Kur’an Bize Yeter mi ?

(Sünnete/hadislere ihtiyaç yok mu?)

Bir televizyon kanalında seyrettiğimiz iki ilim adamının –hadisler konusunda yaptıkları- bazı değerlendirmelerini seyirciler adına tashih etmeyi uygun gördük. Maksadımız, bağcıyı dövmek değil, üzümü yemek olduğundan, ilgili kanal ve şahısların isimlerini açıklamakta bir maslahat görmemekteyiz.

Asıl konuya girmeden önce şunu belirtmeliyiz ki; bu zatların ifadelerinden şunu iyice anladık ki; insanlar kendi meşreplerinin taassubundan kurtulamazlar. Kendi görüşlerini destekleyen en ufak bir emareyi bile büyük bir delil gibi kabul edip yansıtabilirler. Buna mukabil, fikirlerine ters düşen çok kuvvetli delilleri göz ardı etmekte bir sakınca görmezler. Oysa böyle bir tutum ilmî objektifliğe taban tabana zıttır.

Hatta bazen ince bir kurnazlıkla bazı âlimlerin ifadelerini esneterek kendi lehlerine olacak bir renge büründürebilirler. Bu tavır gerçekten –sadakat şuuru bakımından- dehşet vericidir.

Bir de şunu gördük ki; sünnet/hadis konusunda müspet ve menfi iki tavır vardır. Müspet tavır takınanlar, öncelikle hadislerin sahihliğini esas alır, sonra zayıf, mevzu/uydurma olanların ayıklanmasının gereğine işaret ederler. Menfi tutum içine girenler ise, sünneti-hadisleri öncelikle deforme kabul ederler, sonra da “varsa şayet sahih olanları kabul edebileceklerini” söylerler. Bu ikinci tavır, yüzlerce ilim ve takva sahibi İslam büyüklerinin kemiklerini sızlatan bir kadirbilmezliktir.

Bu kısa girişten sonra artık o kanaldaki zatların görüşlerini ve cevaplarını arz edebiliriz.

Kur’an sünnete/hadislere işaret etmektedir:

Hz. Peygamberin Kur’an vahyi ile ilgili temel iki görevinin olduğu Kur’anda beyan edilmiştir. Bunlardan birincisi Tebliğ; ikincisi ise Tebyindir. Tebliğ: Kur’an vahyini,-ne fazla ne eksik- aldığı gibi insanlara ulaştırmaktır. Tebyin ise: Kur’an’ın mesajını sözlü ve fiili olarak insanlara açıklamaktır.

Örneğin: “Peygamberin görevi yalnız tebliğdir”(Made:99) mealindeki ayette tebliğ görevine vurgu yapıldığı gibi, “(Resulüm!) Sana bu zikri/Kur’an’ı indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Umulur ki düşünüp anlarlar(Nahl:44) mealindeki ayette de tebyin görevine işaret edilmiştir. Ayetlerin açıklaması, ya sözlü, ya fiili ya da takriri olarak yapılır. Bunlar sünnetin ta kendisidir.

Hadislerin yazılması:

Özetle şöyle dediler: “Hz. Peygamber buyurdu ki, ‘Kur’an’dan başka kimse benden bir şey yazmasın. Benden bir şey yazan varsa onu imha etsin.’  Bu hadis, İslam’da dini kaynağın yalnız Kur’an olduğunu gösteriyor.”

Cevabımız:
Evvela, bu hadisin varlığı hadisleri devre dışı bırakma çabalarına manidar bir cevap teşkil etmektedir. Çünkü eğer hadislerin yazılması gerçekten -kayıtsız ve kesin olarak- yasaklandıysa bu hadis nereden çıktı? Bununla nasıl istidlal edilebilir, nasıl delil olarak kabul edilebilir?

Bununla beraber, Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen “Benden [Kur’an’dan başka] bir şey yazmayınız! Kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu imha etsin” (Müslim, Zuhd,72) mealindeki bu hadis rivayeti tartışmalı bir rivayettir. Başta Buhârî olmak üzere, bazı âlimlere göre bu hadis mevkuftur; Ebû Saîd’in kendi beyanıdır. (İbn Hacer, 1/208); dolayısıyla Peygamber’e yanlışlıkla atfedilmiştir. Fakat âlimlerin çoğunluğunun kanaati, bunun Rasûl-i Ekrem’den rivayet edilen bir hadis olduğu yönündedir.

Âlimler bu yasaklamayı ifade eden hadis rivayeti ile, hadislerin yazılmasına izin veren ve fiilen yazıldığını gösteren sahih hadis rivayetlerinin arasını bulmak için, yasak ve ruhsatın gerekçelerini şu birkaç ihtimale dayandırmışlardır:

Birincisi; yasak emri, Kur’an’ın nazil olduğu ilk döneme aittir.  Yazmaya verilen ruhsat ise, daha sonraki zamanlara aittir.

İkincisi;  Hz. Peygamberin bu yasak emri, Kur’an’la birebir aynı sahife ya da levha üzerine hiçbir şeyin yazılmamasını hedeflemektedir. Çünkü aynı sayfada satır aralarına veya kenarlara yazılacak kelime ve cümleler, insana Kur’ân-ı Kerîm’denmiş gibi bir yanlış bir algı meydana getirebilir. Ruhsat ise, Kur’an’la aynı sayfada yazılmama durumuyla ilgilidir.

Üçüncüsü; yasak, hadisleri ezberlemeden sadece yazıya dökenler içindir. O zaman hem yazı yazanlar az, hem doğru yazanlar nadir olduğu için hadisleri ezberlemeden sadece yazıyla kaydedenlerin yanlış yazacakları endişesiyle yasak konmuştur. Ruhsat ise, ezber ile yazmayı birlikte yapanlara yöneliktir.

Dördüncüsü, hikmeti ne olursa olsun, Hz. Peygamberin yasak emri önceki zamanlara aittir, daha sonra verilen ruhsatla yasak hükmü nesh edilmiş, ortadan kalkmıştır.

Şu aşağıdaki bilgiler asr-ı saadette hadislerin yazıldığının belgesidir:

İslâmî kaynakların verdiği bilgiye göre, hadisleri Hz. Peygamber’den ilk duyup hıfzeden sahâbe neslinin bir bir aradan çekildiğini ve yerlerine kendileri gibi sünneti bilen hafızların bırakılmadığını, ayrıca bid‘atlerin de yayılmaya başladığını gören halîfe Ömer b. Abdulaziz (ö.101/719), bütün vâli ve âlimlere mektup göndererek hadislerin yazıya geçirilmesini emretmiştir. Emrin gereğini ilk gerçekleştiren ünlü âlim imam Zührî (ö.124/741) olmuştur (İbn Hacer, Fethu’l-Barî, 1/208).

Burada altı çizilmesi gereken nokta şudur: Zührî’nin gerçekleştirdiği faaliyet –devlet eliyle yaptırılan- resmi tedvîndir; daha önceleri fertler bazında gayri resmi kitabet/hadisleri yazıyla kaydetme ve tedvin etme işi hep var ola gelmiştir. Örneğin Amr b. el-‘As’ın (ö.63/682) bin hadisi ihtiva eden “es-Sahifetu’s-sâdıka”sı ile Hemmâm b. Münebbih’in (ö.101/719), hocası Ebû Hureyre’den aldığı hadisleri içeren 138 hadislik sahifesi bunlar arasında en meşhur olanlarıdır. (bk. Çakan, İsmail Lütfü, Hadis Edebiyatı, s.12)

Kaldı ki, Hz. Peygamber tarafından bizzat yazdırılmış olan bazı vesikalar, mektupların varlığı, yine –yukarıda iki örnek verildiği üzere- onun zamanında bazı sahabilerce yazılmış hadis sahifelerinin bulunduğu bu gün ilmî olarak ispatlanmış ve neşredilmiş bulunmaktadır. (bk. M. Hamidullah, el-Vesaiku’s-siyasiye; Çakan, a.g.y)

Bin hadis ihtiva eden “es-Sahifetu’s-sâdıka” sahibi Abdullah b. Amr b. As’ın anlattığı şu olay hadislerin yazıya geçirilmesine dair verilen izin bakımından manidardır:

“Resulullah’dan duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyş beni bundan nehyetti ve ‘Resulullah (a.s.m) hem kızgınlık hem sükunet hallerinde konuşan bir insan iken, sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?’ dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resulullah’a arz ettim. Eliyle ağzına işaret ederek; ‘Yaz; canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz’ buyurdu.”(Ebu Davud, ilim,3)

İnceleyin:  Hemmam İbn Münebbih'in Sahifesi

Hz. Ebu Hureyre’nin şu ifadeleri de Hz. Peygamber zamanında hadislerin ezberlenmesi yanında yazıldığını da göstermektedir: “Resulullah’ın ashabı içinde Abdullah b. Amr hariç, benden daha fazla hadis rivayet eden kimse yoktur, Abdullah yazar, ben yazmazdım.” (Buharî, ilim, 39)

Başlangıçta –hadisin yazılması ile ilgili- görülen bazı tereddütler neticede ortadan kalkmış ve hadislerin yazıya geçirilmesinin cevazına fikir birliği sağlanmıştır. (İbn Salah, Ulumu’l-Hadis, s.161)

Aslında bu konuda fazla söze hacet yok; aşağıda mealleri verilen ayetlerde “Hz. Peygamberin sünnetinin” önemine işaret eden ifadelere bakmak yeterlidir.

“Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir numune/örneklik vardır.” (Ahzab, 33/21) mealindeki ayette Hz. Peygamberin hayatı nazara verilmektedir. Hayatı ise özellikle sünnetin kaynağı ve hadislerin konusudur.

“Peygamber size her ne getirirse onu alın, sizi neden menederse ondan da sakının.” (Ahzab, 33/21) mealindeki ayette, Kur’an’ın dışında Hz. Peygamberin emir ve yasaklarının da bir teşri kaynağı olduğuna işaret edilmiştir.

“Kim Resûlullah’a itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ, 4/80) mealindeki ayette, Hz. Peygamberin emir ve yasaklarına riayet etmenin gereğine, onun emir ve yasaklarına riayet etmek Allah’a itaat etmekle eşdeğer olduğuna dikkat çekilmiştir.

“Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Kur’ân’ı ve Resûlullah’ın öğütlerini işitip durduğunuz halde ondan/peygamberden yüz çevirmeyin!”(Enfâl, 8/20)mealindeki ayette Allah’a itaat etmekle resulullah’a itaat etmenin aynı değerde olduğuna işaret edilmiştir. Nitekim: Allah ve resulüne itaat emredildiği halde, daha sonra “ondan yüz çevirmeyin” mealindeki ifadede yalnız Hz. Peygamber nazara verilmiştir. Bu da peygambere itaat etmek, Allah’a itaat etmek olduğunu göstermektedir.

“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle birliktedir. İşte bunlar ne güzel arkadaştır!”( Nisâ, 4/69) mealindeki ayette de Allah’a ve peygambere itaat konusu aynı kefeye konulmuştur.

“Allah ve Resûlü, herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”(Ahzab,33/36) mealindeki ayette -meal olarak- yer alan “Allah ve resulünün verdiği hüküm” ifadesi, Hz. Peygamberin sünnetinin de bir teşri kaynağı olduğunu göstermektedir.

“Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem kabul edip, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.”(Nisâ, 4/65) mealindeki ayette ise, sünnetin ikinci teşri kaynağı olduğunu tereddüde mahal bırakmayacak kadar açık ifadeler kullanılmıştır.

Bütün bu ayetlerin ifadelerinde vurgulanan “resule itaat” hususu, sünnetin teşri kaynağı olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamberin söz, fiil ve takririnden(bir şeyi açıkça veya zımnen tasdik etmesinden) ibaret olan sünnetini bize kadara taşıyan kaynak ise hadislerdir. Hadisleri inkâr etmek dinin üçte birini inkâr etmek anlamına gelir.

Aşağıdaki hadislerde de sünnetin dindeki yeri ve önemi vurgulanmıştır.

“Sözlerin en hayırlısı, Allah’ın kitabı Kur’ân’dır; tutulup gidilecek yolların en hayırlısı da Muhammed’in (a.s.m) yoludur, sünnetidir. İşlerin en şerlisi de, sünnete muhalif olarak, sonradan ortaya çıkarılan bid’atlardır. Her bid’at da dalâlettir.”( Müslim, Cuma 43).

“Benim sözlerimi işitip, iyice belledikten sonra başkalarına ulaştıran kimselerin Allah yüzlerini ak etsin.”(Ebu Davud, ilim, 10; Tirmizî, ilim, 7).

“Ümmetimden herkes Cennet’e girecektir, girmemekte direten müstesna.” Ashab, “Girmemekte direten kimdir yâ Resûlallah?” diye sordular. Allah Resulü de şu cevabı verdi: “Bana itaat eden Cennet’e girer; bana isyan edense Cennet’e girmemek için ayak diretmiş demektir.”( Buhârî, İ’tisâm 2).

Dinlediğim televizyondaki zatlar, özetle dediler ki; Sünnet Hz. Peygamberin vefatından 200-250 sene sonra –yazıyla kaydedilip-tedvin edilmiştir. Delil olarak da Buhari  gibi muhaddislerin vefat tarihlerini gösterdiler.

Cevabımız:

-Bu düşüncenin yanlışlığı izaha muhtaç olmayacak kadar açıktır. Yukarıda hadislerin yazılması konusunda ifade edildiği üzere, Hadisin yazılması Hz. Peygamberin hayatında başlamıştır.

Nitekim Buharî aşağıdaki hadisi “Takyidu’l-ilm=ilmi yazıya geçirme” başlığı altında vermiştir.

“Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre;

Mekke’nin fethedildiği yıl Huzaa kabilesi, öldürülen bir adamlarına karşılık olarak Benî Leys kabilesinden bir adamı öldürdüler. Bu, Hz. Peygamber’e bildirilince o bineğine bindi ve şu konuşmayı yaptı:

“Allah Mekke’den öldürülmeyi (yahut fili) alıkoydu, onlara Allah’ın elçisini ve müminleri musallat etti. Dikkat edin! Mekke benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştır, benden sonra da hiç kimseye helal kılınmamıştır. Dikkat edin! Mekke bana da yalnızca gündüzün bir anında helal kılınmıştır. Dikkat edin! İçinde bulunduğum şu anda Mekke haramdır. Onun dikeni kesilmez, ağacına balta vurulmaz. Yitiğini, sahibini aramak maksadı dışında kimse alamaz. Bir kimse Öldürüldüğünde (onun velisi) şu iki şeyden birini seçme hakkına sahiptir: Ya kendisine diyet ödenir, ya da öldürülenin yakınları kısas yaptırır”

Bunun üzerine Yemenli bir adam gelerek: Ey Allah’ın elçisi bunu (bu konuşmayı) benim için yazınız” dedi. Hz. Peygamber de “Bunu falan kimse(Ebu Şah) için yazınız” buyurdu(Buharî, ilim, 112). Bu sahih hadis rivayeti bizzat Hz. Peygamber tarafından hadislerin yazdırıldığının en açık delilidir.

– Daha önce de ifade edildiği gibi, Hadislerin hıfz edilmesi ve yazılması Hz. Peygamber zamanında başlamıştı. Ancak ezber ve dağınık yazıların bir araya getirilip kitap halinde düzenlenmesinin adı olan “Tedvin” işi daha sonra olmuştur. Bu işlem bile –iddia edildiği gibi, Hz. Peygamberin vefatından sonra 200-250 senelerinde değil, hicri birinci asırda (Hz. Peygamberin vefatından yaklaşık 80-90 yıl sonra)başlamıştır. Nitekim İslam kaynaklarının bildirdiğine göre, bu işi ilk defa Ömer b. Abdulaziz (ö.101/719) düşünmüş ve bütün vâli ve âlimlere mektup göndererek hadislerin yazıya geçirilmesini emretmiştir. Emrin gereğini ilk gerçekleştiren ünlü alim imam Zührî (ö.124/741) olmuştur(İbn Hacer, Fethu’l-Barî, 1/208).

İnceleyin:  Hadis-i Şerifler Büyük Ehemmiyetle Tedvin Edilmiştir

-Dediler ki, “Sünneti Kur’an’a arz edin…” manasında bir hadis vardır. Yani bir hadisin ifadesinin kabul edilmesi için mutlaka aynı şeyin/veya bir benzerinin Kur’an’da olması gerekir.

Cevabımız:

Alimler bu hadis rivayetinin sahih olmadığını, hatta uydurma olduğunu belirtmişlerdir:

Bu hadis rivayetinin tamamı şöyledir: “Benden size gelen şeyi, Allah’ın Kitab’ına arzedin  Ona uygunsa, onu ben söylemişimdir  Ona uygun değilse, ben onu söylemedim ”

-Beyhakî, “el-Medhal ilâ Delâili’n Nübüvve” adlı eserinde şöyle der: “Hadisin Kur’an’a arz edilmesinin gereğine işaret eden hadis rivayeti sahih değildir, batıldır.  Batıl olduğu, hadisin kendisinden ortaya çıkmaktadır  Çünkü Kur’an’da, sünnetin Kur’an’a arz edilmesine dair hiç bir ayet yoktur ”( bk. Suyûtî, Miftahu’l Cenne fi’l İhticâc bi’s-Sünne,1/10).

-İmam Şafiî  konuyla ilgili şöyle der: Rasûlullah’tan (a.s.m) gelen bazı hadisleri reddeden bir kimse bana şu hadisi delil olarak gösterdi: “Benden size gelen haberi Kur’an’a arz edin  Ona uyuyorsa, onu ben demişimdir  Uymuyorsa onu ben dememişimdir.”  O kimseye şöyle dedim: “Az çok rivayeti sahîh olan (muhaddislerden) hiçbir kimse bunu rivayet etmemiştir. Bu, meçhul bir kimseden gelen munkatı’ (senedi kopuk) bir rivayettir.  Biz ise böyle rivayetleri her hangi bir konuda delil olarak kabul etmeyiz” (Şafii, er-Risale, s.224-225).

-Çağımızda en büyük hadis otoritelerinden biri kabul edilen Ahmed Muhammed Şakir de  İmam Şafii’nin sözlerini teyit sadedinde  şu görüşlere yer vermiştir. “Böyle bir bilgi ne sahih ne de hasen olarak bilinen herhangi bir kaynakta yer almamıştır. Konuyla ilgili rivayetlerin hepsi ya çok zayıf veya tamamen uydurmadır”(er-Risale, a.g.y-ilgili dipnot).

-Hafız Heysemî de Taberanî’nin –el-Kebir’de- konuyla ilgili sözkonusu ettiği rivayetinin münker/kabul edilemez olduğunu vurgulamıştır(Zevaid,1/170).

-Aclunî de değişik hadis otoritelerinden naklen bu hadisin uydurma olduğunu belirtmiştir(Aclunî, 1/86).

Görüldüğü gibi, bir yandan “rivayetlerin sağlamlığına” çok önem verdiklerini seslendiren hadis münkirleri, diğer taraftan alimlerin ittifakıyla zayıf/veya uydurma olan bir hadisi işlerine geldiği için delil olarak göstermekten çekinmezler.. Bu çifte standart bu kimselere karşı güveni sarsmaktadır.

Nitekim Bediüzzaman hazretleri de bu kimselerin güvenilmez olduğuna işaret etmek üzere şu ifadelere yer vermiştir: “Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a’malin fazilet ve sevablarından bahseden ehadîs-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim onların bir kısmına zaîf veya mevzu demişler. İmanı zaîf ve enaniyeti kavî bir kısım da, inkâra kadar gitmişler.” (Sözler, 341 )

Aşağıda mealleri verilmiş hadis-i şeriflerde -anlayanlar için- güzel bir cevap vardır:

“Haberiniz olsun! Bana Kitab(Kur’an) verildi ve onunla birlikte onun bir misli/gibisi(sünnet) dahi verildi”(Ebu Davud, Sünnet,6).

“ Sakın herhangi birinizi –karnı tok-, koltuğuna kurulmuş olup, kendisine emir veya nehiylerimden bir şey gelip de ‘Biz, onu bilmeyiz; Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız.’ derken görmüş olmayayım”(Ebû Dâvûd, Sünnet, 6).

“Sizden koltuğuna kurulup hadislerimi reddeden kimse, Allah’ın yalnız Kitabıyla mı haramlarını bildirdiğini zannediyor! Şunu dikkatle belleyin ki, benim- vallahi- size vaaz ve nasihat ettiğim, emrettiğim yahut yasakladığım şeyler de  Kur’ân kadardır veya daha fazladır”( Ebû Dâvûd, İmare, 33).

“Şunu iyice belleyin ki, muhakkak ki Allah’ın Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”(Tirmizî, ilim, 10).

İmam Malik’e atılan iftira

Televizyonda seyrettiğim kimseler dediler ki;  Halife Harun Reşid İmam malik’ten Muvatta adlı kitabını bütün ümmete tamim edilmesini istedi. İmam  Malik,  (özetle) “Kur’an’ın yanında benim kitabımın  lafı mı olur?” dedi. Bu da onun Kur’an’ın yanında başka bir kitabın kaynak olmasını istemediğini gösterir.

-Cevabımız:

Eğer İmam  malik, hadislerin/sünnetin Kur’an’ın  yanında bir değerinin olmadığı kanaatinde idiyse, neden Muvatta adlı hadis kitabını yazdı? Bunun cevabı şüphesiz havada kalır.

İmam Malik’in  sözleri de konuşanın iddiasını destekleyecek şekilde değiştirilmiştir:

Bu hikâyenin doğrusu şudur:  İmam malik kendisi anlatıyor: Abbasi  halifesi  Ebu Cafer el-Mensur, hac ziyareti münasebetiyle (Hicaz’a geldiğinde) beni çağırdı. Sohbet ettik, bazı sorularına cevap verdim. Sonra şunları söyledi: “Senin yazdığın kitabın(Muvatta) hakkında bir düşüncem var.  Onun çoğaltılacak nüshalarından, İslam âleminin her bir şehrine bir nüshasını  gönderip, bundan böyle Müslümanların –başka âlimlerin görüşleriyle değil- yalnız onunla amel etmelerini emretmeyi düşünüyorum, çünkü ilmin aslı ve  kaynağını Medine halkının rivayeti ve onların ilmi olduğunu görüyorum”.  Ben de (İmam Malik) cevap olarak; “Ya Emîre’l-müminin!  Böyle bir şey yapmayın. Çünkü insanlar şimdiye kadar değişik rivayetler duymuş, farklı sözler işitmiştir. Her topluluk doğruluğuna inandığı ve onunla amel ettiği bir ilim kaynağı vardır. İnsanları doğruluğuna inandığı eski itikatlarından ayırmak, farklı bir yöne sevk etmek zor ve sorunlu bir iştir” dedim. Bunun üzerine halife: “Eğer sen de razı olsaydın bu dediğimi kesin olarak yapardım” dedi”( el-Muvatta, mukaddime, 1/77).

Görüldüğü gibi, bu hikâyede hadis rivayetlerinin Kur’anla karşılaştırılmış durumundan hiç bahsedilmemiştir. Yani İmam malik, “Kur’an bize yeter” düşüncesinde olduğu için değil, -İlimde tekelcilik, başka âlimlerin hukukuna tecavüz, başka  yorum ve içtihatların hakkına saygısızlık olacağını düşündüğü için Kitabının tamimini istememiştir.
Sonuç:

Bütün bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Sünnet teşriin ikinci kaynağıdır. Hadisler ise sünnetin birinci kaynağıdır. Hadisleri inkâr etmek, sünneti inkâr etmek anlamına gelir. Sünneti inkâr etmek ise, dinin üçte birini inkâr etmek manasına gelir. Rabbim bize hakkı hak olarak gösterip ona tabi olmayı; batılı da batıl olarak gösterip ondan uzak durmayı nasip müyesser eylesin. ÂMİN..!

 

Doç.Dr.Niyazi Beki

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir