Kategoriler: Edebiyat

Kıyamet kopuyor elinde fidan var ve sen

Sokrates’in, kendisini öldürecek olan baldıran zehri hazırlanırken flütle yeni bir ezgi öğrenmeye çalıştığı söylenir. “Ne işe yarayacak ki bu?” diye ümitsizce sorarlar. “Yeni bir ezgi öğrenmeye.” der filozof.

Filmin ilk beş dakikasında kahramanımız mutlu, başarılı, gürbüz bir beyaz yakalıdır. Küçük, kesik öksürükler, tatsız kırmızı lekeler, yolunda gitmeyen uykular derken, soğukkanlı doğrucu tabip gerçeği söyleyiverir: “Üç ay ömrünüz kalmış.” Bu haber kahramanımızın üstüne bir çığ gibi iner. Üç ay beklemeye gerek yok, o anda zaten bir ölüye dönüşmüştür artık. Sonra. Sonra hayattan ve dünyadan alınacak son kâmlara, tadılmamış son hazlar ve rövanşlara atılmakla, son üç ayın “dolu dolu” yaşanması için gerilim dolu vakitler başlar.

Arada bir kendimize sormalıyız: Son üç ayımızın içine girmiş olsaydık, hayatımızı hala aynı işlerle doldurarak yaşamayı sürdürür müydük? Aynı insanlarla görüşmeyi, aynı kitapları okumayı, aynı hobileri sürdürür müydük? Yapageldiğimiz işleri aynı biçimde mi yapardık? Mesela son derece kısıtlı vakitlerimizi, özellikle ne yapmak için ayırmayı tercih ederdik. İbadet hayatımızın ritmi, Allah’la münasebetimizin kıvamı bir anda başkalaşır mıydı? Dünya turuna mı çıkardık yoksa umreye gider ve son nefesi bırakmayı orada mı beklerdik?

Her biri diğerinden zor sorular. Ama böyle bir haber karşısında hayatımızı kökünden değiştirmeye çalışma fikri, bizim ölümü hesaba katmayan bir hayat yaşadığımızdan başka bir şey söylemiyor. Ecelin her an gelebildiği, her an huzura çıkabilecek olmanın somut ve kunt gerçeği bize yeterince gerçek gelmiyor.

Peygamber Efendimiz’in o hadisini hatırlayalım, kıyamet koparken elinde bir fidanı olanın onu toprağa dikmesini öğütlediği hadis-i şerifini. Bu hadis-i şerifi, “dünya işleri” dediğimiz işler cümlesinin peşinin zinhar bırakılmaması, dünyaya küsmenin kat’a doğru olmadığı, hatta kıyamet esnasında bile olsa dünyanın imarının bizim için görev olmayı sürdürdüğü şeklinde anlamaya meyyaliz. Bu hadisi şerif bize, dünyevi işi temsil eden fidan dikiminin üzerinden, ruhbanlığın yasak oluşuna dair bir fikir veriyor, diye anlayabiliyoruz.

Bununla birlikte hadis-i şerifi, işin dünyeviliğine yapılan güçlü vurgu üzerinden değil de, dünyevi bir iş olmadığına dair bir uyarı şeklinde anlamak daha doğru. Yani kıyamet koparken, dünya yıkılırken ve biz son nefesimizi almaya hazırlanırken, biraz sonra yerinde yeller esecek bir toprak parçasına, birazdan yalan olacak bir fidanı dikmeye çalışmak, dünyanın ne vazgeçilmez bir yer olduğunu söylemeye yaramamalı. Belki şu: Fidan dikmek gibi bir işin, yani dünyaya kök salmanın ve dünyadan beklenti içinde olmanın güçlü bir temsiline sahip olan bu etkinliğin, özellikle kıyamet esnasında yapılması öğütleniyorsa, işin kendisine değil bir başka şeye dikkat çekiliyor olmalıdır. Bu başka şeyse “dünyevi bir iş yoktur” ilkesidir.

Kıyamet koparken fidan dikebilecek bir metanetin sahibi olabilmek, ancak kıyameti çoktan kopmuş olanlar için geçerlidir. Bir kimse, ölmeden önce ölmüşse, hesaba çekilmeden önce kendisini hesaba çekmişse, kıyametini koparmış ve ahiretini yaşamaya başlamışsa, kozmik bir kıyamet onun hayat ritminde bir değişikliğe yol açmayacaktır. Onun kıyameti kopmuştur. O her ne yapıyor olursa olsun, kıyamet sonrasının dekorunda yapmaya başlamıştır. İçtiği su, arkasından bakakaldığı kırlangıç, açıvermiş bir gonca, kıyıya vuran bir dalga, bir bebeğin dudak kenarında biriken tebessüm, bölüştüğü ekmek, vardığı secde, her biri, artık kıyamet sonrasında olmanın keskinleştirdiği bir şuurla, erişilmez bir duyarlık eşiğinin ötesinde yapılmaya başlanmıştır. İşte bu duyarlık keskinliği, her işi, her bir işi tek tek değiştirmeye, o işi uhrevi yapmaya yarayan simyadır. Böyle bir eşiği geçmiş bir kimse artık bir ariftir. O yapacağı işin nev’i yerine, yapacağı işi nasıl ve hangi niyet ve kasıtla yapacağını düşünen biridir. Çünkü onun elinde her iş uhrevidir ve dünyeviliğin sınır ötesine aittir.

Böyle bir idrak mertebesi, kıyamet koparken, elindeki fidanı yere fırlatıp, derhal iki rekat namaza durmayı öğütleyecek mertebenin üstündedir. Hadis-i şerif bize, fidanı midanı unutup abdest almamızı ya da acilen secdeye gitmemizi değil, fidanı dikmeyi sürdürmemizi söylüyor. Niçin? Soru budur.

Hadis-i şerif, bizi her halükarda (kıyamet koparken bile) dünyevi işlerimizi aynı ritim ve iştiyakla yapmayı sürdürmeye değil, fidan dikmeyi namaz kılmak haline getirmiş, sadece fidan dikmeyi değil, her “sıradan”, “gündelik”, “dünyalık” işini namaza çevirmiş bir kimsenin ruh seviyesine davet ediyor. Dünyevi işin olmadığı bir seviyedir bu.

Namazda selam verilince namazdan çıkılır, malum. Ariflerin namazından ise selamla da çıkılmaz. Belki bir namazdan bir başka namaza, mesela fidan dikim namazına geçilir. Fidan dikim namazı esnasında da, kıyamet bile kopsa namaz bozulmaz, tamamlanır.

Ahmet Murat – Kuşlarla Sohbetin Şartları,syf.47,50

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce