Herkesin toplumsal ve ekonomik bir düzen arzuladığı ve geleceğin bütünleşme ve hesap kitap üstüne oturacağı türünden bir düşünceyi kim üretti? Kapitalin zorlamasıyla her şey ekonomik düzene bağımlı hale geldi ve düşünce yapıları tek bir zihinsel boyutun kölesine dönüştü. Bunun dışında kalan tüm diğer düzen girişimleri anlamsızlaştı. Oysa tüm sorunların ekonominin sırtına yıkılması ve başarı kavramı bir tuzaktı. Sürekli gelişme ve hızlanma sayesinde her şeyin bize sanal anlamda verilmesi ya da verilecek olması bir tuzaktı. Dolayısıyla yasakların evrensel düzeyde kaldırilması, tüm haberlerin elimizin altında olması ve doğal olarak keyif alma zorunluluğu bir tuzaktı.
Bu noktaya kadar her şey, arzu ve arzunun tatmin edilmesi ile gereksinimler ve gereksinimlerin karşılanması arasında kurulan dengeye boyun eğiyordu. Bildiğimiz tüm tarihsel çatışmalar hak arayışları, isyanlar, devrimler- bu tehlikeli durumun ürünüdür.
Nükleer patlama gerçekleşmiyor, ancak G. Anders, sonuçları ne olursa olsun simgesel ya da metafızik anlamda, insanın, kendisiyle doğrudan ilişkisi olmayan kararlar yararına iradesinden vazgeçmesi, insan zekâsının yapay zekâ yararına zorla alıkonması bombanın yol açabileceği tahribattan çok daha büyük bir felakete yol açabilir diyor.
Tekniğin ulaştığı kusursuz otomatizasyon aşaması -kendi farkında olmasa da- insanın devre dışı bırakılmasıdır. Tekniğin küresel güce özgü hegemonik özelliklere sahip olduğu aşamada insan, yalnızca özgürlüğünü değil, kendi hakkında düşler kurma yetisini de kaybetmektedir. Bugün insan, boyun eğdiği makinelerin onun yerini alması sebebiyle çalışma düzenine özgü işsizliğin çok ötesine geçen zihinsel ve varoluşsal bir işsizlikle karşı karşıyadır. Bu alışılageldik manada teknik bir işsizlik değil çünkü bu makinelerin bozulması ile ilgili bir konu değil. Tam tersine makinelerin böylesine kusursuz olmaları nedeniyle soyu sürdürmenin bile otomatikleşeceği bir dünyada yaşamanın anlamsızlaşması ve bir işe yaramaması ile ilgili bir konudur.
Bizim hakikat anlayışımız, ortaya çıkarma-sergileme,değersizleştirme, indirgeyici çözümlemeden yana olmuştur. Bu teşhir etme, itiraf etme ve tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermeye özgü hakikat anlayışı olduğundan kutsallığı yitirilmemiş, nesneleştirilmemiş, “aura”sı bozulmamış, herkese gösterilmemiş hiç bir şey hakikat olarak değer görmez.
İktidar bundan böyle temsilî sistemin en kusursuz biçimine sahip, zira kendinden başka temsil ettiği bir şey yok.
Sistem, hem Gerçeğin bütünsel versiyonu hem de Sanallık tarafından tasfıye edilmiş halidir. Hegemonya işte böyle bir biçime sahiptir.
Benzer türdeki son bir açıklama da TF1 [televizyon kanalı] Genel Müdürü Patrick Le Lay’den geldi: “Gerçekçi olalım, televizyon kanalında çalışmak demek Coca Cola’nın ürününü satmasına yardımcı olmak demektir. Bir reklam tarafından sunulan mesajın algılanması için televizyon izleyicisinin beyninin bu işe uygun olması gerekir. Yaptığımız yayınların amacı iki reklam arasında seyirciyi hazır hale, yani bu işe uygun hale getirmek, onu eğlendirmektir. Biz Coca Cola’ya uygun insan beynine ait zamanı satıyoruz… Bu uygun zamanın elde edilmesinden daha güç bir iş olamaz.”
Bu akıl almaz açıklamanın içerdiği profesyonel hayasızlığı bu hayasızlığı pek çok başkasıyla paylaşmaktadır. Bu konuda Post: Telécom’un sloganı örnek olarak verilebilir: “Paranın cinsiyetı olmayabilir, ancak bu durum onun çoğalmasını engellememelıdir”) takdir etmek gerekir. Bu açıklama gene aynı nedenden dolayı açıkça suçlanabilir ki, tüm sağduyulu insanlar zaten böyle yaptılar.
Terörizm politik ya da stratejik bir gerçeklikten çok bir kara delik, bir kör noktaya benziyor, hattâ onun tüm düşgücü ve haber ağlarını yiyip yuttuğu ve yaşamını yalnızca hayalet kıvamında bir varlık olarak sürdürdüğü söylenebilir (Marx’a göre Avrupa’yı korkutan hayaletin adı komünizmdi, günümüzde tüm dünyayı korkutan hayaletin adı ise terörizmdir). Ortada hiç canlı terörist kalmasa bile yarattığı küresel psikozda bir değişiklik olmayacaktır. Tıpkı nüfüs kaybına uğrayan bir Amerika’yı küresel gücün somut karşılığı olarak görmeyi sürdüreceğimiz gibi. Zaten Bin Ladin’in de yaşaması ya da bir şeyler yapmasına gerek yok, arasıra gerçek mi yalan mı olduğunu bilemediğimiz video görüntüleri göndermesi yeterli. Bizzat sistemin kendisi, terör konusundaki bu hiperdüşgücünü fırsat buldukça tezgâhladığı suikastlarla sömürerek efsaneyi daha etkili hale getirmeye çalışıyor.
Doğal olarak bu toplumlar, kendilerini maymuna benzeten Beyazları taklit etmektedirler. Bu insanlar da şu ya da bu şekilde kendilerini küçümseyenleri küçümsemektedirler. Tıpkı görüntüyü deforme eden aynalar örneğindeki gibi gülünç yansımalarını fark etmeyen Beyaz efendilerinin somut gülünç yansımalarına dönüşmektedirler. Jean Rouch’un Les Maitres Fous (Çılgın Efendiler) adlı Hlmi bütün bunları muhteşem bir şekilde göstermektedir. Filmde kentte işçi olarak çalışan Siyahlar, gece ormanda bir araya gelerek bir tür kendinden geçme yöntemiyle Batılı efendileri, yani işveren, general, otobüs şoförünün taklidini yapmakta ve şeytan çıkarmaktadırlar.
Hegemonya kendini artık sahip olduğu teknikler, değerler, ideolojileri ihraç ederek değil bu değerlerin bir parodisini evrensel boyutlara taşıyarak gösteriyor. Az gelişmiş ülkeler bir gelişme ve kalkınma simülakrını gerçekleştirmeye çalışıyor. Bağımsızlıklarını bir demokrasi simülakrına borçlu olan, bu ortadan kaybolmakla meşgul kültürler yeniden eski sağlıklarına kavuşabilecekleri gibi olanaksız bir düşüncenin peşinden koşuyorlar. Bu kültürlerin hepsi aynı model tarafından büyülenmiş durumdalar (Amerika bu işin kaymağını yiyor gibi görünmekle birlikte olayın ilk kurbanı olduğu söylenebilir). Dayattığı Tarihsel egemenlik aşamasından sonra Batı, şimdi de Tarih adlı fars (kandırmaca) aracılığıyla hegemonyasını dayatmaya çalışıyor.
THE DESPAIR OF HAVING E VERYT HING (Her şeye sahip olmanın yol açtığı çaresizlik).
Daha önce hiç böyle özgün ve bir ölçüde daha radikal bir durum yaşanmadı. Zira kendisine karşı direnemediğimiz şey artık baskı, yoksun bırakılma, yabancılaşma değil bolluk ve koşulsuz teslimiyettir. Bizim iyiliğimizden başka bir şey düşünmeyen ve bizi iyiliklere -güvenliğimizi sağlamak, gönenç içinde yaşatmak, yakınlık göstermek, welfare (refahımızı sağlamak)boğmanın yanısıra geri ödenmesi olanaksız bir borca batıran iktidara karşı direnemiyoruz.
19. ve 20. yüzyıl boyunca Marx’tan Althusser’e, Gramsci’den Debord’a tüm çözümlemeler bu bakış açısına uygun bir niteliğe sahiptir. Bu yabancılaştırma, baskı ve kandırma üstüne oturtulan bakış açısı her zaman eleştirel bir niteliğe sahip olmuş ve efendi/ köle ilişkisine son verecek diyalektik bir tersine çevirme düşüncesini de içermiştir.
Sonuç olarak efendi/köle ilişkisinde böyle bir devrim gerçekleştirilmiştir. Her şeyin değiş tokuş edilebildiği ve karşıtların uzlaştırılıp İnsan Haklarının göklere çıkartıldığı ve tüm değerlerin yok edildiği bir sırada, istisnasız tüm arzuların gerçekleştirildiği ve sanal bir özgürleşme süreci sayesinde teknik anlamda bir devrim gerçekleştirildiği söylenebilir. . .
Öyleyse hâkimiyetin/egemenliğin tüm dayanakları ortadan kaybolduğundan hegemonya denilen şey, bu yeni durum -yani özgürleşmiş kölenin efendiyi içselleştirmesiüstüne oturmaktadır.
Öyleyse bu, bir çelişki, yani tam bir özgürlük, tüm çatışmaların sona erdiği ve açık bir şekilde küresel hegemonik düzene boyun eğmemize yol açan istediğini yapma olarak adlandırılabilecek çelişki üstüne oturmaktadır.
Öyleyse hegemonyanın,hâkimiyetin/egemenliğin bittiği yerde başladığı söylenebilir. Bu temel bir ayırımdır, zira yol açtığı olaylar eski anlamlarına sahip değildir.
Örneğin, terörizm artık geleneksel mücadelelerin aşırı uçlara taşınması anlamına gelmiyor. Terörizm, hegemonyanın özgün görüntüsüne uygun özgün bir biçimidir. O, ekonomik zenginliklerin yanısıra bizzat gerçekliği ele geçiren küresel güce karşı küresel boyutlarda gerçekdışı bir meydan okuma biçimi, gerçek dışı bir şiddettir. Küresel güç her şeyi ele geçirmiştir; özerklik ve savaşı, gizli arzu ve iradeleri, acı ve başkaldırıyı devasa bir si’mülasyon sürecine, herkesin utanmadan kendine düşen rolü oynamaktan başka bir şey yapmadığı muazzam bir reality-show’a dönüştürerek ele geçirmiştir.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…