünnetle ortaya konan ve asırlar boyunca yaşanan beş vakit namaz olgusunu peşinen kabul edip bunları Kuran’dan bulmaya çabalamasıdır. Halbuki o, hiçbir surette bunları dikkate almayacağını ifade etmiştir. Çünkü, yukarıdaki ayetlerden zorlama ile beş vakit namaz çıkarılsa bile, bunlar pekala gündüzün ilk dilimine ya da akşamın geç vaktine toplanabilir.” (age, s.326)

“Namaz için ezan okunması da küfürdür”

Çekralevi’ye göre Kuran’da olmayan bir eylemin ibadet olarak yapılması küfür olduğu için, namaz için ezan okunması da küfürdür. (Birışık,s.328)

Bütün bunları okuduktan sonra okuyucu şöyle diyebilir. Hepsi iyi güzel de, Çekralevi, namazların rekatlarını Kuran’dan nasıl tespit ediyor?

Meleğin kanadından çıkan rekat

Onun da bir yolunu buluyor. Önce Fatır Suresinin ilk ayetini şahit gösteriyor: “Her türlü övgü, göklerin ve yerin yaratıcısı olan ve melekleri iki, üç veya dört kanatlı elçiler yapan Allah’a aittir.” Bu ayeti, kendi yöntemiyle bir güzel yorumladıktan sonra ayette geçen (kanatlı) ibaresine geliyor. Ecnihatin sözcüğünün “bazı ahmakların iddia ettiği gibi ‘kanat’ anlamına alınamayacağı”nı üzerine basarak söyledikten sonra, bunun “rekat” anlamına, ibaredeki sayıların da “namazların rekat sayıları” anlamına geldiğini söylüyor.(Ay.)

Buna da peki diyelim, fakat bu sayıların namazlara göre dağılımının delili buradan çıkmaz. O halde, bunun için bir başka Kur’ani delil gerekli değil mi? Olsun, o kadar kusur kadı kızında da bulunur.
Çekralevi’ye göre Bayram Namazı Kuran’ın emridir ve vakti gün doğumundan gün batımına kadardır. Cenaze Namazı yoktur; Kuran sadece dua emreder. Namazlar birleştirilerek (cem) kılınmaz. Kuran’da ifade edildiği gibi Müslüman, vakti içerisinde ayakta, oturarak, yatarak, işaretle, yani meşru olmak kaydıyla kendisinin şartlarına hangisi uyuyorsa o suretle namazı kılar.(Age,s.328)

Görüldüğü ve yeri gelince pratiğinin de görüleceği gibi, Kuraniyyun’un işi pek zordur ve sünneti reddedince, Kuran ayetlerine taşımadığı anlamlar işkence yapılarak yüklenmek zorunda kalınmıştır. Sözün özü, peygambersiz bırakılan Kuran, artık okuyana hiçbir şey söylemez olmuştur. Adeta Kuran o kişiyi böyle cezalandırmıştır. İşte Hz. Peygamber’i “postacı” konumuna indirgemenin en büyük açmazı budur.

Ahmeduddin Amritsari

Hind Kurancılığının Çekralevi’den sonraki ismi Ahmeduddin’dir. Ahmeduddin Amritsari (1861-1936), yine alim ve sufi bir babanın oğlu olarak Amritsar’da doğmuş…Ahmeduddin, Çekralevi’nin çıkışından beri onunla tanışmakta ve görüş alışverişinde bulunmaktadır. Yine o, ünlü İslam düşünürü şair Muhammed İkbal (1877-1938) ile de sık sık görüşmektedir. Çekralevi’ye, Kuran’ın Namazı adlı eserini yayınladığında, bu tür eserler böylesine nazik bir zamanda yayınlamaması gerektiği eleştirisini yapar. Karşılıklı münazara sırasında ikindi namazının vakti girer ve o, Çekralevi’nin ‘mezhebi’ üzere namaz kılar. Çekralevi “Kendisine uyarak namaz kıldığın Kitab’a nasıl karşı çıkarsın?” deyince, Ahmeduddin’in cevabı şu olur: “Ben onun batıl olduğunu söylemiyorum, fakat Müslümanlar arasında ayrılık çıkarmanın doğru olmadığını söylüyorum” der. (el-Kuraniyyun, s.34-35)

Aynı kaynak, üslubu yumuşak ve çekici olan Ahmeduddin’in derslerine hadisçilerden Kadıyanilere, Budistlerden Hristiyanlara kadar her zümreden insanın devam ettiğini dile getirir.(Age, s.37) Kaynağımızın onun hakkında görüşü şudur: “Şu bir gerçek ki, hoca, Kuran’a dayanarak ele aldığı konunun hakkını tüm açılardan veren fikri derinliği olan bir üstaddır; ne ki o, Kuran dışında hiçbir kaynağa başvurmamıştır.” (Age, s,38)

Baljon, tüm Kuraniyyun taraftarlarının tıkandığı nokta olan namaz hakkında Ahmeduddin’e ilişkin birtakım notlar nakleder:“Ahmeduddin, Kuran’da kıyam, rüku, sücud (4.103-104) ayrı ayrı kullanılmıştır, o halde bunlar ayrı ayrı da eda edilebilir” der. Bu nedenle “Allah’ın zikri secde ve rüku olmadan da eda edilebilir” görüşündedir. Reformcu, namazın adedini günde iki vakte indirmeyi ister. Hud 114-116 ve İsra 78.80. ayetlerde üç namazın ortaya konduğunu, fakat İsra 79-81, ayetlerde bunlardan biri nafile olarak adlandırıldığı için geriye iki vaktin kaldığını ifade eder. Muhammed Ebu Zeyd de Bakara 238-239 da tavsiye edilen “orta namazı”nı ve “orta olanı en iyisi ve en uygunudur” ifadesini yorumlarken üstü kapalı olarak günde bir vakit namazın mümkün olduğunu vurgular.(Baljon, s.102)…

Ahmeduddin, tüm Kuraniyyun mensupları gibi Kuran’a gelecek en ufak bir ”acaba” ya bile şiddetle karşı çıkar. Kuran’ın toplanması, yazılması ve çoğaltılması konuları üzerinde titizlikle durur ve onun indiği gibi korunan tek kitap olma özelliğine vurgu yapar. O, Çekralevi gibi Hz. Peygamberi Kuran’dan çıkarma gayretine hiç girmez. Ne ki, ona göre Kuran Muhammediyyet’i hakim kılmak için değil, bütün dünya için ebediyete kadar tek amaç olan İslam’ı hakim kılmak için indirilmiştir. Fakat, ne yazık ki bugün bazıları çıkıp Ahmedilik (Kadıyanilik), Babilik ve Bahailik propagandası yaparak İslam’ı dar bir çerçeveye hapsetmişlerdir. (Age s.338)…

Gulam Ahmed Perviz: Pozitivist müfessir

Gulam Ahmed Perviz (1903-1961) de, diğerleri gibi geleneksel din anlayışına bağlı alim yetiştiren bir aileden gelmektedir. O, Cişti Tarikatı’na müntesip sufi bir babanın çocuğudur. İslami tahsilin ardından memurluk yapar. Onu ünlü yapan asıl şey çıkardığı Tulu-i İslam (İslam’ın-yeniden-Doğuşu) adlı dergisidir. Perviz’in çevresinde bu adla anılan bir de cemaat hareketi oluşur.

Sünneti ve hadisi toptan reddederek Kurancılık düşüncesini benimsemiştir…Perviz, sünnet karşıtı düşüncelerinden dolayı Pakistan’ın geleneksel ulemasınca tekfir edilmiştir…Ahmet Perviz, Batı’nın gelişme, ilerleme mitini, fikir babaları sayılan birçok isimde olduğu gibi aşırı ciddiye almıştır. Bu nedenle Chawla’nın şu tespitleri bizim yukarıdaki teşhisimizle örtüşmektedir. “Perviz kendi çağının bir ürünüdür. Onun için İslam ilerleme demekti ve bu sebeple dini günün ihtiyaçlarına göre yorumladı. O, (Kur’an ve dini) yorumunun merkezine siyaset ve ekonomi teorisini yerleştirdi.”(Birışık s.353)

Perviz, Kuraniyyun arasında en çok ürün veren isimdir. Bunlar arasında dikkati en çok çeken dört ciltlik Kuran sözlüğü (Luğatu’l-Kuran) ve konularına göre Kuran tasnifi (Tebvibu’l-Kur’an) gelir.

Sünneti toptan reddedeceğim derken nasıl gülünç durumlara düşüldüğüne güzel bir örnek de Perviz’in Kuran lügatindeki kimi terim ve kavramları, sünnetten delil getirmemek adına şahitsiz bırakmasıdır: Kur’an’da gece karanlığı ve tan yerinin ağarmasından kinaye olarak kullanılan ”el-haytu’l-ebyad” (beyaz ip) ve ”el-haytu’l-esved” (siyah ip) ibarelerine yukarıdaki kinai manaları vermiştir. Fakat bu ibarelerin bu anlama geldiğinin tek şahidi ”hadis”tir ve Perviz hadisten şahit getirmektense hiçbir delil getirmemeyi uygun bulmuştur. (Birışık s.356)

Oysaki Perviz, Kuran’ın maksadının en iyi Peygamber tarafından kavranılabileceğini, Peygamber’i bir tarafa bırakarak Kuran’ı anlamaya çalışmanın sağlıklı sonuçlar vermeyeceğini iyi bilmektedir: ”Kuran’ın Resulullah’tan başka birisi tarafından daha iyi anlaşılabileceğini söylemek hiçbir surette mümkün değildir. Böyle olunca da bizim Kur’an’ı anlamak için bir başka yere başvurmamıza hiç gerek yoktur.”

Perviz: İcazı kaybolacağından “Kuran’ın tercümesi yapılamaz”

O halde sorun nedir, sorusunu da Perviz doğruya yakın bir biçimde cevaplar. “Fakat buradaki problem Resulullah’ın Kuran’ı nasıl anladığıyla ilgili bilgilerin bize kadar asli şekliyle ulaşmamış olmasıdır. Mesela Buhari’nin tefsir kitabında Bakara 31 ve Maide 87’nın tefsiriyle ilgili iki rivayet o ayetlerin anlamından ne kadar uzaktır. Bunlar ve bunun gibi diğer pek çok örnek Resulullah’ın tefsirinin bize kadar asli suretinde ulaşmadığını açıkça göstermektedir.” (Mefhumu’l-Kuran’dan nakl. Birışık s.359)…Perviz, Mefhumu’l-Kuran’ında şu çağrıyı yapar: “Kim benim bu kitabımda Arap diline ve Kuran’ın öğretilerine ters bir şey görürse bana bildirsin. Ama kim de “Biz bunları bizden önce yaşayıp giden atalarımızdan hiç duymadık” (23.24) derse bu kabul edilemeyeceğinden, beni mazur görsün.” (Age s.360) Perviz’in Metalibu’l-Kuran adlı eserinden, Kuran’ın icazının kaybolacağı endişesiyle “Kuran’ın tercümesinin yapılamayacağı” düşüncesinde olduğunu öğreniyoruz. (Age s.359)

Perviz, indirgemeci mantığını hadisleri reddederken de kullanır…Perviz’in asıl sorunu, seçici değil, genellemeci-indirgemeci davranmasıdır. Onun, Kuran’ı açıklarken sünnet ve hadise dayananları “Tağutun hükmüne başvurmak istiyorlar” (4.60) ayetinin muhatabı olarak görmesi de, aynı tavrın bir göstergesidir.(Age s.368)

“Kuran’i namaz” ya da dinin direği nasıl yıkılır?

…Sünneti toptan dışlamanın insanı getirip bıraktığı açmazı, hiçbir şey namaz ibadetinden daha güzel açıklayamaz. Sünneti ve hadisi tamamen dışlayan Hint Kuraniyyun hareketinin namaz konusunda içine girdiği krizi örnekleriyle aktarmadan, bir gerçeği hatırlatmak şarttır: Dinin amacı, kendisine inanan insanları bir ve beraber kılmasıdır. Din, inananlarından duygu, düşünce ve eylem birliği oluşturmuyorsa, o din en hayati özelliklerinden birini yitirmiş demektir…Eğer Allah’ın, inanan kullarını elçisi aracılığıyla fiili olarak eğiteceği kabul edilmezse, yani Peygamber sadece taşıyıcı olarak görülür de örnek icracı olarak görülmezse ne olur? İşte şu aşağıda sıralayacağımız ilginç örnekler, bu sorunun yaşanmış dramatik birer cevabı niteliğindedir.

Hind Kuraniyyun hareketinin vakit ve rekat sayısından selamına kadar aralarında en çok tartıştıkları konu namazdır. Hind Kuraniyyununu namaz kılma yöntemleri açısından dört grupta toplayabiliriz:

a. Abdullah Çekralevi grubu,
b. Ahmeduddin grubu,
c. Refiuddin grubu,
d. Mücmilin grubu.

Çünkü her grubun namaz sayısı kendine özgü olduğu gibi, namaz kılış ve Kuran okuyuş yöntemleri de cemaate özeldir.

a. Abdullah Çekralevi grubunun namazı:

İnceleyin:  Salim Öğüt - Modern Düşüncenin İslam Anlayışı ''Alıntılar''

Bu grubun namaz kılış yöntemi tek değildir. Üç ayrı zamanda üç farklı yöntemde namaz kılmışlardır:

a. Çekralevi yöntemi,
b. Onun ardından Haşmet Ali yöntemi,
c. Haşmet Ali’den sonra, günümüze kadar cemaatin takip ettiği namaz yöntemi.

Çekralevi, sünneti topyekun inkara yöneldiğinde ilk kez krizini, bütün ayrıntılarıyla birlikte namazı Kuran’da tespit etme konusunda yaşadı. Hud 114’ten yola çıkarak gece ve gündüz beş vakit namazı tespit etti:”Gündüzün iki ucunda” ibaresini sabah, öğle ve ikindi, “gecenin zülfünde” ibaresini ise akşam ve yatsı olarak yorumladı. Yine Çekralevi, iki, üç ve dört rekatlı namazları, konuyla hiç alakası olmayan bir ayetten, adeta zorla anlam idhal ederek çıkardı. Söz konusu ayetin anlamı şu: “Her türlü övgü, göklerin ve yerin yaratıcısı olan ve melekleri iki, üç veya dört kanatlı elçiler yapan Allah’a aittir.” (35.1) Fakat geliniz, bu ayetin anlamını bir de Çekralevi’nin tefsirinden okuyalım.

“Ey göklerin ve yerin sakinleri! Beş vakit namazınızda, aziz ve celil olan Allah rızası için” Elhamdülillah’ı (fatiha) okuyun! O, size meleklerden elçiler gönderendir. O elçiler ki, altı rüknü olan namazı size doğru sevk ediyorlar. Her bir rüknün hakkı, vakti gelince iki kere, üç ve son olarak da dört olarak eda edilmektir.” “Altı rükün” den kastı, kıyam, rüku, rükudan doğrulmak, secde, iki secde arasında oturmak ve son oturuştur.

Namazın kılınış şekline gelince: Kıbleye döner, namazın tüm tekbirlerinde ellerini kulağına kaldırır. Ona göre bunun anlamı, kulun günahkar ve kusurlu olduğunu itirafıdır. Sağ el sol elin üzerine, ikisi birlikte kalp üzerine konulur. Bunun delili şu ayettir: (28.32) Tefsiri şöyledir, “Aziz ve celil olan Allah huzurunda huşu ve alçak gönüllülükle elini kalp üzerine koy”.

“Selamun aleykum ketebe Rabbukum ala nefsihi’r-rahme”

Namazda nelerin okunacağı: Bu konuda Fatiha ve Kuran’dan bir miktar okuma dışında, her şey tamamen sünnetle intikal eden namazdan farklıdır. Tekbirler Hacc 62. ayetten iktibastır: ”Ve ennallahe huve’l-aliyyu’l-kebir” (Ve kuşkusuz Allah; işte O’dur her şeyden yüce ve büyük olan) Selam ise En’am 54’ten: “Selamun aleykum ketebe Rabbukum ala nefsihi’r-rahme” (Ne mutlu size; Rabbiniz kendisi için rahmeti ilke edindi). Anlaşıldığı gibi namazda Kuran dışında hiçbir şeyin okunmasına cevaz vermemektedir.(el-Kuraniyyun s.366-369) Onun ünlü ilkesini hatırlayalım: Dinde Kuran dışında bir referansa başvurmak küfürdür.

“Secdeden kalkar kalkmaz namazdan çıkmanın” gerekliliği (!)

Çekralevi cemaati, onun ardılı Haşmet Ali’nin Salatu’l-Kuran (Kuran Namazı) adlı kitapçığının yayımlandığı 1916 yılına kadar bu minval üzere namaz kılmayı sürdürürler. Bu kitap, Çekralevi’nin Burhanu’l-Furkan adlı eserinin neredeyse bir özeti gibidir. Hafız İnayetullah Vezirabadi Ahsenu’l-Beyan adlı bir eser kaleme alarak, Çekralevi cemaatini kendi yöntemleriyle susturacak deliller sıralar. O, bu eserinde Kuran’a göre namaz vaktinin üçü geçemeyeceğini ispat eder: Sabah, güneşin batışı ve yatsı. Ayrıca yine Kuran’a göre, orta bir sesle Kur’an okumaları, sonra yere secde ve secdeden kalkar kalkmaz da namazdan çıkmaları gerektiğini ispat eder.

Başlama tekbiri “İnnallahe kane aliyyen kebira”dır, Rükudan kalkmak Kuran’ın talimatına aykırıdır, Her rekatta bir secde vardır (!)

Bunun üzerine Çekralevi’nin öğrencilerinden Muhammed Ramazan, 1922 yılında Salatu’l-Kur’an Kema Alleme’r-Rahman adlı bir eser kaleme alır. Bu kitapta “Kur’an ve Zikr Ehli”nin (Kuraniyyun) namazlarını nasıl kılacaklarını maddeler halinde şöyle sıralar.

1. Farz olan üç vakit namazdır, ikindi ve akşam namazları kişinin kendi arzusuna kalmıştır.

2. Her namaz iki rekattan ibarettir. Bunun üzerinde artırılan sayı, insanlar tarafından yüklenilen (arzuya kalmış) bir görevdir, insanların ihtiyacından dolayı değildir.

3. Başlama tekbiri “İnnallahe kane aliyyen kebira”dır. (4.34)

4. Rükudan kalkmak Kuran’ın talimatına aykırıdır. Rükuda iken, hiç doğrulmadan hemen secdeye kapanmak gerekir.

5. Her rekatta bir secde vardır, başka değil.

6. Secde zikirleri bittiğinde namaz tamamlanmış olur.(Age s.370-372)

 

Ahmeduddin’in Namazı:

Farz namaz ikidir (!)

El-Kuranniyyun, Ahmedudin’in namaz biçimine ilişkin kesin bir metne rastlanmadığını üzülerek belirtiyor. Ama, onun Beynanun Li’n-Nas adlı tefsirinin 1.cildinde, Üstadın iki vakit farz namazdan söz edip, sözü orada kestiğini naklediyor. Ahmeduddin’in tefsirinin özeti olan Kuran Sey Kur’an Tak adlı eserde bu konuda şunlar sarf ediliyor: “Bu konunun tefsiri babında 24 ayeti bir araya getirmiştir. Bunlardan beş ayet üç vakit namazı ima ederler. Bunların tümü de tek kişiyi muhatap alırlar. Bunlardan 12 ayet çoğul olarak gelir. Bunlar sadece iki vaktin farziyetine delalet ederler, başka değil. Üstat, söz konusu beş ayetlik hitabın, risaletin sahibi Muhammed aleyhissalatu vesselama özgü olduğunu ifade ederler. Ne ki, işte bu üçüncü namaz, ona nafile kılınmıştır. Bu namazı ümmetin bireylerinin de eda etmesi, arzulanan bir şeydir. Fakat farz değildir.” (Age .373)

Ahmeduddin’in farz olan vaktin iki olduğu hakkındaki düşüncesini, tefsirinde yazdıkları da açıkça desteklemektedir. Ne ki o, bu iki vaktin kaç rekat kılınacağı konusunu kesin bir sayıya bağlamamıştır. Tefsirinde şöyle der: “Kim dört rekat kılarsa o isabet etmiştir, biri de kalkıp içtenlikle tek rekat kılarsa o da isabet etmiştir…” En sonunda sözü şöyle bağlar: ”Siz diğer insanlarla birlikte kılın!” Ahmeduddin namazda kıbleye yönelmeyi şart görmüyor, aksine doğuya ya da batıya, her yana yönelmeyi caiz görüyordu. Çünkü ona göre namaz, Allah’la konuşmaktır, Allah’la mükalemeye yön gerekmez.”(Age s.374)

İlahibahş’ın verdiği bilgiye göre, Ahmeduddin’in çağdaş takipçileri veÜmmet-i Müslime cemaati, şimdilerde beş vakit farz namazı kılıyorlardı.Onların günümüzde kıldıkları namaz Hanefilerin namazını andırıyordu. Dahası Belağu’l-Kuran grubu, ciddi bir biçimde Hanefiliğe eğilim göstermeye başlamışlardı.(Age.375)

 

Seyyit Refiuddin grubunun namazı:

“Kuldan istenen namaz sayısı dörttür” (!)

Bu grup, beş vakit kılanlarla üç vakit kılanlar arasında bir yer işgal ediyor. Ehl-i Beyt mensubu olduğu iddiasındaki Refiuddin diyor ki: “Kuldan istenen namaz sayısı dörttür: Gece namazı, sabah namazı, öğle namazı ve akşam namazı.” Daha da ilginç olan, onların gece namazı ve sabah namazında güneşin doğduğu tarafa yönelmeyi, öğle ve akşam namazlarında ise güneşin battığı tarafa yönelmeyi daha adil bulmalarıdır. Bu konudaki delilleri ise Kuran’dan: “Doğu da Batı da Allah’a aittir.”(2.115)

İkindinin eşi olmadığı için (!) bu namaz reddedilmiştir

İkindi namazını kabul etmemelerine gösterdikleri delil ise şu ayet. “Ve her bir şeyi eşli yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız diye” (51.49) Refiuddin’e göre sabah namazının eşi yatsı namazı, öğle namazının eşi ise akşam namazıdır. İkindinin eşi olmadığı için, bu namaz reddedilmiştir.

O, namaza başlama tekbiri olarak “Bismillahirrahmanirrahim”i, bitirme selamı olarak da Çekralevi’de olduğu gibi ”Selamun aleykum ketebe Rabbukum ala nefsihi’r-rahme”(6.54) Ellerin kulağa kaldırılmasını doğru bulmuyor, yine namazda ellerin bağlanmasını gereksiz görüyordu. O da, namazda Kur’an dışında bir şey okumayı caiz görmüyor ve namazda ayetlerden oluşturulmuş özel bir seçkinin okunması gerektiğini söylüyordu. (Age s.375-376) Bu grubun şimdilerde hiçbir bağlantısının olmadığını da ekleyelim.

 

Mücmilin grubunun namazı:

Bu grup, Kuranniyyun hareketinin birçok önde gelen ismini içerisinde barındıran bir gruptur. Muhibbulhak ve Perviz bunlardandır. Muhibbulhak’ın, namaz konusunda müslümanlardan bağımsız bir yol tutturmadığını görüyoruz. O açıklıkla diyor ki: “Beş vakit namaz, tüm İslam mezhepleri nezdinde tevatüren sabit bir ibadettir. Müslümanlar bu ibadeti 14 asırdan beri eda ede gelmişlerdir.” Fakat o, namazın kılınma şekli ve rekatları konusunda herhangi bir görüş beyan etmiyor. Fakat bu grubun ikinci ismi Perviz daha farklı düşünüyor: “Salat, Kuran’da çok anlamlı bir kavram olarak kullanılır. Onunla Allah’ın koyduğu fıtrat yasalarına uymak ve yükümlülükleri hassasiyetle yerine getirmek kastedilir…

Perviz, “Kuran’da Hz. Peygamber’in önceleri Kudüs’e doğru namaz kılıp da sonradan Mekke’ye döndüğü konusu sabit değildir” der. Dahası, ona göre Kur’an, namaz için Kabe’ye yönelinmesi konusunda açık bir emir taşımamakta, bununla beraber ümmetin Mekke’ye yönelişini isteyen Kuran, bunu müslümanların birliğini sağlama amacıyla emretmektedir. İlahibahş, kendisini tanıyanların, Perviz’in herkes gibi namaz kıldığını ve İmam Ebu Hanife’nin mezhebine bağlı olduğunu söylediklerini nakleder.

Kuran’a bağlı devlet namazda değişiklik ve düzenleme yapabilir (!)

Perviz’in namaz konusunda orijinal sayılabilecek bir diğer düşüncesi de, Kuran’a bağlı bir devletin (el-hukumetu’l-Kuraniyye), namazın Kuran tarafından tespit edilmemiş ayrıntıları konusunda değişiklik ve düzenleme yapılabileceğini söylemesidir.(Age s.377-378)

İhtilaf batağı

Namaz konusunda yukarıda aktardığımız bu kaos, sünneti tümüyle dışlayan tüm gruplar arasında zekat ve diğer dini farzlar konusunda da yaşanmıştır. Biz sadece örnek olsun için namaz konusunu almakla yetindik. İndirgemeciliğin, dinin temel fonksiyonlarından biri olan ibadet birliğini nasıl yok ettiği, bu yaşanmış örneklerde açıkça görülmektedir.Kuran’a tabi olma gerekçesiyle yola çıkan insanların, namaz gibi temel bir ibadette, daha iki kuşak ömrü içerisinde içine saplandıkları ihtilaf batağı ve bu bataklığın alanında otorite olan ilim adamlarını nasıl yuttuğu, ibret verici bir sahnedir…Yukarıda sünneti dışlayıp onun yerine namazla ilgili Kuran’dan delil diye getirdikleri kimi ayetlerin bağlamına baktığımızda, gülmekle ağlamak arası bir hal alıyoruz. Refiuddin’in namazın dört vakit oluşuna delil olarak gösterdiği Zariyat 49. ayetin, konuyla uzak yakın ne ilgisi var? Aynı şey diğer deliller için de geçerlidir.

“Kuran’dan ayet tedarik etmek”

Bunun adına, “Kuran’dan yola çıkarak namazı belirlemek” denilemez. Olsa olsa, Peygamber’i namazdan kovduktan sonra oluşan boşluğu doldurmak için Kuran’dan ayet tedarik etmek” denir. (2)
***
(1) http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=260429
(2) http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=4550&PN=6&TPN=6
Kısaltılarak alınmıştır. Başlıklar bana aittir. Yazının kaynağı: Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, s. 236-258

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir