İslamın Zaman Mefhumu

zaman İslamın Zaman Mefhumu

İbadetler umumiyetle 1-Zaman, 2-Mekân olmak üzere iki buudda gerçekleşir. Bununla beraber, bir çok ibadetlerde mekânın şart olmamasına karşılık, istisnasız bütün ibadetler zamanla mukayyettir. Başka bir ifadeyle, bir çok ibadetler “Mekân” ile sınırlandınlmadığı halde, istisnasız bütün ibadetler “Zaman” ile sınırlandırılmıştır.

Hac müssesesinden başka bütün ibadetlerde “Mekân”, “Zaman” dan sonra gelmiş, daima ikinci planda kalmıştır. Hatta “Oruç” gibi bazı ibadetlerde “Mekân” yerini tamamen “Zaman”a terketmiştir.

Bu ise bizlere mutlak-zamanın mutlak- mekândan çok daha umumî ve çok daha değerli olduğunu gösterir.

İslâmiyette “Cemaatle kılman namazda, başlama tekbirine ulaşamayanın sevaptan mahrum olacağı” esası vardır. Hal böyle olunca, başlama tekbirine yetişip yetişememe bir saniyelik bir iş olarak karşımıza çıkar. Yani bir saniyelik bir gecikme,başlama tekbirinin kaçmasına sebep olacaktır. Bu fil ise Müslümanların yaptıkları bütün cami-içi, cami-dışı hayatlarında bir saniyeyi değerlendirecek şekilde dakik olmaları demektir.

İslâm’dan başka hiçbir din, hiçbir inanç, hiçbir felsefî ve İktisadî sistem, İslâm kadar kendi taraftar­larından bir saniyenin hesabını bu kadar ciddiyetle aramaz ve bir saniyelik ihmali bu kadar ağır şekilde cezalandırmaz.

Yollarda, birtakım engellerden ötürü camiye geci­ken ister yaşlı, ister genç bir çok kimselerin doğru olmamakla beraber koşuşmaları sık sık görülen bir olaydır. Bu acelelerin, bu koşuşmaların hepsi sadece bir saniye içindir.

Affı ve cömertliği sonsuz olan Allah Teala’nın bu esaslarda hiçbir şekilde müsamaha göstermemesi, bizlerde, yani şuurumuzda zaman kavramının daha kuvvetli belirginleşmesi içindir.

Böylece bir saniye, İslâm’ın kendine yerdiği değer yüzünden Müslümanların şuurunda bir çağ, bir asır kadar büyüyecek ve değer kazanacaktır. Yani “En kısa zaman olan ‘Saniye’, en büyük değen taşıyacaktır”. Zira zaman sübjektiftir, herkese göre değişir. Sabaha kadar uyuyamayan bir hasta ile sabaha kadar eğlenen bir insan için vakit mefhumu eşit değildir. Bu vakit, birisi için çok uzun, diğeri için de çok kısadır.

Kısacası, günde beş defa, bu bir saniyenin peşinde koşan kimselerde ister istemez “zaman kavramı gerçekte olduğundan çok daha fazla değer ve kıymet kazanacaktır.

Yine Hac müessesesinde dünyanın neresinden gelinirse gelinsin, Arefe günü olarak sadece belirli bir yarım günün kabul edilmesi ve bu yarım gün zarfında Arafat dağında bulunulmasının şart olması ve buna  karşılık hiçbir mazeretle gecikmenin kabul edilmemesi,fazlasıyla üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Zira bu Arefe günü iki, üç veya daha fazla sayılarda, yahut senenin belirli samanlarına taksim edilmiş olabilirdi veya Arefe günü Arafat dağında bulunamayanlar için Namaz, Oruçta olduğu gibi pekâlâ Kaza müessesesi kurula­bilirdi. Kullarına zorluk, güçlük dilemeyen Allah Teala’nın yukarıda zikredilen tarzlardan hiçbirine iltifat etmeyerek Hac müessesesini bu şekilde tesbit etmesinin birçok sebep ve hikmetlere mebni olduğu muhakkaktır. Başka bir ifadeyle tabiî zamanı uzat­mamasına gerekçeleri olacaktır.

İnceleyin:  Namazı İkame

Şöyle ki: Ortalama olarak bir yarım gün, yirmi dört saat üzerinden on iki saat tutar. Bu da dakika olarak *720” dakika eder. Bu Hac ibadeti senelik ibadet olduğu için elde ettiğimiz 720 dakikayı orta­lama bir seneye (360) bölersek, her gün için, yani her yirmi dört saat için iki dakika elde ederiz. Bu ise, tayyare, tren vs. gibi süratli vasıtaların bulunmadığı bir zamanda, kıtalar aşarak binlerce km. uzak­lardan gelen kimselerin ayları çok aşan bu faaliyetlerdinde daha önce yaptıkları plan icabı her gün kaç saat veya kaç km. yol gideceklerse bunun her halü­kârda, muhakkak surette yerine getirilmesi demek­tir. Söylenmek istenileni bir misalle şu şekilde açıklamak mümkündür.

Altı aylık bir yoldan Hacca gelen bir kimse yaptığı hesap ve planlarıharfiyyen, tamamiyle yerine getirmeye mecburdur. Aksi takdirde, her gün zaman ölçüsü ile yürümeye mecbur olduğu zamandan dörder dakikalık bir ihmal, bir plansızlık veya hergün yapacağı km. den yüz–yüzelli metrelik daha önce yapılmış hesap ve plan dışı bir gecikme, bir laubalilik, bir ihmal. Arefe gününün kaçmasına sebep olacaktır. Çünkü bu .altı ay zarfında bir yarım gün edecektir ve bu da Arefe gününün kaçmasına kafi gelecektir. Yahut günde yapılan yüz-yüzelli metrelik ihmal, altı ay zarfında yirrai-yirmibeş km. gibi yarım günde yürümesi mümkün olmayan bir meblağ olarak karşımıza çıkacaktır. Yine bu hal de Arefe gününün kaçmasına kafi gelecektir.

Burada dikkat etmemiz ve ders almamız gereken mühim hususlar mevcuttur. Şöyle ki: Saatin ve uzunluk ölçen hassas aletlerin bulunmadığı bir zamanda Islâmiyetin daha önce yapılmış olan hesap ve planların günde dörder dakikalık veya yüz-yüzelli metrelik eksik tatbika­tından hasıl olacak hatayı hoş görüp affetmemesi, başka bir ifadeyle af dileyince günahı sevaba çeviren Allah Teala’nın bu hususta hiç müsamaha göster­memesi, Müslümanların, planla yaşayan, bütün hareket ve davranışlarını zamana göre tayin ve tanzim eden insanlar olmalarını istemesindendir.

Arefe gününün senenin günlerine bölünmesi sonucu her güne iki dakikanın düşmesi gerçeği daha başka şekillerde de izah edilebilir. Şöyle ki: Her gün, değerlendirilmeden boş olarak geçen bu ikişer dakikalar biriktiği takdirde bir sene zarfında İslâm’ın beş esasından birinin kazası mümkün olmayacak şekilde yerine getirilememesine sebep olmaktadır. Yine bu hal, çekilen bunca zahmet ve verilen bu kadar zamanın kaybolup gitmesine sebep olmaktadır. Bu da küçümsenerek değer verilmeyen, ihmal edilen “ufak şeylerin” çok zaman sarfederek yapılan iş, verilen emeklerin neticesiz kalacağını, hiç olmazsa yarım kalacağını işaret etmektedir.

İnceleyin:  Kadın, Cami ve Özgürlük

Kısacası bu hal, İslâmiyetin günde ikişer dakika­lık bir ihmal, bir gevşeklik ve bir tembelliği affetme-yip göz yummadığının açık seçik delilidir. Yine ikişer dakikalık yapılan tembellik, ihmal ve gevşek­liğin toplamının bir yarım günü geçtiği takdirde, Hac gibi bir farzın, yani mühim bir işin yerine geti­rilememesi ve bunca emeğin semeresiz kalacağınıgöstermektedir.

Islâmiyetin zamana bu kadar değer vermesi, Müslümanların zamandan kopmak şurda kalsın, bilakis onların saatle yaşayan dakik insanlar olmalarını temin ve dünya-ahiret bütün başarılarının ancak ehemmiyetsiz gibi görünen dakikaların, hatta saniyelerin israf edilmemesi ve en iyi şekilde değer­lendirilmesiyle mümkün olacağını onlara telkin etmek içindir.

Başka bir deyişle İslâmiyetin, onbinlerce km. aşarak dünyanın neresinden gelinirse gelinsin, Arefe günü olarak bir yarım günlük zamandan daha fazlasını kabul etmemesi, yaptığımız senelik faaliyetlerimizdeki değerlendiremediğimiz zaman­ların toplamının bir yarım günü geçtiği nisbette başarısızlığa uğrayacağımızı ve dünyanın neresin­den gelirsek gelelim, istenilen yerde istenilen zamanda bulunmamızın lüzum ve gereğini bizlere telkin etmek içindir. Çünkü bu da bir randevu, bir sözleşmedir. Onun için zamanında bulunmamız gerekmektedir.

Sonuç olarak: Bu bir yarım gün, senelik faaliyet­lerimizde kaybedeceğimiz zaman toplamı için azamî ölçüdür.

Milletçe başarılarımız bütün faaliyetlerimizde bu ideal ölçüye yaklaşabildiğimiz oran ve nisbette olacaktır.

Yazıyı baştan itibaren özetleyerek bitirelim: Günlük hayatımızda saniye günün “en küçük” ana birimidir. Buna karşılık senelik faaliyetlerimizde de gün, sene içinde “en küçük” ana birimdir. Haftalar, aylar ve nihayet yıl bu ana birim olan günlerin toplamıdır. Asır veya Ömür içinde de sene ana birimdir.

Hal böyle olunca, saniyelerin değerlendirilmesi, günün, günlerin değerlendirilmesi, yılın ve yılların değerlendirilmesi demek olacağından, saniyenin değerlendirilmesi mana ve ehemmiyetini taşıya­caktır. Başka bir deyişle, bu esaslar senelik faaliyet­lerimizde güne, günlük faaliyetlerimizde de sani­yeye dikkat edip onu en iyi şekilde değerlendirme­miz gerektiğinin delilidir.

Islâm’ıın Arefe günü olarak ana-birim olan bir tek günü seçmesi bu sebeplerden ötürüdür.

Başka bir ifadeyle, bu esaslar sene içinde ana birim durumunda olan gün ve onun içinde de onun en küçük ana birim olan saniyeye en büyük değe­rin verilmesi demektir, bu da bir ömrün veya yüzyılın saniyeye sığdırılması veya saniyelerin bir ömür veya bir asrı içine alacak kadar büyüyüp değerlenmesi demektir. Bir saniyenin de tek başına kabul edilemeyeceğini, aksine saniyelerin birbirini takip ettiklerini düşünecek olursak, artık saniye»yaşanılan hal”» “yaşanılan zaman” şeklini alır, Böylece mesele yaşanılan hâli, yaşanılan zamanı değerlendirmek şeklinde karşımıza çıkar. Yaşanılan hâlin dışındaki zaman, ancak yaşadığı­mız vakti değerledirmemize bağlı olacaktır.

 

Ali Murat Daryal – İslamda İbadetlerin Sosyo-Psikolojik Temelleri

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir