Kur’ân’da ki Hikmet Kelimesi Neyi İfade Ediyor?

-Allah’u Teala buyuruyor ki: “Evlerinizde, Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten tilavet olunan şeyleri hatırlayın. Allah latif ve Habirdir.”Burada evlerinde iki ayrı şeyin okunduğu belirtiliyor.Kur’an’ın okunduğunu anladık, “Hikmet“ nasıl okunur?

(İmam Şafii)-Burada tilavet Kur’an’ın dile getirilmiş olması gibi sünnetin de dile getirilişini ifade etmektedir.Bu, “Hikmetin Kur’an’ın dışında bir şey olduğunu daha açık bir şekilde ifade etti.Allah, Resulü’ne uymayı farz kıldı bizlere.

-Nerede?

– Allah (cc.) buyuruyor ki: “Aralarında cereyan eden vak’ada seni Hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri bir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça onlar, Rabbin hakkı için iman etmiş olamazlar.”Diğer bir ayette de:”Kim peygambere itaat ederse muhakkak Allah’a itaat etmiştir.

Ve bir başka ayet: “Peygamberin emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitne veyahut elemli bir asap isabet etmesinden sakınsınlar

Bu değerlendirmenin ardından İmamı Şafii şöyle bir açıklamada bulundu:

– Öyleyse bu durumda “Hikmet‘in Resulullah’ın sünneti olduğunu kabul etmemizden daha geçerli bir yol bulunmamaktadır. Gerçi bir takım arkadaşlarımız şöyle bir muhakeme yürütmekten geri kalmayacaklardır. Allah,bize Resulunün ve kendisinin indirdiği buyruklara uymamızı emretti ama , Resulullah’ın emirlerini dinlememek, Allah’ın emirlerini dinlemeten daha iyidir.Allah’u Teala Resulünün emrine uymayı zorunlu kaldı.Peygamber’in size verdiğini alın. Size, kendisinden nehy ettiği şeyden de sakının.”Allah kitabında, Resul’ün, bize emrettiklerine uymayı, nehyettiklerinden kaçınmayı farz kıldı.

-Farz bize, bizden önce ve sonrakilerini mi kapsıyor yalnızca?

-Evet

-Allah Resulü’nün buyruklarına uymak böylesi bir biçim kazandığına göre, emrettikleri şeyleri kapsayan haberleri almak da farz haline gelmiş olmaz mı?

-Evet.!

-O takdirde Allah’ın (c.c.) Resul’ün emirlerine uyulması hakkındaki hükmünün yerine getirilmesinde Resulullah’ı (s.a.) görmeyenlerin, peygamber hakkındaki rivayetlere uymalarından başka bir yol biliyor musun?

Şafii bu arada başka örnekler de vermekten geri kalmamaktadır:

-Kur’an’ın Kuranla neshedildiğini ancak Resulullahla ilgili rivayetler aracılığıyla öğrenebiliyoruz.

Getirdiğin deliller Resulullahla ilgili haberleri kabul etmemizi kaçınılmaz kılıyor. Ben de, hadis rivayetlerinin ve Kur’an’da benzeri bulunan haberlerin her müslüman tarafından kabul edilmesinin zorunlu olduğuna inandım.

İmam Şafii’nin muhatabı bunun üzerine yapılan açıklamaların gerçek olduğu yargısıyla eski düşüncelerinden vazgeçtiğini bildirdi.

Muhatap,daha sonra İmamı Şafii’ye, Kur’an’da belirtilen genel hükümlerin kiminde genel, kiminde özel hüküm olabilmesi durumunu sordu.

-İmamı Şafii verdiği cevapta, arapçanın çok geniş bir dil olduğunu, genel bir durumu ifade eden bir kelimenin çoğunlukla özel amaçlar için de kullanılabildiğini belirtir.Kaldı ki, genel anlam yüklenen bir kelimenin ancak Kur’an ve sünnetle özel bir mana ifade edebileceği ortadadır.

-İmamı Şafii daha sonra Kur’an-ı, Kerim’de sünnetle özel bir anlam yüklenen genel hükümlerden örnekler verdi. Namazın Kur’an’da tüm mükellefleri kapsayan bir farz olduğu ve fakat sünnetle, hayızlı kadınların bunun dışında bırakıldığı; zekatın, malların tümünü içine almasına rağmen, bazı malların bunun dışında tutulduğu; ebeveyne vasiyetin kimi farzlarla yürürlükten kaldırıldığı; baba, anne ve çocukların miras hakkının bulunduğu ve fakat kafirin müslümandan, kölenin özgürden, katilin maktulden miras alamayacağı durumları Kurandaki  genel belirlemelere karşılık sünnetle açığa çıkarıldığını örnekleriyle açıklar.

Muhatap, bütün bu bilgilerin ancak sünnetle edinilebileceğini itiraf eder.Daha sonra şunları söylemek gereğini duyar:

-“Belirtilen bu görüşlerin dışında herhangi bir düşünceyi benimsemenin yanlış olduğunu anladım, ne var ki, bu yanlışlık iki grup tarafından benimsenmiştir. Bunlardan bir  grup Allah’ın kitabında açıklama bulunması durumunda sünneti kabul etmemektedirler.Peki onlar hakkında ne düşünüyorsun?

-Şüphesiz bu düşünceyle çok tehlikeli bir noktaya gelmiş bulunmaktadırlar. Onlar görüşlerini şöylece belirtmektedirler: Kim ki namaz ve zekat niteliğini kazanabilecek en küçük bir uygulamada bulunursa, örneğin; birisi bir günde veya birkaç günde bir iki rekat namaz kılarsa yükümlülüğünü yerine getirmiş olur. Allah’ın kitabında anılmamış hiç bir şey, hiç bir kimseye farz değildir.

Diğer grup da görüşlerini şöyle ifade etmektedir. Kur’an’da anılmış konularda sünnetin varlığı kabul edilir. Böylece de birinci gruba, Kur’an’da var olan konularda sünnetin kabul edilebileceği ileri sürülerek yaklaşılmakta, dolayısıyla birinci grup için öngördüğümüz yargıya yakın bir yargıyı vermemize yol açıyor. Yani sünnet, öncelerde kabul edilirken daha sonra reddediliyor. Tabiatıyla bu düşünce Nasih, Mensuh, Has veya Amm’ma kadar uzanmaktadır. Dolayısıyla bu iki grubun yanılgısı apaçık karşımızda durmaktadır. Birisinden diğerini ayırabilmek mümkün değildir, fakat bununla birlikte; kesinlik kazanmış bir kaynakla ifade edilen bir haramı, zanna dayalı bir kaynakla helal kılabilir miyiz, yani haram oluşu Kurbanla belirlenmiş bir şeyi sünnetle mübah kılabilir miyiz?

-Evet.

-Nasıl?Şimdi ele aldığımız, yanıbaşımızdaki adamların can ve mallarını mübah olarak değerlendirmiyor musun?

-Evet.

-İki şahit bu kişinin bir adam öldürdüğünü ve elindeki malın ona ait olduğuna şahitlik ederse ne yaparsın?

-Kısasla öldürür, öldürüldüğüne şahitlik yapılan yakınlarına veririm,

-Peki bu iki şahidin yanlışlık ve yalancılıkta bulunma ihtimalleri yokmudur?

-Var.

-O halde, kesinlik kazanmış bir kaynakla {Kur’an) haram kılınmış olan canı,zanna dayalı bir kaynakla nasıl helal kılabiliyorsun?

-Şehadetin kabulüyle emrolundum.

-Kuran’da, öldürme olayıyla ilgili olarak şahadetleri kabulle ilgili bir nas biliyor musun?

– Hayır. Fakat bir takım işaretlerden çıkarabiliyoruz. Tek bir anlamla bağımlı değil çünkü.Eğer belirlediğin gibi, şahitlerin dış görüntülerine inanmakla emrolundunsa o zaman dış görüntülerini biliyor ve tabiatıyla gayb sadece Allah tarafından biliniyor. Oysa senin şahitte aradığından daha çoğunu arıyoruz biz muhaddiste. Herhangi bir kişinin şehadetini kabullenirken, hadis rivayetini aynı rahatlıkla kabullenemiyor, onun doğruluğunu, yanlışlığını, beraberindeki hafızları gözönünde bulundurarak değerlendiriyor, Kur’an ve sünnetle ilgisini gözönünde bulunduruyoruz. Dolayısıyla muhaddisin rivayetini kabul için öngörülen bir çok şart, şahit için aranmamaktadır.

*******

Sonuç olarak, muhatap çok basit sayılabilecek bir muhakemeyle Resullullah’ın buyruklarını kabulün, Allah’ın buyruklarını kabulle özdeş olduğunu itiraf eder.

hevasından söylemez.” “O, kendisine (Allah tarafından) vahy olunan bir vahiydir.”

Bundan da Allah’ın Rasule indirdiği vahyin iki kategoride incelenmesi gerektiği sonucunu çıkarıyoruz. Birincisi: Metluv ve muciz bir şekilde tan­zim edilmiş olanı, o da Kur’andır. İkincisi: Menkul, mervi ve fakat telif edil­memiş, ayrıca da muciz bir düzenlemeye gidilmemiş ve fakat metluv olan vahiydir ki, bu da Rasulullah aracılığıyla gelen ve Allah’ın buyruklarım açıklamayı üstlenen haberlerdir. Allah’u Teala: “Sana da (habibim) in­sanlara kendileri için indirilen şeyi açıklayasın diye Kur’an’ı indirdik.”

Birinci kategorideki vahiyde Kur’an’da bildirilenlere itaate emrolunduğu ölçüde, ikinci kategorideki vahye de itaatin gereklilik ve kaçınılmazlığı­nı ve bu bakımdan farksızlığını görüyoruz. Allah’u Teala:

“Allah’a ve Resulune itaat edin’’

Sözünü ettiğimiz haberlerin yanısıra, şer’i bağlılığımızı üç ana öğede belirleyen bir ayet-i kerimede de Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: Biricisi: “Ey iman edenler Allah’a itaat edin.’’ Bu temel öğedir ve Kur’anla ba­ğımlıdır . Rasul’e itaat edin”, bu da ikinci ana öğedir ve Rasulullah’tan inti­kal eden haber -sünnetlerdir. “Ve sizden olan olan ulu-l emre.” Bu da hükmü, Rasulle bağımlı olan icmadır.

Az sonra düşüncesini şöyle bağlamaktadır: Muvahhid bir kişinin, anlaş­mazlıklarda Kur’an’dan ve Rasulullah’tan gelen haberlerin -sünnetin- dı­şında bir başka yere başvurmasına, belirtilenlere karşı çıkmasına imkan yoktur. Eğer kendisine konuyla ilgili belgeler -kaynak- verilmesine rağ­men bu işi yapıyorsa fasıktır. Yok eğer, bu buyrukların dışına çıkmayı tabü karşılayarak -helal sayarak- bu iki kaynağın dışında herhangi bir şeye göre davranırsa kuşkuya yer kalmamacasına kafirdir(ibn hazm)

Allah, bizlere Rasulullah’a boyun eğmeyi kendi zamanında veya sonrasındakilere genellik arzedecek ölçüde emretmiştir. Bunun ise, özellikle Rasulullah’ı görmeyenler açısından sünnetle yerine getirilip kabul edilme­sinden başka bir yol bulunmamaktadır. Yani bu farzın, ancak onunla yeri­ne getirilebildiği şeyin kendisi de farz kapsamına girmektedir.

Doğrudan doğruya Kur’an’daki ahkamın anlaşılabilmesi sünnetin kabul edilmesiyle bağımlıdır. Kur’an’da bulunan Nasih -Mensuh ancak sünnete başvurulması sonucunda anlaşılabilir.

Topluca üzerlerinde birlik sağlanan -icma- bir takım konular vardır ki, bunlar doğrudan doğruya sünnetle anlaşılmakta ve ancak sünnetin bil­dirdiklerine başvurmakla bilinebilmektedirler.

Şeriat, kat’i olanın zan ifade edilenle tahsis edilebilirliğini getirdi. Ör­neğin, Kur*an ve sünnette can ve mal kesinlikle haram kılınmasına rağmen adam öldürmeyle, malın konusunda iki kişinin şehadetiyle yargıya varıl­ması gibi. Tartışma götürmemecesine zan ifade eden iki kişinin şehadet kabul edilmiştir.

İbni Hazm, bununla ilgili olarak şunlan söylemektedir: Dil ve şeriat bilginlerinin Allah tarafından indirilmiş her vahyin, indirilmiş bir “zikr” olduğu konusunda hiçbir anlaşmazlıklan yoktur. Vahyin tümü Allah tarafından kesinlikle korunmaktadır. Allah’ın koruma sorumluluğunu üstlendiği sünnetten hiçbir şeyin kaybolmaması, geçersizliğe yol açacak hiçbir değişiklik ve tahrifin olmayacağının güvencesidir”

İbn Hazm, daha sonra ayette belirtilen “zikr” sözcüğünün salt Kur’an olduğunu ileri süren­lere karşı şunları söylemektedir: “Bu, delilden yoksun, uydurma bir iddia­dır ki, “zikr”in Kur’an’la tahsisini zorunlu kılmaktadır…” Oysa “zikr” lafzı Allah’ın Kur’an veya Kur’an’ı açıklayan sünnet biçiminde Resulüne gön­derdiklerini kapsayıcı bir isimdir. Bu doğrultuda Allahu Teala şunları söy­lemektedir:

“Sana da (habibim) insanlara kendileri için indirilen şeyi açıkla­yın diye Kur’an’ı indirdik.”

Mustafa Sıbai, İslam Hukunda SünnetU

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce