Bugün “kaynaklara inelim” diye tutturan bazı iyi niyetli, fakat bilgi bakımından yetersiz Müslümanlarla karşılaşıyoruz. Kaynaklara inmek için Kuran-ı Kerim’i veya hadisi şerifleri tercümelerinden okuyabilmek yetmez. Hatta asıllarından okuyabilmek de yetmez. Lisan, çünkü gerekli, hatta elzem bir şart olmakla beraber yeterli değildir. Bunun yanında, islâm fıkhı üzerinde ciddi bir eğitim ve öğretim de gereklidir. Fıkıh değil yalnız, İslâm tarihini de (özellikle Asr-ı Saadeti) bilmeli. Ayrıca kitaplarda belirtilen bazı “teknik şartları” hiç söz konusu etmiyorum. İçtihat yapıyorum diyen insan bütün bu bilgilerle, bütün bu niteliklerle donanmış olmalıdır. Gerçi, bu kadar bilgiyle, nitelikle donanmış biri de içtihad yapalım diye meydanlara düşmez, diyeceksiniz. Orası öyle. Çünkü bu niteliklere sahip biri, kendisinin içtihadının sorulduğu hemen her hususta, geçmiş Ehl-i Sünnet ve Cemaat müçtehitlerinin görüşünü bildirerek meselinizi bu yoldan halledecek, hatta belki de yeni bir içtihat yapmasına lüzum kalmayacaktır.

Bu gün müçtehit olmaya, kaynaklara dönmeye heves edenlerimizin bilmedikleri, asıl, o, vaktiyle yapılmış olan içtihatlardır. Kaynaklara dönmekten murad, Ehl-i Sünnet ve Cemaat imamlarının içtihatlarını, görüşlerini öğrenmek, ona göre amel etmekse, buna zaten kimse bir şey demiyor. Tersine, biz de bunlara amel etmekten bahsediyoruz. Yok, eğer kaynaklara dönmekle, Kuran’dan ve hadislerden biz kendimize göre anlamlar çıkarıp, kendi çıkardığımız anlamlara göre amel edelim denilmek isteniyorsa, bu iddia sahibine ben, ancak, çok cesursun diyebilirim.

 

—————————-

 

Bir müçtehit içtihadında mutlaka isabet ettirir, diye bir kaide yok. İnsandır, isabet de ettirebilir, yanılabilir de. Fakat Cenab-ı Allah insanları içtihada teşvik için içtihadında yanılan kimseye de bir sevap vaat ediyor, isabet ettirirse iki sevap… Fakat içtihat yerine safsata yapanlara herhangi bir vaatte bulunulmamış.

Kaynaklara dönelim diye ahkâm kesenler, ilkin, kaynakların neler okluğunu, kaynaklara nasıl yaklaşılacağını, hatta Arapçadan da önce kendi dilini, Türkçeyi, Türkçedeki eserleri öğrenmesi gerektiğini öğrenmelidir.

Bu sözlerimiz, kendini müçtehit sananlara belki ağır gelebilir. Ama ilkin kendi nefsimizi izzetlemekten vazgeçmeyi deneyerek böyle bir işe başlamalıyız, diye düşünüyorum. Allah katında bizim nefislerimizin hor, hakir, zelil, aciz olduğunu idrak etmek bu işin elif- ba’sından da önce gelir. Yoksa nefsimi, “Müslüman nefsimi” hakaretten koruyacağım diye başlarsak, nefs putuna tapınmaya başlarız da haberimiz bile olmaz. Bakınız ne diyor bir hikmet ehli: “Nefsi kendisine iyi görünene, dini çirkin görünür.”

Kaynak:

Rasim Özdenören-Müslümanca yaşamak

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce