Kıyamet alametlerine dair pek çok hadis vardır. Burada kıyamet alametlerini reddeden bir anlayışa değinmek uygun olacaktır. Mesela S. Ateş şöyle der:
“Âyetin açık ifadesine göre ansızın gelecek olan kıyametin gelmezden önce zuhur edecek alametleri de olamaz. Çünkü gelmezden önce birtakım alametleri görünecek olsa, ansızın değil, tedricen ve yavaş yavaş gelecek demektir. Alametlerinden geleceği anlaşılır. Bu ise, ansızın gelme değildir… Doğrusu şudur ki: Peygamber’e verilen gayb bilgisi, ona vahyedilen Kur’ân’dır”.[1]
Bu ifadelerden iki şey ortaya çıkmaktadır:
1. Ansızın gelen bir şeyin alameti olmaz. Dolayısıyla kıyamet alametleri uydurmadır.
2. Hz. Peygamber’e verilen gayb bilgisi ona vahyedilen Kur’ân’dır, yani Kur’ân’la sınırlıdır.
Aslında mesele Hz. Peygamber’in Allâh’ın bildirmesiyle gaybden haber verip veremeyeceğinde düğümlenmektedir. Gaybdan haber vermesi imkân dahilinde ise kıyamet alametlerinden bahsetmesi de mümkün olacaktır. Aşağıda gaybî hadisler bölümünde Hz. Peygamber’in gaybı bilip bilemeyeceğine temas edilmiştir. Burada sadece önce Ateş’in bazı çelişkilerine temas edeceğiz; ardından, “ansızın gelme” meselesini ele alacağız:
“Hz. Peygamber’in gayb bilgisi, ona vahyedilen Kur’ân’dır” iddiasında bulunan Ateş, tefsirinin başka bir yerinde şöyle der:
“Habeş kralı Necaşi vefat ettiği zaman Hz. Peygamber, bir mucize olarak onun öldüğünü ashabına haber vermiş ve ‘Habeşistan’da bir kardeşiniz öldü, ona namaz kılınız!’ demiş, namazgâhta ashabını iki saf yaparak Necaşi’ye namaz kıldırmıştır”.[2] Hz. Peygamber, bir mucize eseri olarak Necaşi’nin ölümünü haber veriyorsa, bu gaybden haber veriyor anlamına gelir. Oysa bu haber Kur’ân’da yoktur. Bazen Ateş’in galeyana gelip coştuğu anlar da vardır. Ama bu halde önceki fikirlerini unutmuş gibidir. Şu ifadeler ona aittir:
“Batı’dan dalga dalga gelen Haçlı ordularının vahşi saldırılarından İslâm’ı ve Müslümanları korumak için canlarını kale gibi siper eden Selçuklular; ‘İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan, ne güzel kumandan ve onu fetheden asker, ne güzel asker’[3] mealindeki Peygamber övgüsüne mazhar olan Fatih Sultan Mehmet ve orduları; İslâm’ı Viyana’lara, Saraybosna’lara kadar götüren Osmanlı mücâhidleri de elbette bu ayeti kerimenin işaretine dahildirler”.[4] “İstanbul elbette fetholunacaktır” ifadesi Kur’ân’da yoktur. Kıyametin ansızın gelmesi meselesine gelince konuyla alakalı iki ayet vardır:
“Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O, göklere de yerlere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Ama insanların çoğu bilmezler”.[5] Bu ayette kıyamet saati, kıyametin koptuğu andır. Bunu Allah’tan başka kimse bilemez. “Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar” ifadesi “Sen de kesinlikle kıyametin kopacağı anı bilmiyorsun” demektir. Bu durum kıyametin alametlerinin bilinemeyeceği anlamına gelmez.
Diğer ayet şöyledir: “Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O’na ibadet edin. İşte bu, doğru yoldur. Ama aralarından çıkan guruplar, bir ihtilafa düştüler. Acı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline! Onlar farkında değillerken kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?”[6] Burada da ayet, kıyametin kopuş anından bahsetmektedir. Bu ansızın gerçekleşecektir. Çünkü Allâh’tan başka hiç kimse kıyametin ne zaman kopacağını bilmemektedir. Cibrîl hadisi diye bilinen hadis, bu durumu teyit etmektedir. Burada Cebrail (a.s.); iman, İslâm ve ihsan kavramlarının ne ifade ettiğini Hz. Peygamber’e sorduktan sonra, kıyametin ne zaman kopacağını sormuş ve şu cevabı almıştır: “Bu meselede kendisine soru sorulan, sorandan daha bilgili değildir”.[7] Dolayısıyla, ilgili ayetler, kıyametin alametinden değil, kıyametin kopuş anından bahsetmektedir. Bununla birlikte “ansızın gelen bir şeyin alameti” olmaz iddiasına biraz daha yakından bakabiliriz.
1. İlginçtir; “ansızın gelen bir şeyin alameti olmaz” diyenler, şu ayeti görmezden gelmektedir: “Onlar, kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri gelmiştir/belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar!”[8] Burada çarpıcı bir şekilde Allah Teâlâ hem kıyametin ansızın geleceğinden hem de alametlerinin belirdiğinden bahsetmektedir. Demek ki, ansızın gelme ile alametlerin belirlemesi birbirine aykırı değildir. Alametlerin belirmesi ise Kur’ân’ın nazil olması ve Hz. Peygamber’in gelmesidir. Ancak bu durum alametlerin bu kadar olduğunu veya başka olmadığını göstermez. “Alametler gelmiştir” demek “gelmeye başlamıştır, süreç devam etmektedir” anlamına gelir.
Burada Muhammed Sûresi’nin ayetini ısrarla “alametler gelmiş ve bitmiştir” şeklinde düşünen bir anlayışa işaret etmek gerekir. Oysa buna gerek yoktur. Ayetin mazi siğasıyla gelmesi, işin olmuş bitmiş olduğunu değil, kesinliğini vurgulamak içindir. Yani muhakkak alametler gelmiştir. Buradan başka alametin olmadığı anlaşılmaz. Muhakkak alametler gelmiştir ve gelmeye de devam edecektir. Bu noktada bizi te’yid eden bir ayet de Ye’cûc ve Me’cûc’un kıyamet alameti olarak geleceğini haber veren ayettir. Demek ki, alametler belirmeye devam edecektir. Diğer taraftan, ayette alametler anlamındaki kelime tekil değil, çoğul olarak gelmiştir. Şayet alametler tek olsaydı, herhalde tekil olan “şart” kelimesi kullanılırdı. Dikkat çekicidir; bu ayette mazi siğasının geçmişte olmuş bitmiş fiiller için kullanıldığını söyleyenler “iktarabet’i-sâ’a… (kıyamet yaklaştı, ay yarıldı)” ayetini “kıyâmet yaklaştı, kıyamet arefesinde ay yarılacaktır” şeklinde yorumlamışlardır. Bu çelişkilere gerek yoktur.Kur’ân ve sünnet bütünlüğü esas olmalıdır. Kur’ân’da bazen ahiret sahneleri mazi siğasıyla anlatılır. Bunların hepsi vurgu ve muhakkak gerçekleşeceği anlamına gelmektedir.
2. Ansızın gelme ile ilgili ayetlere baktığımızda onların kâfirlerle alakalı olduğunu görürüz. Bu, şu demektir: Siz Allâh’a ve Peygamber’e inanmıyorsunuz. Kıyamet ansızın gelip çattığında haliniz nice olacaktır!Kıyametin ansızın gelmesi, kâfirler için söz konusu olacaktır. Çünkü onlar kıyamete inanmıyorlar. Böyle bir şey beklemiyorlar. İlelebet yaşayacaklarını, dünyanın süreceğini zannediyorlar. Böyle zanneden insanlara Allah, “ansızın başınıza geldiğinde, beklemediğiniz bir anda başınıza geldiğinde bakalım ne yapacaksınız?” buyurmaktadır. Ansızın gelme meselesini müminler için de düşünebiliriz. Sonuçta kıyametin kopuş anını kimse bilmediği için kıyamet herkes için ansızın olacaktır. Bununla birlikte ayetlerin bağlamına baktığımızda kâfirlere yönelik bir eleştiri var. Onlar dünyayı eğlenceye alıyor, ahirete inanmıyorlar. Kıyametin ansızın geleceği vurgulanarak onlara bu durumda hallerinin, akıbetlerinin kötü olacağı hatırlatılıyor. Böyle bir hatırlatmayı müminlere yapmaya gerek yoktur. Mü’minler, kıyametin kopacağına da, ahirete de inanmaktadır.
Dipnotlar:
[1] Tefsir, II, 148.
[2] Tefsir, II, 163. Rivayet için bk. Müslim, Cenâiz, 62; Tirmizî, Cenâiz, 48.
[3] İbn Hanbel, Müsned, IV, 335.
[4] Tefsir, III, 19.
[5] A‘râf, 187.
[6] Zuhruf, 64-66.
[7] Buhârî, İman, 37; Müslim, İman, 1; Ebu Dâvûd, Sünnet, 15.
[8] Muhammed, 18. (1)
(1) Yavuz Köktaş, Kuran’a Aykırı Görülen Hadisler, İnsan Yayınları, s. 144-147.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…