Kadınla İlgili Ayetleri Değerlendirmede Usul
Paylaş:

 

Burada konumuzun önemli olan kısmına geldik. Eli­nizdeki çalışmamız, Kur’an’da kadın hakkında varid olan âyetleri belli bir tasnife tabi tuttuktan sonra bu âyetleri doğru anlama ve doğru yorumlama yöntemlerini tespit etmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle konuyla ilgili bir metodoloji geliştirme denemesinden evvel, böyle bir me­todolojinin dayanacağı usûl ve esasları tespit etme çaba­sındadır. Aşağıda tasnif ve listesini sunacağımız çağdaş araştırmaların bir kısmında hem İslâm’a, hem de Müslü- manlara yönelik tahkir ve teşni kampanyalarına giren, bu çerçevede Kur’an âyetlerini gözden düşürme çabalarına girdiklerini ispat etmeye çalışacağız. Ancak sözün bura­sında şunu söylemekle iktifa ediyoruz: Günümüzde ba­sılan bazı kitaplarda usûl ve metot gereği hissedilmeden düzensiz, tutarsız, saldırgan ve saptırıcı bir anlayışla Kur’an’ın kadın ile ilgili âyet ve hükümleri eleştirilmek­tedir. İlmî usulleri, akademik nesnellik ve bilimsel ob­jektiflik kriterleri bir taraf, insaf ve vicdana sığmayacak derecede gayr-ı samimi ve gayr-ı adil iddialar peş peşe ileri sürülmektedir. Tabii ki işin özünden mahrum ve uz­manı olmayan kitleler de onlarin arkalarından sürüklen­mektedir. Bu nedenle öncelikle bir usûl geliştirmemiz gerektiği kanısındayız.

Kanaatimizce, Kur’an âyetlerini doğru anlamak ve doğru yorumlamak için şu maddelerde beyan ettiğimiz önemli kıstasları göz ardı etmemek gerekmektedir:

–Âyette geçen kelime ve kavramların müfred ma­nalarını tespit etme gerekliliği

–Âyetin maksat, murat ve icmali manalarını tespit etme gerekliliği

–Âyetin muhatap kitlesini veya kişisini tayin etme gerekliliği

–Âyetin istisna, kayıt, şart ve ihtirazlarım tefrik etme gerekliliği

–Âyeti Kur’an’a aykırı anlam ve hükümlerden ten­zih etme gerekliliği

–Âyetin siyak-sibak, sebeb-i nüzul, umum-hususunu tespit ve tefrik etme gerekliliği

–Âyette insan akıl ve takatini aşan hususları tespit ve tasdik etme gerekliliği

Aşağıda bu kıstasları örnekleriyle birlikte açıklamaya çalışacağız.

2.1. Âyette Geçen Kelime ve Kavramların Müfred Manalarını Tespit Etme Gerekliliği

Kur’an’ın kadınla ilgili âyetlerini doğru anlamak için âyetlerde geçen kelime ve kavramların hem lügat anlam­larım iyice bilmek, hem de o kelimenin ilgili âyette hangi anlam veya anlamlarda kullanıldığını doğru tespit etmek gerekmektedir. Zira Arapça, bir kelimenin birden çok anlam ihtiva ettiği bir dildir. Aynı zamanda bir kelime­nin bir cümlede bir anlamda, diğer bir cümlede onun tam zıt anlamında kullanıldığı bir dildir. Hatta bazı durum­larda bir kelimenin bir cümlede aynı anda birbirine zıt iki anlamda kullanıldığı bir dildir. Arapça dilinin bu hu­susiyetleri, ifadeye kazandırdığı zenginliklerin ve güzel­liklerin yanı sıra onunla nazil olan Kur’an müfredatını anlama konusunda bir takım ihtilaflara ve sıkıntılara se­bebiyet vermektedir. Hanefî ve Şafiî mezheplerinin tek âyet üzerinden iki ayrı içtihada vardıkları “kur ’ âyeti”[62] buna örnek olarak gösterilebilir. Yine “abdest dyefî”[63] diye meşhûr olan âyetteki “başınızı mesh edin” terkibin­den hareketle Hanefî, Şafiî, Mâliki, Hanbelî ve Şiî

–Âyeti Kur’an’a aykırı anlam ve hükümlerden ten­zih etme gerekliliği

–Âyetin siyak-sibak, sebeb-i nüzul, umum-hususunu tespit ve tefrik etme gerekliliği

–Âyette insan akıl ve takatini aşan hususları tespit ve tasdik etme gerekliliği

Aşağıda bu kıstasları örnekleriyle birlikte açıklamaya çalışacağız.

–Âyette Geçen Kelime ve Kavramların Müfred Manalarını Tespit Etme Gerekliliği

Kur’an’ın kadınla ilgili âyetlerini doğru anlamak için âyetlerde geçen kelime ve kavramların hem lügat anlam­larını iyice bilmek, hem de o kelimenin ilgili âyette hangi anlam veya anlamlarda kullanıldığını doğru tespit etmek gerekmektedir. Zira Arapça, bir kelimenin birden çok anlam ihtiva ettiği bir dildir. Aynı zamanda bir kelime­nin bir cümlede bir anlamda, diğer bir cümlede onun tam zıt anlamında kullanıldığı bir dildir. Hatta bazı durum­larda bir kelimenin bir cümlede aynı anda birbirine zıt iki anlamda kullanıldığı bir dildir. Arapça dilinin bu hu­susiyetleri, ifadeye kazandırdığı zenginliklerin ve güzel­liklerin yanı sıra onunla nazil olan Kur’an müfredatını anlama konusunda bir takım ihtilaflara ve sıkıntılara se­bebiyet vermektedir. Hanefî ve Şafiî mezheplerinin tek âyet üzerinden iki ayrı içtihada vardıkları “kur’ âyeti”[64] buna örnek olarak gösterilebilir. Yine “abdest âyeti”[65] diye meşhûr olan âyetteki “başınızı mesh edin” terkibin­den hareketle Hanefî, Şafiî, Mâliki, Hanbelî ve Şiî mezheplerin farklı içtihatlara varmaları da burada örnek olarak verilebilir.[64] Durum böyle olunca Kur’an’ın ka­dınla ilgili kullandığı kelime ve terkiplerden hareketle hem doktrin içi içtihatlar bağlanımda, hem de sistem dışı tenkit ve tahliller bağlamında çok farklı görüşler ortaya çıkmaktadır. Biz burada detayına girmeden kısa açıkla­malarla birkaç örnek vereceğiz:

Örnek 1: Nüşuz (velleti teğafune nuşuze hunne) Nüşûzün neliği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.

Örnek 2: Darb (vesribuhunne  faizuhunne vehcuruhunne fi lmesacih)Darb yani dövmek kelimesi farklı şekil­lerde açıklanmıştır.

Örnek 3: Şikak ve hakemen min ehliha  verin hiftum şikake beynihima febhedu hekemen min ehlihi) Şikak kelimesi farklı şekillerde tef­sir edilmiştir.

Örnek 4: Kavvam ba’dahum ‘alâ ba’din vebimâ enfekû min emvâlihim(c) fe-ssâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lilġaybi bimâ hafiza(A)llâh(u)) Kavvam kelime­si farklı şekillerde açıklanmıştır.

Örnek 5: Hars (Nisâukum harśun lekum fe/tû harśekum ennâ şi/tum)Kadınlar için “Hars: tarla” benzetmesi kadını aşa­ğılama anlamı mı taşıyor yoksa üretkenliğe yöne­lik bir teşbih midir şeklinde tartışmalar yapılmak­tadır.

Örnek 6: Fitne İnnemâ emvâlukum ve evlâdukum fitne(tun)(c) va(A)llâhu ‘indehu ecrun ‘azîm(un))Kadının da içinde bulunduğu evlat ve aile için fitne kelimesinin gerçek anlamı konusunda tartış­malar bulunmaktadır.

Örnek 7:Zinet*yubdîne zînetehunne illâ mâzahera minhâ, velâ yubdîne zînetehunne illâ libu’ûletihinne ev…)Zinet kelimesinden maksat saç mı, yüz mü, boyun mu, altın ve gümüş takılar mı, göğüs mü, göğüs üstündeki gerdanlıklar mı, süslü elbiseler mi, bedenin açık kısmı mı? İşte bu soruların kapsamında birçok farklı görüş ve içtihat­lar belirmiştir.

Örnek 8: Himar(velyesrib na bi humri hinne ala cuyubihinne)Âyet­te geçen himâr, darb ve ceyb kelimeleri ne anlama gelmektedir? Bu kelimeler bayanların saçım mı, boynunu mu, göğsünü mü kapatmaları gerektiğini ifade etmektedir?

Örnek 9: Himar (Vekarne fî buyûtikunne velâ teberracne teberruce-lcâhiliyyeti)Evinde durmak, vakar sahibi olmak, teber- rüce girmemek ne demektir?

işte bu kelimeler ve kavramlar üzerinden sürdürülen tartışmalarda ortalama üç (3) farklı tanım veya anlam zuhur ettiğinde sadece gösterdiğimiz bu dokuz (9) örnek hakkında yirmi yedi (27) adet farklı açıklama ve yorum­lama biçimi ortaya çıkacaktır. O halde bu farklı yorum­ları bir açıdan asgariye indirmek, bir açıdan da hatalı te’vil ve açıklamalardan korumak amacıyla öncelikle âyetlerde geçen kelime ve kavramların anlamlarının net bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir.

2.2.Âyetin Maksad ve Muradını / İcmali Manalarını Tespit Etme Gerekliliği

Kelime ve kavramların müfred manasının ortaya çı­karılması, müfredatın lügavî anlamların tespiti, âyeti doğru anlamaya tek başına yetmez. Bundan sonra âye­tin kendi içindeki amaçları, bu amaçların daha önceki ve sonraki ayetlerin amaçları açısından tutarlı bir şekil­de karşılaştırılması, aynı zamanda âyette geçen hüküm­lerin formel kısmı ile maksatlarının Kur’an’ın bütünlü­ğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Ancak bundan sonra âyeti doğru anlama konusunda ışıklar yanacak, kıvılcımlar çakılacak ve âyetin maksat­ları gittikçe netleşecektir. Zira sözün bulunduğu ortama göre de manaları farklı olduğu gibi söyleniş amacına göre de anlamları farklı olabilmektedir, örneğin “Sen insan mısın?” sorusu soru amaçlı olarak söylense, buna verilecek cevap “Evet, ben insanım!” şeklinde iken bir kavga ortamında tahkir anlamı taşıması itibariyla “sen hayvansın!” anlamına geleceği için “Sanki sen mi in­sansın?” şeklindeki cevapta farklı anlama gelecektir, îşte bütün dillerde durum bu şekilde olduğu gibi Arap- çada da bu durum daha belirgin vaziyettedir. Buna göre Kur’an âyetlerinin içerdiği kelime ve kavramlar, bun­ların ifade ettiği bilgi, ilke ve hükümler bir bütün ola­rak ele alınmalı, hepsinin icmâlî manası tespit edilme­li, daha sonra da bunların amaç ve maksatları doğru şe­kilde ortaya çıkarılmalıdır. Burada sadece bir ömek ve­receğiz: I

Taaddud-ı Zevcât, İslâm’ın müsaade ettiği bir evlilik çeşididir. Kur’an birden fazla evlenmeyi, sebeplerini zik­retmeden meşru kabul etmektedir. Örneğin “birinci eşi ağır hasta ve yatalak olanlar evlenebilir”, “birinci eşten çocuğu doğmayanlar ikinci bir eş getirebilir.” Yahut “bi­rinci eşiniz izin verdiği takdirde ikinci eş getirebilirsiniz” gibi herhangi bir mazeret veya sebep zikredilmeden bir erkeğin birden fazla kadın ile evlenmesi şeklindeki çok evlilik hakkında şöyle buyurulmaktadır:

**

“Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getireme­yeceğinizden) korkarsanız sizin için helâl olan (diğer) kadınlardan ikişer, üçer., dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağınızdan endi­şe ederseniz o zaman bir (tâne ile), yahud mâlik olduğu­nuz câriye (ile iktifa edin). Bu (tek zevce veya cariye) sizin (Haktan) eğrilip sapmamanıza daha yakındır.”[65]

Bu âyette;

a.Yanınızdaki yetim kızlar konusunda haksızlığa düşme endişesi varsa, onlarla evlenilebilir.

b.Sözü edilen kadınlarla birden fazla evlilikte ikişer, üçer, dörder evlilik yapılabilir.

c.Şayet birden fazla kadınla evlenildiği takdirde ada­letten ayrılma endişesi varsa, tek bir kadınla ev- lenmelidir.

Şeklinde üç ayn hüküm çıkarılabilir. Çok evlilikle il­gili diğer bir ayette ise şöyle buyurulmaktadır:

**

“Kadınlarınız arasında her yönden adaletli davran­maya ne kadar uğraşsanız buna güç yetinemezsiniz. Bari birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve haksızlıktan korunur­sanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir”66

İki âyet arasında yüzeysel bir karşılaştırma yapıldı­ğında ilk etapta zihne gelen sorular şunlardır;

–Birinci ayetteki “adalet” kelimesinden maksat nedir?

–İkinci ayetteki “adalet” kelimesinden maksat nedir?

Şayet birinci ayettekinden maksat zahirî hak ve hukuk, İkincisinden maksat da batınî sevgi ve saygı ise, ayetlerde tenakuz veya müşkil bir durum yoktur. Ama her ikisi her türlü adaleti kast ediyorsa, bu durumda ta- addud-i zevcate mahal kalmaz. Tek kadınla evlenmek caiz, birden fazla kadınla evlenmek haram olacaktır. Bu, tıpkı Hıristiyanlıktaki boşanmayı haram kılan hüküm gibi, insan fıtratına ve insanın bireysel ve toplumsal ya­şamında karşılaştığı türlü türlü ihtiyaçlara aykırı bir hü­kümle karşılaşmak anlamına gelecektir.

Hâlbuki iki âyet üzerinde dikkatli bir okuma yapıldı­ğında, her iki âyetin maksatlarının farklı olduğu anlaşı­lacak, bunun neticesinde birinci âyette birden fazla eşle evlenmenin eşler arasında hukukî adalet ilkesinin uygu­lanması şartına bağlandığı görülecektir. Ancak diğer âyette ise eşler arasmda ne kadar uğraşılsa da adaletli davranılmayacağı ifade edildiğine göre bu adaletin de kalbî meyle bağlı farklı bir adalet türü olduğu anlaşıl­maktadır. Âyetin bu kısmına kadar geldiğimizde, adale­tin uygulanmaması durumunda birden fazla kadmla ev­lenmenin caiz olmadığı fikri insan akima gelmektedir. Hâlbuki bir önceki âyette çok kadmla evliliğin caiz bırakılmasına sebep olarak belirtilen husus devam etmek­tedir. Dolayısıyla ortada aynı sorun var ve aynı sorunu çözme konusunda nâzil olan hukukî çarenin bulunması ihtiyacı devam etmektedir. O halde iki âyetin de beraber değerlendirilmesi ve evlilik amaçları açısından bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Buna göre evli­liğin cevazının sürmesi gerekecektir ki, ikinci âyetin devam eden kısmı da zaten bunu açıklığa kavuşturmak­tadır: “madem evleneceksiniz ve madem adaleti tam hak­kıyla tahakkuk ettiremeyeceksiniz” şeklinde mahzuf bir ifadeyi de zımnında bulunduran şu ifade sorunu çözmek­tedir: “Bari birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın.” Demek ki birden fazla kadın­la evlilik bir vakıa olarak kabul edilmekte, fakat bu ev­lilikte hakkıyla uygulanması çok zor olan adaletin büs­bütün çiğnenmemesi için diğerlerinin aleyhine birinin veya öbürlerinin tarafına baskın bir meyle kapılmamalı­dır. İşte böyle bir çerçevede hareket edildiğinde âyetleri anlamakta müşkil durumlarla karşılaşma oranı gittikçe ve oldukça düşecektir. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken hayati derecede önemli bir husus vardır: Kur’an âyetlerinin doğru anlaşılabilmesi için Kur’an’ın genel amaçları ile ilgili ayetin genel ve özel amaç veya amaçlarının keşf ve tespit edilmesi gerekmektedir. Yoksa zor­lama yöntemler kullanarak kendi kişisel amaç ve mak­satlarımızı Kur’an’a ve âyetlerine yüklemek, söyletmek doğru anlamanın önünde gizli ve sinsi bir engel olarak kalacaktır.

2.3. Âyetin Muhatap Kitlesini veya Kişisini Tayin Etme Gerekliliği

Kur’an âyetlerinin hepsi aynı anda aynı kişilere hitap etmemektedir. Bu, Kur’an’ın bir özelliğidir. Kur’an ayet­lerinin tümünü tarihsel, tümünü sembolik, tümünü ev­rensel, tümünü yerel kabul etmek doğru değildir. Hatta Kur’an’daki bütün emir ifadelerini farz, bütün nehiy ifa­delerini haram, bütün suskunluğu cevaz manasında de­ğerlendirmek doğru değildir. Zira Kur’an’ın kendine özgü bir ifade biçimi vardır ve Kur’an’ı doğru anlamak için bu özgünlüğü hiç unutmamak ve gözden kaçırma­mak gerekmektedir. İslâm âlimleri Kur’an üzerinde yap­tıkları çalışmalarım birleştirip uzun uğraş ve büyük emeklerden sonra tefsir usulü ve fıkıh usulü diye iki ilim icat ve keşif etmişlerdir. Tefsir ilmi kapsamında “Kur’an İlimleri: Ulûmu ’l-Kur’an” adı verilen birçok İlmî bran­şta oluşturmuşlardır. Nasıl ki Kur’an’ın lafızlarını doğru okuyabilme ilkelerini içeren kıraat ve tecvit ilmi diye bir ilim varsa, aynı şekilde Kur’an’ın anlamlarını doğru an­lamanın ilkelerini ihtiva eden Ulûmu’l-Kur’an adlı özel İlmî branşlar da vardır. Bu konuda Suyûtî’nin el-İtkân, Zerkeşî’nin el-Bürhân, ve Zürkânî’nin Menâhilu ’l-İrfân eserleri oldukça önemli ve faydalıdır. Bu üç kitaptan sonra son yıllarda yazılan “Kur’an’ı Anlama Metodu” isimli kitaplar ise faydalı olmakla birlikte bütüncül bir bakış açısı geliştirmekten uzaktır. Bununla birlikte bu ki­tapların desteğiyle her bir âyetin veya âyet grubunun mu­hataplarım doğru şekilde tespit etme imkânımız vardır. Ayrıca Kur’an’da geçen hitap cümleleri de oldukça önemli ve gereklidir. Burada önemli olan bir diğer husus da “hitabı umumî, muhatabı umumî,”61 “hitabı umumî,muhatabı hususî,68 “hitabı hususî, muhatabı hususi 69 olan âyetler ile “hitabı hususî, muhatabı umum70 olan âyetleri birbirine karıştırmamaktır. Elbette ki hususî hitap ve hususî muhataplara ilişkin nâzil olan âyetlerden umu­mun ders ve ibretler çıkarıp hissesine düşeni almasının önünde hiçbir mani de bulunmamaktadır.

Bu girişten sonra iki ayet üzerinde konuyu uygulamaya geçirelim.Yüce Allah (c.c) Cuma Günü veya Cuma Namazı ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

”Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman hemen Allah’ı zikretmeye gidin. Alış verişi bırakın.Bu, bilirseniz sizin için çok hayırlıdır.”71

Bu âyette iman edenlere hitaben çok açık bir dil kulla­nılarak Cuma Günü namaza davet edildiği zaman Allah’ı anmaya koşup alış verişi bırakma emri verilmektedir. Aye­tin literal okumasına bakıldığında hitap edatı müzekker- dir. Yani “Ey iman eden erkekler” şeklindedir. Sadece li­teral açıdan bakılırsa, Cuma namazının kadınlara farz ol­madığı söylenecektir. Ancak diğer birçok âyette de erkek kipi kullanılmasına rağmen emredilen birçok şey kadınlara da farz kılınmıştır. Ayrıca Kur’an’ın nâzil oldu­ğu Arap Dili ve Belagatı’nın bir gereği ve üslûbu olarak resmî talimatnamelerde ve erkekle kadınların bulunduğu topluluklarda müzekker sığası kullanılmaktadır. Sadece bu açıdan bakıldığında ise, Cuma namazının erkelerle birlik­te kadınlara da farz olduğu anlaşılacaktır. O halde Cuma namazının erkek veya kadına tahsis edilmesi için başka delillere ihtiyaç vardır. Bu aşamada Kur’an’ın Cuma na­mazı veya Cuma günü ile ilgili âyetlerine bakma zarureti hâsıl olmaktadır. Ancak “Cuma namazının sadece erkeği farz olup kadınlara farz olduğuna” sarahaten delâlet eden bir âyet bulamadığımız için bu soruna yardımcı olacak başka bir âyete sığınmak zorunda kalıyoruz. O da şudur:

**

“Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınla­rının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Nama­zı kılın, zekâtı verin. Allah ’a ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor”’72

Bu âyette ise kadınların evlerinde vakar ile oturmala­rı, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri, Allah ve Rasûlü’ne itaat etmeleri emredilmektedir. Bütün bunların umumî emirler olduğu anlaşılmakla birlikte âyetin devamında “Ey peygamberin ev halkı!” şeklinde bir hitap cümlesi gelmektedir, İşte burada âyeti sarahaten anlama konusunda bir zorluk çıkmakta ve bazı yeni sorular gün­deme gelmektedir:

–Bu iki ayetin muhatap kitlesi kimlerdir? Aynı kişi veya kesimler mi, farklı kişi ve kesimler mi?

–Birinci âyetteki “vücub” bütün mü’minlere (bütün erkeklere, bütün kadınlara) midir, yoksa şartları tutan erkeklere midir?

–İkinci âyetteki hitap sadece “peygamber eşlerine” midir? Yoksa bütün mü’minelere midir?

İşte her iki âyetin muhatap kitlesi ve muhatap olan şa­hıslar tespit edildiğinde ayet doğru anlaşılmış olacaktır. Buna göre Cuma namazının sadece erkeklere mi, hem erkeklere, hem de kadınlara mı, evlerde oturup ibadetle­rini evde eda etme emrinin sadece peygamber eşlerine mi, yoksa ümmetin tüm kadın mensuplarına mı yapıldı­ğı hususu muhatap kitlesinin tespiti ile açıklığa kavuşa­caktır. Nitekim müfessirler ve fakihler bu konuda çok değişik görüş ve içtihatlar ifade etmiş, âyeti doğru anla­ma konusunda muhatap kitlesini tespit etme konusunda hem aklî hem de naklî deliller kullanarak yeterli derece­de çaba sarf etmişlerdir.73

2.4.Âyetin İstisna, Kayıt, Şart ve İhtirazlarını Tefrik Etme Gerekliliği

Kur’an insan hayatının farklı boyutlarını düzenleyen bir kitaptır. İnsanın hayatı da karmaşık ve kompleks bir serüveni arz etmektedir. Bu nedenle âyetlerde de bazen kompleks ilişkilere hitaben farklı ifade biçimlerine, fark­lı çözüm önerilerine, farklı yaklaşımlara rastlamaktayız. Usûl âlimleri işin bu boyutundan hareketle Kur’an âyet­lerini bir takım isimlerle isimlendirmiş ve tasnif etmiş­lerdir. Örneğin bir kısım âyete mutlak, öbürüne mukay­yet, bir kısmına mücmel, öbürlerine mübeyyen, bir kıs­mına umum, öbürlerine husus adı vermişlerdir. Hatta İmâm Suyûtî’nin âyetleri yetmiş (80) küsur kısma ayır­dığını görmekteyiz.74 İşte bu bağlamda şunu söylemek gerekir: Kur’an âyetlerinin bize sunduğu anlam ve hü­kümleri doğru anlamak için her bir âyetin durum ve ko­numunu doğru tespit etmek lazımdır. Bu bir resmi tören­de veya askerî merasimde her bir memur veya askere rüt­besini tanıdıktan sonra uygun muameleyi sunmak gibi­dir. Çavuşa general muamelesi, generale de er muame­lesi yapmak ne kadar riskli ve belalı ise âyetler arası iliş­kileri uygun ve tutarlı şekilde tespit etmemek de daha büyük bir risk içermektedir. Buna göre âyetlerin istisna, kayıt, şart ve ihtirazlarını da doğru tespit etmek, onları genel, umumî ve mutlak durumlara ilişkin âyetlerden tef­rik etmek, yani farklı konum ve durumlara sahip âyetle­ri birbirine karıştırmamak gerekmektedir.

Burada bir örnek verelim. Yüce Allah, savaşla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır

“Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çe­şitten kuvvet biriktirin ve cihat için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah ’ın düşmanlarını, hem de kendi düş­manlarınızı, ayrıca Allah ’ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız. Allah yolunda her ne har­carsanız onun sevabı size eksiksiz ödenir ve asla haksız­lığa uğratılmazsınız.’75

Bu ayetin ve cihadı emreden diğer ayetlerin zahiri an­lamına göre “mü’min” olan herkesin savaşa gitmesi farz­dır. Ancak Kur’an’ın genel muhtevası, Rasulullah (s.a.s.)’in tatbikatı, raşid halifelerin uygulaması ve müç- tehit imamların içtihatları bize ayetin istisnalarının bu­lunduğunu göstermiştir. Buna göre:

–Çocuklar,

–Hastalar,

–Seferde olanlar,

–Kadınlar bu tekliften farklı şart ve şekillerde muaf tutulmuştur.

O halde “cihat” edin hükmü lafız itibarıyla umuma yapılmış olsa bile, bu, “durumu elverişli olan herkese” yöneliktir. Yoksa “iman eden herkese” yönelik değildir. Tıpkı oruç gibi. Oruç âyetinde de “Sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılınmıştır”^ âyetinde oru­cun farz olduğunu bilen ve buna inanan herkes değil, “oruç tutmaya durumu elverişli olan” ve “oruç tutmaya muktedir olan” herkes Ramazan ayında oruç tutmakla mükelleftir.

2.5.Âyeti Kur’an’a Aykırı Anlam ve Hükümlerden Tenzih Etme Gerekliliği

Tarihte olduğu gibi günümüzde de Kur’an âyetleri üzerinden hareket ederek, daha doğrusu Kur’an metni is­tismar edilerek Kur’an’ın muhtevasına aykırı hükümleri tespit etme temayülü gittikçe artmaktadır. Darvin’in ge­liştirdiği evrim teorisinin Kur’an’a mal edilerek “evrimi anlamayan Kur’an’ı anlayamaz.” Türünden sarf edilen ifadeler buna örnek gösterilebilir. Aynı şekilde Kur’an’ın zekât ve infak emirlerinin sosyalizmle irtibatlanması, Kur’an’ın “sizin dininiz size, bizim dinimiz bize” ayeti­nin laikliğe temel olarak gösterilmesi, Kur’an’ın yanı sıra Sünnet’in de dinî hükümleri istinbat ve istihraçta delil ve kaynak olarak kabul edilmesinin Kur’an’ı yetersiz görme anlamına geldiğinin söylenmesi bu türden basit ve fasit çıkarımlardır. İşte kadın konusunda da bu tür şaz yakla­şımlara rastlanılmaktadır. İslâm’ın ve Kur’an’ın getirdi­ği hükümleri erkek egemen ataerkil anlayışın tesirinde göstermeye çalışan, Kur’an hükümleri üzerinde Yahudi, Hıristiyan, Mecusî ve Arap Cahiliyesi etkisi bulunduğu­nu iddia eden bazı ateist yazarlar veya modemist ilahi­yatçılar kadınla ilgili âyetlerin de ataerkil olduğunu veya dış etkilerin gölgesinde teşri edildiğini iddia etmektedir. Örneğin şu âyeti bu şekilde değerlendirmektedirler:

“İnsanlara, kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, cins atlar, davarlar, ekinler gibi zevklerin sev­gisi, çekici hale getirildi Fakat bunlar, dünya hayatının geçici nimetleridir. Oysa Allah, akıbet güzelliği, Onun yanındadır.”77

İddiaya göre bu âyet kadını “eşya” derekesine düşür­müştür. Zira âyette kadınlar ve oğullar, altın ve gümüşe, atlara ve davarlara, ekinlere ve diğer çekici eşyaya ben­zetilmiştir. İddianın arka planında ön yargı, kötü niyet ve saptırma olduğu açıktır. Zira âyette ne teşbih var, ne de kadını aşağılamak diye bir unsur mevcuttur. Tam tersi­ne âyet, insanın psikolojik yapısına dikkat çekmekte, insan neslinin dünyanın bazı çekici ve geçici nimetleri­ne daldığını ifade etmektedir. Burada insana yönelik bir ikaz bulunmaktadır. Bu da insanın geçici nimetler için ebedî saadeti kaçırmamaları gerektiği hususudur. Ger­çekten de bazı insanlar;

–Kadına düşkündür.

–Bazıları evlada düşkündür.

–Bazıları altın ve gümüş gibi mallara düşkündür.

–Bazıları atlara, davarlara, bineklere lüks otomobil­lere düşkündür.

Bu düşkünlüğün normal sevgi ve değeri aşıp aşırıya kaçması, sevginin hırsa dönüştürülmesi, kısacası dünya­nın geçici nimetlerinin amaç olarak benimsenmesi doğru bir davranış değildir. İşte mesele bu kadar açıkken me­seleyi kadını aşağılama anlamına taşımak bilimsel ve akademik olmaktan çok uzak bir psikolojik unsura işa­ret etmektedir. Kur’an’ın bütününe bakıldığında âyetten bu anlamı çıkarmak, “saptırma”, “iftira” ve “yalan” dı­şında kayda değer bir yorum olarak addedilemez. Zira ayetteki sıralama aynı cinse tabi olma, aynı değerde ve derecede olma temeline değil, “insan fıtratına çekici özellikle yaratılmış varlıkların tadatı” bağlanımdadır. Yani âyet eşyanın değerini anlatmayı değil, insan fıtra­tının bir özelliğini ortaya koymayı hedeflemiştir.

2.6.Âyetin Siyak-Sibak, Sebeb i Nüzul, Umum- Hususunu Tespit ve Tefrik Etme Gerekliliği

Kur’an âyetleri tefsir usulü kitaplarının da bildirdi­ği gibi necm necm inmiştir. Rivâyetlere göre âyetler bazen on âyetlik gruplar halinde, bazen de farklı sayı­da âyetler grubu olarak nâzil olurdu. Bunun yanı sıra bazen de belli bir konuda insanları alıştıra alıştıra eğit­mek için tedriç metodu kullanılmış ve âyetler periyo­dik zaman aralıklarıyla inmiştir. Örneğin içki ve faiz âyetleri belli bir süreç içerisinde nâzil olmuştur.78 Bu da âyetlerin siyak ve sibakının, hatta daha önce aynı ko­nuda nâzil olan âyetlerin bir bütün olarak ele alınıp de­ğerlendirilmesini gerektirmektedir. Aynı şekilde âyetin veya âyetlerin sebeb-i nüzulü olarak tarihte vuku olan olayların da bilinmesi şarttır. Evet, her ne kadar müfes- sirler genel bir kaide olarak “âyetin sebeb-i nüzulü hük­mün umumî oluşuna engel değildir”™ demişse de, yine de sebeb-i nüzulü bilmek, âyetin doğru anlaşılması için son derece önemlidir. Yine yukarıda bir nebze de olsa işâret ettiğimiz gibi âyetin hem lafızlarında hem de ma­nalarında bulunan umum-hususu, mücmel ve mübeyye- ni, mutlak ve mukayyedi, müstesna ve müstesna min- husunu tespit ve tefrik etme ameliyesi son derece önem­lidir. Aksi takdirde âyetler yanlış anlaşılacak, parçacı zihniyetin ürünü olan birçok hatalı hükümler çıkarıla­cak, böylece Kur’an bütünlüğüne uymayan parçacı ve aykırı görüşler Kur’an adına ortaya çıkacaktır. Buna örnek olarak da şu âyet parçasını gösterebiliriz:

**

Bu âyet parçasında “Allah, size, çocuklarınızın ala­cağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder.” denilmektedir. Âyet sadece bu ibâre ile ele alınır, ayrıca içinde yaşanılan eğitim sisteminin zihin­lere yüklediği kapitalist ve materyalist bakış açısının penceresinde seyredilir, çevrenin insan aklını yöneltip yönlendirdiği İslâm dışı argümanlar hakikat olarak de­ğerlendirilip âyeti değerlendirme sisteminin özüne yer­leştirilir ve Kur’an’ın getirdiği miras sistemi bir bütün olarak kendi iç tutarlılığı açısından değerlendirilmezse, bu durumda Allah’ın sisteminde kadın-erkek ayırımcı­lığının mevcudiyeti iddiasında bulunmaktan başka çare kalmaz. İster kendisini Müslüman aydın olarak göster­sin (Fazlurrahman gibi)[80], isterse de kendisini şeriat düşmanı laik-demokrat-aydınlıkçı ve ateist bir bilim adamı olarak tanıtsın (İlhan Arsel gibi)[81] her ikisinin hareket noktası aynı olduğu için varacağı sonuç ve ine­ceği durak da aynısı olacaktır. Allah, size, çocukları­nızın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. Zira bu iki bakış açısı da miras dağı­tımında eşit payları vermenin gerekli olduğu görüşünü temel kaide olarak kabul etmiş, sosyal ve ekonomik rol­lerin farklılaştığı toplumlarda bazen adaletin eşitlikle özdeşleşmemesi gerektiğini, bu tür toplumlarda bazen eşitliğin adaletsizliğin bizzat kendisi olduğunu düşün­memek için âdeta çırpınmakta ve direniş göstermekte­dirler. Hâlbuki bu âyet ifade ve ibaresinin içinde geçti­ği şu âyetler grubunu siyak ve sibakıyla değerlendirmiş olsalardı, Kur’an’daki mirasla ilgili âyetleri Kur’an’ın kurduğu miras sisteminin iç bütünlüğü ve tutarlılığı açı­sından değerlendirselerdi, bu şekilde acımasız, yargıla­yıcı, saldırgan, bozucu, yozlaştırıcı ve anlaşılmaz de­ğerlendirmelere düşmezlerdi.

O halde böyle bir yanlışa düşmemek için aşağıdaki âyetleri sistem bütünlüğü ve sistemin iç tutarlılığı açısın­dan hızlıca gözden geçirelim:

“ (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin ge­riye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeş­leri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştır­ma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonra­dır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”82

“Eğer çocukları yoksa karılarınızın geriye bıraktık­larının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktık­larının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen karı­larınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri anla­rındır, (Yine bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yeri­ne getirilmesinden yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, ona altıda bir düşer. Eğer (kar­deşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden yahut borcun ödenme­sinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah ’ın emridir. Allah, hakkıyla bilendir, halimdir (hemen cezalandır­maz, mühlet verir.)”83

İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, için­den ırmaklar akan, içinde ebedî kalacaktan cennetlere sokar. İşte bu büyük başarıdır. Allah’ın hükümlerinde İzafî değil, mutlak adalet vardır. Mutlak adalet de kişile­rin tek taraflı menfaatleri üzerine değil, aile ve toplum içindeki tüm fertlerin aynı anda göz önünde bulundurul­duğu bir sistemin kodlaması üzerine bina edilmiştir. Böyle bir bakış açısıyla bakılmadığında âyetler bütünlü­ğünün ortaya koyduğu adil hükümler göz ardı edilmiş ve iki hataya düşülmüş olur:

İnceleyin:  Suçlu Bulundu:Fıkıh İlmi ve Fukaha

–Erkek kadına göre üstün sayılmıştır hatasına düşül- mektedir.

–Miras paylarını yeniden tanzim edebiliriz hatasına düşülmektedir.

Bütün bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki, âyetin bütününü, siyak ve sibakını, diğer ayetlerle ilgisini terk edip sadece bir parça ile hükmedince Kur’an’ı doğru an­lama iddiası haklılığını yitirmektedir.

2.7» Âyette İnsan Aklını ve Takatini Aşan Hususları Tespit ve Tasdik Etme Gerekliliği

Akıl, Allah’ın insana verdiği en önemli nimetlerden­dir. Öyle ki insanı insan yapan en önemli zenginliğidir. İnsanın diğer hayvanlardan ve cansız varlıklardan üstün tarafı, aklî seviyesinin fazla olmasıdır. Gazzâlî’nin dedi­ği gibi şayet üstünlük gerçeği akıl ve din argümanı üze­rine değil de fiziki büyüklük, güç, güzellik, atik davran­ma kabiliyeti, uçma yeteneği gibi diğer bazı esaslar üze­rine inşa edilseydi, bu durumda fil, tavus kuşu, bülbül, serçe kuşu, dinozor, aslan, kaplan gibi varlıklar insandan daha üstün olurdu. Hâlbuki Kur’an’da insanoğlunun mü- kerrem kılındığı, diğer varlıklara üstün kılındığı,84 diğer canlı ve cansız varlıkların insanın hizmetine amade kı­lındığı belirtilmektedir.85 Ancak insan aklı da sınırsız de­ğildir. Aklın kuşatamadığı,86 idrak edemediği, anlamak­ta güçlük çektiği ve bilemediği87 çok şey vardır. Kendi arasında farklı aklî seviyede olan insanların bütün akıl­ları bir araya gelse bile birçok konuda aciz kalmaktadır. Bu nedenle insanlık tarihinde peygamberler ve filozof­lar da dâhil, aklı başında hiçbir insan her şeyi bildiğini iddia etmemiştir. Hatta peygamberler biz gaybı bileme­yiz, biz ancak Allah’ın bize bildirdiklerini sîzlere bildiriyoruz demişlerdir.88 Aklın bu hususiyeti hem kâinat kitabını anlamada, hem de Allah’ın yazılı ve sözlü olan Kur’an adlı kitabını anlamada geçeri idir. Bu neden­le Kur’an’da bulunan birçok âyeti değerlendirirken insan aklının acziyetinin de unutulmaması gerekmektedir.

Kadınla ilgili âyetleri doğru anlama konusunda bu hu­susu göz ardı etmemek gerekmektedir. Örneğin aşağıda­ki âyette birden fazla kadın ile evli olan erkeklere hita­ben “Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz”89 denilmektedir. Bu ada­letin ne olduğu hakkında müfessirler tarafından birçok açıklama yapıldıysa da, işin nihaî noktasına bakıldığın­da kadınlar arasındaki ilişkileri adaletli bir forma ve sis­teme kazandırabilmek için kadınları tam anlamıyla tanı­mak gerekmektedir. Bu çerçevede kadınların bedeni, ruhî, aklî yapısının net olarak tespit edilmesi gerekmek­tedir. Bu, bir hastanın hastalığının teşhis ve tedavisi için kan, idrar, röntgen, eko, ekg, ultrason gibi farklı tanıma yollarının tümünün aynı anda değerlendirilmesi gibidir. İnsan ve kadını anlama ve tanıma süreci hala devam et­tiğine göre, Allah’ın hem insan, hem de kadın konusun­da teşri kıldığı hükümlerin tümünü anlayabildiğimizi ifade etmek kadar gereksiz ve tutarsız bir iddia olamaz. O halde işin belli bir noktasında acziyetimizi itiraf edip, teslimiyet bayrağını kaldırmamız, din emniyetimiz açı­sından önemlidir.

Buna göre şu âyeti değerlendirelim:

**Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz, öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kal­mış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah ‘a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, çok bağış­layıcı ve çok merhamet edicidir”90

İnsan ev içindeki sorunları çözmek için çok farklı yöntemler kullanıp adaleti gözettiği vehmine kapılabi­lir. Halbuki adaletin çok kompleks boyutu vardır. Özel­likle çok evlilikte nükseden sorunları çözme konusun­da “insan denen meçhul”[91] varlığın “insandan daha meçhul” olan cinsini anlamak o kadar kolay olmasa gerek. O halde kadınlar arası ilişkilerde “kaş yapayım derken göz çıkarma” kabilinden iyi niyetli ama gönül incitici ve kalp kırıcı çarelerle de karşılaşma hakikati­miz bulunmaktadır. Bu da adalet mefhumunun izâfî ge­rekçeler üzerine bina edilemeyeceğini göstermektedir. İşte böyle bir acziyet itirafından sonra şunu anlamakta güçlük çekmeyiz:

–Ayette ne kadını aşağılama var.

–Ne taaddud-i zevcatı yasaklama var.

–Ne de diğer ayetlerle çelişme söz konusudur.

Âyet, insan fıtratında mevcut sevgi duygusunu kont­rol etmenin imkânsızlığı gerçeğinden bahsetmekte ve buna rağmen ailevi hayatta adaletten şaşılmaması gerek­tiği ilkesini vurgulamaktadır. Yani duygusal bağ ile hu­kuki muamelenin sınırlarını çizmektedir.

3.KADINLA İLGİLİ ÂYETLER HAKKINDA DÜŞÜLEN HATALAR

Kadınla ilgili âyetleri yukarıda belirttiğimiz esaslar çer­çevesinde hareket ederek usulüne göre değerlendirmedi­ğimizde birçok hataya düşme ihtimaliyle karşı karşıya ge­leceğiz. Nitekim günümüzde Müslümanlar arasındaki ka­dını anlayış farklılıkları, artıl; bir görüş ihtilafı olmaktan çıkıp âdeta farklı dinlere mensubiyet duygusu içerisinde ifade edilmektedir. Kimi çalışmalarda geleneksel anlayış, ataerkil bakış açısı, kadın karşıtı söylem, kadm düşmanlı­ğı, kadını aşağılama, erkek egemen bakış açısı gibi ifade­ler kullanılarak bu başlıklara uymayan hadislerin tümü uy­dumla, içtihatların tümü yozlaştırma olarak değerlendiril­mekte, hatta. Kur’an âyetler bile başka kültürlerin veya ca- hiliye kültürünün etkisi altında kalmakla itham edilmek­tedir.[92] Elbette ki bu tür yakıştırmaların karşılıksız kalma­sı tabiat kanunlarına aykırıdır. Buna karşılık olarak da söz konusu iddiaların Avrupai yaşam tarzına meftunıyet, batı kültürüne hayranlık, İslâm’ın edep ve namus anlayışına karşı isyan, hatta sapıklık olduğu daha 1900’hı yıllardan başlamak üzere hala dile getirilmektedir.[93]

Bize göre bu tür karşılıklı atışmalar ve sının aşan tar­tışmalar, aslında usulsüzlüğün kurbanı olan bir zihniye­tin ürünüdür. Taraflardan birisi haklı ise, usule bağlı ve tutarlı ise, diğeri mutlaka haksız ve usulsüz olmalıdır. Zira üçüncü şıkkın imkânsızlığı gibi, bir konuda birbiri­ne zıt iki değer hükmünün her ikisinin doğru olması im­kânsızdır. Ancak bir konunun farklı boyutlarıyla ilgili farklı değerlendirme ve yorumların yapılması hakkı, her zaman saygıdeğerdir. Bize göre Kur’an’da geçen kadın­la ilgili âyet ve hükümlerde hataya düşmeye sebep olan belli başlı usûlsüzlükler şunlardır:

–Âyetlerdeki mana ve hükümlerin bağlamından ko­parılması

–Âyetlerde geçen kavramlarda Arap Lügat, Belagat ve Fesahat kurallarının ihmali

–Âyetler üzerinde müteşekkil icmanın ve ittifak edi­len manaların terk edilmesi

–Yaratılış gerçeğinin inkâr edilmesi, fıtrata aykın misyonlara sapılması

–Sistem dışı yargıların metne egemen kılınması

–Kur’an’daki hükümlerin farklı kültürlere isnat edil­mesi

–Mana ve hükümlerde sistem içi tutarlılığın ihmal edilmesi

–Kur’an’ın hadisten bağımsız olarak anlaşılmaya ça­lışılması

îşte bu başlıklar altında ele alacağımız usulsüz ve indi yaklaşımlar neticesinde Kur’an’ı anlam konusunda büyük bir anarşizm ve kaos ortamı oluşmakta, bu kaos ortamında herkes kişisel düşüncesini indirilmiş din diye empoze ederken, başkalarının din anlayışını da uydurul­muş din diye lanse etmektedir.[94]

3.1.Âyetlerdeki Mana ve Hükümlerin Bağlamından Koparılması

Kur’an âyetlerinin ihtiva ettiği anlamlar ve hükümler bağlı oluğu konu, çözüm bulduğu sorun, ilgili olduğu hu­suslardan koparılıp yek düze ve tekdüze yaklaşımlarla açıklanmaya çalışıldığında birçok hatalara düşülmekte- dir. Örneğin aşağıdaki âyetin bağlamından koparılması sebebiyle;

–Şia, hayız halinde dübürden temasın caiz olduğu­nu söylemiştir: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır; tar­lanıza dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için (gelece­ğe hazırlık olarak güzel davranışlar) takdim edin. Allah’tan korkup-sakının ve bilin ki elbette O’na kavuşucusunuz. îman edenlere müjde[95]

–Hâlbuki bir önceki ayette “Allah ’ın size emrettiği yerden onlara gidin” ifadesi kullanılarak “dilediği­niz yerden” ifadesinin kaydı açıklanmıştır: “Sana “kadınların aybaşı halini’ sorarlar. De ki: ‘O, bir rahatsızlık (ezajdır. Aybaşı halinde kadınlardan ay­rılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel an­lamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, Allah ’ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.”96

İşte iki âyet peş peşe, yan yana ele alınıp, bağlamın­dan koparılmazsa, Şia’nın “şartlı livataya cevaz veren hatalı görüşüne düşülmez.

3.2.Âyetlerde Geçen Kavramlarda Arap Lügat, Belagat ve Fesahat Kurallarının İhmali

Kur’an-ı Kerîm Arap dili üzerine nâzil olduğuna göre, Kur’an’ın anlaşılmasında Arap Dili ve Belagatı’nın bilin­mesine ihtiyaç vardır. Bu konuda yapılacak hatalar, yanlış içtihat ve çıkarsamalara sebep olacaktır. Örneğin aşağıda­ki ayette Ehl-i Beyt yani Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hane halkı, yani ailesinden bahsedilirken hem eşleri, hem de ev­latlarının kastedildiği çok açık şekilde anlaşılmaktadır:

“Ey Peygamberin hanımları! Siz, kadınlardan her­hangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin.”97

”Ey Ehli Beyt! Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi temizlemek ister. Evlerinizde okunan Allah’ın ayet­lerini ve hikmeti hatırda tutun. Şüphesiz ki Allah, latif­tir, her şeyden hakkıyla haberdar olandır.98

İki âyetin peş peşe geldiğini görmezden gelen Şia âlimlerinin bu parçacı yaklaşımı bir tarafa âyette geçen ifadeler üzerinde basit Arapça dil bilgisi tecrübesi bile âyette sözü edilen peygamber ailesinin eşlerinden hali olamayacağını ve sadece evlatlarından müteşekkil olma­dığını gösterecektir. Ama ne yazık ki ve ne gariptir ki Şia fiıkahası bir kere peygamber eşlerini aileden çıkarma ey­lemini göze almışlardır. O nedenle;

–Şia: Ehl-i Beyt sadece hadiste belirtilen 5 şahıstır. (Müzekker zamirler esas alınmaktadır)

–Ayetin zahirine göre sadece Hz. Peygamber’in zev­celeridir. (Müennes zamirler esas alınmaktadır)

Arap dili edebiyatına göre buradaki müzekker ve mü­ennes zamirlerin mercilerini doğru tesbit ettiğimizde aye­tin maksadı da daha iyi anlaşılacaktır.

Burada diğer bir âyeti daha örnek göstermek isteriz. Çok evlilikle ilgili âyette şöyle buyurulmaktadır:

“Size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dör­der olmak üzere nikahlayın”99

Bu ayeti doğru anlamak için Arap dilinin bazı kaide­lerini bilmek gerekir. Aksi takdirde sayıyı belirlemekte zorlanır ve bu konuda birçok hataya düşeriz. Bu nedenle de nahiv ilmi uzmanlarının bilgisine müracaat etmek gerekmektedir.O halde Nahiv ilmi alimlerinin şu tespitine kulak vermeliyiz:

Çoğulun çoğul karşısında kullanılması durumunda bazen her bir çoğulun karşısmda ona tekabül eden her bir fert irade edilir. Örneğin “Kuşkusuz sen onları bağışla- yasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanma­makta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler”100 âye­tinde “parmaklarını kulaklarına tıkadılar” demek her bir kâfir kendi parmağını kulağına tıkadı demektir. Hatta bu­rada bir kâfir birden fazla kulağını değil, bir parmağım kulağına tıkadı demektir. Aynı şekilde “elbiselerine bü­ründüler” ifadesi, her bir kâfirin birer elbise kullanarak büründüklerinden bahsedilmektedir.

Şimdi böyle bir bakış açısıyla taddud-i zevcat ayetini değerlendirdiğimizde şöyle bir sonuç ortaya çıkacaktır:

“Kaideye göre, cem’in cem’e mukabil olarak gelme­si, taksimatın teker teker yapılmasını gerekli kılmakta­dır. O halde âyet-i kerimenin manası şöyle olur: “Bazı insanlar iki eşle, bazdan üç eşle, bazdan dört eşle evle­nebilir.

Konuyla ilgili müfessirlerin görüşlerine baktığımızda kısaca şunu gönnekteyiz:

–Kurtubi’ye göre bu ayeti bir erkeğin 9 veya 18 ka­dınla evlenmesine cevaz verme şeklinde yorumla­yan Rafiziler ve Zahiriler Arap Dilini ve Sünneti bilmeyen, ümmetin icmaına muhalefet eden cahil­lerdir.

–Enbari’ye göre rakamlar arasındaki vav  harfi cem’ etme harfi değil, tefrik harfidir.

–Bazı lügatçilere göre bu harf  “veya” manasın- dadır.

–Diğer bazı lügatçilere göre bu harf bedel (*)dir.

Yani * anlamında­dır.

–Ayrıca nahivcilere, lügatçilere ve diğer dil bilimci­lere göre ayetteki sayılar hasr’a delalet etmektedir. Nitekim Peygamberin sünnet’i, sahabenin tatbika­tı, fiıkahanın içtihadı ve ümmetin icmaı da böyledir.,101

Bütün bu nakiller, Kur’an âyetlerini anlamada Arap dili ve Belagatı kurallarının zorunlu olduğuna delâlet etmek­tedir. Burada şunu da beyan etmekte fayda vardır: Arap­ça bilmeyen araştırmacıların, sadece mealler üzerinden ha­reketle müçtehit olması bir tarafa, şahsî din anlayışını ha­talardan koruması mümkün değildir. Zira dinini mealden öğrenen şahıs doğru anladıysa, mütercimin doğru anlayı­şını, yanlış anladıysa yine mütercimin yanlışını tekrar ve taklit etmekten başka bir şey yapmamıştır.

3.3.Âyetler Üzerinde Müteşekkil temanın ve İttifak Edilen Manaların Terk Edilmesi

Kur’an bugün inmedi ve sadece bizim tarafımızdan okunmamıştır. İndiği günden bugüne kadar milyarlarca Müslüman tarafından okunan Kur’an’ı yüzbinlerce âlim de farklı açılardan incelemiş, araştırmış, test etmiş, anla­maya çalışmış, izah etmiş, tefsir etmiş, açıklamış ve an­latmıştır. Böylece Kur’an’ın getirdiği hükümler üzerin­de birçok ihtilaflı görüşler ileri sürüldüğü gibi birçok it­tifak edilen görüş de belirmiştir. Islâm âlimleri işte mü­tehassıs olan âlimlerin görüş birliğine varmaları anlamı­na gelen icmanın bağlayıcı konusunda bir takım âyet ve hadislerle aklî delilleri zikretmiş ve neticede ulemanın icmaının göz ardı edilemeyeceğini ifade etmişlerdir.102

Fıkıh usulü âlimleri icmayı “Rasûlullah (s.a.s.)’in ve­fatından sonra bir asırdaki Islâm müçtehitlerinin tümü­nün bir konuda ittifak etmesi” şeklinde tarif etmişlerdir. Ayrıca dört raşid hulefanın icmaı, aşere-i mübeşşerenin icmaı, ehl-i beyt imamlarının icmaı, Küfe ehlinin icmaı, Medine ehlinin icmaı şeklinde taksim ve tasnif de etmiş­lerdir.103 Buna göre ister mezhep içerisinde olsun,isterse de ümmet çapında olsun, icmanın hâsıl olduğu bir meselede şahsi görüşleri tercih etme şansı oldukça zayıf­tır. temaya aykırı görüşler üzerinden sürdürülen Kur’an’ı teftir ve te’vil etme çabaları genellikle hatalara düşme­ye müsaittir, hatta hatalar zincirine düşmeye sebeptir.

Kadın konusuna gelince muharremât âyetini örnek göstereceğiz. Ümmet kapsammı hayli zorlayan ve Müs­lüman hükmüne tabi tutulma konusunda ümmetin hoş­görüsünü aşan bir iki fırka hariç, [104] bütün Müslüman fır­kalar, mezhepler ve bunların âlimleri aşağıdaki âyette geçen sınıflarla evlenmek konusunda icma etmişlerdir:

“Size şunları nikâhlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren sütanne­leriniz, sütkız kardeşleriniz ve karılarınızın anneleri ve kendileri ile zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan olan ve evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Eğer üvey kızlarınızın anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Sulbünüzden gelen (öz) oğullarınızın hanımları ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte nikahlamanız da haramdır. Ancak cahi­liydi devrinde geçen geçmiştir. Şüphesiz ki Allah gafur (çok bağışlayıcı) ve çok merhamet edicidir. Bir de harp esiri olarak sahibi bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz de size haram kılındı. Bütün bun­lar Allah ’ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunların dışında kalanlar ise iffetli olarak zina etmeksizin malla­rınızla mehir vermek suretiyle evlenmek istemeniz size helal kılındı. O halde onlardan nikâh ile faydalanmanı­za karşılık mehirlerini kendilerine verin ki, bu farzdır. O mehri takdir edip kesinleştirdikten sonra birbirinizi razı etmenizde bir mahzur yoktur. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”105

Ümmetin icma ve ittifakına göre usul ve furu ulaşa­bildiği yere kadar evlenilmesi haram olanlar listesinde­dir.  حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ   ibâresi hepsini kapsar. Ancak

Haricilerden Acaride ’nin Maymuniyye koluna göre sade­ce ayette sarih olarak geçenlerle evlenmek haramdır. Bunların dışmdakilerle evlenmek caizdir. Bu dar çerçe­velerinden hareketle kız torunları ve erkek ile kız kardeş­lerin torunlarıyla evlenilmesinin helal olduğunu söyle­mişlerdir. Bu ise Müslümanların fiilî icma’ına ve ulema­nın hem fiilî, hem de kavlî icma’ına aykırıdır. Dinen ve hukuken geçersizdir. İşte günümüzde kadınla ilgili ola­rak ileri sürülen buna benzer asılsız ve delilsiz iddialar da aynı şekilde geçersizdir. Örneğin dinler arası diyalog adı altında Müslüman kızları Gayr-i Müslim erkeklerle evlendirmeye ilişkin fetva adı altında ileri sürülen heze­yanlar da aynı şekilde geçersizdir.

3.4.Yaratılış Gerçeğinin İnkâr Edilmesi, Fıtrata Aykırı Misyonlara Sapılması

Kur’an’tn kadınla ilgili âyetleri yaratılış kanunlarına ve fıtrata uygundur. Burada iki adet yaratılış ve fıtratı göz önünde bulundurmamak gerekir:

a.Kadın-erkek ayırımı olmaksızın tüm insanların müşterek fıtratı,

b.Sadece kadına ait yaratılış ve fıtrat.

Kadını kadın yapan ve sadece kadına mahsus olan özellikler ile erkeği erkek yapan ve sadece erkeğe mah­sus olan özellikler birbirine karıştırılmaz ise hem erkek hem de kadın hakkında nâzil olan âyetleri anlamak ko­laylaşacaktır. Ama erkeğin fıtratına işâret eden âyetleri kadın hakkında, kadının fıtratıria mahsus âyetleri erkek hakkında geçerli görmek, hatalar ‘silsilesinin girdabına girmeye sebep olacaktır? Günümüzde libefalist, hüma­nist, sosyalist ve materyalist bakış açısından hareket eden birçok araştırmacı, bu düşüncesinin etkisinde kalarak erkek ile kadıni her konuda aynı statüde görmeye başla­mışlardır. Hatta birçok kanunî düzenleme bile güya “mutlak eşitlik” ilkesine göre yürürlüğe konulmuştur. Bu tavrın uzun süre uygulanması neticesinde Batı dünyasın­da karşı çıkan kadın hareketleri de seslerini yükseltme­ye çalışmışlardır. Zira mutlak eşitlik anlayışına dayalı kadınsal düzenlemeler sonucunda kadın fabrika işçisine dönüştürülmüş, robot gibi çalıştırılmıştır. Ancak fizikî takatini aşan işlerle uğraştığı için kısa sürede yıpranmış ve bitirin hale düşmüştür. Flört ve serbest yaşam uygu­laması yüzünden evliler arası aldatma, bekârlar arası zina oranı artmış, haram ve kanun dışı cinsel beraberlikler fuhşun meşrulaştırılmasına, homoseksüellik ve lezbiyenliğin normal evlilik sayılmasına, gayr-ı meşru çocuk sayısının artmasına, evlilik içi çocuk sahibi olma­nın bitme durumuna gelmesine, akrabalık ilişkilerinin bitmesine ve toplumun temelini sarsan daha birçok buh­rana sebep olmuştur.[106]

O halde kadının annelik duygusu, zarafeti, fizikî ya­pısının zayıflığı, ancak ruhî duygularının zenginliği gibi kendisine mahsus halleri veya erkeğe nispeten ağır basan ve önde gelen kabiliyetlerinin her zaman göz önünde bu­lundurulması gerekmektedir. İşte Kur’an’da da kadınla ilgili âyetlerin böyle bir tasnife tabi tutulması gerekmek­tedir. Örneğin kadının annelik duygusu ile çocuğun an­neye bağlılık fıtratı, emzirmenin çocuğu doğuran anne tarafından yapılması gerektiğini ifade etmektedir. Ancak zaruri durumlar söz konusu ise, bu durumun da çaresi bulunmalıdır. Buna göre meşrulaştıncı başka bir sebep yok iken, annenin çocuğunu emzirmesi esastır:

“Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu sebe­biyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise düşen deyine aynı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rıza­sıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Bununla beraber Allah ’tan kor­kun ve bilin ki Allah, yaptıklarınızı görür.”107

Özgürlük namına kadını tamamen emzirme görevin­den muaf tutmak, ya da annelik müessesesine alternatif süt bankaları ile anne ile çocuğu birbirinden ayırmak yahut Avrupa’da son yıllarda uygulamaya konulduğu gibi belli sayıdan fazla çocuk doğuran annelerin çocuk­larını anneden tamamen koparıp devlet tarafından çocuk yetiştirme yurtlarında yetiştirmek, hem annelik fıtratını inkâr, hem de çocuk fıtratını ihmaldir. Bunun da ötesin­de zulüm ve cinayettir. Bu konuda yapılacak içtihatlar, verilecek hükümler, yapılacak te’viller kadının hak ve hukuku ile birlikte hem kadının, hem de çocuğun fıtratı­nı göz ardı etmemelidir.

3.5.Sistem Dışı Yargıların Metne Egemen Kılınması

Buraya kadar belirttiğimiz gerçeklerden de anlaşıldı­ğı gibi din olarak İslâm’ın, kutsal kitap olarak Kur’an’ın kendisine mahsus üslup ve özellikleri bulunmaktadır. Bu nedenle Kur’an’ın kadmla ilgili âyetlerini Kur’an bütün­lüğü içerisinde ele almak zorundayız. Örneğin mirasla il­gili âyetleri adalet, nafaka ile ilgili âyetleri ihtiyaç, anne­lik ve emzirme ile ilgili âyetleri merhamet esasları çer­çevesinde değerlendirmek, bizi doğru sonuçlara götüre­cektir. Ama meseleleri, meselelerin tabi tutulması gere­ken esasları, o meselelerle ilgili hükümlerin amaçlarını ilgisiz durumlarla ilişkilendirip yeni yeni şeyler tespit et­meye çalışmak hataya götürecektir. Buna göre Kur’an âyetlerini sistem dışı önyargılardan hareketle yorumla­ma çalışmak doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Hele hele günümüzde ortaya çıkmış feminist ve hümanist bakış açı­sından hareketle Kur’an âyetlerini yorumlamak, hadisle­ri yargılamak, İslâm âlimlerinin içtihatlarım tenkit ve tah­lil etmek, kadın anlayışımızı arapsaçına dönüştürecektir.

Burada da bir örnek vermek gerekirse, şu âyette geçen “velirricali aleyhinne derecatu”   ifadesi ayetin ve Kur’an’ın bütünlü­ğü çerçevesinde ele alınmaz da sistem dışı önyargıların tesiriyle motamot bir çeviriyle Türkçeye aktarılırsa “er­keklerin o kadınlar üzerinde bir derece üstünlük vardır” yani erkekler kadınlardan üstündür gibi bir anlam çıka­rılabilir hâlbuki bu âyetin mealini veren meal kitapları “onları geri almaya daha çok hak sahibidirler” şeklinde çevirmektedirler. Bunun sebebi “erkek” kelimesinin aslı olan “er ricale” kelimesi harf-i tarifle birlikte geldiğinden daha önce kendisinden bahsedilen “kocadan” bahsetmek­tedir. O nedenle “boşanmış olan kadının boşandığı ko­canın kendisiyle evlenmek isteyen başka erkeklere göre kadın üzerinde hakları, diğer erkeklere nispeten daha faz­ladır” manasına gelen bir ibarenin sistem dışı yargıların baskısıyla eşitlik ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi doğru değildir. İsterseniz âyeti bir bütün olarak okuya­lım:

Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlü­lükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin ka­dınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”’108

Âyetin bütünlüğünün zahirinden bile çok iyi anlaşıl­maktadır ki, eşitlik ilkesine aykırılık, erkek egemen an­layış veya ikinci sınıf insan iddiası: “Kadınların, yüküm­lülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır”’109 kısmına uy­mamaktadır. Zira âyet kadın-erkek eşitliğini mutlaklaş­tıran feminist bakış açısına dayanmamaktadır. Tam ter­sine sosyal hayatta (aile içerisinde) erkek ile kadının üst­lendikleri toplumsal rollere işaret etmektedir. O halde aynı âyeti motamot olarak değil de Kur’an bütünlüğü içe­risinde yeniden tercüme edelim:

“Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ‘ay hali ve temizlenme süresi’ beklerler. Eğer Allah ’a ve ahiret gü­nüne inanıyorlarsa Allah ’ın rahimlerinde yarattığını sak­lamaları onlara helal olmaz. Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almada (onlarla yeni bir nikâh akdi yaparak tekrar evlenme konusunda başkala­rından) daha çok hak sahibidirler. Onların lehine de, aleyhlerindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler (daha önce evli olup boşandıkları ve şimdi ise evlenme ihtimalleri yeniden doğan kocaları) için onlar üzerinde (ilk defa evlenme ihtimaliyle karşı karşıya geldiği yeni koca adayına nispeten) bir derece var. Allah Aziz’dir. Hâkimdir)110

Demek ki âyette sistem dışı yargılar bir tarafa bırakı­lırsa şu mana açık bir şekilde anlaşılacaktır: Kocaların barışma isteklerinin gündeme geldiği süreçte henüz id- deti bitmemiş veya kendisinden hamile olan karısıyla ev­liliğe devam etme önceliği vardır.

3.6.Kur’an’daki Hükümlerin Farklı Kültürlere İsnat Edilmesi

Kur’an’la ilgili son asrın en büyük iftiralarından birisi de Kur’an’ın ihtiva ettiği inanç, ibadet ve muamelatın başka kültürlere nispet edilmesidir. Ne yazık ki İslâm’ı sahte din, Hz. Muhammed’i yalancı peygamber, Kur’an’ı da Hz. Muhammed’in uydurması olarak telakki eden Ya­hudi, Hıristiyan, Mecusi, ateist, deist ve diğer inanç ve ide­olojilere mensup oryantalistler tarafından dile getirilen bu iddia son yıllarda (güya) Müslüman araştırmacılar, akade­misyenler, yazar ve aydınlar tarafından da dile getirilmek­tedir. Bu iddia bir tahmin ve ihtimalden çıkarılıp doktora tezlerine bile konu edilmiştir. Örneğin bir doktora tezinin sonuç kısmında şu ifadeler yer alabilmektedir:

“Çağımızda Kur’an’ın anlaşılmasına mani en temel sorunlardan biri, Kur’an’ın literal ifadelerinin mahiye­ti ve neliği sorununun henüz çözülememiş olmasıdır. Ge­leneksel yaklaşımda olanlar, 7. yüzyılın belli zaman ara­lığı içinde tarihte bir defaya mahsus belli muhataplara yönelik gerçekleşmiş bu ilahi konuşmanın, gelecekte henüz mümkinat âleminde ortaya çıkmamış müstakbel muhataplara da hitap ettiği varsayımına sahip olmuşlar­dır Bu sebeple onlar, Kur ‘an ‘ın lahuti, aşkın ve ezeli vasfından hareketle onun her harf ve ifadesinin gelecek­teki bütün zaman ve mekânlarda her toplum için ge- nel-geçer, değişmez, evrensel ilkeler olarak vaz’ edildi­ğini kabul etmişlerdir… Öyle ki bu tefsir hareketi süre­cinde Kur ‘an metni, 7. Yüzyılda semadan bütün tarih ve toplumlara doğrudan hitap eden, nazil olduğu çağdan ve içinde teşekkül ettiği toplum kültüründen bağımsız, tarih üstü bir metin haline getirilmiştir. Fakat Kur ‘an ‘ı bu şe­kilde algılamanın o kadar da uzun sürmediği, klasik modernizm diye niteleyebileceğimiz dönemde Taberî, Kaf- fal Şaşi, Kurtubi, Şatibi ve Dihlevi gibi âlimler, Kur ‘an ‘ın, indiği cahiliye çağı Arap toplumunun kültüründen ve uy­gulamalarından bağımsız olmadığını, Kur ‘an ahkâmının Arapların bildikleri ve uygulayageldikleri örf ve adetler kabilinden hükümler ihtiva ettiğini yer yer ifade etmiş­lerdir. Kur’an ‘ın ilahi ve vakıi karakterine ilişkin bu ar­gümanlar, uzun bir süre askıda kalmış olsa da 20. yüz­yılda İslam modernistleri diye nitelenen Muhammed Ar- koun, Haşan Hanefi, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Fazlurrah- man, MuhammedAbid Cabiri, R. Garaudy, Ömer Özsoy, îlhami Güler, İshak Özgel vb. kişiler tarafından tekrar gündeme getirilmiştir. Bunlar, Kur’an’ın antropolojik öğeler içerdiğini, nazil olduğu vakıadan bağımsız olma­dığını, kültürel bir ürün ve tarihsel olduğunu, 7. yüzyıl Arap toplumuna bir cevap teşkil ettiğini ileri sürmüşler­dir. Benzeri söylemler, tezde kendilerine atıf yaptığımız müsteşrikler tarafından da yer yer dile getirilmiştir.”111

Hz. Peygamber’i bir taklitçi, Kur’an-ı Kerim’i kopya, Islâm müfessirlerinin ve âlimlerinin tümünü Kur’an’ı anlamaz gösteren bu yaklaşım tarzı, İslâm kültür tari­hinde bir dayanak bulabilmek için birkaç müfessiri “klasik modernist” göstererek vaziyeti kurtaramayaca­ğını görünce birkaç “çağdaş moderniştin” isimlerini zikretmekle iddialarını müslümanlaştırma çabasını sür­dürmektedir. Neticede kendisi de kendi iddiasına inan­mamış olacaktır ki, “Benzeri söylemler, tezde kendile­rine atıf yaptığımız müsteşrikler tarafından da yer yer dile getirilmiştir.” diyerek sarf ettiği lafların merciini itiraf etmek zorunda kalmaktadır. Hâlbuki “benzeri söy­lemler müsteşrikler tarafından dile getirilmiştir” demek yerine “bu söylemler müsteşriklerin iddialarına dayan­maktadır” denilseydi gerçekçi olacaktı. Bu yaklaşım tarzının unuttuğu gerçekleri şu âyet çok açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Biz, Nûh ‘a ve ondan sonra gelen peygamberlere vah- yettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim ‘e, İsmail ‘e, İs hak’a, Yakub ’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb ‘e, Yûnus ’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.112

Aynı zihniyet Kur’an’ın kadınla ilgili âyetleri konu­sunda da dile getirilmektedir. Buna göre Kur’an’ın ge­tirdiği tesettür ve başörtüsü emri Hıristiyanlıktan, kadı­nın dövülmesinin cevazı Tevrat’tan, Hz. Havva’nın Hz. Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı inancı yine Tevrat’tan, hatta birçok İslâmî inanç, ibadet ve muâmelât Cahiliye Müşriklerinden, hatta Sümerlerden alınmıştır.

Burada birkaç örnek vermekle yetineceğiz. Bahsi geçen zihniyete göre şu tesettür âyeti de kopyadır:

“Mümin kadınlara da söyle: “Gözlerini (harama çe­virmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süsle­rini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şe­kilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da ba­balarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğul­larından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunan­lardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya ik­tidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerim tanımayan çocuklardan başkasına göstermesin­ler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vur­masınlar. Hep birlikte Allah “a tevbe edin ey mü ’ mini er, umulur ki felah bulursunuz.”113

Onlara göre bu Kur’an âyeti, Incil’in şu ayetine da­yanmaktadır:[114]

“Ama başı açık dua ya da peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür. Böylesinin, başı tıraş edilmiş bir kadından farkı yoktur. Kadın başını açar­sa, saçını kestirsin. Ama kadının saçını kestirmesi ya da tıraş etmesi ayıpsa, başını örtsün… Siz kendiniz karar verin: Kadının açık başla Tanrı ya dua etmesi uygun mu?”115

İncil’in bu ifadelerinde geçen “baş” ve “örtsün” keli­meleri birbirine benzese de hüküm olarak arada büyük uçurumlar ve sıradağlar bulunmasına rağmen, Kur’an’ın âyetini İncil âyetinin yansıması olarak görmek, bilimsel­lik objektiflik adma ileri sürülmek bir tarafa, kelimenin tam anlamıyla düpedüz “saptırma, çarpıtma, yalan ve iftira”dan ibarettir. Zira Kur’an âyetinde;

İnceleyin:  Evrende Kaos Mu Var Düzen Mi?

–Başı açık dua etmenin yasak olduğuna dair bir kayıt yoktur.

–Başı açık peygamberlik etme ile ilgili hiçbir kayıt yoktur.

–Başını açanın kendisini küçük düşürdüğüne dair ifade yoktur.

–Başını açanın başını tıraş edenin aynısı olduğuna dair bir teşbih yoktur.

–Başını açan kadının saçını kesmesi gerektiği emri veya cezası yoktur.

–Saçını açmak veya tıraş olmak ayıp olduğu için baş örtülsün emri yoktur.

–Kadının açık başla Tanrı’ya dua etmesinin uygun olmadığı inancı yoktur. ‘

–Kur’an’da ise sadece şunlar vardır:

a.Haram bakıştan kaçının.

b.Namahrem erkeklere karşı örtünün.

c.Süslerinizi namahrem erkeklere göstermeyin.

Hafif bir benzemeden hareket ederek Kur’an âyetle­rini etkilenmişlik ithamına tabi tutmak gibi bir tavnn, imanı kâmil bir mü’mine yakışmaması bir tarafa; dürüst, insaflı ve vicdanlı bir oryantaliste de yakışmadığı  açıktır. Mü’min bir insan olarak bizler yukarıdaki âyete ilaveten şu âyeti okuduğumuzda meselenin özünü net bir şekilde anlama imkânı buluruz:

“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nüh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Müsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.”116

O halde benzerlikleri etkilenme olarak göstermek vahiy tarihini ve tek hak din olan İslam’ın tarihi geçmişini inkâr etmek demektir. –

3.7. Mana ve Hükümlerde Sistem İçi Tutarlılığın İhmal Edilmesi

Kur’an’da aile içi mali yükümlülükler göz önünde bulundurularak miras paylarının belirlenmesi konusu degerlendirildiğinde erkeğe kadının iki katı pay verilmesinin dengeyi ve adaleti gözetmek anlamına geldiği anlaşılır:

“Allah, evlâdınızın mirastaki durumu hakkında size şöyle emrediyor: Çocuklardan erkeğe, iki dişi payı kadar vardır. Eğer çocukların hepsi dişi olmak üzere ikiden fazla iseler onlara ölünün terk ettiği malın (terikenin üçte ikisi ve eğer dişi tek ise onda yarısı var, Ölünün ana-babası için, eğer çocuğu varsa, her birine terikesinden altıda bir, fakat çocuğu yoksa ve ölüye yalnız ana ve babası varis oluyorsa, anasına üçte bir vardır. (Geriye kalan, babanın hakkıdır). Eğer ölenin kardeşleri varsa hissesi altıda birdir. (Bu hükümler), ölünün borcu ödenip, yaptığı vasiyeti yerine getirildikten sonra­dır. Babalarınız ve oğullarınız, bilmezsiniz ki, dünya ve ahiret için hangisi size fayda bakımından daha yakındır. Bu hisseler, Allah ‘tan birer farîzedir. Allah, veresenin derecelerini hakkıyla bilici ve onların hisselerini takdir­de emir ve hükmedicidir.”117

O halde konuyu nimet-külfet dengesini ifade (bi hurmi hunmu)118 ilkesi açısından değerlendirmek gerekmektedir. Dolayısıyla İslam hukukunun nafaka, mehir, hidâne, radâ ve miras gibi konularda erkeğin mükellef kılındığı yü­kümlülükler açısından kadına oranla iki pay almasını ge­rektirmiştir. Bu da cüz’i hükümlerin külli hükümlerle ilişkisi açısından, başka bir ifadeyle miras konusunun ‘‘‘‘sistem içi tutarlılık” açısından değerlendirilmesini zo­runlu kılmaktadır. Nitekim başka bir âyette bu dengenin arka planındaki maksat çok açık bir şekilde ifade edil­miştir: (vele hunne mislullezi aleyhinne bil meğruf)yani “Kadınların, yü­kümlülükleri kadar meşru hakları vardır.”[119] İşte bura­dan da anlaşıldığı gibi kadınla ilgili âyetleri ve bu âyet­lerde geçen hükümleri anlamaya çalışırken, başkalarına da anlatmaya çalışırken çağdaş inkârcı akımlar, modem dünyanın icat ettiği ideolojiler, İslâm dışı hukuk sistem­leri ve doktrinler açısından değil, İslâm sistemi ve Kur’an’ın bütünlüğü açısından bakmak gerekir. Kısaca­sı hem sistem dışı yargılardan uzak, hem de sistem içi tutarlılığa bağlı bir bakış açısı bizi birçok hatadan kurta­racaktır.

3.8. Kur’an’ın Hadisten Bağımsız Olarak Anlaşılmaya Çalışılması

Günümüzde ortaya çıkan bir yanılgı da Kur’an’ın ha­disten bağımsız bir şekilde açıklanmaya çalışılmasıdır. Bu konuda dikkat çeken en önemli paradokslardan biri­si de bu iddianın Kur’an dışı kutsal kitaplar ve İslâm dışı kültürlerden bağımsız bir şekilde Kur’an’ı anlamanın im­kânsız olduğunu söyleyenlerden nüksetmesidir. Bu yan­lış ve hatalı anlayışa göre “Sünnet, Kur’an’ın önünde en­geldir, Kur’an’ın yanlış anlaşılmasına neden olmaktadır. Zaten Kur’an kendi kendisini açıklamaktadır. Öyleyse Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanmasında Sünnet’e ih­tiyaç bulunmamaktadır.

Bu anlayışa karşı bir cevabî kitap yazılmıştır. Buna göre Kur’ân’ın doğru anlaşılmasının en önemli kıstası Sünnet’tir. Zira Hz. Muhammed (s.a.s.) ne sadece bir postacıdır, ne de kargocu Mehmet Efendi’dir. O Allah’ın Rasûlüdür. İmam Şafiî’nin dediği gibi Kitap ve Hikmet, yani Kur’an ve Sünnet ile bizlere Allah’ın dinini öğreten en büyük müfessirdir. O halde Kur’an âyetleri konusun­da Hz. Peygamber’in açıklamalarını dikkate almamak, bunun yerine kendi kişisel anlayışlarını ikâme etmek yahut Hz, Peygamber’in hadislerini inkâr ederken oryan­talistlerin mütalaa ve mülahazalarını kutsal metinlerden daha güvenilir bir statüye kavuşturmak Kur’an’ın bütün âyetleri konusunda olduğu gibi kadınla ilgili âyetlerinde de hatalar silsilesinin kurbanı olunmasına sebep teşkil edecektir.

Bu nedenle Kur’an’ı doğru anlamak için Sünnet’e muh­tacız. Zira ilk dönem âlimlerinden bazıları da Sünnet’i an­lamak için Kur’an’ı bilmekten çok, Kur’an’ı anlamak için Sünnet’i bilme ihtiyacından bahsetmişlerdir. Ancak Sün­net’i de doğru anlamakla Kur’an doğru anlaşılabilir. Or­yantalist merkezlerde doktora yapmış ilahiyat hocalarımı­zın etkilerinin bulunmadığı ve Osmanlı ilim merkezleri­nin yetiştirdiği son âlimlerden yetişen hocalarımız da bizlere “Kur’an’ı tefsirsiz, hadisleri de şerhsiz okumamayı” tavsiye etmişlerdir. Zira kişisel yaklaşımlar çoğu sefer olayları eksik tahlil etmeye itmektedir. Bu yanlışa itici yaklaşımın yetiştirdiği şahsiyetler de hatalar zincirine itil­me realitesiyle karşı karşıyadır. Hâlbuki Kur’an ve sünnet bütünlüğü bizleri mutlak hakikate irşat etmektedir. Örne­ğin aşağıdaki ayet, Rasûlullah (s.a.s.)’in hadislerinin yar­dımıyla açıklanmazsa, milyarlarca Müslümanı livataya sü­rükleme tehlikesi ile karşılaşırız.

Âyette(Nisâukum harśun lekum fe/tû harśekum ennâ şi/tum)yani “eşle­riniz sizin için tarladır, öyleyse tarlanıza nasıl isterse­niz öyle varınız” buyurulur. Ayetin mutlak lafzına bak­tığımızda, cinselliği önceleyen bir yorum tarzına varabi­lir ve bir kocanın eşiyle her türlü cinsel ilişkide buluna­bileceği hükmü istihrâç edilebilir. Ancak âyeti açıklayan hadislere baktığımızda bu yaklaşımın son derece büyük bir yanlış olduğunu, haram ilişkileri helal kılacak kadar tehlikeli olduğunu anlamaktayız. Ancak İbn Kesîr’in Buhârî, Tirmizî, Nesâî, Ahmed b. Hanbel ve diğer Sünen kitaplarından naklettiği hadislere baktığımızda bu âyetin sebeb-i nüzulünü görüyor, sahabîlerin Hz. Peygamber (s.a.s.)’e konu ile ilgili sorularını ve o sorulara verilen cevaplan öğreniyor, Allah’ın âyetinde işâret edilen helal ilişkinin sınırını kavrıyor ve haram münasebetlerden kurtuluyoruz. Buna göre âyetin sebeb-i nüzulü, “Yahu- dilerin arka taraftan yapılan cima sebebiyle çocuğun şaşı doğduğu” şeklindeki batıl inancını kaldırmak olduğunu,120 Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Kadının yüzüne vurmamak, onu kötülememek, onu ev dışına giderek değil de ancak evde terk etmek şartıyla tarlan olan eşine varabilirsin” buyurduğunu,121 yine Hz. Peygamber’in “Hayâ ediniz, şüphesiz ki Allah sizden hayâ etmez ve hakkı söyler: ka­dınlara dübürlerinden ilişkide bulunmak helal değildir”’122buyurduğunu, hatta “eşine dübüründen yaklaşan kişi küçük livata yapmıştır”’123 buyurduğunu öğrenmekteyiz.124

İşte bu hadisler, âyetin doğru anlaşılmasını sağlıyor,birçok hataya düşmekten de koruyor. Ama Kur’an âyetlerini Sünnet ve hadislerinden bağımsız şekilde anlamaya ve açıklamaya çalışmak ise kişiyi her seferinde bir­çok hataya duçar etmektedir.

Günümüzde kadınla ilgili rivâyet edilen hadislerin hemen hemen tümünün uydurma olduğunu iddia eden kitaplar yazılmaya devam edilmektedir. Bunlardan üç ta­nesini örnek vermek gerekirse, Ali Osman Ateş’in “Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadiri’ adlı eseri, bir hadis profesörünün kaleminden çıkmıştır. İçindekiler kıs­mına bakıldığında kadınla ilgili hadislerin kahir ekseri­yetini uydurma nitelediği görülmekte, kitabm içeriğine bakıldığında bu hadislerin zahiri anlamlarım ya âyetlere ya da diğer hadislere vurup çelişkili göstermeye çalıştı­ğı, umum ifade eden hadisleri hususileştirdiği, husus ifilde eden hadisleri umumileştirdiği, hadis usulü kaide­lerini uygulamaktan ziyade kendi kişisel görüşlerini ha­dise hâkim kılarak baştan uydurma diye belirlediği ha­disleri uydurma göstermek için elinden gelen her yolu takip ettiği görülmektedir. Örneğin Ebu Davud’un rivâ­yet ettiği hadisi ret etmek için yine Ebu Davud’un râvi hakkındaki mütalaasını delil göstermektedir. Ya da İslam düşmanlarının saldırılarına ikna edici cevap veremediği hadisleri uydurma diye nitelemektedir. Sünnet’e aykırı­dır diye reddettiği hadislerin geçtiği tüm hadis kitapları­nı kadın düşmanlığı ve kadın aleyhtarı rivayetlerle itham ettikten sonra hangi hadis ve sünnet kitabının güvenilir­liği kalıyor? Acaba yazarın elinde başka sünnet kitapla­rı mı var? Uydurma ilan ettiği metinlerin senedi ile ilgi­li çizdiği şemalarda geçen isimlerden kimin bu hadisi uy­durduğu konusunda bilgi vermemektedir?

Örneğin; “Kadınların çoğunun kocalarına nankörlük etmeleri sebebiyle cehennemde olacağından” bahseden hadisin uydurma olduğunu ispat etmek için nasıl anlaşıl­ması gerektiği, hangi kadınları kastettiği, neden söylen­diği konusunda şerh kitaplarına müracaat etme ihtiyacı hissetmeyen yazar[125] kadının şahitliği konusundaki ha­disleri uydurma kabul etmek için “konunun net bir şekil­de aydınlatılması bakımında İslâm âlimlerinin görüş ve değerlendirmelerine yer vermek istiyoruz” diyerek sade­ce kendisi gibi düşünen Hayri Kırbaşoğlu, Salih Akde­mir, Hayrettin Karaman, Ali Bulaç’ın değerlendirmele­rini nakletmektedir.[126]

“İslâm âlimleri”‘ kavramı altında birkaç “Müslüman akademisyeni’ zikretmek, bir ilim adamı için talihsizlik­tir. Bu konuda İmam Ebu Hanife, Malik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ile mezheplerine bağlı binlerce âlimin de ka­dının şahitliği konusunda sarf ettikleri fıkhî içtihatlar var­dır. Aynı şekilde uydurma kabul ettiği hadis ve hadisle­rin sahih olduğunu belirten muhaddislerin sayısı da azım- sanacak türden değildir. Bu nedenle yazarın bu tavrını hem bilimsel, hem de hadis usulüne uygun görmemek­teyiz. Bir diğer hadis akademisyeni olan Hidayet Şefkat­li Tuksal da “Kadın Karşıtı Söylemin İslâm Geleneğin­deki İzdüşümleri’ adlı kitabında aynı metodu takip ede­rek kendi kişisel anlayışına uygun görmediği tüm hadis­leri ataerkil zihniyetin ürünü olmakla itham edip uydur­ma diye ilan etme becerisini göstermiştir.[127] Esengül Sürer, “Kur ’an Yorumlarında Kadın128 adlı eserinde her iki yazarın bilgi ve iddialarını özetlemiş, bir de Kur’an’a aykırılık vurgusu yaparak neredeyse kadınla ilgili hiçbir hadis rivayet edilmemiş algısını oluşturmaktadır. Her üç yazarın hadisleri uydurma ilan etmesinin gerekçeleri de hazırdır:

a.Ataerkil zihniyet,

b.Kadın karşıtlığı,

c.Kur’an’a aykırılık iddiası,

d.Oryantalist ve ateist yazarların tenkidi.

Bize göre her dört maddede kişisel mütalaa ve müla­hazalar esas alınarak hüküm verilmiştir. Bu mülahaza­lar ve mütalaalar da tahkik ve tetkik usullerine uygun değildir. Aynı gerekçelerden yola çıkarak ve aynı yön­tem kullanılarak birçok Kur’an âyetinin de ataerkil zih­niyet mensubu ulema tarafından “Kur’an’a sonradan ek­leme” yapıldığı da iddia edilebilir. Zira objektif bilim­sel kıstaslara değil, sübjektif değerlendirmeler üzerine inşa edilen bu tavrın tutarlı bir ölçüsü olmayınca, söz konusu tavır sahiplerinin dilinin kemiği de olmayacak­tır. Nitekim aynı tavır mensubu akademisyenlerden ba­zıları Kur’an’daki miras ayetlerinde söz edilen payların değiştirilebileceğini söylerken, [129] diğer bazıları da bazı ayetlerin değiştirilebileceğini söyleme cüretini gösterebil­miştir. Bu bakış açısının İlhan Arsel ve Turan Dursun’un yaklaşımından tek farkı vardır: Bu ateist yazarlar, kadın­la ilgili hadislerin Hz. Muhammed (s.a.s) tarafından söy­lendiğini kabul edilmiş görünerek bu vesileyle Hz. Mu­hammed’i (s.a.s) tenkit etme ve itibarsızlaştırmaya gay­ret gösterirken, Modernist Müslüman aydınlar da aynı ha­disleri aynı yaklaşım ve aynı söylemlerden hareketle mu- haddislere mal ederek onları tenkit etme ve itibarsızlaş­tırma vesilesi yapmaktadır.

Bu ayırım dışında ele aldık­ları hadisler, hadislere yönelttikleri eleştiriler, kullandık­ları argümanlar, hatta kitaplarının fihristleri bile büyük oranda birbirine benzemektedir. İstidlal yöntemleri kul­lanılmadan her seferinde tutarsız bir yol takip edilerek baştan beri verilmiş kararları sonuçta tasdik ettirmek için köşe bucak taraması yaparak delil aramanın da bilimsel objektiflik ve akademik nesnellik adına sıkıntılı olduğu­nu düşünmekteyiz. Zira tenkit ettikleri hadislerin çoğu diğer İslâm âlimleri tarafından Kur’an’a aykın görülme­mekte, kadın karşıtlığı ve ataerkil zihniyet ürünü olarak değil kadmla ilgili bazı olumsuz durumların tashih ve te’dîbi (terhîb) amacıyla Hz. Peygamber tarafindan beyan edildiği ifade edilmektedir. Aynca İslâm âlimleri bir ha­disin sahih veya uydurma kıstası olarak gayr-i Müslimle- rin mütalaalarına değil, senet ve metinle ilgili kurdukları özel bir sistemin kural ve işleyişine bakarak karar ve hüküm vermektedirler. Bize göre hadislerle ilgili bu red­dedici ve uydurma ilan edici tavır, geriye muteber sayı­lacak türden hiçbir hadis kaynağı bırakmamakta, zihin­lerde bütün hadis kitaplarının uydurmalarla dopdolu ol­duğu intibaını üretmektedir. Bundan sonra “biz tüm ha­disleri inkâr etmiyoruz ki” türünden yapılan savunmaların pratik bir tarafı da kalmamaktadır. Sonuç itibarıyla “hadisleri ayıklama” adı altında “hadissiz ve sünnetsiz bir din anlayışı” çıkmakta, böylece her konuda olduğu gibi kadın konusunda da Kur’an âyetleri bilimsel usullerden uzaklaştırılarak şahısların sistemsiz, kuralsız, metotsuz, tutarsız, gelişigüzel kişisel kanaatlerine teslim edilmektedir.

3.9.Kuranla İlgili Algı Operasyonlarına Aldanma

Günümüzde Kur’an âyetleri üzerinde birçok algı ope­rasyonları yapılmaktadır. Bu operasyonlar vesilesiyle insan zihni etki altına alınmakta, hak yerine batıl iddialar kabul ettirilmektedir. Örneğin Kur’an ve Kadın dediğiniz­de insanın fikrine hemen “kadının dövülmesi” konusu gel­mektedir. Zira Kur’an’da kadınla ilgili o kadar güzel, ha­kikat yüklü, kadının hak ve hukukunu koruyucu âyet var­ken, sadece bu âyetin gündeme gelmesi bir algı operasyo­nunun habercisidir; Hâlbuki Kur’an-ı Kerîm’de kadınm dövülmesi diye gösterilen âyet, “serkeş kadınların yola ge­tirilmesinin tedbirini anlatan âyet” olarak vardır ve bütün kadınlarla ilgili bir âyet değildir. Zira Kur’an’da erkekle­rin de dövülmesini, ellerinin kesilmesini, sürgün edilme­sini, hatta öldürülmesini emreden âyetler var dm Ama bun­lardan hareketle Kur’an ismi geçtiğinde “elleri kestiren kitap,” “adam öldürten kitap,” “savaş ve taarruz kitabı” gibi yakıştırmalar yapmak doğru değildir. İşçilere grev hakkı veren anayasalara “işçileri açlıktan öldüren kitap,” suçlulara hapis cezası takdir eden kanunnamelere “insan­ları hürriyetinden mahrum bırakan talimatname” veya suç­luyu nezarethanede bekleten yasalara “insanın seyahat öz­gürlüğünü kısıtlayan yasa” adını vermek ne kadar yanlış ise “Kur’an’da kadını dövün diyen âyet vardır” demek de yanlıştır. Zira Kur’an’da “kadını dövün” diyen bir âyet yoktur. Bunun yerine şu âyetler vardır:

“Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve aile­nin geçimini sağlamakta) dırlar. İyi kadınlar, itaatkâr­dırlar. Allah ‘ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da”gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerim reddede­rek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür. Eğer karı-ko­canın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gön­derin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da on­ları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıy­la haberdardır.”130

Bu âyetler “kadını dövme âyeti” değil, kadınlar ara­sında yüzdelik olarak çok düşük olan “geçimsiz ve ser­keş kadınları te’dip etme ve aileyi kurtarma reçetesi sunan âyetlerdir.” Meseleyi çarpıtmakla Kur’an’ın de­ğerini düşürmeyen çalışanlar, tarih ve ilim önünde mah­cup kalmış ve kalacaklardır.

SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME

–Kur’an Allah’ın-kitabıdır ve Hz, Muhammed’e vahiy yoluyla nazil olmuştur. Binaenaleyh Kur’an’daki hükümler, Hz. Muhammed’in şahsi karar ve görüş­leri değil, Allah’ın emir ve hükümleridir.

–Kur’an, kadın-erkek bütün insanlara gönderilen ilahi bir kitap olup Arap Dilinin özelliklerine göre hem erkeklere hem de kadınlara, sadece erkeklere, sadece kadınlara, bazen bir aileye, bazen bir erke­ğe, bazen de bir kadına yapılan hitapları vardır. Kitap olması itibarıyla evrensel mesajlar ve hüküm­ler taşımaktadır, kitap içindeki özel hitapları itiba­rıyla da belli muhatap kitlelerine veya belirli şahıs­lara yönelik talimatlarda da bulunmaktadır.

–Kur’an’da insanların dünya ve ahiret hayatım ilgi­lendiren hükümler arasında kadınlarla ilgili birçok ayet ve hüküm vardır. Yaratılış konusunda erkek-ka- dın ayırımı yapılmaz. Ancak fıtrat, kabiliyet, hukuk, ibadetlerin eda şekilleri, takva ve dindarlık gibi bazı konularda bir takım farklılıklara da işaret edilmiştir. Bunlar da erkek ve kadının farklı özelliklerine da­yandığı gibi, bireysel ve toplumsal hayatta temsil et­tikleri farklı rollere de dayanmaktadır. Bu nedenle her konuda ve mutlak anlamda erkek-kadın eşitliği düşüncesi Kur’an’a uymamaktadır.

–Kur’an’daki hükümler Arap Dili ve Edebiyatı çer­çevesinde ifade edilmiş olsa bile, Cahiliye Kültürü­nün bir parçası değildir. Bu sebeple Kur’an üzerin­de cahiliye kültürü etkisi olduğunu iddia etmek, doğru değildir. Zira Kur’an’ın Arap Dilini kullan­ması ve Arapların kullandığı kelime, kavram, ifade ve üslupları kullanması, nazil olduğu toplumu daha kolay değiştirme ve nazil olduğu insanları daha kolay ikna etme ihtiyacından kaynaklanmaktadır.

Bunu cahiliye kültüründen etkilenme şeklinde gös­termek doğru değildir. Zira burada “etkilenme ol­gusu” değil, “etkileme amaci” söz konusudur.

–Kur’an’da geçen kadınla ilgili ayetleri cahiliye kül­türü tesiri altında göstermek yanlış olduğu gibi İslam dışı diğer dinlerin ve kültürlerin etkisi altın­da kalmakla açıklamak da yanlıştır. Zira dinler ara­sındaki benzerlikler her zaman etkilenme temelli değildir. Dinin ortak kaynağı olan vahiyden izler taşıma olgusunu da her zaman göz önünde bulun­durmak gerekmektedir.

–Kur’an ayetlerini batı kültür ve medeniyetinin dayan­dığı hümanist ve feminist zihniyetle yorumlamak bir­çok hataya düşmenin sebebi olmaktadır. Zira kadın­la ilgili ayetleri Mecusi, Yahudi, Hristiyan kültürü­nü yansıtan geleneksel tesirler altında yorumlamak yanlış olduğu gibi, Kur’an ayetlerini modem israili- yat olan modernizm, oryantalizm, hümanizm ve fe­minizmin tesiriyle yorumlamak da yanlıştır.

–Erkek egemen toplum, ataerkil topluma, anaerkil toplum, kadın karşıtı rivayet, sınıfsız toplum, sınıf­sal fark, kadm-erkek eşitliği, ikinci sınıf statüsü, cinsiyet ayırımcılığı, İslam evinde ötekileştirilen varlık gibi söylemler üzerinden yeni bir “kadın algı ve anlayışı” geliştirmeye çalışmak ve bunu Kur’an’a mal etmek doğru değildir.

–Kur’an’daki kadınla ilgili ayetleri, Kur’an’ın kendi mantığından hareketle ve Kur’an’ın oluşturduğu sistemin iç tutarlılığı açısından değerlendirilmesi gerekmektedir,

–Bu açıdan bakıldığında tüm ayetleri tarihsel, yöre­sel, kişisel, hatta evrensel nitelemek yerine muha­tap kişi ve kişisini, sebeb-i nüzulünü, hükmün umuma veya hususa delalet edişini, ayetler ve ayet­lerdeki hükümlerin mutlak-mukayyed, gibi fıkıh usulünde ele alınan durumlarını, hakikat-mecaz, ki­naye, teşbih-istiare gibi belagat ilimlerindeki ifade­lerini dikkatli bir şekilde ortaya konulması, daha sonra tefsir ve te’vil edilmesi gerekmektedir.

–Diğer konularda olduğu gibi kadın konusundaki ayetler ve içerdiği hükümlerde “aklımızın hükmü­nü” yanılmaz ve kaçınılmaz ölçü olarak kabul etmek, bu sebeple aklımızın tespit ettiği karar ve hükümlere uymadığını gözlemlediklerimizi hadis ise uydurma, ayet ise tevil ile “diskalifiye etme” yoluna başvurmak doğru değildir. Sebep, hikmet, illetini anlama yeteneğinden yoksun olduğumuz bazı durumların da bulunduğunu her zaman dü­şünmeliyiz.

–Eski müfessir ve müçtehitlerin kadınla ilgili ayet­leri değerlendirirken kendi zamanlarındaki bilgi se­viyesi, sosyal yaşam şartları, çağdaş kültür ve me­deniyetin tesiri altında kaldıkları ihtimali ne kadar doğru ise, bizlerin bugün yaptığımız yorumların da kendi zamanımızın bilim, kültür, örf-adet, hatta si­yasi sistem ve ideolojilerinin tesirinde olma ihtima­linin de bulunduğunu unutmamak gerekir. Bu ne­denle eski içtihatları daima yanlış geleneksel yo­rumlar, kendi yorumlarımızı mutlak doğru, Kur’ânî hüküm, indirilmiş din, Kur’an’ın özü, İslam gerçe­ği diye ifade etmek doğru değildir.

–Bir taraftan Kur’an’da nesh yoktur, yani Allah bile kendi ayetini değiştiremez demek, diğer taraftan da miras, nikâh ve talak ayetlerindeki hüküm ve pay oranlarını değiştirmeye kalkışmak veya “akıl metni nesh eder” gibi ifadeler kullanarak Kur’an ayetle­rini nesh etmeye girişmek, haddini aşmaktan başka bir şey değildir. (Tilke hududullah, La tebdile like- limatillahi)!

–Kur’an’da kadınla ilgili olarak geçen âyet ve hü­kümleri sadece tek bir yargı, tek bir bakış açısı, tek bir mikyas, zihniyet, cihet, yargı açısından değer­lendirmek de yanlıştır. Örneğin yaratılışla ilgili âyetlerde ilahi kudret ve azamet, bireysel tavırlarla ilgili ayetlerde fıtrat ve karakter, mali ve iktisadi haklarla ilgili âyetlerde adalet, aile içi ilişkilerle il­gili âyetlerde sulh ve barış, toplumsal hayat ve ai­lenin toplum içindeki yeri ile ilgili âyetlerde düze­ni sağlama ve adalet, ceza hukuku ile ilgili âyetler­de suça engel olma ve caydırıcılık gibi özellikler aramak gerekmektedir.

–Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkek­lerin kadınlardan farklı yönleri olduğu gibi kadınların da erkeklerden farklı yönleri vardır. Erkekle­rin kadınlardan üstün tarafları olduğu gibi kadınla­rın da erkeklerden üstün tarafları vardır. İşte Kur’an’da geçen bazı ayetler hakkındaki “eşitsizlik iddialarını” bu çerçevede değerlendirmek çağımı­zın zorunlu bir uyarısı haline gelmiştir.

Sonuç olarak şunu her zaman göz önünde bulundur­mak gerekmektedir: Her şeyin bir usulü bulunduğu gibi,Kur ’an-ı Kerim’i doğru anlamanın da bir usulü vardır. Bu nedenle Kur’an’daki her bir konudaki her bir âyeti anlamanın da kendisine göre bir usulü vardır. Aynı şe­kilde Kur’an’da kadınlarla ilgili olarak geçen âyetleri, o âyetlerin içerdiği emir ve hükümleri anlamanın da ken­dine mahsus bir usulü vardır. O halde Kur’an’ı ve Kur’an’daki kadınla ilgili âyetleri kendi ön yargılarımız, başkalarının değer yargıları, klasik ve modem sistemler, siyasi ve ideolojik zihniyetler çerçevesinde veyahut eski din ve kültürlerinin tesirlerinden ne denli sıyrıldığı ve İslam kültürü ile ne denli adapte olduğu belli olmayan mühtedi Müslümanların izlenim, öngörü, öneri, anlayış ve algıları çerçevesinde değil, Kur’an, Sünnet, Ulemanın kıyas ve icmaı, Ümmetin uygulamaları (tefsir usulü, hadis usulü, fıkıh usulü) açısından değerlendirmek ge­rekmektedir.

Mehmet Salih Geçit – Güncel Kelâm Tartışmaları,syf:208-292

Dipnotlar:

[62] Bakara, 2/228.

[63] Mâide, 5/6.

[64] Bakara, 2/228.

[65] Mâide, 5/6.

[64] Bkz. Ebu’l-Velîd Muhammed b. Rüşd el-Kurtubî, Bidâye- tu’l-Müctehid ve Nihâyetu’l-Muktesid, Matbaatu Mustafa el- Bâbî, Mısır, 1975, 1/7-15.

[65] Nisa, 4/3.

66.Nisa, 4/129.

67.Bakara, 3/21, 168; Nisa, 4/l“Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık” ayeti gibi.

68.Nisa, 4/133. Mekke Müşriklerine “Ey insanlar!” diye hitrap eden âyetler gibi.

69.Ahzab, 33/28, 30, 32, 33, 52, 55, “Ey Peygamber, bugünden sonra evlenmek sana caiz değildir.” “Ey peygamber eşleri…” âyetleri gibi.

70.Kureyş, 106-1-3. Kureyş Sûresi’nde ticârî imkânlara karşı iba­det ve şükür emrinin vukuu gibi.

71. Cuma, 62/9.

72.Ahzab, 33/33.

73 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 18/103. Kurtubî’nin şu kaydını araştırmacıların dikkatine sunarız:****

74 Celâluddin Abdurrahyman es-Suyûtî, el-İtkânfi Ulûmi ’l-Kur an, Tahk. M. Ebu’l-Fazl tbrâhîm, Dâru’l-Heyeti’l-Mısriyye, 1974.

75.Enfâl, 8/60.

76.Bakara, 2/183.

77.Ali Imran, 3/14.

78.Suyûtî, İtkân, 1/149-155.

79.Suyûtî,1/110-112.

[80] Fazlur Rahman, İslâmî Yenilenme, Çev. Adil Çifçi, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara, 2000, s. 142.

81. İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınlan, İstanbul 2017,s.488-490

82. Nisa, 4/11.

83 Nisa, 4/,12,13.

84.Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, el-Hikmetu fî Mahlûkâti’ilâh, M. Reşîd Kubbânî, Dâru Îhyâi’l-Ulûm, Beyrût, 1978, s. 66-70.

85.İbrahim, 14/32-33; Nahl, 16/12;

86.Bakara, 2/255; Ta-ha, 20/110.

87.En’am, 6/103; Bakara, 2/154, 216, 232; Al-i İmrân, 3/66; Nisa, 4/11; Nahl, 16/74.

88.Al-i İmrân, 3/44, 179; Mâide, 5/109, 116; En’âm, 6/50, 59;A’râf, 7/188.

89.Nisa, 4/129.

[90] Nisa, 4/129.

[91] Bkz. Alexis Carel, İnsan Denen Meçhul, Çev. Refik Özdek, Ti- maş Yay., İstanbul, 2000.

[92] Ali Osman Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, Beyan Yayınları, İstanbul, 2015, s. 11-25; Hidayet Şefkatli Tuksal, Ka­dın Karşıtı Söylemin İslâm Geleneğindeki İzdüşümleri, Otto Yay., Ankara, 2018, s. 47-70; Esengül Sürer, Kur‘an Yorumla­rında Kadın, Fecr Yayınları, Ankara, 2018, s. 28-46.

[93] Mustafa Sabri, Meseleler Hakkında Cevaplar, Sad. Osman Nuri Gürsoy, Sebil Yayınları, İstanbul, 1984, 146-182; Mustafa Sab­ri, Dinî Müceddidler, Sebil yayınevi, İstanbul; 1994, s. 264-309. Osmanlı’da kadın konusundaki hareketler ve bu konudaki kar­şılıklı tartışmalar hakkında bkz. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, İstanbul, 2010, s. 59-86.

[94] Ali Osman Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, Beyan Yayınları, İstanbul, 2015, s. 11-25; Hidayet Şefkatli Tuksal, Ka­dın Karşıtı Söylemin İslâm Geleneğindeki İzdüşümleri, Otto Yay., Ankara, 2018, s. 47-70; Esengül Sürer, Kur‘an Yorumla­rında Kadın, Fecr Yayınları, Ankara, 2018, s. 28-46.

[95] Mustafa Sabri, Meseleler Hakkında Cevaplar, Sad. Osman Nuri Gürsoy, Sebil Yayınlan, İstanbul, 1984, 146-182; Mustafa Sab­ri, DinîMüceddidler, Sebil yayınevi, İstanbul, 1994, s. 264-309. OsmanlI’da kadın konusundaki hareketler ve bu konudaki kar­şılıklı tartışmalar hakkında bkz. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, İstanbul, 2010, s. 59-86.

[94] Bkz. Yaşar Nuri öztürk, Kur ‘an ’daki İslâm, Yeni Boyut Yayın­lan, İstanbul, 2000, Emre Dorman, Allah’a öğretilen Din, İs­tanbul Yayınevi, İstanbul, 2016; Heyet, Uydurulan Din ve Kur’an’daki Din, İstanbul Yayınevi, İstanbul, 2016

[95] Bakara, 2/222.

96.Bakara, 2/222.

97.Ahzab, 33/32.

98.Ahzab, 33/33.

99.Nisa, 4/3

100 Nisa, 4/7.

101. Muhammed Murhif Hüseyin Esed, Teemulatunfl ’l-Mer ‘e, Dâru Vahyi’l-Kalem, Dımaşk, 2004, s. s. 135-142.

102.Bu konuda tüm Fıkıh Usûlü kaynaklarının icma bahsine bakıla­bilir.

103.Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ahmed b. Sehl es-Se- rahsî, Usûlü’s-Serahsî, İstanbul, 1984, 1/295; Ali b. Muhammed el-Pezdevî, Kenzu ’l-Vusul ilâ Ma’rifeti ’l-Usûl, Matbaatu Cavid, Paris, s. 239; Haşan Kerim er-Rubay’î, el-Medhal İlâ Şeria- ti’l-lslâmiyye, Dâru’s-Selâm el-Kânûniyye, Lübnasn, 2015, s.47; İbrahim Kâfi Dönmez, “İcma”, TDVİA, TDV Yay., İstan­bul, 21/423.

[104] Meymüniyye grupları, nikâhı haram olan yakın akrabayı belirle­yen ayeti (en-Nisa 41/24) ı yanlış yorumlayarak bütün Müslü- manlarca mahrem kabul edilen bazı yakınların nikâhmın helal ol­duğunu iddia etmiş, ayrıca Yûsuf süresinin aşk hikâyesinden bah­settiği için Kur’an’dan sayılamayacağını ileri sürmüşlerdir. İslam âlimleri, bu son iki görüşü benimseyen grupların Müslüman ka­bul edilemeyeceğini belirtmişlerdir. Bkz. Ebu Mansur el-Bağdâ- dî, el-Fark Beyne’ l-Firak, Nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd, Mek- tebetü Dâri’t-Türâs, Kahire, tsz„ s. 93-100,280-290; Mustafa Öz, “Acâride”, DİA, İstanbul, Cilt: 01; Sayfa: 318-319.

105 .Nisa, 4/23-24,

[106] Bkz. Murtaza Mutahhari, İslâm ‘da Kadın, Önsöz Yay., Çev: İs­mail Bendiderya, İstanbul, 2018, s. 427-444.

107.Bakara, 2/233.

108 Bakara, 2/228.

109 Bakara, 2/228.

110.Bakara, 2/228.

111.Emrah Dindi, Kur ‘an ‘da İslam Öncesi Kültürün İzleri (Muame­lat Örneği), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İs tanbul-2014, S. 454.

112. Nisa, 4/163.

[113] Nur, 24/31.

[114] (https://gerceginkitabi.wordpress.com/2015/05/ll/hadisle- rip-yahudi-ve-hristiyan-kokeni/)

[115] Yeni Ahit, I. Korintililer 11:5-13.

116 Şura, 42/ 13.

[117] Nisa, 4/11.

118 Şu ilkeler de aynı anlamı desteklemekledir:

119 Bakara, 2/228.

120.**

121.**

122.**

123.**

124.Ebu Fidâ ismâil b. Ömer tbn Ke…

[125] Ali Osman Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, Beyan Yayınları, İstanbul, 2015, s. 155-157.

[126] Ali Osman Ateş,, a.g.e., s. 247-249.

[127] Hidayet Şefkatli Tuksal, Kadın Karşıtı Söylemin İslâm Gelene­ğindeki İzdüşümleri, Otto Yay., Ankara, 2018, s. 47-70

[128] Esengül Sürer, Kur’an Yorumlarında Kadın, Fecr Yayınlan, Ankara, 2018, s. 28-46.

[129] Bkz. Fazlurrahman, İslâmî Yenilenme, Çev. Adil Çifçi, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara, 2000, s. 142; Musa Canıllah Bigiyef, Hatun, Haz. Mehmet Görmez, Otto Yayınları, Ankara, 2014, 125-128; M. Hayri Kırbaşoğlu, “Kadın Konusunda Kur’an’a Yöneltilen Başlıca Eleştiriler”, İslami Araştırmalar Dergisi, Ekim 1991, cilt: 5, sayı: 4, s. 278.

130 Nisa Sûresi, 4/34-35.