Kabir,Kabir Hayat ve Kabir Azabı

indir1 Kabir,Kabir Hayat ve Kabir Azabı

Kabir, ahiret âleminin, doğrusu ebedî hayatın ilk kapısıdır. Bu kapı­dan sonraki olaylar hakkında akıl yürütme imkanı yoktur. Kabir âlemi ve kabirden sonra haşir, neşir, cennet, cehennem, nimet ve azaba inan­mak, sadece teslimledir. Allah Teâlâ Zülcelal Hazretleri nebilerine bildi­rip, nebileri de ümmetlerine bildirdikleri gibi, akıl yürütmeksizin âhirete inanmak farzdır. Allah Teâlâ dünyayı bir imtihan, ahireti de mükafat ve mücâzat diyarı olarak yaratmıştır. Kuluna hayrı murad ettiği vakit, kulu da amelinde kusur ederse, Allah Teâlâ onu çeşitli belalarla temizler; ilm-i ezelîsinde kendisine tahsis ettiği makamlara ulaştırır.

İmam Ahmed ve Ebû Dâvûd’un da tahric ettikleri Hallâc bin Hakimden gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle bu­yurmuştur:

“Gerçekte kulun, ameliyle ona ulaşmadığı bir derece Allahım ilm-i ezelîsin)dan geçtiği zaman, Allah onu bedeninde yahud malında yahud evladında imtihan eder. (Kendisine bela verir.) Sonra kendisine bunun üzerine sabır da verir. Nihayet Allah onu, (İlmî ezelîsinde) kendisine tayin ettiği dereceye ulaştırır.”

Merhametiyle onu dirilttiği gibi, kahrıyla da onu öldürür. Kimisine kahrıyla birlikte acıyı, tatlıya çevirir. Kimisine de kahrında azabını tattırır.

İnsan kabre konulduğu zaman kendisine Nekir, Münker gelirler. Nitekim Müslim ve Buhârî’nin de tahric ettikleri, Berrâ’ bin Âzıb’dan ge­len bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyur­muştur:

“Müslüman kabrinde sorulduğu zaman, Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve gerçekte Muhammed’in de Allah’ın Rasûlü ol­duğuna şahadet eder. Bu da O’nun: {Dünyada da ahirette de Allah iman edenleri değişmez söz üzerine sabit kılar…}  sözüdür.”

Başka rivayette: “ (Dünyada da ahirette de Allah iman edenleri değişmez söz üzerine sabit kılar…} (ayeti); kabrin azabı hakkında ölüye Rabb’in kim, dînin ne, nebîn kimdir? Denildiği zaman, onun da:’ Rabb im Allah’tır; dînim İslamdır; Peygamberim Muhammed salialldhu aleyhi ve sellem’dir.’ diyeceği zaman hak­kında nazil olmuştur.” buyurmuştur. Binaenaleyh kabir sorusu sadece hadisle değil, bu ayetle dahi sabittir.

Amma keyfiyeti hakkında bizim bilgimiz yoktur. Ancak kabirde Nekir ve Münker’in her mü’minden bu so­ruları soracaklarına; ölünün de ruh ve bedenle birlikte cevab vereceğine inanıyoruz. Böyle inanmak farzdır. Demek ölüm yokluk değildir; varlıktır. Doğrusu, hissin değil hareketin kesilmesidir. Nitekim Buhârî ve Müslim’ in de tahric ettikleri, Enes radıyallâhu anh’tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kul kabrine konulduğu ve arkadaşları ondan döndükleri za­man -gerçek şu ki o ayaklarının takırtılarını dahi duyar- iki melek ona gelir; onu oturturlar ve şöyle derler: ‘Şu adam (yani Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında ne gibi şeyler dersin?’ Mü’mine gelince der ki: ‘Ben Onun gerçekte Allah’ın kulu ve Rasûlü oldu­ğuna şahadet ederim./Binaenaleyh ona (ölüye) şöyle denilir: ‘Ateş­teki yerine bak. Hakîkaten Allah onu cennetten bir yerle sana de­ğiştirdi./Bunun üzerine ölü her İki yerini de görür. Münafık ve kafi­re gelince, ona da: ‘Şu adam hakkında ne gibi şeyler diyordun?’ denilir. Ölü de: ‘Bilmiyorum; ben de halkın dedikleri şeyleri der­dim.’ der. Bunun üzerine ona: ‘Bilemedin, okumadın.’ denilir; iki kulağı arasına, demirden bir topuzla vurulur. Bundan öyle bir sesle bağırır ki, kendisinden sonra kalan ins ve cinden başka her şey sesini duyar.’

Bu hadîs-i şerîf, üç hakîkati beyan etmiştir Birincisi her insanın kab­rinde soruya çekileceğini; İkincisi, Nekir ve Münker adlı meleklerin soru­larına mü’minin rahatlıkla cevab vereceğini, kafir ve münafıkların şaşırıp cevabdan âciz kalacaklarını; üçüncüsü de, kabrin azabını tesbit etmiştir. Kabrin azabı, sadece bu hadisle değil aynı zamanda;

‘{Öyle korkunç bir) Ateştir. Her sabah ve akşamda (Fir’avn hanedan­larına) ateş arzolunur. Kıyamet olduğu zamanda da, Fir’avn’ın ha­nedanlarını, en şiddetli azaba sokun (denilecek)/’ buyrulan El-Mü’min sûresinin 46’ncı ayetiyle de sabittir. Binaenaleyh kabrin azabını inkar eden ehli bid’ate bakılmaz. Herkesçe malum ki, sabah ve akşam dünya­da olur; ahirette sabah ve akşam yoktur. Demek ayetin “Her sabah ve akşamda (Fir’avn hanedanlarına) ateş arzolunur.” cümlesiyle, kabir aza­bı; ikinci şıkkıyla da ahiret azabından haber verilmiştir. Bazı serseri in­sanlar; “Hayatın ve ruhun varlığına, bünye ve beden şart olduğundan dolayı ve kabrin sorusu ve azabı insanlarca müşahade edilmediğinden yoktur.” demektedirler. Bu sapıklıktır. Ruh ve hayatın bedene bağlı olma­sı şartı yoktur. Allah Teâlâ’nın Kitabında, O’nun Rasûlü’nün de hadisle­rinde beyan buyurdukları bir işin müşahadesi şart değildir. Keyfiyeti bi­linmezse dahi ona iman farzdır. Ehli Sünnet vel Cemaat, kabirde sualin, nimet ve azabın var olduğunda ittifak ettiler.

Evvelden dediğimiz gibi, ruhun tasarrufu yahud hayatın oluşu için bünye şart değildir. Çünkü Allah Teâlâ Zülcelal Hazretleri’nin bünyesiz zerrede de hayatı var etmeye kudreti vardır. Canlılar hakkında hayat; his ve hareketten ibarettir. Kabirde sadece hareket kesilir; ve bünye dağılır. Bünyenin enkazı mesâbesinde olan ve topraklaşan cüzlerde hayatın bir kısmı yani his mevcuddur. Ruh da o cüzlerle birlikte lezzetlenir veya elemlenir.

İnceleyin:  Allah’ın Kıyamette Mahlukları Hesaba Çekmesinin Mahiyeti

Nakilden başka aklî deliller de vardır. Nitekim İmam Gazâlî diyor ki; «Kabrin azabı sorusu, mümkinattandır. Mümkün olan her şeyin vukûu da mümkündür. Müşahade edilen sükun, yani hareketsizlik ve bünyenin dağılması, kabir sorusunun ve azabının yokluğunu göstermemektedir. Görülmez mi, uyuyan bir kimsenin bedeni sakinleşir, kıpırdanmaz; amma kendisi içinden lezzetlenir. O kadar lezzetlenir ki, beden dahi on­dan hisseyab olur. Ve nitekim ihtilam bunun eseridir. Bazan da elemlenir. Beden ondan da o kadar müteessir olur ki, uyuyan uyandığı zaman, bedenindeki acı ve ağrıyı hisseder. Demek bir şeyin görülmemesi, onun yokluğunu ifade etmez.»

Cehmiyye, Havâricî, Mu’tezile ve Neccâriyye taifeleri, kabir sualini, nimetini ve azabını inkar etmektedirler. Maatteessüf asrımızda müslüman gençlerin çoğu, farkına varmadan bunların mezhebine girmektedirler. Görüldüğü gibi, kabrin nimeti, İbrahim sûresinin 27‘nci; kabrin azabı ise, el-Mü’min sûresinin 46’ncı ayetleriyle sabit olmuştur. Bu tak­dirde inkarı küfürdür.

Ayrıca Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bizâtihi kabrin aza­bını müşahade ettiğini ashabına bildirmiştir. Müslim’in de tahric ettiği, Zeyd bin Sâbit’ten gelen bir rivayette Rasûlullah sallailâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Sizin ölülerinizi defnetmemenizden korkmasaydım, Allah’ın size kabir azabını işittirmesine dua ederdim.” Sonra:

“Ateşin azabından Allah’a sığının.” buyurdu.

Ashab: Ateşin azabından Allah’a sığınırız, dediler. Sonra:

“Kabrin azabından Allah’a sığının.” buyurdu.

Ashab: Kabrin azabından Allah’a sığınırız, dediler.

“Açıkta ve gizlide olan fitnelerden Allah’a sığının.” buyurdu.

Ashab: Açıkta ve gizlide olan fitnelerden Allah’a sığınırız, dediler.

“Deccâl’in fitnesinden Allah’a sığının.” buyurdu.

Ashab: Deccâl’in fitnesinden Allah’a sığınırız, dediler.

Bu hadîs-i şeriften de anlaşıldığı üzere, Peygamber sallallâhu aley­hi ve sellem, kabrin azabından haberdar olduğu gibi, azabda olanların seslerini de işitmiştir.

Aliyy-ul-Kârî diyor ki: «Hadîsin delâletiyle, ehli keşif, güçleri nisbe- tinde azablıların seslerini işitirler. Binaenaleyh tâkatinin fevkinde azabın sesini işitenin çıldırması muhakkaktır.»

Ehli mukaşefenin ittifakıyla, kalb gözüyle kabir azabı müşahade edilir ve işitilir de.

Bir insanın ömrünün başlangıcından sonuna kadar bedeninden ay­rılan aslî cüzlere, ruh irtibat kurar. Hatta Ehli Sünnetin ittifakıyla, kurtlar bir kimseyi yeseler, midelerindeki cüzlerine, yerde kalan cüzlerine, hâsı­lı ömrünün başından sonuna kadar bedenden ayrılmış bütün cüzlere ruh irtibat kurar. Allah Teâlâ o cüzlere berzâhî bir hayatı, yani hareket ve bünye olmaksızın hissi verir. Bununla cüzler, ruhla birlikte soruya çekilir. Sonrasında amma azab, amma nimet.. Aliyy-ul-Kârî diyor ki: «Güneşin zerrelere irtibat kurduğu gibi, ruh da bedenin cüzlerine irtibat kurar ve hatta  “Gerçek şu ki o, ayaklarının takırtılarını dahi duyar.”

Hatta bedenin bir parçası şarkta, bir parçası garbda olsa dahi, yine hüküm böyledir. Zira ruhun tasarrufu, hulul yani bir cüze girmekle değildir.»

Hafız Zebidî diyor ki: «ölünün bedeni, yırtıcı hayvanların midesinde, kuşların hafsalalarında olsa dahi, Allah Teâlâ, bedenin onunla azabı idrak ve hissedeceği cüzleri, ruhla birlikte suale çekecektir, zira Allah Teâlâ’nn kudretinin haricinde değildir. Nasıl oluyor ki Peygamberin melekleri gördüğüne, şeytan ve cinlerin İnsanları gördüklerine, uyuyan İnsanın elem ve zevkten gördüklerine inanır da, bedenin cüzlerinin da­ğılması halinde ruhla birlikte azab çekeceğine inanmaz?.. Bunlar hepsi idrak edilmeyen, zâhirî duygulardan gizli olan şeylerdir.

Ehli Sünnet vel Cemaat, Allah Teâlâ’nın hayatı bedenin cüzlerine iade etmesinde ittifak ettikleri halde, Eşâlre ile Haneftlerin, ruhun da bedene iade edilip edilmemesi hakkında ihtilaf vuku bulmuştur. Hanefîler dediler ki: “Şimdi­ki hayatın başkasında, ruh ile hayat arasında “telâzum” yoktur.” Haneli­lerden bazıları cismânî “meadle” hüküm ettiler. Bunlara göre, ruh da hayatla birlikte o cüzlere girer. Bazıları da ruhun, çürümüş bedenin top­rağına irtibatlı olduğunu, ruh ve toprağın birlikte elem veya zevk duydu­ğunu söylediler. Muhtemel ki bunlar, ruhun tecerrüdüne ve cismiyetine hükmettiler. Topraktan maksadın, cesedin küçük cüzleri olup, tüm cüz­leri olmadığı da gizli değildir. Ulemâdan kısm-i a’zamîsi, kabrin azabının keyfiyetini izah etmekten sakındılar. Dediler ki: Sualin, azabın hakika­tine inanırız; keyfiyeti Allah’a havale ederiz. »

Ölü gömüldükten sonra, ona dua etmek, birkaç dakika kabrinde beklemek de meşrû ve sünnettir. Nitekim Ebû Dâvûd ve Beyhaki’nin de tahric ettikleri, Osman radıyallâhu anh’tan gelen rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, ölünün defninden sonra kabre karşı durup:

“Kardeşinize Allah’tan mağfireti “dileyin. Sonra ona tesbiti (kelime’-i şahadet üzere devam etmesini) dileyin. Gerçek şu ki şimdi o soruluyor.” derdi.

Hattâbî diyor ki: «Bu hadîs-i şerîfte, definden sonra ölülere meşhur telkinin okunmasına delil yoktur. Bu hususta biz, meşhur bir hadis bula­madık. Fakat telkinin okunmasında da zarar yoktur. Zira telkin ölüye ve dirilere, kelime-i şahadeti arzetmekten, hatırlatmaktan, ölüye ve müslümanlara dua etmekten, haşri inkar edenleri uyarmaktan başka bir şey değildir. Bunlar hepsi de güzel şeylerdir.»

İnceleyin:  Kabir Azabı ve Münker-Nekir

İmam Gazâlî’nin ihyâsı’nda, Tabarânî’nln Kitâb-ul-Ed’iyye’de, defin anında telkin hakkında tahric ettikleri hadîs, ehli hadisçe sahih görül­memiştir.“Ölülerinize ‘Lâ ilâhe lllallâh’ı telkin ediniz.” mealindeki hadise gelince, Hattâbî ve Aliyy-ul-Kârinin de dedikleri gibi, ölümü yaklaşan, sekarette olanlara şahadetin telkini muraddır; defin anında değil.

Fakat Hâfız Ibnu Hacer diyor ki: «Bir önceki hadiste, definden sonraki telkine dahi îmâ vardır. Onun keyfiyeti meşhurdur. Mezhebimizce (Şâfiî), definden sonra telkin sünnettir. Bunu bid’at sayanların sözleri doğru değildir. Nasıl bid’at olur ki, bu hususta açık hadisler vardır. Hatta hasen derecesine varacak kadar hadisler de vardır. Birbirini takviye ederler. Ittifâken fezâil’de bu gibi hadislerle amel edilir. Nevevinin Ezkar’daki nakline göre, Şâfiî ve arkadaşlarının nez-dinde, definden sonra ölüye telkin müstehabdır. Hatta Kuran’dan bir şey okumak da müstehabdır. Eğer hatim çıkarırlarsa daha güzel.. Beyhâkî’nin Süneni’nde, Ibnu Ömer’e göre, definden sonra kabirler üzerin­de El-Bakara sûresinin ilk ve son ayetlerini okumanın sünnet olduğu kaydedilmektedir.»

Zebîdî diyor ki: «imam Ahmed, imam Mâlik ve Ebû Hanîfe’nin nezdinde, kabirlerde okumak mekruhtur. Çünkü bu hususta sünnette bir şey vârid olmamıştır, imam Muhammed’e ve İmam Ahmed’in diğer kav­line göre mekruh değildir. Çünkü ibnu Ömer, definden sonra El-Bakara sûresinin ilk ve son ayetlerinin kabri üzerinde okunmasını vasiyet etmiştir.»

Tîbî diyor ki: «Bu takdirde El-Bakara sûresinin ilk ayetleri, ölenin baş tarafında; son ayetleri ayakları tarafında okunur.»

Ebû Dâvûd’un şârihlerinden Mahmud Muhammed Hattab, El-Menhel-ul-Azb-ul-Mevrûd adlı eserinde diyor ki: «Ölüye kabrinde hayatın gir­mesi hakkında vârid olan hadisler, hemen hemen tevâtür derecesine ulaşmaktadır. Bu hadisler, kabirde Nekir – Münker sualinin sübûtuna, hatta suâlin defnin akabinde olusuna kat’iyetle delâlet etmektedir.»

Yine Ebû Dâvûd’un şârihi Ibnu Kayyim-ul-Cevzî dahi bu hususta birçok sahih hadislerin vârid olduğunu kaydetmektedir.

Demek ölüler, dirilerden haberdar olurlar; faydalanırlar.

Ibnu Mâce, Tirmizî ve İmam Ahmed’in tahric ettikleri, Hazreti Osman radıyallâhu anh’tan’ gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

“Kabirden daha korkunç bir manzarayı görmedim.” buyurmuştur.

İbnu Ebi-d-Dünyâ, kabir âlemi hakkında bir eser yazmıştır. Orada komşusundan rahatsız olan ölülerin azablıya bağırdıklarını; “Sen sağ iken buraya geleceğini düşünmedin mi? Bizleri gömerken öleceğini bilemedin mi? Şefaat edecek bir arkadaşın yok muydu? Seni mağrur eden ne idi?” dediklerini dahi yazıyor.

ibnu Mubarek’in Kitab-ul-Kubur adlı eserini okumak gerek.

Kabrin vahşet ve zulmetini düşünmemek ve kabre hazırlanmamak, daha korkunç değil mi?!.

Buhâri, Deylemî ve Hatîb’in de tahric ettikleri Ayşe radıyallâhu anhâ’ dan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle

buyurdu: “Kabrin azabı haktır.” Deyleminin tahricinde  şu da vardır;  “insan ve cinler İşitmez­ler, başkaları işitirler.”

Gazâli diyor ki: «Kabrin azabını inkar eden, iman nurundan, Kur*an nurundan mahrumdur; ehli bid’attir. Hakîkaten ehli basiret nezdinde kabrin ateşten bir çukur, yahud cennetten bir çimen olduğu sabittir.»

Ibnu Kayyim diyor ki: «Kabrin azabı iki kısımdır. Kafirler ve bazı mü’min âsilerin azabı daimidir. Suçları hafif olanların azabı muvakkattir Ravd-ur-Riyâhin’den bize ulaştığına göre, cum’â gecesinde ölülere azab yoktur. Zannımca cum’â gecesi kafirlerden değil, mü’min âsilerden azab kalkar. Fakat Bahr-ul-Kelam’da denilmiştir ki: Cum’â gecesinde ve gündüzünde, kafirlerden dahi azab kalkar. Böylece Ramazan ayında kabir azabı büsbütün kalkar. Âsi mü’minlere cum’â gecesinde ve gün­düzünde azab Kalkar; sonra da kıyamete kadar dönmez. Böylece cum’â gecesinde veyahud gündüzünde ölene kabrin sıkıştırması da yoktur.»

Münâvî Suyûtî’den naklen diyor ki: «Bu sözler, mü’minin bir hafta­dan fazla azab görmeyeceğine delâlet eder. Cum’âya ulaşınca kalkar ve dönmez. Fakat bu sözde delile ihtiyaç vardır. »

Münâvî sözüne şöyle devam ediyor: «İbnu Kayyim’in El-Bedâye adlı eserinde Kâdı Ebû Ya’lâ’dan naklen şöyle denilmiştir: Kabrin azabı dünyanın azabıdır. Dünya, içindeki şeylerle fânîdir. Binaenaleyh kabrin azabının kesilmesi de gerekir. Fakat ne mikdarda azabın kaldırılacağı hususunda nakil yoktur; amma kalkar. Nitekim Hennâd’ın Mücâhid’den gelen rivayetle tahric ettiği bir haberde şöyle denilmiştir: “Küffâr kabirlerinde uyku gibi bir hale girerler. Kıyamet gününde kabir ehline nida edildiği zaman kafirler:

{Yazıklar olsun bize. Bizi mezarlarımızdan kim haşre gönderecek, derler…} ”

Kabrin ekser azabı, bevlden korunmamaktan ileri gelir.

 

İsmail Çetin-Ehli Sünnetin Nazarı İtikadın Ölçüsüdür

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir