Konuşma Büyük Nimettir
Üçüncü matlûb: Hz. Musa (a.s)’ın “dilimden de düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar” ifadesidir. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır:
Birinci Mesele
Bil ki konuşmak büyük bir lütuftur. Bunun böyle olduğuna şunlar delâlet eder:
a) Cenâb-ı Hak ‘insanı yarattı; ona, beyânı öğretti” (Rahman. 3-4) buyurmuş, “ve ona, beyânı öğretti dememiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak şayet bu ifadeyi önceki ifadeye atfedecek olsaydı, bu ifade, ondan başka olurdu. Ama Cenâb-ı Hak bu ifadenin başına atıf harfi getirmeyince, O’nun “Ona beyanı öğretti ifadesi, O’nun ‘İnsanı yarattı” ifadesinin adeta bir tefsiri gibi olmuş oldu. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, ona beyânı öğretmek için, insanın Hakk’ı ve yaratıcısı olmuş olur ki, bu söz de, “İnsanın mahiyeti, hayvân-ı nâtık olmasıdır” şeklindeki meşhur söze varıp dayanır,
b) İnsanların, dilin büyük bir lütuf olduğu hususunda ittifak etmiş olmalarıdır. Nitekim Züheyr “Yiğidin dili, onun yansıdır; diğer yarısı da kalbi… Geriye ise ancak, et ve kandan (mürekkeb) bir suret kalmıştır” demiştir. Hz. Ali (r.a)’de şöyte demiştir: “Şayet dil olmasaydı, insan, salıverilmiş bir hayvan, yahutta, sadece kalıba dökülmüş bir şekil olurdu. Bu, “Biz, zihnin anlayışını ve lisanın konuşma kabiliyetini (insandan) kaldıracak olsak, insanda geriye ancak, hayvanlarda bulunan şeyler, (et parçaları) kalırdı” demektir. Yine ulemâ, “kişi, en küçük o iki parçası, yani kalbi ve lisanıyla kişidir” demişlerdir. Hz peygamber (s.a.s)”kişi, lisanın altında saklıdır” buyurmuştur.
c) Hz. Adem (a.s)’in münakaşa sırasında, onun üstünlüğü ancak, nutku, konuşma sebebiyle tahakkuk etmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak “Ey Adem onlara, o eşyanın isimlerini bildir” demiş, Hz. Adem (a.s) de onlara o eşyanın isimlerini haber verince Cenâb-ı Hak, “Ben size, “Göklerin ve yerin gaybınt Ben bilirim”demedim mi?” (Bakara, 33) demiştir.
d) İnsan, rûh ve kalıbtan mürekkeb olan bir cevherdir. Onun ruhu, melekler alemindendir. Binâenaleyh o rûh, devamlı olarak mugayyebâtın şekillerini, melekler aleminden elde eden sonra da, bu istifâdeden sonra da o şekilleri, maddeler âlemine aktarır… Onun bu istifâdedeki vasıtası, zihni tefekkürü ve konuşmasıdır. O vasıta, “Bir saatlik tefekkür, bir yıllık ibadetten daha hayırlıdır” da denildiği gibi, en büyük ibadet olunca, bunu ifade de vasıtanın da uzuvların en şereflisi olması gerekir. Binâenaleyh, Hz. Musa (a.s)’nın, “Rabbim göğsüme genişlik ver” sözü, ruhta meydana gelen nuru taleb etmeye; onun, “işimi kolaylaştık’ ifadesi de, bunu elde etmeye ve bu elde etmenin kolaylaştırılmasına bir işaret olmuş olur ki, işte bu noktada, o ruhani istifadede bir kemâl meydana gelmiş olur. Bundan sonra da geriye ancak, “beyân” makamı kalmış olur ki, bu da o kemâli başkasına aktarmaktır. Bu ise ancak dil ile olur.
İşte bundan dolayı Hz. Musa (a.s) “dilimden de düğümü söz” demiştir. e-) İtim, kesinleşmiş olan bilgiye göre, yaratılan şeylerin en üstünüdür. Cömertlik ve bağış da, tâatların en faziletlisidir. Uzuvlar içinde elden daha üstünü yoktur. El,maddi bağışın vasıtası olduğu için, “Yüksek, yani veren el; alçak, yani alan elden daha hayırlıdır” denilmiştir. Maldan daha hayırlı olan ilim, lisan bağışının aleti, vasıtası olunca, dilin, uzuvların en şereflisi olması gerekir. Bilgilerin verilmesinde vasıta olan şeyin dil olduğunda şüphe yoktur. Binâenaleyh dilin, uzuvların en kıymetlisi olması gerekir.
Sükûtu Övenler
Bazı kimseler, şu sebeplerden dolayı susmayı övmüşlerdir:
1) Hz. Peygamber (s.a.s) “Susmak hikmettir; bunu yapan ise azdır”(Deylemi)buyurmuştur. Rivayet olunduğuna göre insanın uzuvları dil hakkında tefekkür edip şu karara varmıştır: “Aramızda, Allah’dan en çok sen kork! Çünkü sen, müstakim olursan, biz de müstakim olursun. Eğer eğri büğrü olursan, biz de eğri büğrü olursun…”
2) Dört çeşit söz vardır: a) Sırf zarar veyahutta zarar tarafı baskın; b) Zararı faydası denk; c) Fayda tarafı baskın; d) Sırf fayda olan. Sırf zarar veya zarar tarafı baskın olana gelince, bunun terkedilmesi gerekir. Faydası ve zararı eşit olan ise ayıbtır. Geriye son iki kısmı kalmış olur ki, bu iki kısmı da daha fazla zarardan arındırmak zordur, çetindir. Binâenaleyh, evlâ olanı, konuşmamaktır.
3) İster yaratıcı isterse yaratılmış, ister malûm isterse mevhum (vehmî) hiçbir mevcut veya ma’dûm (olmayan) yoktur ki, lisan onu ifade etmemiş ve ona, müsbet veya menfi manada değinmemiş olsun… Çünkü kalbin içinde aldığı her şeyi, lisan, hak veya batıl olarak ifade eder. Bu, diğer uzuvlarda bulunmayan bir özelliktir. Çünkü göz, renklerin ve şekillerin kulak, seslerin ve harfin; el de, maddelerin ötesine geçemezler. Diğer uzuvların günahlarının aksine, o kolayca, külfetsiz bir biçimde günah işler ya da sevap elde eder. Çünkü, diğer uzuvlar isyan etme hususunda, genelde elde edilmesi zor olan pekçok şeylere gerek duyarlar. İşte bundan dolayı evlâ olan, konuşmamaktır.
4) Konuşmamayı ifade için şu dört kelime kullanılır: samt, sükût, insât ve ısâhe. Samt” bunların genel olanıdır; çünkü bu kelime hem konuşabilen, hem de konuşamayanlar hakkında kullanılır. İşte bundan dolayı, “Konuşan, yani zahiri mal; susan, yani halkça bilinmeyen (altın, gümüş…) mal” denilmiştir. “Sükût” ise, konuşabilenin konuşmaması demektir. “İnsât”, dinlemeyle birlikte susmaktır. Bunlardan biri diğerinden ayrıldığında, o durumu ifade için, “insât” fiili kullanılmaz. Nitekim Cenâb-ı Hak da (her ikisini bir arada kullanarak), “…derhal onu dinleyin, susun”(Araf,204) buyurmuştur. Isâha ise, mesela bir sır ve uzak bir yerden gelen ses gibi, anlaşılması zor olan şeylere kulak vermek, dinlemektir. Bil ki, “sumt”, yokluktur. Yokluk da ise fazilet yoktur. Bilakis bizzat nutkun, konuşmanın kendisinde fazilet vardır. Rezillik ise, münakaşa etmededir. Şayet böyle olmasaydı, Hz. Musa (a.s), “dilimde de düğümü çöz” diye istekte bulunmazdı.
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 15/495-497