İslâm’ın İnsanlık Mesajı
Sana imânın kapılarını açan rüzgâra sen kapını kapama! Gündoğuşunun hemen ardından gelen, hafif, ipekten yumuşak o esişe gönlünü kaptır. Direniş gösterme; teslim ol. Ruhunun bütün pencerelerini ve pancurlanın aç. Göğsünü, o, gül bahçelerinin kokularıyla arınmış, bezenmiş hayat soluğuyla doldur. Ufukların rüzgârıdır o. Çölleri samur kürkle donatan sesin titreyişi. Ebedî üzüm salkımlarının salınışı. Asmaların, Muhammed bahçesi asmalarının sarkışı, sallanışı ve kıvır kıvır uçlarının uzayışı, ürperişi.
Sen, aç ruhunu İslâm’a. O İslâm ki, ne Uzakdoğu’nun boğucu put esaretinden bir iz bırakmış, ne de Batı’nın, tevazu kılıklı gururundan bir zerre. Vahdaniyete giydirilen üç köşeli pagan şapkasının altında olup biten samimiyetsizlik küpünü devirip, nefsaniyet şarabını toprağa serpen o İslâm ki, senin ruhunun, o patlama noktasına gelen senin ruhunun hayat memat ihtiyacının tam cevabını vermektedir. O İslâm ki, huzur şehirlerinin mimarı; leylekleri bile çatılarında ve damlarında, kedileri bile pencerelerinde mutlu 0 kent ki, ancak Müslümanlara mahsustu.
O İslâm ki, varoluş, kalite demekti, kumaş kalite demekti, eşya kalite demekti. Ruh, kalite, madde kalite demekti O’nun medeniyetinde. Bakır sahanından halısına, sırta geçirilenden kâğıdına, binasından, mimarisinden musikisine, mezarlığındaki sadelikten evin içindeki süküt, derinlik, ciddiyet, ağırbaşlılık ve samimiyete, dindarındaki halisliğe, ihlâsa, evet, kerametlerin kerameti olan teslimiyetteki sadeliğe kadar, ne geniş bir yücelikler,üstünlükler, doğruluklar, iyilikler ve güzellikler yelpézesi..
Sen,sakın,ortalığı kaplayan gürültü sebebiyle moralini bozma.Diren.Gül ve geç bu patırtı ve şamataya.Bu patırtı ve şamatalar,insan önünde eğilip,sözde,Tanrı’ya isyan edenlerin kaçışırken çıkardıkları sesler,alçalış patırtı ve şamatasıdır.Eğer ruhları gerçek bir inanç ve güven içinde olsaydı,bu tanrısızlar,tanrıtanımazlar,böylesine şamata etmezlerdi.Kendine güvenen kişinin patırtıya,gürültüye ihtiyacı yoktur.O,dağlar gibi sakin durur.Kuru gürültüyü öbürlerine bırakır.
İnkârcılar,aslında kendilerine güvenmedikleri için böyle gürültü ederler.Çünkü böylece kendilerine güvendiklerini göstermek isterler.Daha doğrusu,kendilerine olan güvensizliklerini gizlemek,gözlerden saklamak isterler.Eğer gürültü edip işi şamataya getirmezlerse,kendilerine olan güvensizliklerinin çırçıplak ortaya çıkacağından korkarlar.
Eninde sonunda bir gün, korktukları başlarına gelecektir. Ve onlar, ruhlarının tüm sefaletiyle, Allah’ın huzurunda çırılçıplak kalacaklardır. Küçümsedikleri, yok saydıkları o gün, ne dehşetli gün, ne yakıcı bir ateş, ne geçmez bir zaman, ne kopmaz kırılmaz bir zincirdir, öğrenip anlayacaklardır.Allah’ın şiddet gününden ve görünümünden daha şiddetli ne olabilir? Yaratık olduğunu bilmeyen, yaratılmışlığını unutan ruh için ne cehennem, Allah karşısında, eşya perdelerinden sıyrılı, çırçıplak durmak!
Ama sen, ey kardeş, ruhunu İslâm’a bütün genişliğiyle, bütün kapsamıyla aç ki, o dehşet gününde, Allah’ın sana görünümü yumuşak açıdan olsun. Allah, yumuşak yüzünü göstersin sana. Rahmet ve merhamet yüzünü.
Allah, o kudrettir ki, sana bir milyar yılı bir anda yaşatır; bir anı, bir milyar yıl kadar sürmüşçesine doldurabilir; bu ölümden önce de, ölümden sonra da, hayattayken de, ölüyken de olabilir. En mutlak zaman bile O’nun için nisbîdir. Sen, zamanını kazanmak istiyorsan, sen bu zamanın ve “o” zamanın şiddet ve dehşetinden korunmak istiyorsan, zamanı ve zamanları gerçekten tasarruf edebilene, onları eğip bukebilene, onları ezip kıvırabilene başvur, sığın. Yoksa zamanın tasarruf edecegi kişi, nesne ve oluşlara değil. Evet, sen, zamanın gerçek sahibine git ve teslim ol.
Ah, ey dost, ey arkadaş, şu çağda, şu gerçeklerin saklandığı, örtüldüğü çagda, İslâm sana geldi; sen, neden ondan kaçıyorsun? Bu seçkinlik seni buldu, sen neden şu yana bu yana göz atıyorsun, kaçmak istiyorsun? O İslâm ki, nice dâhiler bile ondan mahrum kaldı, sana uğradı, bu ne mutluluktur senin için; sen nasıl bu fırsatı kendi elinle bir kenara itersin; rahmanî ve meşrü bir talih oyunu ki, sana vurdu, sen nasıl onu, haram olanın, kumar olanın lâyık olduğu işleme lâyık tutarsın?
Onlar ki, Avrupalıdırlar, Avrupalı beyazı, tüm öbür ırklardan üstün tutarlar; önce Atinalı olarak kendilerini üstün gördüler, kendilerinin dışındaki bütün insanları insan bile saymadılar; barbar dediler kendilerinin dışındakilere. Sonra Romalı olarak üstünlük iddiasında bulundular, daha sonra da, “Avrupalı beyaz” olarak. Şimdi de, Batılı olarak, hep aynı üstünlük iddiasındadırlar. Dinleri de bu psikolojiyi ortadan kaldıramadı. Dini, hep bir süs gibi tuttular, onu hep pişmanlık imkânı, teselli kapısı gibi kullandılar.
Dini, hayat tarzı olarak benimseyemediler. Din, hayatın bir kefaretiydi onların gözünde sadece. Altı günü hayatlarına, bir günü de hayatlarının kefaretine ayırdılar. Hep eşitlikten, insan haklarından, insan sevgisinden ve insana saygıdan bahsettiler. Hayır, sakın, onların tüm insanlar için böyle bir sevgi, saygı ve eşitlik duygusu taşıdıklarını sanma. Onlar birbirleriyle itişip kakışıp kendi aralarında bir eşitlik sağladılar. Bu eşitlik, eşkıyalar arası eşitlikten farklı değil. İnsanlar arası gerçek eşitlik değil bu. Onlar, bir takım sınıflar arasında bulunan farkı uçurumlaştırdılar.
Eşitlik adına kurulan düzende de bin bir türlü eşitsizlik hüküm sürer. Onlar insanları sevmediler. İnsanları katlettiler hep. Yüzyıllarca her yerde sayısız katliam yaptılar. Sen bunları oku ve ögren. Islâm asla katliamı onaylamadı. Müslümanlar savaş dışında insan öldürmek gibi bir faciadan hep uzak durdular. Gerçek eşitliği İslâm getirdi. Bu eşitliği, ne servet, ne sınıf farkı bozabilir. İnsanlar arasında ırk, soy sop, renk farkından dolayı bir üstünlük iddiasını tanımadı İslâm.
İslâm, üstünlük için tek kural tanıdı: Allah yolunda yarışta öne geçme üstünlüğü. Zenciye de, beyaza da açık bir yol. Ancak çalışarak üstün olabilirsin. En üstün olduğun anda, en alçakgönüllü olduğun andır. Anlarsın o zaman ki, dünya bir köpüktür, bir çerçöptür bir anlamda. Bir anlamda da sınavdır hayat ve zenginlikler. Allah önünde eğilirsin ve dersin: Allah’ım, sen ne büyüksün! Allah’ım, sen ezelî ve ebedîsin. Allah’ım, biz âciz, noksan ve faniyiz, bizi esirge yanlışlardan, eksikliklerden, kopuşlardan, isyanlardan, düşüş ve devrilişlerden, kötülüğe kapılıştan, irade yoksunluğundan. Allah’ım, bize güç ver ki, dayanabilelim senin düşmanlarının hücumlarına. Bu çağda düşmanlar çok güçlü. Bu sahte, bu yalancı, bu geçici gücü, devirme gücünü ver bu zayıf kollara. Senden daha güçlü yoktur. Senden güçlü yoktur.
Sezai Karakoç – Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi,syf.18,22
Aldığım yer:Ali Can – Medeniyetimizin Öncülerinden 365 Fikir,syf.416,419