A, HÜKÜM KOYMADA SÜNNETİN DURUMU
1-Sünnet İslâm’da İkinci Kaynaktır
‘ Sünnetin amelî ve itikâdî konularda müstakil delil olup olamıyacağı hususu tarih boyunca hadis ve usûl ilminin en önemli konularından birisi olmuştur. Başta hâdisçiler olmak üzere Özellikle Ehl-i Sünnete mensup Islâm âlimleri Sünnetin, Islâm ahkâmında Kur’ân-ı Kerîm’den sonra ikinci müstakil kaynak olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak azınlıkta da olsa bazı kişiler, Sünnetin hiçbir konuda delil olâmıyaca- ğım iddia etmiştir. Şevkânî (1250 / 1832), Sünnetin müstakil teşriî kaynak olmasının dinî zaruret olduğunu, buna sadece Islâm dininden nasibi olmayanların karşı çıkacağını söylemiştir (1).
Islâm âlimlerinin büyük bir kısmı, Sünnetin müstakil teşri’î değerini kabul etmekle birlikte, bunun K. Kerîmin önüne geçeceğini hiçbir zaman ileri sürmemişlerdir. Daha açık bir ifade ile Sünnet, hüküm koyma ve delil olma açısından K.Kerîm’den sonra ikinci sırada yer alır. Eğer bir konuda Kitapta nass varsa Sünnete müracaat edilemez. Çünkü K. Kerîm asıl, Sünnet ise fer’dir. Ayrıca Sünnetin Kur’ân’dan sonra gelmesinin en önemli sebeplerinden birisi, Sünnetin sübûtunun zannî oluşuna karşılık, Kitabın sübûtunuu kat-i oluşudur.
Sünnetin, K.Kerîm’den sonra ikinci delil olması konufli sunda bol miktarda malzeme vardır. Rasülullah (s.a.v.)’in uygulaması bu yönde olduğu gibi daha önce açıkladığımız şekilde Hz.Ebû Bekr ve Hz.ömer de karşılaştıkları yeni mesefl lelerde Kitap’tan sonra Sünnete başvuracaklarını söylemişlerdir.
Bazı İslâm âlimleri, hüküm koymada Sünnetin, Kur’ân-ıl Kerim’e denkliğini ileri sürmüşlerdir. Bu fikri savunanlara» en büyük dayanağı hiç şüphesiz Sünnetin de K.Kerîm gibi vahy mahsulü olduğu düşüncesidir. Hamidullah konu hakkında şunları söylüyor :” Ehemmiyet sırasına göre İslâm’da Devletler Hukukunun ikinci kaynağı Sünnet yahut Hadisdir ki, Hz.Peygamber’in söylediği, yaptığı yahut yapılmasını hoş gördüklerini ihtiva eder. Kemiyyet bakımından, İslâmî Dev letler Hukukunun Peygamberin geleneklerinde (Sünnetinde) bulunan hükümler, Kurânda bulunanlardan çok fazladır» Keyfiyet bakımından hadis Kur’ân’dan sonra gelir. Maamafih bunun sebebinin, bir hadisin sahih oluşunun isbatmdaki müşkilat bakımından ileri geldiği tahmin edilir. Yoksa Kur’ân bizzat, tahsisan ve şüpheye mahal kalmayacak surette Hz.Peygamberin sözünü (Peygamber kendisini gönderen adına her ne ki söylediyse onun Ahlâk kavramı olarak alınması esası üzerine) Kur’ân ile müsâvî bir dereceye vazetmiş tir.” (2).
Dikkat edilecek olursa Hamidullah, hadisin Hz. Peygam ber tarafından irad edildiği, gerekli araştırma yapıldıktan sonra kesinlik kazanırsa bunun hüküm koymada Kur’ânın denk olacağını kabul etmektedir.
Bu görüşler içinde hiç şüphesiz en doğru olanı Sünnetin;
Kur’ân’dan sonra ikinci kaynak olduğu düşüncesidir. Evza’i (157 / 774)’nin ” Kitap, Sünnete, onun kendisine olan ihtiyacından daha fazla muhtaçtır” (3) sözü ile Yahya b.Kesir (129 / 746) ‘in Sünnet, Kitap üzerinde hâkim; halbuki Kitap Sünnet üzerinde hâkim değildir ” (4) şeklindeki ifadelerini nazarı dikkate alarak Sünneti Kitabın önüne geçirmeyi doğru bulmuyoruz. İslâm âlimleri, mezkur sözlerden maksadın, Sünnetin delil olmada Kur’ân’dan daha üstün anlamında olmadığını, hadislerin mücmel âyetleri tafsil, müşkilleri tavzih, mutlaklan takyid, âmmları tahsis manasında olduğunu söylemişlerdir. Ahmed b.Hanbel’e, Yahya b.Kesir’in söylediği mezkur söz hatırlatıldığında ” Ben böyle bir ifadeye cesaret edemçm, Sünnet ancak Kur’ân’ı tefsir eder ve açıklar ” (5) diyerek O’nun bu görüşüne katılmamıştır.
Bu konuyu bizim de aynen iştirak ettiğimiz Koçkuzu’nun düşüncelerini aktararak bitirmek istiyoruz ” Sünnetin dinimizde kaynak oluşu meselesinde, onun Kur’ân’dan sonra ikinci sırada mütâlaa edilmesi zannımızca ilim adamlarınca farklı değerlendirilmektedir. Burada, Kur’ân’a ve Allah’ın dindeki otoritesine ilk sırayı verme mecburiyeti ve terbiyesi önemli bir rol oynamaktadır. Allah, kitabında kendisini andığı yerde, elçisini ikinci olarak anmaktadır. İlâhî sıralama, bilginler tarafından da uygun görülmüş ve Peygamberimiz ile sözleri, ikinci derecede kaynak .olarak tanınmıştır, ihtilâflarda yine Hz.Peygamber’in dindeki, ” söz sahipliği ” orta yere gelmelidir. Şunu itirafa mecburuz : insanları Zât-ı Bârî ile tanıştıran ilk ve tek kaynak Muhammed aleyhisselâmdır. O’nun peygamberliği tasdik edildikten sonra, fertler ve ilim, artık ona teslim olacaktır. Onun koyduğu hüküm hükümdür. Haram kıldığı haram, helâl kıldığı ise
belâldir.” (6).
2- Hüküm Koymada Sünnetin Kur’ân-ı Kerim Karşısındaki Durumu
Sünnette bulunan hükümleri, K. Kerîm’de bulunan hü kümlerle karşılaştırdığımızda şu dört şekilden birisiyle karşılaşırız:
a-Sünnet, Kur’ân-ı Kerîmedeki hükümlere uygun hükümler ihtiva eder
Bu durumda Sünnet, Kur’ân’da bulunan hükümleri des tekliyerek kuvvetlendirmiş ve hükmün iki kaynağı ve iki delili olmuş olur. Birincisi, Kur’ân-ı Kerîm âyetleri ile hükmü tesbit eden esas delil, İkincisi de bu delille elde edilen hükmü destekleyip kuvvetlendiren delildir ki, bu Sünnettir. Böylesi durumlarda icmal, tafsil, âmm, hâs açısından Kuran ile Sünnet arasında bir uyum bulunur (7).
Örnekler:
Abdullah b.Ömerin anlattığına göre Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:İslâm beş şey üzerine bina kılınmıştır. Allah’tan başka ilâh olmadığı, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğu, namazın dosdoğru kılınması, zekat vermek, hac ve ramazan orucunu tutmak”
Bu hadis aşağıdaki âyetlere uygunluk arzeder ve onları destekler:
” Namaz kılın, zekât verin, rükû edenlerle birlikte rükûedin.,(9).
” Ey iman edenleri Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakıınasınız diye»size de farz kılındı”(10).
* Orada apaçık deliller vardır, İbrahim’in makamı vardır; kim oraya giderse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana, Allah için Ka’beyi haccetmesi gerekir. Kim inkar ederse, bilsin ki, doğrusu Allah âlemlerden müstağnidir.” (11).
Dikkat edecek olursak zikredilen hadis yukarıdaki âyetlerden farklı hiçbir hüküm gerektirmemekte; sadece onları desteklemektedir.
Rasulullah (s.a.v.) bir hadislerinde : ” ….bir kişinin malı (başkasına) onun gönül hoşnutluğu (rızası) olmaksızın helâl olmaz….” (12) buyurmuştur. Bu hadisin hükmü ile aşağıda zikredeceğimiz âyetin hükmü aynı olup onu desteklemektedir.
” Ey iman edenler! Mallarınızı haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticâretle yeyin…” (13).
Ebû Mûsâ’nm naklettiğinev göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur : ” Allah, zâlime mühlet verir; sonunda onu bir yakaladı mı artık iflah olmaz.” (14). Bu hadis de aşağıdaki âyeti desteklemektedir.
” Allah, kasabaların zâlim halkını yakalayınca, böyle yakalar; yakalanması da şiddetli ve elimdir.” (15).
b-Kur’ân’da açıklanmasına ihtiyaç bulunan hükümleri açıklar:
Yüce Allah, K.Kerım’i insanlara tebliğ ve açıklama görevini Rasulullah (s.a.v.)’a vermiştir. Bir âyette, Hz. Peygamberdin K.Kerîm’i açıklama görevi hakkında ” İn-sanlara gönderileni açıklayasın diye Zikri (Kur’ân’ı) sana indirdik.” (16) buyrulmuştur.
Sünnetin, Kur’ân’ı açıklaması dört şekilde olur :
Yukarı-da Sünnet, Kur’ân’ı Kerîm’deki hükümlere uygun hükümler ihtiva eder ” başlığı altında verdiğimiz örneklerde âyetlerde namazın kılınması, zekatın verilmesi (Bakara, 2 /1 43), orucun tutulması (Bakara, 2 / 183), hacca gidilmesi (Âl-i İmrân, 3 / 97) emredilmekte, ancak bu ibadetlerin nasıl ifa edilecekleri hakkında açıklama yapılmamaktadır. Daha açık bir ifade ile âyetlerde sözkonusu ibadetler mücmel olarak belirtilmekte, namazın nasıl kılınacağı, zekata tabi olan ve olmayan mallara, zekatta nisap miktarına, orucun nasıl tutu- lacağma ve haccm ne şekilde yapılacağına ise temas edilmemiştir.
Rasulullah (s.a.v.), namaz, zekat, oruç ve hac ibadetlerinin nasıl yerine getirileceğini ümmetine kendisi açıklamıştır. Meselâ namaz hakkında :
” Namazı, ben nasıl kılıyorsam siz de öylece kılınız.” (18) buyurarak namazın nasıl kılınacağını açıklamıştır. Yine Rasulullah (s.a.v.) hac esnasında ”….hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alınız, bilemiyorum belki ben bu haccımdan sonra hac yapamıyabilirim” (19) buyurarak haccm nasıl yapılması gerektiğini arkadaşlarına anlatmıştır.
Yüce Allah “..Allah alışverişi helâl ribayı haram kılmıştır…” (20) buyurmuştur. Bu âyette geçen ” ribâ ” kavramı mücmel olarak zikredilmiştir. Çünkü ” ribâ ” nm sözlük manası fazlalık demektir. Şâri’ ise sözlük manasını değil ıstılahtaki fazlalığı kasdetmiştir. Bu fazlalığın mahiyeti nedir bilinmesi gerekir. Onun da ancak bir başka şeyle açıklanması gerekir ki, şu hadis âyette mücmel olarak geçen ” ribâ ” kavramına açıklık getirmiştir.
” Altını altınla, gümüşü gümüşle, buğdayı buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla, tuzu tuzla eşit miktarlarda ve peşin olarak (alıp veriniz). Kim artırır ve artırılmasını isterse ribâ muamelesi yapmış olur.
Bu sınıflar değiştiğinde ise, peşin olmak kaydıyla istediğiniz şekilde satabilirsiniz.” (21).
Yüce Allah Kurân-ı Kerîmde “…Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar yeyin için, sonra orucu geceye tamamlayın…” (23) buyurmaktadır. Adiyy b.Hâtim ismindeki sahâbî, âyette geçen (iplik) lafzını hakîkî manasında anlayarak bir beyaz, bir de siyah iplik alıp yastığının altına koymuş ve bunlardan biri diğerinden ayırdpdilinceye kadar sahurda yiyip içmeye devam etmiş. Daha sonra adı geçen sahâbî, Rasulullah’a âyette geçen beyaz iplik ile siyah iplikten neyin kastedildiğini sorduğunda Hz.Peygamber,’’Bunlar gecenin karanlığından gündüzün beyazlığının seçilmesidir ” (24) buyurmuştur.
” Allah çocuklarınız hakkınca, erkeğe, kadının payının iki misli (miras verilmesini) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarmdır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı on undur…”
Bu âyet âmm hükmü ifade etmektedir; ister iyi ister kötü olsun her çocuğun mirasçı olacağını hükme bağlamaktadır. Hadislerde ise kâtilin mirasçı oîamıyacağı belirtilmiştir.(26)
Böylece sözkonusu hadis, mirasçı ile alakalı yukarıdaki âyetin ” âmm ” hükmünü tahsis ederek, bir çocuğun ebeveynine mirasçı olabilmesi için onların kâtili olmaması gerektiğini belirtmiştir.
Yüce Allah bir başka âyette ” Sîzlere analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, balalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan kuları (üvey kızlarınız) ki, onlarla (anneleriyle) gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur, Öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle ev. lenmek, (geçmişte olanlar artık geçmiştir.) size haram kılındı. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. EVli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Mâliki bulunduğunuz câriyeler müstesna, bunlar, Allah’ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helal kılındı….” (27).
Dikkat edilecek olursa evlenilmesi yasak olaıîlar arasında kadının, halası ve teyzesi üzerine nikah edilmesi meselesi yoktur. Rasulullah (s.a.v.) ” Bir kadın halasının ve teyzesinin üzerine nikah edilemez ” (28) buyurarak âyetteki âmm hükmü tahsis etmiştir.
Âyette ” Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin….” (29) buyrulmuştur. Dikkat edilecek olursa âyette hırsızlık suçunu işleyene el kesme cezasının uygulanması hususunda çalman malın miktarı hakkında hiçbir sınırlama yoktur. Buna göre çalman malın değeri ister az, ister çok olsun her halükarda el kesme cezası uygulanacaktır. Hadiste ise ” Hırsızın eli ancak çeyrek dinar ve daha fazlada kesilir “(30) buyrulmuştur. Böyleee bu hadisle yukarıdaki âyetin mutlak hükmü ” çeyrek dinarla n takyid edilerek değeri bundan daha az olan için el kesme cezasının uygulanamayacağı belirtilmiştir.
c-Sünnet, Kur’ân-ı Kerîm’de bulunmayan meseleler hakkında hükümler koyar:
Sünnetin ilk iki sahada (Kur’ân âyetlerini te’yid ve tebyin) icra ettiği fonksiyon1 konusunda, Sünnetin teşriî de-
gerini tümüyle inkar edenler müstesna hemen hemen bütün İslâm âlimleri fıkirbirliği etmişlerdir. KKerım’de bulunmayan meseleler hakkında Sünnetin hüküm koyup koyamıya- cağı hususunda ise İslâm âlimleri ihtilâf etmişlerdir. Bu alandaki görüşleri iki grupta mütâla etmek mümkündür.
Bu görüşü savunanlara göre Sünnet, K.Kerîm’de bulunmayan hiçbir meselede müstakil hüküm ihdas edemez. Çünkü Yüce Allah K.Kerîm’de Rasulullah (s.a.v.)’a hitaben ’’Sana insanlara indirilen şeyi açıklayasm diye Zikri (Kur’ân’ı) indirdik | (31) buyurmuştur. Buna göre Hz.Peygamber in kendisine indirileni sadece ” tebyîn ” görevi vardır; yeni bir hüküm koyma yetkisi yoktur. Her şey Kur’ân’a racidir; Sünnet sadece mücmelleri tafsil, mutlakları takyîd, âmmlan tahsis edebilir. Bir başka ifade ile K.Kerim’de, Sünnetin değindiği her konuda mücmel veya mufassal bir hüküm vardır (32).
Bu görüşü savunanların delillerinden birisi de ”… Bu kitapta (K.Kerîm’de) hiçbir şeyi eksik etmedik ” (33) meâlindeki âyettir. Bunlara göre Allah, K.Kerîm’de her şeyi açıkladığını bu âyetle ifade etmektedir. Bu bakımdan başka bir delilin varlığını kabul etmek, K.Kerîm’in açıklayıcı rolünü inkâr olur.
Yüce Allah “…Bugün, size dininizi ikmal ettim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak İslâmiyet! seçtim…” (34) buyurmuştur. Bu görüşü savunanlara göre Allah her şeyi KKerîm’de açıklamış ve bütün emir ve yasakları Kuranla göndermiştir. Durum böyle olunca Sünnet de dahil, kitaba ilave edilebilecek başka kaynak yoktur. Bu düşüncede olanlara göre, Rasulullah (s.a.v.)ın söz, fiil ve takrirlerinin tamamının kaynağı Kur’ân-ı Ke- rim’dir. Nitekim Yüce Allah ” Muhakkak sen büyük bir ahlâk üzeresin ” (35) buyurmaktadır. Hz.Âişe’ye, Rasulullah (s.a.v.)ın ahlâkının kaynağı sorulduğunda ” O’nun ahlâki Kur’ân’dı.” demiştir (36). Hz.Âişe, bu sözü ile Resulullahın bütün söz, fiil ve davranışlarının K.Kerîm’i yaşamak ve açıklamaktan ibaret olduğunu belirtmiştir (37).
Bu görüşte olanlara göre Sünnetin, KKerîme arzını ko- nu alan haber de Sünnetin müstakil hüküm koyamıyacağı noktasında en güzel delildir. Ayrıca hadislerin yazılmasını yasaklayan haberler de Sünnetin müstakil hüküm koyamı- yacağım göstermektedir.
Özellikle Ehl-i Sünnete mensup İslâm âlimleri Sünnetin, İslâm ahkamında Kur’ân-ı Kerîm den sonra ikinci müstakil kaynak olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Yukarıda da bir vesileyle belirttiğimiz gibi Şevkânî, Sünnetin müstakil teşriî kaynak olmasının dinî zaruret olduğunu, buna sadece İslâm dininden nasibi olmayanların karşı çıkacağını ifade etmiştir (38).
Sünnetin müstakil teşriî değeri olduğunu kabul edenlerin delilleri:
Kitaptan:
Sünnetin önemi bahsinde bu konudaki âyetlerin büyük bir kısmını zikrettik. Tekrar olmaması için orada verdiğimiz âyetlere burada yer vermeyeceğiz. Diğer ayetlerden bazıları şunlardır ; ” And olsun ki Allah, inananlara, âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve Hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur…” (39).
” Kitapsız kimseler arasında, kendilerine (Allah’ın) âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitabı ve Hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Onlar,daha önce, şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler*”(40).
Haşan el-Basrî (110 / 728), Katâde, Yahya b.Ebî Kesir, . tte geçen ” Hikmet ” kavramının ” Sünnet” olduğunu söylemişlerdir (41). İmam eş-Şafiî (204 / 819) de ilmine güvendiği bir âlimin âyetlerde geçen ” Hikmet ” in Sünnet anlamına geldiğini söylediğini belirtmiştir (42).
‘’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, onun hallini Allah’a ve Peygamber’e bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir “(43).
” Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah’a ve Peygamber’e başkaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur ” (44).
‘Peygamberin çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırma-nız gibi tutmayın. Allah içinizden sıvışıp gidenleri şüphesiz bilir. O’nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar ” (45).
Sünnetten:
Sünnetin önemini anlatırken, bu konudaki hadislerin önemli bir kısmını orada zikretmiştik. Bu bakımdan burada ö hadisleri tekrar vermeyeceğiz.
Rasulullah (s.a.v.), Sünnetin, müslümanlar için teşriî değeri olduğundan ontın daha sonraki nesillere ilâve ve noksanlık olmadan aynen aktarılmasını istemiştir. Bu konuda bir hadislerinde şÖyîev buyuruyorlar : ” Benim sözümü işitip de aynen nakleden kişinin yüzünü Allah ağartsın. Tebliğ edilenin birçoğu (bir sözü) işitenden daha iyi muhafaza edebilir” (46).
Rasulullah (s.a.v.}, veda hutbesini okurken sahâbîlere ve onların şahsında bütün ümmetine şöyle hitap etmiştir (Söylediklerimi) burada bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsin. Olabilir ki hazır olan kimse, bunu dah iyi kavrayıp muhafaza edecek olana tebliğ etmiş olabilir “(47).
Bu haberi gözönüne alan Beyhakî (458 /1065) şayet Sün netin, teşriî değeri olmasaydı Hz.Peygamber’in hiçbir vakit veda hutbesinde söylediklerinin muhafaza edilerek, orada bulunmayanlara tebliğ edilmesi istemezdi demiştir (48).
İmam Şafiî de Sünnetin, K.Kerîm âyetlerini te’yid, teb- yin (mücmeli tafsil, âmmı tahsis) yönünün yanında Kitapta olmayan konularda hüküm de koyacağını söylemiştir (49).
Biz de Sünnetin, K.Kerîm âyetlerini te’yid fonksiyonunun yanında tebyîn ve âyetlere muhâlif olmamak kaydıyla müstakil hüküm koyma yetkisinin de olduğuna inanıyoruz. Aksini düşünmek Sünnetin teşriî değerine gölge düşürüp, K.Kerîm’le yetinmek demek olur ki, bu durum İslâmî yaşanamaz hale sokar.
Konu hakkında Prof.Dr.A.Osman Koçkuzu şunları söylüyor :” Peygamberin yüce şahsiyetini nebî ve elçi olarak tasdik ettikten sonra Peygamberi : ” Allah’ın sonsuz kudreti, salâhiyeti ve istediğini yapmakta hür ve serbest olma vasıflarıyla karşı karşıya getirmek, güç denemesine çıkartmak bizzat ilme aykın bir harekettir.” Peygamber dinde müstakil hüküm koyabilir mi? ” Peygamber ancak Allah’ın iradesine tâbi olarak iş yapar, dinde salâhiyeti sınırlıdır ” şeklindeki hükümler ve düşünceler, bizi yanıltan ve pratikte hiç değeri olmayan şeylerdir. Elbette Peygamber Allah’ın verdiği salâhiyete bağlı olarak, O’nun emrine aykırı olmamak kay- dıyla hükümrandır. Peygamberim bir hüküm koyduğu; bir emir verdiği veya bir yasaklama yaptığı bizce belirlenmişse, acaba Peygamber bunu hangi sıfatla koydu? bu, Allah’ın emirlerine uygun mu, değil mi? gibi düşüncelere kapılmamız gereksizdir. Peygamberimizi dinde güçlü kılan Allah Teâlâdır. ö’nu kontrol eden, yanılmalarını Önleyen yine odur.Burada Peygamber aleyhisselama dinde, müstakil hüküm koyma hakkı verenlerle vermeyenlerin hareket noktaları ayn olsa bile, ikisinde de ” Allah Rasûlünün gücünü yerine oturtma, sünnetin hakiki değerini tesbite yardımcı olma endîşesi ” mevcuttur. *’ Sünnet müstakil hüküm koymaz ” diyen kişinin, Peygamberin dinimizdeki geniş salahiyetleri karşısında bu görüşünü ilme dayandırması çok güçtür. O zaman akla şöyle soruların gelmesi normaldir : Yerine göre bir faki- he tanınan dinde hüküm koyma yetkisi, niçin dinin sahibinden esirgenmektedir? Hüküm koyma yetkisi olmayan Peygamber, sadece Allah’tan aldığını kullara kuru kuru nakleden ve beikide naklettiği şeyin mahiyetini dahi bilmeyen bir kişi durumuna düşmez mi? Peygamberlerden esirgenen, ama fakihe tanınan, dinin ahkâmını asırlar boyu zinde tutmağa yardımcı olan çalışmalar; tercihler, içtihatlar Peygamber-i zâşandan nasıl esirgenebilir?
Sonuç olarak şunu demek zorundayız : Peygamberimiz dinimizde Şâri’dir. Haram ve helâl tesbit eder. Bizler için zorluk, O’ndan gelen haber ve hadisin gerçekliğinin tesbitin- de ortaya çıkmaktadır.” (50)./
3. Hz.Peygamber’in Fiilleri :
* Rasulullah (s.a.v.)m fiillerinin tamamının teşriî değeri olup olamıyacağı konusu tarih boyunca bütün İslâm âlimlerini meşgul etmiştir. Daha açık bir ifade ile Hz.Pey- gamber’in dinî-dünyevî (beşerî, cibillî-dinî) bütün fiilleri Sünnet kapsamına girip ümmeti bağlar mı, yoksa sadece dinî olanların mı teşrii değeri vardır.
Ebû Zehra Hz.Peygamber’in fiillerini üç kısımda incelemiştir:
a-Hz.Peygamberin Şeriatı açıklamak için yaptığı işler:
Hz.Peygamberin namaz kılışı,oruc tutuşu,hac yapma şekli, ziraat ortaklığı kurması ve borç alıp verişi gibi fiileridir.Ebü Zehra Hz.Peygamber in bu tur fiillerinin bağladığını söylemiştir.
Hz.Peygamber’in dinin prensiplerini açıklama mahitindeki bu tür fiilleri, ya mücmel ifadeleri açıklar veya yap^ lan bir işin mübah oluşunu gösterir. Bunlar da umumi fiiller olup herkesi bağlar.
b-Sadece Hz.Peygamber’i ilgilendiren fiiller:
Hz. Peygamberin dörtten fazla kadınla evlenmesi, tehec-cüd namazının sadece kendini bağlaması böyledir.
c-Hz.Peygamber’in beşer olarak yaptığı işler: Rasulullah’ın yiyip içmesi; bazı yemeklerden hoşlanıp diğer bir kısmından hoşlanmaması, yaşadığı bölgenin geleneklerine ve fıtrî duygularına göre giyinmesi gibi (51).
Ebu Zehra, Hz.Peygamber’in bu son fiillerinin beşer fıtratının gereği (cibillî) olduğunu ve dolayısıyla bunların şer! yönlerinin bulunmadığını söylemiştir.
Prof. Dr. M. Tâhir b. Âşûr da Hz. Peygamber in tasarruflarını daha geniş bir perspektiften ele alarak çok detaylı denebilecek bir sınıflandırmaya tabi tutmuştur.
Biz burada bu maddeleri tek tek ele alıp geniş olarak inceleyecek değiliz. O, tamamen müstakil bir çalışmayı gerektirir. Bu bakımdan burada Ibn Aşûr’un tasnifinin sadece başlıklarını vereceğiz ve bazı maddeleri bir iki cümleyle izah edeceğiz:
îbn Aşûr’un da belirttiği gibi zikredilen üç çeşit tasarrufun tamamı hukuk ile alakalıdır.
DİPNOTLAR:
Kaynak:Doç.Dr.Ali Tokası-Delil Olma Yönünden Sünnet
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…