Klasik Dönem Ahlak ve Siyaset Düşüncesi

111979-300x150 Klasik Dönem Ahlak ve Siyaset Düşüncesi

 

HÜMEYRA ÖZTURAN

AHLAK, insanın tutum ve eylemlerinin niteliklerine odaklanırken siyaset, toplum ve toplum yönetimini konu edinmektedir. Ahlak ve toplumla ilgili ilke ve kuralları içermesi bakımından öncelikle Kur’an-ı Kerim ve sünnet, İslam ahlak ve siyaset düşüncesinin ilk kaynakları olarak değerlendirilebilir. Yaklaşık olarak VIII. asırda başlayan tercüme hareketiyle Süryani, Antik Yunan ve Antik Pers külliyatının Arapçaya aktarımı gerçekleşmiş, böylelikle İslam dünyası hikemiyat, siyasetname ve felsefi türde ki eserler gibi muhtelif tarzda kaleme alınmış ahlak ve siyaset düşüncesi birikiminden haberdar olmuştur. Aktarılan bu birikimin de katkısıyla, ahlak ve siyaset konuları, farklı problem, kavram ve perspektifler üzerinden incelenmeye başlanmıştır. Klasik dönemde İslam coğrafyasında ahlaka ve siyasete dair düşünce ve tartışmaların ortaya konduğu literatüre bakıldığında; edebi, kelami, tasavvufi, felsefi gibi farklı yaklaşımlarla konuyu ele alan, dolayısıyla muhtelif ilmi disiplinler içerisinde değerlendirilen eserler karşımıza çıkmaktadır. Edeb kitapları ve-siyasetnameler, İslam ahlak ve siyaset düşüncesinin ilk tür eserlerinden kabul edilebilir. İbnü’l-Mukaffa’nın (ö.142/759) el-Edebü’l-kebir  ve el-Edebü’s-sagır risaleleri, Cahız’in (ö. 255/869) siyaset namesi et-Tac fi Ahlaki’l-Müluk, İbn Kutey be’nin (ö. 276/889) ‘Uyanü’l-ahbar eseri ve Maverdi’nin (ö. 450/1058) tam bir edeb literatürü örneği olan Edebü’d-dünya ve’d-din’i ile siyasetname eseri Ahkamu’s-sultaniyye, klasik dönemde öne çıkan örnekler olarak sayılabilir. Bu eserler, bireye ve hükümdara yönelik ahlaki ve siyasi öğütleri içeren, tamamen normatif tarzda yazılmış kitaplardır. İrade hürriyeti, husün-kubuh mesele si gibi teorik ahlaka, imamet meselesi gibi siyasete dair konuların tartışıldığı kelam disiplini de, İslam ahlak ve siyaset düşünce si birikiminin bir parçasıdır.

Bu bakımdan klasik dönemde, Eş’ar’i’nin (ö. 324/935-36) Kitabu’l-Lum’a, Matüridi’nin (ö. 333/944), Kitabu’t-tevhid ve Kadı Abdülcebbar’ın (ö. 415/ı025) el-Muğni’si gibi Eş’ari, Matüridi ve Mutezili ekollerin temel eserleri de söz konusu literatürün bir parçası kabul edilmelidir. Kelamın yanında tasavvufi eserlerde de, “insanın ahlaki kemalini sağlamanın yolları” gayesine matuf bir araştırma çerçevesinde ahlakın konu edildiğini görmekteyiz. Dolayısıyla, Abdullah b. Mübarek’in (ö. 181/797) Kitabu’z-zühd’ünden, Kuşeyr’i’nin (ö. 465/1072) erRisale’sine kadar pek çok tasavvuf eseri, aynı zamanda İslam ahlak düşüncesinin de bir kaynağıdır. Edebi, kelam’i ve tasavvufi nitelikteki eserlere işaret ettikten sonra, ahlak ve siya set düşüncesinin tam olarak teorik ve felsefi bir tarzda ele alınışını görebilmek için, İslam filozoflarının eserlerine odaklanmak gereklidir. Klasik dönemde İslam filozoflarınca kaleme alınan eserlerde, ilk dönemde bireysel ahlakın dikkate alındığını görmekteyiz. İlk örneklerden Kindi’nin (ö. 252/866 [?]) el-Hile li-def’i’l-ahzan eseri, ahlak felsefesinin teorik problemlerine değinmeksizin, kişinin dünyada nasıl bir hayat yaşaması gerektiği ve bu hayat tarzı sayesinde üzüntüden nasıl kurtulabileceğini konu almaktadır. Eserde belirgin bir Stoa ve Yeni Platonculuk etkisi hissedilmekte, “dünyevi üzüntülerden etkilenmeme” anafıkirli bir öğreti vurgulan maktadır. Kind’i’nin Bağdat’ta talebesi olmuş Ebu Zeyd el-Belhi (ö. 322/934) ise, ahlaka tıbbi bir veçheden bakarak literatürde farklı bir tür ahlak araştırmasının yolunu açacak tır. Belhi, Mesalihu’l-ebdan ve’l-enfüs eserin de bedeni tıbba dair bir giriş yaptıktan sonra ahlakı, bir çeşit nefs tababeti (et-tıbbü’n-nefsani) olarak vaz’etmektedir.

Buna göre nefsi durumlar, bedeni meydana getiren sıvıların (ahlat-ı erbaa) oranları, yeme-içme, uyku düzeni gibi yaşam biçimlerinin bedende ki etkisi, iklim, coğrafi çevre gibi dahili ve harici pek çok faktöre bağlıdır. Bu nedenle de ahlakı bozukluklar, bir tür hastalık gibi değerlendirilerek, söz konusu dahili ve harici faktörlerde bir düzenlemeye gitme yoluyla düzeltilebilir. Bu anlayışta şüphesiz Galen’in (ö. 200 [?]), -tercüme döneminde Kitabu’l-ahlak adıyla Arapçaya aktarılan Peri Ethôn eserinin açık bir etkisi fark edilmektedir. Çünkü dört karışım teorisi (ahlat-ı erbaa) ve bu karışımların oranlarının, insanların doğuştan farklı ahlakı eğilimlerle doğmasına sebep olduğu, nefsin hastalıklarının da tıpkı bedensel hastalıklar gibi tedavi edilebileceği gibi düşünceler Galen’in temel iddialarıdır. Belhi ayrıca hocası Kindi’yi takip ederek “üzüntüyü yenme” hususunda ayrı bir bahis açmış, fakat bu konudaki fi kirlerini tıbbi bakış açısı ile değiştirmiş ve genişletmiştir. Bağdat’ta Ebu Zeyd el-Belhi’nin talebesi olan Ebu Bekir Zekeriya er-Razi (ö. 313/925), hocasının et-tıbbu’n-nefsani kavramını et tıbbu’r-ruhani yaparak kitabına da bu ismi vermiştir. Razi de ahlakı bir tür ruh hastalığı olarak görerek, tedavi sürecini haz ve elem kavramları çerçevesinde ele almıştır. Filozof, sağlıklı bir ruhu, haz ve elem döngüsünden kurtulmuş, dingin ve sakin, tabii bir halde bulunur şekilde resmetmiştir.

İnceleyin:  Müslümanlık

Raz’i’nin bir başka ahlak eseri es-Siretü’l-felsefıyye’de de ahlaklı ruh, aklın şehvet ve öfke güçleri üze rinde hakimiyet kurmuş, filozofça yaşayan  bir insanın ideali olarak ortaya konmuştur. Platoncu üçlü nefs görüşü, Stoacı felsefi yaşam ideali anlayışlarının izlerini Raz’i’nin eserlerinde görmek mümkündür. Yine Bel hl’nin talebesi olan, fakat ahlak ve siyaset düşüncesi üzerindeki belirgin Antik Yunan etkisinin bir istisnasını teşkil etmesi bakımından diğerlerinden farklı görünen Amiri (ö. 381/992), İran ve Hint düşüncesinden de beslenmiş görünmektedir. El-Emed ‘ale’l-e bed ve es-Se’ade ve’l-is’ad eserleri, bilhassa İran siyaset geleneğinden beslenmiş siyasete dair görüşleri muhtevi oluşuyla dikkat çekicidir. Ahlak ve siyaset meselelerine en teorik, felsefi, sistemli ve kapsamlı şekilde değinmesi bakımından, klasik dönemde İslam ahlak ve siyaset felsefesinin zirve ismi olarak Farabi’yi (ö.339/950) zikretmek yanlış olmayacaktır. Türkistan’ın Farab şehrinde doğmuş olan filozof, öncekiler gibi Bağdat’a gelerek orada ilim tahsil etmiştir. Et-Tenbih ‘ala sebili’s-se’dde, Tahsilu’s-se’dde, es-Siyasetü’l-medeniyye, Fusul Münteze’a, Arau ehli’l-medineti’l-fazıla ve Kitabu’l-mille eserlerinin hemen hepsinde ahlak ve siya set felsefesine dair görüşlerini ortaya koyan Farabi, kendisinden öncekilerin odaklandığı ölüm korkusu ve üzüntüyü yenme konularına değinmemiş, ahlat-ı erbaa teorisi gibi ahlaka tıbbi perspektifle yaklaşan teorilere iltifat etmemiştir. Bunun yerine filozof; ah lak ve siyasetin alanı, kaynağı, mutlak veya göreceli olup olmadığı, ideal biçimlerinin ne olduğu gibi sorulara odaklanmıştır.

Bu bakımdan Farabi, Kindi-Belhi-Razi çizgisin den ayrı bir yaklaşım benimsemiş; Platoncu üçlü nefs görüşünü kabul etmekle birlikte tamamen Aristotelesçi diyebileceğimiz bir ahlak ve siyaset anlayışı ortaya koymuştur. Bu Aristotelesçi ahlak ve siyaset yaklaşımı; itidal teorisini merkeze alan, temel ahlaki ilkelerin teorik akıl, bu ilkelerin gündelik durumlara uygulanışının da tecrübeyle beslenmiş pratik akıl yoluyla bulunabileceğini iddia eden, ancak erdemli bir toplum ve siyasi otoritenin yönlendirmesi olmaksızın, sonu mutluluk olan iyi ahlakın gerçekleşemeyeceği temelinde birbirine bağlı bir ahlak ve siyaset ideali teklif etmektedir. Ahlak felsefesinin teorik problemlerine odaklanması nedeniyle Farabi, kuvvelerin fazilet ve reziletleri, onların altında yer alan fazilet ve reziletler, dostluk, kuvvelerin ıslahı için yapılması gereken pratikler, ölüm, ev idaresi gibi konulara ya hiç yer vermemiş, ya da teorik problemler bağlamında kısaca değinmiştir. Bütün bu konulara, bedenin sıvıları, infialler, haz ve elem, nefsin hasta lığını iyileştirme, ölüm korkusu gibi Kin di-Belhi-Razi yazınının temel temalarını da ekleyen Tehzibu’l-ahlak’lar, mevcut birikimin hemen hepsini kapsamaya çalışmıştır.

İlk Tehzibu’l-ahlak, Yahya b. Adi (ö. 364/975) tarafından kaleme alınanı olup, İbn Miskeveyh’e ait diğerinden en dikkat çekici farkı, müellifinin Hıristiyan olmasının bir sebebi olarak görülebilecek “insan doğasının kötü ye meyilli” olduğu iddiasını taşımasıdır. İbn Miskeveyh’in (ö. 421/ıo30) Tehzibu’l-ahlak’ı ise selefinden daha geniş ve pek çok farklı kaynağın etkisinin izlerini taşıyan bir eserdir. Platon’un Diyaloglar’ı, Aristoteles’in Nikomakhos Ahlakı, Porfifyus’un Nikomakhos Ahlakı şerhi, Themistius’un Dostluk Risalesi, Galen’in Kitabu’l-ahlak, Bryson’un Oikonomikos’u gibi Antik Yunan kaynakların yanında Kindi’nin el-Hile risalesinin de etkilerini ve bu eserlerden yapılmış doğrudan alıntıları görmek mümkündür. Eser, döneminin ahlak ve siyaset alanındaki verilerini topluca sunuyor olması bakımından mühim olsa da, ahlak ve siyasetin teorik problemlerini Farabi düzeyinde tartışmadığını da itiraf etmek lazımdır. Bilhassa siyaset felsefesi İbn Miskeveyh’te müstakil olarak öne çıkmamakta, “hükümdarın görevleri” bahsi çerçevesinde salt normatif bir anlatımla yer almaktadır. Bu noktada ilimler tasnifi bakımından ahlak ve siyasetin konumuna da değinmekte fayda vardır. Kindi, Belhi ve Razi’de ahlakın tamamen nefsi durumlarla bağlantılı görülmesinin bir neticesi olsa gerek, bu filozofların eserlerinde ahlak ve siyasetin herhangi bir kesişim veya ilgi noktasına işaret edilmemektedir. Bu bağlantıyı ilk kez Farabi’nin eserlerinde görüyor, filozofun yaptığı ilimler taksiminde de ahlak ve siyasetin el-‘il mu’l-medeni adı altında beraberce ve birbirini tamamlayan tarzda değerlendirildiğine şahit oluyoruz. İbn Sina (ö. 428/1037) ise felsefeyi nazari ve ameli felsefe olarak iki temel alana ayırdıktan sonra ameli felsefeyi; tedbi ru’n-nefs, tedbiru’l-menzil ve tedbiru’l-müdün şeklinde üç kategoriye bölmektedir.

İnceleyin:  Ahlak Vasfının Dolayımsızlığı ve Kapsamı

Bu tasnif, Gazzali ve sonrası filozoflarca da benimsenerek nihai olarak ilmin konumu ve mahiyeti olarak kabul görmüştür. Öyle ki Tusi (ö. 672/1274), Ahlak-ı Nasırı eserinde tedbiru’l-menzil ve tedbiru’l-müdüne gerektiği kadar yer ayırmadığı için İbn Miskeveyh’i eleştirecektir. İslam ahlak düşüncesinde etkin olduğu fark edilen Eflatuncu/Yeni-Eflatuncu ve Aristotelesçi çizgi hususunda belirgin bir istisnayı İhvan-ı Safa (IV./X. Yüzyıl) oluşturmaktadır. Basra merkezli bu hareket, Pitagorasçı matematiksel oran kavramını, Galenci ahlat-ı erbaa teorisiyle birleştirerek, ahlak ilmini neredeyse niceliksel olarak oranlarla ifade edilebilecek bir ilim olarak resmetmişlerdir. Pitagorasçılığın aynı zamanda bir hayat tarzı öğretisi olmasının neticesi olarak İhvan-ı Safa da bir tür ahlaki yaşam biçimi önermiş fakat buna, esasında Diogenesle karıştırılarak Kinik öğeler eklenmiş bir Sokratçı zühd ve manevi haz vurgusu katmıştır. Siyaset düşüncesinde ise İhvan-ı Safa’da, Farabi’den pek de farklı olmayan Eflatuncu-Aristotelesçi ahlak merkezli siyaset anlayışının devam ettirildiği görülmektedir. İnsan tabiatı ve nefsi çerçevesinde me seleye yaklaşan Kindi ekolü ve aklın belirleyiciliğini öne çıkaran Farabici yaklaşıma karşılık, her iki yaklaşıma da benzer yönleri olmakla birlikte tecrübe ve dinin belirleyici rolüne mühim bir yer vermesi bakımından İbn Sina’dan ayrıca bahsetmek gerekmektedir.

Buhara, Isfahan, Rey gibi bugünkü İran coğrafyasında hayatını sürdürmüş olan filozof, Farabi gibi Meşşai nitelikteki itidal teorisi, Platoncu üçlü nefs anlayışı gibi ahlak literatüründe genel kabul görmüş görünen fıkirleri benimsemiştir. Ancak o, Farabi’den farklı olarak hılt teorisinden de söz etmiş, ahlak yaklaşımının bir kısmını, insan nefs ve tabiatına dair açıklamaları çerçevesinde ortaya koymuştur. Fakat o, kendisinden önce ki hemen herkesten farklı olarak, insanların yarar ve zarara dair gözlemleri neticesinde vardıkları uzlaşının ve peygamber yoluyla gelen ilke ve kuralların da ahlak ve siyasette belirleyici yerinin olduğuna işaret etmiştir. Klasik dönem ahlak ve siyaset dönemin genel karakteristiği olarak; Galen tıbbına dayanan, Platoncu nefs anlayışı ve erdem teorisini tamamen benimsemiş, teorik zeminini büyük oranda Aristoteles’in itidal teorisinden ve -Sokrates’e karşıt olarak-bilgi ve eylem ayrılığından almış ve yine Meşşai bir tercihle siyaseti ahlakın tamamlayıcısı olarak kabul etmiş bir çerçeve görülmektedir. Fakat bu çerçeve, Antik Yunan yaklaşımdan farklı olarak İslam kaynaklı dünya ve ahiret saadeti anlayışı, ölüm sonrası ahlaki müeyyide, aynı zamanda dini otorite olan siyasi yönetim, dini öğretilere uygun aile ve toplum yaşantısı gibi İslami motiflerle zenginleştirilerek doldurulmuştur. ©

Editör:İbrahim Halil Üçer – İslam Düşünce Atlasi,c.1.,syf:431-437

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir