Kitap Notları-Hikmetli Sözler-Şiirler-Beyitler -3
bir araya gelme arzusu talihsiz bir hastalık belirtisi.
Her insan çocukluğundan itibaren kendi kendine vakit geçirmeyi öğrenmeli.
Bir sorunu çözmek için, evvela o sorunu ortaya çıkaran aklın çalışma biçimine dikkat kesilmek gerekir. Bugün, insanlık ailesinin şahit olduğu sorunların temelinde modern paradigmanın artık küreselleşen insan-tabiat-evren-zaman-mekân-tarih ve tanrı telakkisi yatıyor. Demek ki bu telakkiyi üreten akıl ve düşünme biçimiyle hesaplaşmadan, yaşadığımız sorunlardan kurtulmak mümkün değil.
Kamil Ergenç
Ümran Dergisinden…
Kadın-erkek arasındaki ilişki aslında bir toplumun dünya görüşünü doğrudan doğruya yansıtan bir mahiyete sahiptir. Bu ilişkiyi değiştirmek aynı zamanda o toplumun dünya görüşünü, yani inanma ve yaşama biçimini değiştirmek demektir.
Ayrıca buna bağlı olarak ev dediğimiz mahremiyetin yaşanarak yeni nesillere aktarıldığı “yer”inde anlamı değişiyor. Evler giderek akşamları toplanma ve uykunun uyunduğu “otel” odalarına dönüşmekte.
Buna karşılık gündelik hayatın büyük bir kısmının artık orada geçirildiği, taşıdığı aldatıcı cazibeden dolayı geçirilmek için özel zaman ayrıldığı, hüküm süren değişimin rahmi olan “kamusal alan” sınırları olmayan bir mabede dönüşerek daha çok önem kazanıyor. İnsanlar giyimlerini olduğu kadar tüketimlerini de dinlerine göre değil kamusal alanda geçerlilik kazanan ve tercih edilen değer ve ölçülere göre düzenlemekte.
Bu değişim süreçlerinde Müslüman erkek kapitalizme Müslüman kadın da feminizme yavaş yavaş teslim oluyor.
Kapitalizm İslâm’ın helal/haram anlayışına, feminizm de kadının evdeki rolüne ve İslâm’ın adalet ilkesinin aksine kadın-erkek ilişkisine eşitlikçi ideolojisiyle meydan okumaktadır.
Abdurrahman Arslan
Abdurrahman Arslan
Günümüzün Müslüman kadınları için endüstriyel ilişkilerin meta üreten dünyasında tesettürüyle yer almak arzusunu kışkırtan daha çok modern eğitim olmaktadır. Bu eğitim süreçlerinden geçen genç kızların kamusallık talebi, önlerine konan her türlü engeli aşma kararlılıkları düşünüldüğünde daha iyi anlaşılabilmektedir. Ne var ki bu kuvvetli ve oldukça sabırsız talep genç kuşağın katılmak istediği modern kamusallığın nasıl bir dünya olduğunu aynı zamanda tahlil etmelerine de engel olmaktadır.Kamusal alana tesettürlü Müslüman kadının duyduğu kışkırtıcı talep göz önüne alındığında bunun iki eğilime işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bunlardan biri ve muhtemelen en önemlisi Müslümanların özel yaşamlarına nasıl bir anlam verecekleri hakkında daha bir karara varamamış olmalarıdır.
Diğeri de daha iyi ve rahat bir hayat sürme adına sınıf değiştirme isteğiyle yüklü olduklarına işaret etmesidir. Unutmamak lazım ki sınıf değiştirmenin ailede sebep olduğu dönüşümler kadın ve erkek olarak Müslümanları da yeni sorunlarla karşı karşıya getirmektedir. Hatta ailenin yaşadığı sorunların kısmen de olsa sınıf değiştirmenin getirdiği çözülmeyle alakalı olduğunu belirtmemiz lazım.
Abdurrahman Arslan
Aileyle alakalı yeni sıkıntıların kökeninde, harici sebepler yanında Müslüman kadın ve erkeğin artık dönüşen zihniyet yapısı önemli bir role sahiptir.
Bugün Müslüman erkek evin geçimini bahane ederek kapitalizme, Müslüman kadın da haksızlığa uğradığını bahane ederek feminizme ve bunların yürürlüğe soktuğu değerlere zihniyet ve amel olarak tedricen teslim olmaktadır. Kapitalizm İslâm’ın ısrarla vurgu yaptığı helal rızık anlayışına, feminizm de kadının cinsiyet bağımlı evdeki rolüne meydan okuyor. Unutmamak gerekir ki evde sarf edilen emek endüstriyel toplumun değer verdiği bir meta üretimini içermez. Bu haliyle kapitalizm feminist söylemi destekler; bu ev kadınlığının ve çocuk büyütmenin hor görüldüğü bir iktisadi ilişkiler dünyası demektir.
Abdurrahman Arslan
Bu dünya kötü değildir: tersine sonsuzluk meydanıdır. Burada ekmiş olduğun orada yeşerecektir. Bu dünya sevilmeğe ve hamd edilmeğe değer, sonsuz mutluluğa ve iyiye giden yoldur. Kötü olan ise, hakikate karşı körleştiğiniz ve arzularınız, şehvetiniz ve dünyaya duyduğunuz ihtiras tarafından tümüyle tüketildiğiniz zaman, dünya ile neler yaptığınızdır.
Bilgeliği kristal gibi berrak, üstadımız Hz. Peygamber’e (Allah’ın selam ve kutsaması onun üzerine olsun),Dünyevilik nedir? diye sormuşlardı. Yanıt verdi. “Sizi düşüncesiz yapan ve Rab’ binizi unutmaya neden olan her şey.” Bu nedenle dünyanın eşyaları kendi içlerinde zararlı değildir. Sadece, onları size cömertçe sunan Rab’binize karşı sizi unutkan, başkaldırıcı ve bilinçsiz yapmalarına izin verdiğiniz zaman zararlı olurlar. Sizi duyarsız kılan ve kutsal hakikat ile bağınızı koparmanıza neden olan, sizin kendi dünya anlayışınız, dünya ile olan sizin kendi ilişkiniz ve dünyayı, onu size vermiş olan Allah’a karşı tercih etmenizdir.(İbn Arabi)
Hakkı Üstün Çavuşoğlu,İnsan Üzerine Düşünceler,syf.99)
İbn Sina’ya göre duyulardan elde edilen bilgiler, akıl ile ulaşılan bilgiler gibi kalıcı olmaz. Çok kısa zamanda yok olabilecekleri için gerçek bilgi sayılmazlar. Maddeye bağlı oldukları için, madde ile var olup maddenin zevali ile yok olurlar. Görülen, işitilen, dokunulan, tadılan, koklanan şeylerden irtibat kesildiği zaman bütün duyu faaliyetleri durur. Algılanan şeyler de duyulardan hemen silinirler.
İbn Sinaya göre, duyu verileri geçici olup, aklın saf bilgisi gibi kalıcı özellikleri yoktur. Duyu ile algılanan her şeyde etkilenme söz konusudur. Etkilenme ise, bir şeyin husulü anında başka bir şeyin kaybolmasıdır. Duyu ile kavramlan şeylerin hakiki bilgi olmadıklarının bir başka nedeni de, onların hakiki değil sadece görünüşte bilgi olmalarıdır. Duyu verilerinin bir başka özelliği ise yanıltıcı olmalarıdır.(Hakkı Üstün Çavuşoğlu,İnsan Üzerine Düşünceler,syf.91)
Bir milletin geçmişi ile geleceği arasındaki köprü, o milletin tarihî tecrübesidir. Ne geçmişe saplanmak ne de geleceğe takılıp kalmak; ama yol alırken tarihî tecrübeden yararlanmak? Medenî insan, hatıraları olan insandır; uğruna dövüşebileceği, kendini tehlikeye atabileceği hatıraları. Tersi durumda günlük yaşayan bir organizmadan farkı kalmaz insanın.
İhsan Fazlıoğlu
Meşguliyet! Oluş kendine bundan daha güzel bir isim bulamazdı. İnsanın olduruluşu kâinatın olduruluşundan kopuk değil. Oluş olduruluşa gösterilen rızadan başka bir şey değil. Kâinat çekilip çevriliyor, bu çekilip çevrilişe (itiraz değil de) iltihak etmenin adına insan olmak deniyor. Yerküredeki yaratıklar arasında kâinatın çekilip çevrilişine iltihak etme ehliyeti yalnız insanlara verilmiştir. Diğerleri iltihak ederler; ama bu yaptıkları ehliyetlerine dayanmaz. İnsanın itiraza gücü yettiği için ehliyetli bir iltihak gücünü de elinde bulundurur. İnsan saymayı bilmekle elde ettiği gücü kendini kâinat saymaya vardırıyor.
Nasıl âlem-i kebir isteyerek kendini çekilip çevrilmeye bırakmışsa âlem-i sagir de kendini çekilip çevrilmeye bırakıyor. Bütün şahadet âlemi bir dönüş yaşıyor. İnsan ehliyetini bu dönüşe katılmakta kullanıyor. Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı vakitleri bir dönüşün menzilleri, burçları, uğrak yerleri. İnsan kıvamını bu menzillerde yoğrularak buluyor. Bu menzillerde yoğrulmamak demek insan olarak kıvamını kaybetmek demektir. İnsana insanlık kıvamını günde beş vakit namaz verir. İnsan namazda ise kendini kılınmaya bırakmış, kendi kılınmaya bırakıldığı rızasına kavuşmuş olur. Teheccüd namazı insan kılınma bilincinin en arıtılmış durumunu yansıtır.
İsmet Özel
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Taş yerinde ağırdır; kişi, olgu ve olay da öyle. Bir tarihî kişiliği ya da konuyu yerinde ele almak, o kişiyi ve konuyu doğru yere oturtmak demektir. Günlük siyasî projelerde meşruiyet aracı olarak kullanılan tarihî kişi ve olaylar çarpıtılırlar; bu süreç bir süre sonra tahrif edilmiş bir tarih resminin ortaya çıkmasına neden olur. Bozuk bir mikroskop ya da teleskopla inşa edilen doğal gerçeklik ne kadar doğaya uygunsa bozuk bir kavramsal çerçeveyle incelenen tarihî bir gerçeklik de o kadar tarihe uygun olacaktır.
Bir milletin tarihine ilişkin resmi, tasavvuru bilgiye değil de yalnızca övgü ya da sövgü içerikli duyguya dayanırsa, o millet tarihteki yönünü bulamaz. Bu nedenle, sık sık tekrar ettiğimiz üzere, tarih ancak ve ancak geleceğe ilişkin projesi olan milletler için anlamlıdır; sadece övenler için tatmin edici bir nostalji, sadece sövenler için ise kurtulunması gereken bir yük…
Prof.Dr.İhsan Fazlıoğlu
“Aile hem modern popüler kültürde hem akademik kültürde insan etkileşiminin son derece geri bir anlayışının cilalanması için kullanılan bir kavramdır.
Toplumsal Cinsiyet, cinsiyet, cemaat ve siyaset alanındaki kurumlaştırmalarımızda aileyi unutmamız ve düzenli ödipal (ebeveynlerden) aktarımı sekteye uğratmak için unutmayı strateji olarak saptamamız gerekir.
Çuvallamanın Querr Sanatı, Judith Halberstam
Gizlemiyorlar ki hiç bir şeyi. Biz anlamak istemiyoruz.
Ahmet Hakan Çakıcı
Bizim medeniyetimizde hanımlara ve büyüklere muhabbet ve hürmet belli günlere tahsis edilmemişti. Her gün anneler günüydü, her fırsatta annelerin eli öpülür, hizmetlerinde kusur edilmezdi.
Yine bizim medeniyetimizde, senede bir gün değil, her gün babalar günüydü, aile büyüklerine tam bir ihtiram gösterilirdi.Senede bir evlilik yıldönümü değil, her gün hanımlara muhabbet ve hürmetle muâmele etme günüydü. Sevgi; pahalı hediyelerle, dünyevî ziynetlerle değil, gönülden gelen iltifat, güzel ahlâk ve hoş muâmele ile gösterilirdi.
Osman Nuri Topbaş Hoca
Ezberlemek” filinin İngilizce’deki karşılıklarından birisi “to learn by heart,” yani “kalp ile öğrenmek”tir. Bu bir hikmettir. Çünkü gerçek öğrenme ancak kalpten olur.
Savaş Ş.Barkçin
Kararmış kalbin ey gâfil nasihat neylesin sana,
Hacerden katıdır kalbi öğüt kâr etmeyen insan.Bu derdin çâresin bul sen elinde var iken fırsat,
Ne ıssı sonra âh u zâr edüp hayfâ diyen insan.Niyâzî bu öğüdü sen ver evvel kendi nefsine,
Değil gayriye andan kim tuta her işiten insân.Gel ey gurbet diyârında esir olup kalan insan,
Gel ey Dünya harâbında yatıp gâfil olan insan.Niyazi Mısri
”Mademki içinde bulunduğun yer, konuştuğun kimse sana feyz vermiyor; terke mani olan ne?”
Ataullah İskenderi
Güllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önce
Bahar yağmurları böyle güllere gebe
İner gökyüzünden bahçelere
Nişanlarda gül şerbeti içilir
Hastalara gül şurubundan ilâç
Gül bir yeni yıl gibi
Yetişir evlere muştu gibi
Hızır fısıltısı say onu
Baharın salavatı güller
Yeryüzüne gelerek sabahları
Yataklara dökülerek
Aşk ezanını okurlar gençlere
Dikkat edin, Hz. Peygamber “Kadın bana sevdirildi” diyor. Sevdiren kim? Sevdirilmek, sevmenin ilerisinde bir şeydir ve sevmeyi içerir. Sevmek beşeri, sevdirilmek ilahî kaynaklıdır. Hak Teâlâ Peygamberine, onu kendisinden uzaklaştıran şeyi değil, yaklaştıran şeyi sevdirir ve kadın sevgisi erkeği Allah’a yaklaştırır.
Muhyiddin İbn Arabi
//- Ehl-i irfân
İrade ve teslimiyet. İnsan iradesinin yetersiz kaldığı yerler, durumlar var. Orada kapıları zorlamak daha çok endişe demek. Teslimiyet, hangi kapıların zorlanmayacağını bilmektir. İrade ile büyür, teslimiyetle olgunlaşırız.
Prof.Dr.Kemal Sayar
Biliniz ki; hoşuna gitmeyen hususlarda Allah’ın kaza ve kaderine rıza göstermeyen kimse, sevdiği hususlarda da tam mânasıyla Allah’a şükrünü eda etmiş sayılmaz.
İmam Ebu Yusuf
Bu tecelli kalpde aşk meydana getirir. ..
İster kadim İlmü’n-Nefs’in tespit ettiği gibi şehev ve gazabı temayülleri arasında, ister modernlerin dillendirdiği gibi haz alma ve elemden kaçma sâikiyle denilsin, bir vâkıadır ki; insanın ameliyeleri daima hissiyatının tasallutundadır.61
Böylesi bir gündeme sahip olan bilinçlerimiz, terbiye edilmediği sürece -elde ettiği her şey gibi- elde ettiği bilgileri de yiyerek şehvet peşinde koşan kendi hazcı gayesi için dönüştürür. Yani bilgi denen şey bir tarafıyla haz peşinde koşan bir bilincin serüvenidir.
Bu süflı temayülleri yüzündendir ki bilinçlerimiz elindeki verilerin gerçekliğe mutabakatından çok, onaylanmayı bekleyen tehassüsât ve temâyülâta mutabakatına dikkat etmektedir.
Hasan Yaşar
Anlamayı engelleyen şey Hakk’a boyun eğmeyi engelleyen kibir, tartışmaya sevk eden üstün gelme arzusu, doğruyu teslim ve kabule engel olan hataya nispet edilme kaygısıdır.
Haris el-Muhasibi
Ebu Hilâl Askeri: “Akıl, kişiyi kabih olana düşmekten men eden ilk bilgidir. Bu manada bunun zıddı ahmaklıktır. (…) Cennet ehli akıllılardır. Zira onlar kabih olana şehvet duymazlar” diyerek91 bilmenin ve akletmenin iyi ve güzeli ayırmanın onun peşinden gitmek manasına geldiğini işaretler.
İşte bu tarifte ele alındığı üzere kişinin elindeki verilerle kendini sınırlaması cehaletinden değil hamâkatindendir yani anlayamamasındandır. Lehine olanı takdir edemeyecek bir hamakat. ‘İlim kişinin cehaletini giderir ahmaklığını değil’ sözü işte tam da bu manaya işaret eder. Malumat biriktirmek ilim ise, onu anlamak fıkıh/fehmdir. İlimsize câhil denir ama anlayamayana ahmak. Yani doğrunun karşıtı yanlış değil, ‘anlama’nın karşıtı olan körlük ya da ahmaklık olarak nitelenmelidir.
Hasan Yaşar
Bir güç elde etme iştiyakıyla hakikate sahip olmayı arzulamak hakikati aramak değildir. Bu ancak insanın hevasına, kendisine tapınma ideolojisidir. Hakikat hakkında söz söyleme yetkisini herkesin hatta Allah’ın ve elçilerinin bile elinden gasp eden kimseler de işte bu putperestlerdir: “Putperestlik [yalnız] ahlâkı bir zaaf değildir; kusurlu bir bilinç zeminine dayalı yanlış bir ontolojidir. Daha düşük bir gerçekliğin daha büyük bir gerçekliğin yerine ikame edilmesidir. (…) Bilim bizim dinimiz olmuştur; Dinler bilincin sınırlarında inşa edilir. Gerçeklik bilinci bilimsel sınırlarda biten ve böylelikle putperestleşen bir dünyada yaşıyoruz. Zira putperestlik hiyerarşik gerçeklerin tersine çevrilmesidir.”82 itirafa başlamışlardır. Bunları itiraf ettikleri yığınla değerlendirme, ilgili eserlerde mebzülen bulunmaktadır.
Hasan Yaşar
82 Theodore Roszak, Çorak Ulkenin Bittiği Yer; Post Endüstriyel Toplumda Politika ve Aşkınlık, Çev. Naim Öztürk, s. 145, İnsan Yay. 1999.
Asrımızda batıda ahlak-bilgi alakasını en üst seviyelerde kabul eden isimlerden biri olan Gadamer, Sokrat’ın değil de Aristo’nun meseleye bakış açısına daha yakın durur ve uygulamayı [yani amel ve ahlâki tavır] anlamanın sonradan ve arızı bir unsuru değil anlama fenomenini tümüyle belirleyen bir şey olarak görür.75 “Anlam bilimleri teorik bilgiden daha fazla ahlâki bilgiye yakındır” diyen Gadamer,76 ahlâkın bilgiye ileri derecede tesirini itiraf eder.
O, şunları söyler: “[Bilinç fonksiyonları olan] kognitif fonksiyonlar ile [ahlâkı değer ve kabuller olan] normatif fonksiyonları birbirinden ayırmak açıkça birbirine ait olan şeyleri ayırmaktır.Bu iki fonksiyon arasında [birbirine sirayet ettikleri] bir gedik vardır.”77 “[Kişinin eşya ile] dogmatik [ahlaki kabuller ile] ilgi [alaka kurması] ile [tarih içinde herhangi bir eşya] tarihsel ilgi [kurması] arasında fark olsa da kesin bir ayrım gösterilemez.”78
75 Gadamer, Hakikat ve Yöntem, c. 2, s. 87.
76 Gadamer, Hakikat ve Yöntem, c. 2, s. 73.
77 Gadamer, Hakikat ve Yöntem, c. 2, s. 67, 68.
78 Gadamer, Hakikat ve Yöntem, c. 2, s. 89.
Hasan Yaşar
Dirayet Dergisi,sayı.2
Hakikati arama erdemine erememiş bir kimsenin anlama ve yorumlama usûlü, bildiği bütün yollarla kendisini beğendirme, üstün gelme ve karşı tarafı haklı olduğuna inandırma usulüdür. O yüzden bin bir hileyle işini yürüten nefsin insanın kendisini nasıl sınırlamasına sebep olduğunu daha çok yekdiğeriyle muhatab olduğunda fark edersiniz.
Öyle ki en cahili bile illa satacak bir şeyler bulur. Bir mecliste tek bir kelime bile bilmediği herhangi bir hususta küçük düşmemek için susan kimseler (birileri buna eminim tevazu diyecektir) o yeni duyduğu ibtidâı malumat ile başka meclislerde meydan yerine atlayan bir uzman kesiliverirler.
Hatta bir ara başkasından duyduğu bir bilgiyi şaşkınlıkla dinleyen ama bir süre sonra ondan duyduğunu bile unutarak bilgiyi kendisi keşf etmiş bir meselenin uzmanı gibi hem de aynı kişiye satmaya kalkışanlara rastlarsınız. Birileri akıl diye kutsamaya yeltense de işte bu bilincin adını da yaptığı işi de Cenabı Allah ferman buyurmaktadır. “Muhakkak ki nefs olanca şiddetiyle kötülüğü emredendir…” (Yusuf, 53)
İnsanın kendini sınırlandırması ve elde ettiğini hakikat görmekte ısrar etmesi derinliği görmesine perde olmakta ve katilik iddiası olarak tezahür etmektedir.Bu bir eksik ve yanlış anlama, daha doğrusu ‘anlamama’ halidir. Bu da şu manaya gelir ki ‘anlamak’, ahlaksızların mahrum olduğu bir şeydir.
Hasan Yaşar
Dirayet Dergisi,2.sayıdan..
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâb-ı güzîniyle birlikte oturuyordu.
Onlara:
“Şimdi size beş şey söyleyeceğim. Bu beş şeyi benden kim öğrenip hayatına uygulamak ister (veya onları uygulayacak olanlara öğretmek ister?) diye sordu.”
Orada bulunan sahâbîlerden Ebû Hüreyre radıyallahu anh hemen cevap verdi:
“Yâ Resûlallah! Ben öğrenip uygulamak (uygulayacak olanlara da öğretmek) isterim”dedi.
Peygamber Efendimiz Ebû Hüreyre’nin elini avucunun içine aldı. Parmaklarını bir bir tutarak bu beş şeyi saymaya başladı:
“1-Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzak dur! O zaman Allah’a en çok kulluk eden sen olursun.
2-Allah’ın sana verdiğine kanaat et! O zaman en zengin (Allah’a en çok şükreden) sen olursun.
3-Kendin için istediğin şeyleri diğer insanlar için de iste! O zaman gerçek mü’min olursun.
4-Komşuna iyilik et! O zaman en iyi Müslüman sen olursun.
5-Bir de çok gülme! Çünkü çok gülmek kalbi katılaştırır, öldürür.”
Tirmizî, Zühd 2, nr. 2305; İbni Mâce, Zühd 24, nr. 4217; Ahmed ibni Hanbel,Müsned, II, 310, nr. 8081.
Görme, öğrenilmesi gereken bir sanattır: Bakmakla göremeyiz.”(Sir William Herschel)
#Asım Cüneyd Köksal
İnsan bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nâzenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmanürrahîm’in dergâhında; ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir. Tâ ki, makasıdı ona müsahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.
Yoksa bir sinekten vaveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi; ben kuvvetimle bu kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acib şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıd olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstehak eder.(Said Nursi)
Falanca şu hatayı yapıyor. Filancanın bu ayıbı vardır dersin. Ama sen eline fırsat geçmeyensin. Dibinde lağım bulunan su gibisin. Durgunluğundan dolayı berrak görünürsün. Bir karıştırıldığında her şey ortaya çıkar.
Hz.Mevlana
“Alaaddin ve sihirli lambası” hemen herkesin bildiği bir masaldır. Bu masalın yine de işaret ettiği bir hakikat var: İnsan’ın istekleri sonsuzdur. Bu nedenle insan isteklerini tatmin için sürekli bir sihirli lamba arar. İstekleri olanlar daima bir lamba ararlar; hatta bulurlar. Hiç şüphesiz burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Her sihirli lambadan cin çıkmaz. Ancak sömürgeci kapitalizmin buradaki çözümü de dâhiyanedir: Kişi’ye sihirli lambadan her an bir cin çıkabilir hissini kazandırmak: “Sihirli lambanı bul ve bekle; her an cin çıkabilir [Size de çıkabilir].” Çağdaş hayat her yanın sihirli lambayla doldurulduğu ve başında onları ovuşturan, ovan insanların bulunduğu bir gürültü meydanı…
Prof.Dr.İhsan Fazlıoğlu
Günümüzde şuursuzluğun idamesi için devreye sokulan bütün eylemeleri bir deyişle özetleyebiliriz: “Hayatı çoğaltmak.” Hayatı çoğaltmak için ise yapılması gereken şey: “İnsanın isteğinin artırılması, beslenmesi…” İnsanın isteğinin sürekliliği için ihtiyaçlarını sürekli kılmak yeterlidir. Sürekli ihtiyaç hisseden insan sürekli isteyecek; sürekli isteyen insan ise sürekli ihtiyaç duyacaktır. Sürekli ihtiyaç-sürekli istek denklemi, hayatı çoğaltacak, insan tatminsiz bir isteme küpü haline gelecektir. Böyle bir insan şimdi’yi mutlaklaştırır, dünü ve yarını şimdi’sini tehdit eden birer unsur olarak görür; geçmişten kaçar, gelecekten ise korkar.
Şimdisini, boşluk bırakıp bir an kendisiyle yalnız, kendi başına kalmamak için alabildiğine doldurur [zaman doldurma, geçirme ve öldürme]; bunun için elden geldiğince değişik meşguliyetler yaratır; tıkandığı yerde boşluğu gürültüyle kapatır. Çağdaş hayatın insanın kendi bireyselliğini unutmasına neden olan bir günlük diliminde yer alan gürültülere şöyle bir bakmak yeterlidir.
Prof.Dr.İhsan Fazlıoğlu
Kâfirin en büyük hastalığı Allah’ın sabrını sınamaktır. Bir çoğunda mantık şu: “O kadar inkâr ediyorum bir şey olmuyor. Olsaydı bana ceza verirdi.”
Seni inkârınla başbaşa bırakmasından büyük ceza mı olur?
Hem O, cezayı senin istediğin zaman değil Kendi istediğinde verecek!
Doç.Dr.Soner Duman
Kışın da soğuğu seni üzüyor.
İlkbaharın o güzelim dönemi,
Bu sefer de seni engelliyor.
Peki bana söylermisin şimdi:
Senin ilme arzun ne zaman.
Dünyâ dertlerine tutulmuş din kardeşini tedbirsizlikle suçlayıp, kınama. Çünkü o, ya mazlumdur; Allahü teâlâ sonunda onu kurtaracaktır veya günah işlemiştir, başına gelen musîbetler günâhına keffârettir. Yâhut daAllahü teâlâ, yüksek derecelere ve makamlara ulaştırmak için onu dünyâ dertlerine mübtelâ kılmıştır.
İbn-i Vefâ (r.h)
-Bütün elbiseleri gördüm. İffet ve sakınmaktan daha iyi elbise görmedim.
-Bütün malları gördüm; kanaatten daha iyi mal görmedim.
-Bütün iyilikleri gördüm; nasihatten daha iyisini görmedim.
-Bütün yemekleri görüp tattım; sabırdan lezzetlisini görmedim.
vakit seni tezlil (hor ve hakir görme) ederse meyus (ümitsiz) olma.
Basiret nuruyla bakanlar, muhabbet ve ünsiyetin, Mahbubu devamlı olarak hatırlamakla kökleşeceğini, marifetin ise O’nun zâtını, sıfat ve fiillerini daima düşünmekle mümkün olabileceğini bilmişlerdir.” “Marifet, fikrin devamı ile hâsıl olur.”
İmam-ı Gazzâli
Hitap , -konuşanın değil – dinleyenin değerine göre ortaya çıkar !
Muhyiddin Ibn Arabi (k.s.)
Arş, su üstündedir ve su özü gereği canlılığı kabul eder. Allah Teala her şeyi sudan canlı yapmıştır. Yoksa onlar, yeryüzünün yağmurla canlandığına inanmazlar mı? Ağaçların canlılığı, sulamaya bağlıdır. Hatta havada bile su vardır, yoksa tutuşurdu.
İbn-i Arabi
Günah, meşruiyet toprağında büyür. Çevremizdeki hatalara, zulümlere sessiz kalarak farkında olmadan can suyu vermiş oluruz. Hiçbir kötülük kendiliğinden neşet etmez. Önce bir insanı ele geçirir, onun davranışlarında yabani sarmaşıklar gibi gelişir, çoğalır. Fakat asla tek bir insanla yetinmez. Yayılmak, kalpten kalbe, insandan insana sirayet etmek, bütün toplumu ele geçirmek ister. İşte bu yayılma esnasında kötülüğün kadim bir yöntemi vardır.
Sinsi ve çekingen başını çıkarıp insanları seyretmek, sabırla toplumun kendisine alışmasını, onu normalleştirmesini beklemek… İkinci adım olarak zehirli filizlerini insandan insana uzatır. Kötülüğün toplumsal zemin bulması da böyle cereyan eder. Artık o bir yabancı değil, ev sahibidir. Dağdan gelmiş, bağdakini kovmuştur. Bunu yapamamış olsaydı, ele geçirdiği ilk insanın şahsında yalnızlaştırılacak, vicdan değirmeninde öğütülecekti. Öte yandan insanlar basit bir nemelazımcı davranışla felaketle sonuçlanabilecek toplumsal savrulmalara zemin hazırlamıştır.
(Sema Bayar)
Molla Câmî der ki:
Cihan, dostumuzun güzelliğinin aynasıdır.
Onun yüzünü bütün zerrelerde müşâhede et.
Bir medeniyeti yok eden, doğal felaketler ya da savaşlar değil, mensupları tarafından ‘unutulmaktır’. İnsanlar âdetlerini(davranış hafızası) ve örflerini(bilgi hafızası) unutunca medeniyetlerini de kaybederler. Çünkü medeniyet, geleneklerin(âdetlerin ve örflerin) örgütlü hâlidir.
Prof.Dr.İhsan Fazlıoğlu
Mey o mey âlem o âlem îşret ol îşret değil..
Kim Allah’tan başkasına bakarsa, bu bakışı onu Allah’tan uzaklaştırır. Artık, benim düşmanım başkasıdır,dememelidir. Aksine sen kendinin düşmanısın.
Muhyiddin İbn Arabi
İnsan, alemin ruhu olmasına kanıp, ben ondan şerefliyim, dememelidir. Alem senin kardeşindir. Alem ve insan birbirini bütünler. Anneni ve babanı tanı.
İbn Arabi
Feryâd eder vakt-i seher,
Feryâd eder vakt-i seher.
Ahlâkî yolculuğun her kademede aradığı kemal ve saadet iki yolla; ilim ve amelle olur, onlarla elde edilir. Hem bilmeli hem yapmalı/eylemeli. Yapmak/eylemek de bir bilmektir ancak yapmaktan müstakil olarak bilmek diye tek başına anlamlı ve amele de kaynaklık eden ayrı bir bahis vardır. Anlama/anlayış ahlâkın bir kademesidir; bir rivayete göre anlayış (fehm, fıkıh) ilimle amel arasında, diğer bir rivayete göre ikisinin de üstünde ve fakat onların muhassalasıdır. Türkçe’de anlama değilse de anlayış (anlayışlı olmak) zaten bilmeden ziyade ahlâk sahibi olmaya işaret eder. Topçu şöyle diyor:
“Hayatta esas olan hadise yaşamak, mektepte ise tanımaktır. Birincisi dışsallık, ikincisi içsellik ifade eder.
Öğrenme her şeyden evvel bir çıraklıktır. Mektep çıraklık yeridir, diyebiliriz ki bir tezgâhtır. O tezgâhta usta yapar, çıraklar tekrarlar. Usta verir çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş, benliğe mal edilmemiş ders, iyi bir ders sayılmaz. Mektepte alınan ders ya bir tasavvurdur, hayale mal eder; ya bir hünerdir, ele mal edilir; ya da bir aşktır kalbe doldurulur. Bunlardan biri halinde benliğimize girmeyip sade hafızada, şuurun dışında asılı bir küfe yük halinde duran bilgiler faydasız ve mânasızdır… İyi üstad, dışımızda yaşananı içimizde hayat yapabilen muallimdir.”
Mustafa Kutlu
“Ateş gibi değil, ağaç gibi büyümeyi öğrenmemiz gerek.”
Wendell Berry,
Hangisin alsam gülü yûhut ki câmı yâ seni
Zührî der ki: “Eskiden bir âlime gittiğimizde, ilimden çok ondan edeb öğrenmeyi severdik.”
Ebu Nuaym
Şeyh Gâlib
~~~~~~~~~
Mutluluk vakti de gelir geçer, sıkıntı mevsimi de.
Hüzünler evi, gül bahçesi olur bir gün üzülmeFerahlarsın ey gam çeken gönül, endişelenme
Geçer bu dalgalanışın, huzura erer başın, üzülmeDönmese de felek gönlümüzce iki gün
Hep aynı kalmaz ya devran, üzülmeGelirse ömrün baharı, yine çimenler üstünde
Başına gülden şemsiye açarsın ey bülbül, üzülmeUmudunu kaybetme sakın, bilmezsin gaybın sırrını
Perde ardında gizli oyunlar döner, üzülme
Ka’be aşkıyla çölde yürüyeceksen eğer
Ayağına deve dikeni batsa da üzülme
Söküp götürse de yokluk seli varlık temellerini ey gönül
Kaptanın Nuh oldukça, korkma tufandan, üzülme
Sevgilinin ayrılığında, rakibin sıkıntısında halimizi
Bilir hep halden hale sokan Allah, üzülme
Yoksulluk bucağında, karanlık gecelerin yalnızlığında Hafız
Oldukça virdin, dua ve Kur’an üzülme.
Hâfız-i Şîrâzî
Yeğdir ölmek merd olan nâ-merde muhtâc olmadanBâkî
~~~~~~~~~~
Ey gönül! Zamana, devrana asla baş eğme. Onun istediği istikamette davranışlar sergileme.Mert, yiğit bir kişinin namerde muhtaç olmasındansa aç bir şekilde ölüp gitmesi daha iyidir.|Berceste Beyitler
Bir çiçeğin açması bir bahar kadar özen ister..
|Alıntı
Ebû Câfer Muhammed b. Ali bildiriyor: Babam bana nasihat ederken şöyle dedi: “Evladım؛ Beş kişiyle dost olma, sohbet etme ve yolculuğa çıkma!”
Kendisine: “Sana feda olayım babacığım! Bu beş kişi kimlerdir?” diye sorduğumda: “Fasık biriyle dost olma ki bir yiyecek veya daha aşağısı için seni satar!” dedi. Kendisine: “Bunun daha aşağısı nedir ki? diye sorduğumda: “O yemeğe tamah etmesi ama elde edememesidir” dedi.
Ona: “Babacığım! ikinci kişi kim?” diye sorduğumda: “Cimri ile dost olma! Zira ona çok ihtiyaç duyduğun zor bir zamanda malını senden esirger!” dedi.
Ona: “Babacığım! üçüncü kişi kim?” diye sorduğumda: “Yalancı ile dost olma! Zira yalancı dost, serap gibidir, sana yakını uzak, uzağı da yakın eder” dedi.
Ona: Babacığım! Dördüncü kişi kim?” diye sorduğumda: “Ahmak ile dost olma! Zira sana iyilik yapmak ister, ama zarar verir” dedi.
Ona: Babacığım! Beşinci kişi kim?” diye sorduğumda ise: Yakınlarıyla bağını kesmiş olan bitiyle dost olma! Zira Allah’ın Kitabı’nda üç yerde böylesi bir kişinin lanetlenmiş olduğunu gördüm” dedi.(Ebu Nuaym,Hilye)
Mâlik b. Dînâr der ki: “Doğruluk kalpte zayıf olarak başlayıp zamanla güçlenir. Hurma fidesinin gelişip serpilmesi gibidir. Hurma fidesi de önce tek bir dalla başlar. Çocuğun biri onu kırsa veya keçinin biri onun yiyecek olsa gövdesi kurumaya başlar. Ancak sulandıkça gelişir, sulandıkça serpilip büyür. Zamanla artık üzerine çıkılacak bir gövdesi, altında oturulacak bir gölgesi ve yenilecek bir melesi olur, işte doğruluk da aynı şekildedir. Kalpte zayıf ve cılız olarak başlar.
Ancak bunu kalbinde taşıyan kişi zayıf da olsa bu doğruluğun üzerine titrerse Allah onu daha da arttırır. Kişi onunla ilgilendiği oranda Allah onu daha da çoğaltır. Bu şekilde Allah bu doğruluğu kişiye bereketli kılar, bu yüzden söylediği sözler de günahkârlara şifa olur.” Sonra Mâlik oradakilere: “Böylesi kişileri hiç görmediniz mi?” diye sorduktan sonra cevabı yine kendi şöyle verdi: “Vallahi böylelerini gördük!Örneğin Haşan, Saîd b. Cübeyr ve benzerleri. Onlardan biri sözleriyle nice insan topluluklarını diriltir.(Ebu Nuaym,Hilye,cild.2)
Bekr b. Abdillah el-Müzenî der ki: “Sizler çokça günah işliyorsunuz. Onun için çokça da istiğfarda bulunun. Zira kişi, amel defterinde her iki satır arasında bir istiğfarın bulunmasına (günü gelince) çok sevinecektir.”
Ebu Nuaym,Hilye
İnsanlar medenileştikçe kadınların itibarı düşmüştür.
Prof.Dr.Teoman Duralı
Gel ey rûh-i revân gel kim işim Allâh’a kalmışdır
Görürler, nasılmış, neymiş kahraman!
Yer ve gök su vermem dediği zaman,
Her tarlayı sular arkımız bizim.
Taş bağırda, sular dizde, gideriz,
Bir gün akşam olur, biz de gideriz,
Kalır dudaklarda şarkımız bizim…
2. Semi (yarı)-deizm: “Kur’an Allah’ın değil peygamberin sözü.”
3. Deizm: “Allah var, peygamber ve din yok.”
4. Post-deizm (ateizm): “Allah diye bir şey yok.”Bir Kelime-i Tevhid hepsine yeter: “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah.”Soner Duman Hoca
Görmek istemeyenler için yeterince karanlık vardır.”
Mal, mülk, para, pul, meslek, beceri, bilgi, zeka bunlar gerçekte güç değildir. Toplum bunlara güç atfetmiştir. Güç, insanın bunlara sahip olmasında değildir. Çünkü bunlar nefsi azgınlığa sevk edecek imtihan sebepleridir.
“Güçlü insan” nefsinin dizginlerini eline almış, nefsini terbiye edebilmiş insandır. Yoksa Allah’ın verdiği nimetlerle şımaran ve bu nimetleri kötüye kullanan değildir.
Güç kişinin duruşundadır. Güç erkeğin erkekçe duruşunda, kadının kadınca duruşundadır. İki tarafın birbirine benzememesindedir.
Sema Maraşlı
Çalış,çalış ki beka sa’y olursa hak edilir.
Bizler mi vakti hoşça geçirmekteyiz bugün? Şüphem şudur: Vakit mi geçirmektedir bizi?
—Yahya Kemal
————————————
Kapitalizm,
-okutarak cahilliği,
-çalıştırarak fakirliği,
-medeniyet diyerek barbarlığı
-ve barış diyerek ölümü artırmaktır.
Kapitalizm’de yaşama denklemi:
-Bazılarının yaşaması, diğer bazılarının ölmesine bağlıdır.
-Bazılarının daha iyi yaşaması, diğer bazılarının daha kötü yaşamasına bağlıdır.
-Bazılarının daha mutlu olması da, yine diğer bazılarının daha mutsuz olmasına bağlıdır.
Sonuç: Evren’deki gibi, Yaşam’da da bir düzen, başka bir yerdeki bir düzensizlikle sağlanır…
Yeryüzü’nde Kapitalizm ve Emperyalizm ile sorunu olmayan bir kişinin, ‘insan-ca’ yaşıyor olduğuna inanmak için, hiç bir nedenimiz yoktur.
Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu
…
Yazıklar olsun! Nasıl gücüm kırılmaz ve biçare düşmem? Rabbim merhamet etmezse vah halime! Nasıl bu ateşi söndürmek için gayret etmem.Eğer Rabbim merhamet etmezse vay halime!Yazılar olsun! Nasıl hatamı hatırlamak, tembelliğimi gidermez ve onu yok edecek şeye yönlendirmez. Rabbim rahmet etmezse vay halime!Yazıklar olsun! Nasıl ellerimin yaptığı yaramı deşmez! Rabbim bana merhamet etmezse vay halime, vay halime!Yazıklar olsun! İlk günahım İkincisini işlememe engel olmaz ve işlediğim son hata ilkiyle birlikte günah kazandığımı hatırlatmaz. Rabbim beni bağışlamazsa halim nice olur, halim nice olur?Yazıklar olsun! Dilim, kulağım, kalbim ve gözümle yaptıklarım (beni âhiret işinden) alıkoydu. Rabbim beni bağışlamazsa vay halime!
Ebu Nuaym,Hilye
Avn b. Abdillah der ki:
Mümin başkalarıyla anlaşabilen kişidir.
Başkalarıyla anlaşamayan ve başkalarının da kendisiyle anlaşamadığı kişide hayır yok.
Avn b. Abdillah b. Utbe der ki:
“Bir kişiyi en güzel halinde görmeyi dilersen, namaz kıldığı bir zamanda ona bak.”
Sadece ifşa ettiğim değil ama belki en çok, ‘kendimi gizlediğim yerim ben’. Mahremiyet kişi olmanın özüdür,ne ki günümüzde, mahrem alan bir hapishane gibi algılanıyor ve Bauman’ın diliyle, ‘günümüzde bizi mahremiyetin ihlali değil daha çok ondan çıkışın kapatılması korkutuyor.’
Prof.Dr.Kemal Sayar
Kalb-i selim sahibi olan kimse, malına ve çoluk-çocuğuna kalbi ile bakmaz,kalbi onlarla sekinet bulmaz; aksine onları sadece birer hayır, dünyevi bir nimet olarak görür. Onlara sahip oluşu sadece Rabbinin emrine muvafakat içindir. Onun kalbi evlat ve mal afetlerinden selamettedir.
Abdulkadir Geylani (k.s)
Molla Câmi der ki:
Kıymetli ömrün her demi eşsiz bir hazînedir.
Böyle bir hazîne her an boşa gidiyor, âh, âh.
Ezan sesini gönülle dinleyiniz:Âleme aff-u rahmet serpiyorlar.
Nurettin Topçu
Sanki Kur’ân-ı Kerim, enbiyanın kıssa ve hikayeleriyle terakkiyatın esaslarına, temellerine parmakla işaret ederek: ‘Ey beşer! Şu gördüğün mu’cizeler, bir takım örnek ve nümunelerdir. Telâhuk-u efkârınızla(fikirlerin eklenmesiyle), çalışmalarınızla şu örneklerin emsalini yapacaksınız.’ diye ihtar etmiştir. Evet mazî istikbalin ayinesidir; istikbalde vücuda gelecek icâdlar, mazide kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir.”(İşaratül İcaz)
“Meselâ, “Rüzgarı da Süleymana boyun eğdirdik ki, sabahtan bir aylık, öğleden sonra da bir aylık yol giderdi.” (Sebe Sûresi, 12) âyeti, ‘Hz. Süleymân, bir günde havada tayeran(uçma) ile iki aylık bir mesafeyi kat’etmiştir’ der. İşte bunda işaret ediyor ki: Beşere yol açıktır. Bu mertebeye yetiş ve yanaş. Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisaniyle manen diyor: ‘Ey insan! Bir abdim, hevâ-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavânîn-i âdetimden(Allahın kanunlarından) güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz.(Said Nursi,Sözler)