Bu soruyu soranların temel problemi ve eksiği en başta ‘tenâkuz’un/çelişkinin ne olduğunu bilmiyor olmalarıdır. Bu sebeple de bahusus usûli altyapıdan yoksun şekilde meal okuyan kişiler okudukları yalın çeviriler üzerinden bazı ayetler arasında çelişki olduğu zannına kapılabilmektedir- ler. Bunun yanı sıra dine karşı düşmanlıkları ve art niyetleri olan zümrelerin tarih boyu Kur’an-ı Kerim’de kendilerince eksik ve çelişki bulma yönündeki çabaları da günümüzde bu gibi iddialara sarılan kesimlerin referansı olabilmektedir. O halde bizler, sorunun cevabma öncelikle “çelişki’nin ne olduğu; iki şey arasında tenakuzun gerçekleştiğinin söylenebilmesi için gerekli olan maddelerin ne olduğu hususunu aydınlatarak başlayalım.
Tenakuz, iki hükmün arasında bir ihtilafın bulunması ve bizzat bu ihtilafın bir hükmün doğru olmasını, diğer hükmün ise yalan olmasını gerektirmesidir. Bakınız, burada bir hükmün doğru, diğerinin yalan olmasını gerektiren şey, iki hüküm arasında bulunan ihtilafın bizatihi kendisidir. Buna göre iki hüküm arasında tenakuzun meydana gelebilmesi için sekiz yerde bir olmaları üç yerde ise ayrı olmaları gerekmektedir. Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için bu maddeleri tek tek misallendirelim;
a.Mevzu/özne birliği: İki hüküm arasında zıtlık olması için öznelerin aynı olması gerekir. Buna göre “İlim faydalıdır” cümlesi ile “cehalet faydalı değildir” cümlesi arasında herhangi bir tenakuzdan bahsedilemez.
b.Mahmul/yüklem birliği: İki cümle arasında çelişki olduğunu söyleyebilmemiz için yüklemlerin de bir olması gerekir. Örneğin, “ilim fayda vericidir” cümlesi ile “ilim zarar verici değildir” cümlesi arasında tenakuz olmaz.
c.Zaman birliği: Hükümler arasında çelişki olabilmesi için zamanlarının da aynı olması şarttır. Buna göre “güneş (gündüzleyin) parıldamaktadır” sözü ile “güneş (geceleyin) parıldamamaktadır” sözü arasında çelişki yoktur. Çünkü bahsedilen zamanlar farklıdır.
d.Mekân birliği: “Yer (köylük yerde) verimlidir” sözü ile “yer (çölde) verimli değildir” sözü arasında herhangi bir tenakuz yoktur. Zira mekanlardan biri köylük yerden bahsederken diğeri çölden söz etmektedir.
e.Bilkuvve ve bilfiil olma birliği: İki cümleden biri şayet olayın bilkuvve varlığından bahsedip diğeri bilfiil durumdan söz ediyorsa bu iki cümle arasında da bir çelişki yok demektir. Mesela, “Muhammed ölücüdür” dediğimizde bu sözümüzle “ölmeye elverişlidir” manasını kastediyorsak, “Muhammed ölücü değildir” şeklindeki “bilfiil ölmemiştir” manasındaki sözümüze zıt bir şey söylemiş olmayız. Çünkü birinci cümle potansiyel anlamda bir durumu konu edinmekte ikinci cümle ise bilfiil manasını taşımaktadır.
f.Kül ve cüz birlikteliği: Tenakuz iddiasında bulunulan iki hüküm arasında külliyet ve cüziyet anlamında da birlik bulunmalıdır. Örneğin, “Irak arazileri verimlidir[355] deyip de bu ifademizle Irak’ın bir kısım arazilerini kastetmişsek bu sözümüz Irak arazilerinin tamamına yönelik söylediğimiz “Irak arazileri verimli değildir* sözümüzle çelişik bir durum arz etmez.
g.Şartta birliktelik: Buna göre biz “Talebe sene sonunda başaracaktır* diye bir cümle kurup çalışma şartına bağlı olarak bunu söylüyorsak» çalışmama şartına bağlı olarak söylediğimiz “Talebe sene sonunda başaramayacaktır” cümlesiyle çelişen bir cümle kurmuş olmayız.
h.İzafet/görecelilik: İki hükmün çelişik olması için aralarında göreceli bir durum da olmaması gerekir. Örneğin» “dört yarımdır” cümlesi ile “dört yarım değildir cümlesi çelişmeyebilir. Çünkü birincisi “sekize göre anlamında olup İkincisi de “on sayısına göre diye değerlendirilebilir.356
İmdi, hükümlerin kendi aralarında çelişki olduğunu söyleyebilmek için temel olarak mantıki ölçüler bunlar olduğuna göre üstün körü bir zihniyetle iki ayet arasında çelişkinin olduğunu söylemek tamamen mantık bilmemekten naşı bir cehalet olacaktır. Çelişkinin temel ölçülerini ortaya koyduktan sonra şimdi de birkaç ayet üzerinden yapacağımız tatbikat ile konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamış olalım:
Allah(c.c)’nin Kelimelerinde Değiştirme Var mı, Yok mu?
Aralarında çelişki olduğu iddia edilen ayetlerden biri de Yunus sûresi 64. ayet-i kerimesiyle Nahl sûresinin 101. ayet-i kerimesidir. İlgili ayetler şöyledir:
a.“Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır.Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir”[357] .
b.“Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- “Sen ancak bir iftiracısın” dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler.”[358]
Birinci ayette Allah ’nin kelimelerinin değişmeyeceği belirtilirken ikinci zikredilen ayette ise yine Allah (c.c)’nin kelimesi olan ayetlerin Allah ’nin dilemesiyle bazen değiştirilebileceği; birinin neshedilip yerine bir başkasının ikame edileceği ifade buyrulmaktadır. Zahiren bakıldığında bu iki ayet arasında her ne kadar çelişki varmış gibi duruyor olsa da mesele tahkik edildiğinde durumun böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Zira birinci ayette yer alan kelimelerin değiştirilmemesi, “Allah’ın va’dinin değişmeyeceği veya haberinin nesholunmayacağı” manasındadır.[359] Zira ayette Allah (c.c)’nin veli kullarına hiçbir korkunun olmayacağı ve cennet müjdesine nail olacakları vadedilmekte ve en sonunda “Allah (c.c)’nin kelimelerinde değişiklikyoktur” buyrulmaktadır.[360]
Diğer ayette bahsedilen durum ise birinci ayetten farklıdır. Zira ikinci ayette değiştirildiği beyan edilen Allah’ın kelimesi olan ayetler Cenab-ı Hakk’ın vaadi veya verdiği haberler değildir. Aksine, koyduğu hükümlerdir. Yani Rab- bimiz, hikmetine binaen bir hükmü belli bir zamana kadar koymakta ve zamanı dolduğunda o hükmün geçerliliğini kaldırmaktadır. Adına nesh dediğimiz ve “şer’î bir delille şer‘î bir hükmü kaldırmak”[361] şeklinde tarif ettiğimiz bu uygulamanın birinci ayette bahsi yapılan durumla herhangi bir alakası yoktur. Yaptığımız bu izahtan da anlaşılacağı üzere çelişki olduğu iddia edilen bu gibi ayetler arasında her şeyden önce “özne birliği” veya “konu birliği” yoktur. Yukarıda da serdettiğimiz üzere çelişkinin tahakkuku için bunlar olmazsa olmazdır. Şu halde bu gibi ayetler arasında çelişki olduğunu iddia etmek hem çelişkinin mantıksal zemininden haberdar olmamaktan kaynaklanmakta hem de ayetlerin bağlamını ve tefsirini bilmemekten neşet etmektedir.
Urûc/Yükseliş Kaç Yılda Gerçekleşiyor?
Aralarında çelişki olduğu iddia edilen ayetlerden biri de Allah katında günlerin adedini anlatan ayet-i kerimelerdir. Söz gelimi bu ayetlerden birinde “Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.”362 buyrularak kâinatta deveran eden işlerin sayageldiğimiz günlere göre bin yıl tutan bir günde meydana geldiği hakikati ortaya konmaktadır. “Muhakkak ki Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saymakta olduklarınızdanbin yıl gibidir 363 ayeti de bu hususta aynı noktaya işaret etmektedir.
Diğer yandan bir başka ayet-i kerimede “Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar”364 buyrulmaktadır. Buradan hareketle iki ayet arasında çelişki olduğu; birinde bahsedilen urûcun/yükselişin bin yıl olduğu, diğerinde ise elli bin yıl olduğu gerekçesi öne sürülmektedir. Oysa bu iddia da diğerleri gibi ayetlerde kastedilen manayı anlamamaktan kaynaklanmaktadır. Zira ayetlerde bahsedilen yükselişler aynı değil, bilakis iki farklı yükseliştir. Şöyle ki, birinci ayette bahsedilen yükseliş, yedi kat göklerin en yükseğinden yedi kat yerin en üst sınırına kadar olan mahaldeki yükseliştir. İkinci ayette bahsedilen mesafe ise Arş-ı a’lâ ile yeryüzünün yerleşke olan mahalli arasındaki mesafesidir.365 Dolayısıyla iki ayette bahsedilen yükseliş aynı mesafelerdeki yükseliş olmadığına göre birinde yükselişin bizim saydığımıza göre bin yıl, diğerinde ise elli bin yıl olduğunun ifade edilmiş olması çelişki sayılamaz, zira “konu birliği” yoktur.
Şefaat Var mı, Yok mu?
Özellikle meal okuyarak Kur anın manasını anlamaya çalışan ve kendilerince yaptıkları çıkarımlarla “şefaat yoktur” neticesine varan zümrelerin kafa karıştırdığı konulardan biri de budur. Buradan hareketle de bazı din karşıtları, Kur’an’da çelişki olduğunu iddia etmektedirler. Şöyle ki, Kur’an-ı Kerimin bazı ayetlerinde “Deki, şefaatin tamamı Allah’a aittir”[366], “Sizin için O’nun (Allah(c.c)’nin) dışında hiçbir sahip ve şefaatçi yoktur.”367 buyrulmakta ve şefaat sadece Allah(cc)’ye tahsis edilmektedir.
Başka ayetlerde ise “O’nun (Allah fânin) izni olmadan şefaat edecek olan kim vardır?”(368), “O’nun nezdinde şefaat ancak O’nun izin verdiği kişiler için fayda verebilir.”'(369) buyrularak Allah (c.c)’nin izniyle şefaatin başkaları tarafından yapılabileceği ifade ispat edilmektedir. Bu iki durum, bazıları nezdinde Kur’an’da çelişki olduğu iddiasını gündeme getirmiştir. Halbuki bu konuda da herhangi bir çelişki yoktur. Zira şefaatin her halükarda Allah (c.c)’ye ait olduğunu beyan eden âyetler hiç kimsenin iznine, müsaadesine ve yardımına muhtaç olmaksızın yapılacak olan “mutlak şefaatten bahsetmekte ve müşriklerin putları için itikat ettikleri bu tür bir şefaati sadece Allah(c.c)’ye tahsis etmektedir. Öte yandan Allah (c.c)’nin izniyle şefaat edilebileceğini ispat eden ayetler “mukayyet şefaatten bahsederek rûz-i mahşerde Allah (c.c)nin izniyle başta peygamberler olmak üzere Rabbi- mizin müsaade ettiği belli bir zümrenin şefaat edebileceğini belirtmektedir.
Buna göre her iki meseleyi konu eden ayetler arasında da bir çelişki yoktur. Zira bir kısım ayetlerde, olmadığı söylenen şefaat ile bazı ayetlerde ispat edilen şefaat aynı şefaat değildir.
Hoşgörü mü, Cihad mı?
Kur’an-ı Kerimin bir ayetinde Hz. Peygamber’e,ehl-i küfürden gelen baskılar, sataşmalar ve fiilî müdahe- lelere karşı nasıl davranması gerektiği bağlamında şu emredilmektedir: “Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakiler! ancak hak ile yarattık, O saat (kıyamet), mutlaka gelecektir, Şimdilik onlara güzel muamele et.”370 Bu âyetteki emre bakıldığında Hz. Peygamber (s.a.v)e, düşmanları olan küfür ehline müsamahalı davranması emredilmektedir. Bir diğer ayet-i kerime olan “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran”371 âyetinde ise bunun aksine kafir ve münafıklarla cihad etmesi ve onlara sert davranması emredilmektedir. İlk bakışta çelişki gibi duran bu durum da izah edildiğinde ortada çelişkinin eserinin bile var olmadığı anlaşılacaktır. Zira iki ayette geçen “davranış biçimleri” arasında her şeyden önce “zaman birliği” yoktur. Konunun ta başında ifade ettiğimiz üzere “zaman birliği” çelişkinin meydana gelebilmesi için öne sürülen şartlardan biridir. Oysa birinci ayet-i kerime Hz. Peygamber (s.a.v)’e kafirlerle ta ki Allah (c.c)’nin tek ilah ve kendisinin de onun resulü olduğunu ikrar edinceye dek savaşması emredilmeden önce gelmiştir ve o zamanda yapılması gerekeni anlatmaktadır. İkinci ayet-i kerime ise daha sonraları onlarla savaşma emri geldikten sonra nâzil olmuştun Dolayısıyla tedricen devam etmiş olan bu sürecin farklı evrelerinde inmiş olan bu ayetlerin birbirine çelişik olması durumu, meselenin iç yüzünü bilmeyenlercedir.
Kısaca örneklerini bir hayli fazlalaştırabileceğimiz bu gibi ayetler arasında çelişki olduğunu söyleyenler her şeyden önce çoğunlukla çelişkinin ne olduğunu bilmeyen kişiler olmaktadır. Oysa Kur’an’ın en büyük özelliği,2 ayetleri arasında çelişki olmamasıdır. Nitekim “Hâlâ Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafindan gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı”372 âyetinde de Kur’an’ın üslup, hüküm ve mana bakımından arz ettiği bütünlük onun Allah kelamı olduğunun bir delili olarak zikredilmektedir.
Bununla birlikte zahiren çelişik gibi duran bu ayetler de Kur’an’ın bir başka mucizevî yönünü oluşturmakta ve Mûşkilu’l-Kur’ân olarak adlandırılan başlı başına müstakil bir İlmî ihtisas alanını teşkil etmektedir. Bu ilimde bir behre sahibi olunmadan, ayetlerin birbirleriyle bağlantısı ve bağlamları bilinmeden ve en önemlisi de Kur’an’ı anlamak için alt yapı mesabesindeki ilimlere vâkıf olunmadan bazı ayetler arasında çelişki olduğunu söylemek cehalet ürünü bir iddiadır.
Ömer Faruk Korkmaz – Sorun Kalmasın 2,syf:283-291
Dipnotlar:
356. MUHAMMED RIZA EL-MUZAFFER,EL-MANTIK,DARU’T TEARUF,2006,S.167-168
357 Yunus, 64.
359 İzz b. Abdisselâm, Tefsîru’l-Kur’ân, Daru İbn Hazm, Beyrut, 1416, Baskı: I, 11/72; İbn Cerîr et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, Müessese- tu’r-Risâle, 1420, Baskı: I, XV/141.
[360] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru Tayba, 1420, Baskı: II, IV/281.
361.Abdülazim ez-Zürkânî,Menahilu.’l İrfan Ulumi’l Kur’an,Matbaa İsa,Baskı:3,2/176
362.Secde,5
363 Hacc, 47.
364 Me’âric, 4.
365 İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ânVl-Azîm, Daru Tayba, 1420, Baskı: II, VI/359.
[366] Zümer, 44.
[367] Secde, 4.
[368] Bakara, 255.
[369] Sebe, 23.
370.Hicr, 85.
371.Tevbe, 73.
372.Nisa,82
0 Yorumlar