1- Allah’ın zatını bilme ve bunun tabii sonucu olarak; zatının ezelî, ebedî ve bir olduğunu, cevher, araz ve cisim olmadığını, O’nu zorunlu ve var kılan bir başka varlığa muhtaç olmadığını ve tüm bu sıfatlarının sair varlıklardan farklı olduğunu bilme.
2- Hayat sıfatını bilme ve bunun ezelî, ebedî ve tek olduğunu, zorunlu ve var kılan bir başka varlığa muhtaç olmadığını ve bu özelliklerinin sair varlıkların hayatta olmalarından farklı olduğunu bilme.
3- İlim sıfatını bilme ve bunun ezelî, ebedî ve tek olduğunu, zorunlu ve var kılan bir başka varlığa muhtaç olmadığını, zorunlu, mümkün ve müm-teni bütün varlıklara şamil olduğunu, sair ilimlerden farklı olduğunu bilme.
4- İrade sıfatını bilme ve bunun ezelî, ebedî ve tek olduğunu, zorunlu ve var kılan bir başka varlığa muhtaç olmadığını, O’nun kudretiyle gerçekleşen her şeye şamil olduğunu ve sair iradelerden farklı olduğunu bilme.
5- Kudret sıfatını bilme, ve bunun ezelî, ebedî ve tek olduğunu, zorunlu, ve var kılan bir başka varlığa muhtaç olmadığını ve sair kudretlerden farklı olduğunu bilme.
6- İşitme sıfatını bilme ve bunun ezeli, ebedi ve tek olduğunu zorunlu ve var kılan bir başka varlığa muhtaç olmadığını, ezelde ve sonradan ortaya çıkan işitilecek her şeye şamil olduğunu ve diğer varlıkların işitmesinden farklı olduğunu’bilme.
7- Görme sıfatını bilme ve bunun ezelî, ebedî ve tek olduğunu, zorunlu ve var kılan bir başka varlığa muhtaç olmadığını, ezelde ve sonradan mevcud olan her şeye şamil olduğunu ve diğer varlıkların görmesinde farklı olduğunu bilme.
8- Kelam sıfatını bilme ve bunun ezeli, ebedi ve tek olduğunu, ilim sıfatıyla ilgili her şeye şamil olduğunu ve sair kelamlardan farklı olduğunu bilme.
Bu sıfatların hepsi Allah’ın zatıyla kaimdir. Bu sıfatlar dört grup altında ele alınabilir:
a. Hayat sıfatı gibi sadece Allah’ın zatıyla ilişkili olanlar,
b. ilim, işitme ve görme sıfatları gibi zatının dışındakilerle onları açığa çıkarma açısından ilişkili olanlar,
c. Kudret sıfatı gibi zatının dışındakilerle onlara tesir etme açısından ilişkili olanlar,
d. Kelam sıfatı gibi zatının dışındakilerle ne onları açığa çıkarma ne de onlara tesir etme sözkonusu olmaksızın ilişkili olanlar. İlişkili oldukları şeyler itibariyle bu sıfatların en genel olanı, ilim ve kelam sıfatları, en özel olanı işitme sıfatıdır. Bunların ortasında da görme sıfatı yer alır.
9- Allah’ın zatının bütün noksan sıfatlardan, kusur ve eksikliklerden münezzeh olduğunu bilme.
10- İlah olarak bir tek Allah’ın varlığını kabul etme.
11- Allah’ın zatının dışında kudretinden sadır olan fiilî sıfatlarını bilme. Bu sıfatlar cevher ve araz olmak üzere ikiye ayrılır. İnme, yükselme, ihsan etme, engel olma, yüceltme, alçaltma, zengin etme, mal mülk sahibi yapma, öldürme, hayat verme, yeniden diriltme, yok etme gibi fiilleri araz olanlara örnektir.
12- Peygamber gönderme, kitap indirme, mükellef kılma, mükafat olarak sevap verme, ceza olarak azap etme gibi Allah’ın dilerse yapıp dilerse yapmayacağı şeyleri bilme.
13- Hayırlı-şerli, faydalı-zararlı, az-çok bütün fiillerinin iyi olduğunu bilme. O’nda kimsenin bir hakkı yoktur. O’ndan başka sığınılacak kimse yoktur. O’nun hakkı vardır ama O’nda kimsenin hakkı yoktur- O ne söylemişse iyidir, güzeldir. Yer ve gökteki yaratılmışlara azap edip onları kendinden uzaklaştırsa bile adil davranmış olur. Onlara sevap verip onları kendisine yaklaştırmakla onlara nimet vermiş, iyilikte bulunmuş olur.
14- Avamın bu saydığımız şeylerin tamamına inanması, havassın bunları bilmesi mesabesindedir. Çünkü bunları hakkıyla idrak etme avam için açık bir zorluktur. Nitekim Allah (cc) havassı, kendisinin ezelî, ebedî, tek, diri, alim, her şeye kadir, irade sahibi, kelam sıfatı olan, verdiği haberler mutlak doğru olan, işiten ve gören olduğunu bilmekle yükümlü kılmıştır. Avamı ise bunları bilip idrak etmeleri zor olduğu için sadece inanmakla yükümlü kılmış ve onları sadece inanmaları karşılığında mükafatlandırmıştır.
Allah’ın ilim ve kudret sahibi olması, kelamının ezelî olması içinden çıkılması zor konulardandır. Bundan dolayı insanlar bu konularda ihtilafa düşmüşlerdir. Yine Allah’ın zatına nispet ettiği yüz, iki el ve iki göz de insanların ihtilaf ettiği konulardandır. Bunlar Allah’ın zatıyla kaim manevî sıfatlardır. Veya bunların her birinin ilgili sıfata işaret ettiği, yüz ile Allah’ın zatının, iki el ile Allah’ın kudret sıfatının, iki göz ile Allah’ın görme ve bilme sıfatlarının kastedildiği kabul edilebilir.
İnsanlar yine Allah’ın belli bir yönde olup olmadığında da ihtilaf etmişlerdir. Tüm bunlar, insanların uzun uzun ihtilaf ettikleri ve bu meseleleri çözecek delillere ulaşamadıkları zor konulardır.
Eş’ârîler kıdem ve beka (ezel ve ebedî olma) sıfatlarının Allah’ın zatî sıfatlarından mı yoksa selbî sıfatlarından mı olduğunda ihtilaf etmişlerdir.
Eş’ârî alimler bu konuda çok şeyler söyleyip yazdılar. Hatta îbn Fûrek bu konuda söylenenleri iki cilt halinde bir araya getirdi.
Her iki taraftaki müctehitlerin söylediklerinin de doğru olduğunu söylemek mümkün değildir. Bilakis doğru olan bir tarafın görüşüdür. Diğerleri ise hata etmişlerdir. Ancak işin içinden çıkmanın zorluğu hasebiyle affedilmişlerdir. Özellikle Allah’ın belli bir cihette olduğuna inanan kimse affedilmiştir. Ne hareket eden ne de hareketsiz duran, aleme ne bitişik ne de ondan ayrı, ne alemin içinde ne de dışında olan bir varlık. Üstelik yaratılışı gereği insanoğlu adeten O’na ulaşamaz. O’na ancak, idrak edilmesi ve anlaşılması çok zor delillere vakıf olduktan sonra ulaşılabilir. Bu zorluktan ötürü Allah bu konuda avamı mazur görmüştür. Yine bundan dolayı Hz. Peygamber müslüman olan kimseyi bu meseleleri araştırmaya zorlamamış bilakis onları, terk etmeleri mümkün olmayan bilgileri üzere bırakmıştır.
Hulefa-i raşidin ve bu konulara vakıf olan alimler de insanların bu konularda doğruyu bilmediklerini, Allah’ın zatını idrak edemediklerini bildikleri halde onları bu hal üzere bırakmaya devam etmişlerdir. Ama evlenme, mirasçı olma, cenaze namazını kılma, yıkama, kefenleme, kabre taşıma, müslüman mezarlığına gömme ve benzeri tüm konularda onlara müslümanlara uygulanan hükümleri uygulamışlardır. Allah (cc) bu durumdan kurtulmanın çok zor olması hasebiyle müsamaha göstererek avamı affetmeseydi onlara müslümanlara uygulanan hükümler uygulanmazdı. Üstelik bu konuda icma vardır.
Allah’ın insan ya da bir başka şekilde göründüğünü zanneden kimse kafir olur. insanlarda bir şeyi cisim olarak düşünme eğilimi olduğundan din Allah’ı böyle düşünenleri affetmiştir. İnsanlar bir yönde olmayan bir varlığı anlayamıyorlar. Ancak hulul yani Allah’ın insan ya da bir başka şekilde görünmesi farklıdır. Bu insanların yaygın olarak meylettikleri, düşündükleri bir şey değildir. Böyle bir şey akıllı bir insanın aklına bile gelmez. Dolayısıyla bu affedilmemiştir.
Buluğ çağına giren her mükellef için Allah’ın zatını araştırıp idrak etmenin farz olduğunu söyleyenlerin görüşüne itibar edilmez. Çünkü insanların büyük çoğunluğu bunu yapmamakta oldukları için bu meselelere vakıf değildirler. Buna rağmen sahabe ve onlardan sonra gelen nesillerden bu durumdaki insanların günahkar olduğunu söyleyen kimse çıkmamıştır.
Doğru olan, mükelleflerin Allah’ın zatını düşünme ve idrak etme mecburiyetlerinin olmamasıdır. Ancak iman esaslarında şüpheye düşen bir kimsenin, gerçekten iman edinceye, Allah’ın zatını ve sıfatlarını idrak edinceye kadar bu meseleleri araştırması gerekir.
Kur’an’ın; emir, nehıy, vaad, tehdid, haber, nida ve ses olmamasına rağmen dinlenilecek bir şey olduğuna hükmedilİrken, Allah kelamının ezelî ve Allah’ın zatıyla kaim bir tek olduğunu bilmeyen sıradan bir insanın kafir olduğu nasıl söylenebilir? Böyle bir şeyi bilmek Kur’an’ın kat’î delil olduğunu kabul eden ve onu inkar edenin kafir olduğunu bilen bir kimse için bile gerçekten zordur.
Aynı şekilde peygamberliğin, Cebrail (as) vasıtasıyla ya da doğrudan Allah’tan gelen vahyin insanlara bildirilmesinden ibaret olduğunu bilmeyen sıradan bir insanın kafir olduğu nasıl söylenir? Üstelik peygamberlik vücudî bir sıfat değildir. Bilakis ya Allah’ın hitabının ona yönelmesiyle ortaya çıkan bir ilişkiden ibarettir, -yani Allah’ın kelamı ne peygambere ne de vahye sü-butî sıfat kazandırmaz- ya da peygamberin Allah’ın bildirdiklerini insanlara tebliğ etmesinden ibarettir. Böylece peygamberlik vazifesiyle kaim sübutî bir sıfat olur. “Feîl” vezninde olan nebi kelimesi birind durumda kendisine haber verilen anlamına gelirken ikinci durumda haber veren anlamına gelir.
İmam Eş’ârî ölümüne yakın namaz kılan insanların kafir görülmesi fikrinden dönmüştür. Çünkü sıfatların bilinmemesi zatın da bilinmemesi anlamına gelmez. Eş’ârî şöyle demiştir: ihtilaf yorumlardadır, yoksa üzerine yorum yapılan şey aynıdır. Eş’ârînin bu görüşüne delil olarak şu misal getirilmiştir: Bir efendi kölelerine mektup göndererek bazı şeyleri yapmalarını bazı şeyleri de yapmamalarını emreder. Köleler mektup gönderenin efendileri olduğunda ittifak etmekle birlikte onun vasıfları hakkında ihtilafa düşerler. Bir kısmı siyah gözlü, bir kısmı mavi gözlü, bir kısmı, iri ve koyu siyah gözlü olduğunu, bir kısmı orta boylu bir kısmı uzun boylu olduğunu söylerler.
Yine beyaz, siyah, esmer ya da kızıl olduğu konusunda ihtilafa düşerler. Bu durumda onların efendilerinin vasıflarıyla ilgili bu ihtilaflarının, onun itaat edilip kölelik yapılma hakkına sahip efendileri olduğu noktasında hir ihtilaf olduğunu kimse söyleyemez. Aynı şekilde müsîümanların Allah’ın sıfatlarıyla ilgili ihtilafları O’nun itaat ve kulluğa layık yaratıcı ve efendileri olduğuna dair bir ihtilaf değildir. Yine bir adamın çocukları, onun kendi babaları olduğunu, onun dölünden yaratıldıklarını kabul etmekle birlikte vasıfları hakkında ihtilafa düşseler, onların babalarının vasıflarıyla ilgili bu ihtilafları ondan doğdukları, onun dölünden yaratıldıkları noktasında bir ihtilaf değildir.
Burada şöyle bir soru sorulabilir: Allah’a yön izafe etme O’nun sonradan var olduğunu zorunlu kılmaz mı?
Buna şöyle cevap veririz: Bir düşünceyi gerekli kılan şey 6 düşüncenin bizatihi kendisi değildir. Çünkü mücessime mezhebi Allah’a yön izafe etmekle birlikte O’nun sonradan var olmadığını, ezelî ve ebedî olduğunu da söylemektedirler. Bir mezhebe açıkça görüş beyan ettikleri bir konuda başka bu sözleri gerekli kılıyor diye görüşlerinin tam tersini atfetmek caiz olmaz.
Enteresan olan şey şu ki Eş’ârîler de kendi aralarında Allah’ın bir çok sıfat ve halleri hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Mesela Allah’ın ezelî ve ebedî olması, yüz, el ve göz sahibi olması gibi sıfatlarında; bilmesi, kudret sahibi olması, kelam sıfatının tek ya da çok olması gibi hallerinde ihtilafa düşmüşlerdir. Ancak buna rağmen birbirlerini kafirlikle itham etmemişlerdir. Yine Allah’ın hayat, kudret, işitme,.görme ve kelam sıfatlarına sahip olduğu ve bu sıfatlarla mükemmel olduğunda ittifak ettikleri halde bu sıfatları inkar edenlerin kafirlikle itham edilmesinde ihtilafa düşmüşlerdir. Onlar Allah’ın bu kemal sıfatlarına sahip olduğunda ittifak ettikleri halde O’nun fiillerinin bu sıfatlar ile gerekçelendirilmesi konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.
İzzeddin Ibn Abdüsselam – Islami Hükümlerin Hikmet ve Esasları,syf.269-273
ilimdunyasi.com
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…