Bu soruyu soranlar genellikle insanlık tarihinde kölelik uygulaması İslâm tarafından yürürlüğe konmuş gibi bir tablo oluşturmak istiyorlar. Oysa durum böyle değildir. Her şeyden önce bilmemiz gereken şey, kölelik müessesesinin beşerin tarihi kadar eski olduğudur. Yani neredeyse insanlık var oldu olalı farklı uygarlık ve toplumlarda daima kölelik var olagelmiştir. Konunun tarihçesini ele alan ve Eski Hint Çağı ve Çin Uygarlığında (Eski Hint Çağı, MÖ VI – MS VII. yy), Mezopotamya uygarlıklarında (MÖ 4000-2000), Akat- larda (MÖ 2725-2543), Babil’de, Mısır’da (MÖ 3000-392), İbİslâm’da Kölelikraniler’de (MÖ 1500 – 1300), Hitiler’de (MÖ 1800-1460, MÖ 1200-1390), Eski Yunan’da, Roma Hukuku’nda (MÖ 1460-1800, MÖ 1200-1390), Eski Türk uygarlıklarında, Hunlar’da (MÖ XXIV, – MS VI. yy.), Göktürkler’de (MS VI – VIII. yy.), Uygurlar’da (MS VIII – XIII. yy) köleliğin mahiyetini anlatan makalede yazar şu değerlendirmede bulunmaktadır:
“Tüm eski uygarlıkların hukuk sistemleri incelendiğinde kölelik kurumunun hepsinde mevcut olduğu ilk anda göze çarpmaktadır. Toplumsal ve ekonomik yapıları çok farklı olan bu devletlerde köleliğin hukuken meşru olarak kabul edildiğini daha önce de belirtmiştik. Kölelik kurumu bu uygarlıkların her birinde benzer şekillerde düzenlenmiştir. Kölelik nedenleri, kölelerin bir mal olarak kabul edilerek hakkın objesi haline getirilmeleri, hak ehliyetlerinin bulunmaması, buna karşılık insan olmaları gerçeği karşısında zorunlu olarak kısmen fiil ehliyeti tanınması, işledikleri suçlar için çeşitli cezalara çarptırılmaları, yaşadıkları toplumun medenî seviyesi ve geleneklerine uygun olarak çeşitli sekilerde hürriyetlerine kavuşabilmeleri, tüm bu toplumların hukuk sistemlerinde benzer ya da kısmen farklı olarak belirlenmiştir.
Sürekli yapılan savaşlar ve kölenin ilkçağ kapalı ekonomilerinde büyük ölçüde kullanılması köleliği bu uygarlıklarda zorunlu kılmış, birbirinden çok farklı devletlerde köleler ikinci sınıf insan olarak nitelendirilmiş ve benzer aşağılayıcı ve kötü davranışlara katlanarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Üstelik bugün için insan hakları ile kesinlikle bağdaşmaz ve akıl almaz derecede insan haysiyetine aykırı olarak nitelendirilen bu kurum, yalnız ilkçağda değil, orta ve yeni çağlarda hattâ bir kısım Asya, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde yakınçağda da tüm acımasızlığı ile -ancak bu defa yasa dışı olarak- devam ettirilmiştir.
Bugün bazı toplumlarda bu kurumun etkileri ırk ayrımı şeklinde görülürken, bazı devletlerde ise kölelik kurumu, milyonlarca kadın ve küçük çocuğu bazı iş kollarında çalıştırmak gibi, klâsik görünümünün dışmda, farklı bir şekilde, fiilen sürdürülmektedir. Beslemelik, yetiştirme amacıyla istihdam şekilleri bugünün kölelik sistemini ifade eden bazı kuramlardır. Öte yandan 20. yüzyılın sonuna yaklaşırken fahişe ya da dilenci olarak çalıştırılan iki milyona yakın çocuğun bulunduğu bilinmektedir. Asya kıtasında her yıl binlerce çocuk ağır işlerde çalıştırılmak üzere satılmaktadır. Birleşmiş Milletler Asya ve Pasifik Ülkeleri Ekonomik ve Sosyal Komisyonunun Tayland’ın başkenti Bangkok’ta 1982’de yayınladığı yıllık raporda, Güney ve Güneydoğu Asya ülkelerinde çoğunluğu altı yaşın altında binlerce çocuğun çalıştırılmak üzere yıllık ya da ömür boyu sözleşmelerle satıldıkları belirtilmiştir. Raporda, çocukların çalıştıkları yerlerde sağlık şartlarından uzak, çok az ücretle ve günde yaklaşık on iki saat istihdam edildikleri yazılıdır.
Tayland, Hindistan gibi ülkelerde ise büyük şebekeler tarafindan yönlendirilen 7-9 yaşları arasındaki çocukların fabrikalarda köle gibi çalıştırıldıkları, ya da sakat bırakılarak dilenciliğe itildikleri, bazı ülkelerde ise bu yaşlardaki küçük çocukların fuhuşa zorlandıkları gerçekleri hemen her gün dünya basınında yer almaktadır. Güney Amerika ve Afrika’nın bazı bölgelerinde hâlâ köle ticaretinin sürdürüldüğü Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmektedir. Birleşmiş Milletler uzun yıllar önce köleliğe benzer uygulamaları engelleme çalışmalarını gündemine almış, ancak henüz kesin bir çözüme ulaşılamamıştır.”242
İslâm ve Kölelik
İslâm, birçok uygulamaya yaptığı gibi köleliğe de yeni bir çehre getirmiştir. Boyunduruğu altında bulunan kişinin dilediğini yaptırabildiği bir köle değil, hakları olan, insan yerine konulan bir kölelik kavramını vaz etmiştir. Buhârî’de yer alan şu rivayet İslâm’ın kölelere karşı davranışa yönelik getirdiği sistemin ne denli titiz olduğunu gözler önüne sermektedir: “Ma’rûr anlatıyor: Rebeze’de Ebu Zer ile karşılaştım. Kendisiyle kölesinin üzerindeki kıyafet aynıydı. Sebebini sorduğumda şöyle dedi: “Bir adamla karşılıklı olarak birbirimize hakaret ettik. Annesi(nin zenci olması sebebi)yle onu ayıpladım. Bunun üzerine Nebi bana şöyle buyurdu: Ey Ebû Zer, sen kendisinde cahiliyye (adeti) bulunan birisin. (Bu köle) kardeşleriniz Allah (c.c)nin sizin emrinize verdiği hizmetçilerinizdir. Her kimin emri altında kardeşi varsa yediğinden ona da yedirsin, giydiğinden ona da giydirsin. Güçlerini aşacak işleri onlara yüklemeyin. Oldu ki (onlara ağır işler) yüklerseniz yardımcı olun.”[243] Bunun dışında “Köleleriniz hakkında Allah(c.c)den korkun”[244] şeklindeki hadisler de aynı noktaya vurgu yapmaktadır. Kölelere muamele ile ilgili hadislere genel olarak bakıldığında onlara şefkat ve merhametle yaklaşılmasını tembihlediği görülecektir.[245]
Rivayette görüldüğü üzere kölelere yönelik Hz. Peygamber ’in getirdiği uygulama ve davranış metodu hür insandan neredeyse farksızdır. Bu sebeple de, kadim kültürlerden gelen kölelik uygulaması İslâm’ın getirdiği bu esaslarla bir hayli külfetli hale gelmiş, keyfince davranılabilen bir kölelik mefhumu tarihte kalmıştır. “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın”[246] ayetinde olduğu gibi, İslâm kölelere muameleyi anne-babaya yapılması gereken iyi muamele ile beraber zikretmiştir.
Meselenin tam da burasında şu noktaya bir kez daha dikkat çekmekte fayda var: Kölelik meselesini gündem yaparak bu uygulamayı İslâm getirmiş gibi bir algı oluşturmaya çalışanlar veya İslâm’ın bu uygulamayı tamamen kaldırmadığı tespiti üzerinden köleliği teşvik ediyormuş gibi bir anlayışı ortaya atanlar ya cahil ya da art niyetli kimselerdir. Zira İslâm’ın köleliği korumaya çalıştığı veya devamını sağladığı yönündeki iddialar tamamen yanlıştır, gerçekle bağdaşmamaktadır. Aksine İslâm köleliği, mevcut olan şekliyle bırakmamış, ona yeni bir hüviyet kazandırarak kısmen kaldırmıştır. Şu kadarı var ki -sebeplerini birazdan zikredeceğimiz üzere- İslâm köleliği tamamen kaldırmamış, gönüllü olarak kaldırılmasının önünü açmıştır. Yemin keffareti, hataen adam öldürme keffareti, zıhar keffareti gibi meselelerde İslâm’ın köle azadını bir hüküm olarak vaz etmiş olması söylemek istediğimizi net şekilde ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra Allah Resulü #, “Kim bir mümin köleyi azad ederse Allah, o kölenin her bir uzvunun karşılığında azad edenin bir uzvunu cehennemden azad eder” buyurarak köle azadına teşvikte bulunması da İslâm’ın köleliği tedricî olarak kaldırmasına bir örnektir.
İslâm’ın kölelerin de bir insan olduğuna yönelik vurgusu, mümin köleleri kardeş olarak niteleyip sınıfsal ayrıma son vermesi, kâfir bile olsa bir köleye zulmü kesinkes yasaklamış olması, onlara da hayat hakkı tanımış olması, mükâtebe uygulamasıyla onlara hürriyetlerini satın alabilme hakkını tanımış olması, hürriyetine kavuşturulan her köleye mülk edinme hakkını vermiş olması, Müslüman olmaya teşvik etmekle beraber zor kullanmayıp inandığı dini yaşama hakkını tanımış olması, evlenme yoluyla neslini devam ettirme hakkını tanımış olması, salih olan köle ve cariyelerin bir- birleriyle evlenmelerine cevaz vermiş olması gibi birçok hüküm[247] kölelik uygulamasının İslâm tarafindan kısmî olarak kaldırılışı anlamına gelecek şekilde tanzim edilmiş olduğunun delilidir.
Tüm bu izahlara rağmen akıllarda kalacağını bildiğimiz şu soruyu da cevaplandırarak meselemizi tamamlamış olalım: Peki, İslâm, kölelik müessesesini niçin topyekûn kaldırmadı? Bu soruyu da konuyla ilgili yapılmış bir iki çalışma üzerinden yapacağımız iktibaslarla cevaplandırmış olalım.
İslâm Niçin Köleliği Kaldırmadı?
“VII. Asırda İslam, Arap toplumunda tarihi, sosyal, kültürel bir olgu olarak hazır bulduğu, kendi özüne ve yerleştirmek istediği tevhîd akidesine dayalı ve insan merkezli sistemin amacına aykırı olan bu kurumu, konjonktürel olarak birdenbire kaldırma yoluna gitmedi. Bunun yerine yaklaşık yirmi üç yıllık tebliğ süreci içerisinde çeliğe su verilir gibi inananlara zamanla özümseterek uygulanan ıslah yöntemiyle eritip yok etme yöntemini tercih etti. Zira biliniyordu ki, insanların, hayatlarının bir parçası olarak özüm- senen, kökü tarihin ta derinliklerine uzanan sosyal vakaları bir çırpıda yasaklama ve yok etme girişimleri ya akîm kalmış veya bu uğurda oluk oluk insan kanı akıtılmıştır. Çünkü toplumda vazgeçilmez bir yasa şeklini almış bir geleneği kaldırmaya kalkışmak demek, suyu yokuşa doğru akıtmaya çalışmak gibidir!
Asırlardan beri kendilerini soylu, asil, efendi olarak bilen bir sınıfın, elinin altında bir eşya gibi kullanmayı içsel- leştirdiği ve bedenine ağır gelen her türlü işini gördürdüğü hizmetçilerinden bir çırpıda vazgeçmesi, hem hayatın şartlan, hem süfli ve güç işler hem de olgunun zihinsel boyutu bakımından kolay bir iş değildi. Ayrıca kölelik, kendi içinde bastırılmış bir bilinç olarak ruhuna işlemiş olan birtakım insanları, henüz yavru iken alınarak doğal ortamından uzakta beslenip büyütülen sonra da birdenbire doğaya salıverilen kafesteki bir kuş gibi, haydi, “sen hürsün” diyerek salıvermek olmazdı. Çünkü bu durum hem o insanlar hem de içinde yaşadıkları toplum açısından birtakım psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve ahlakî problemlerin doğmasına sebep olabilirdi! Kaldı ki, savaşta karşı tarafın aldıkları esirleri öldürmesi veya köleleştirmesi karşısında Müslümanların tek taraflı olarak esirlerini salıvermeleri de uluslararası politikaya ters düşebilirdi…
Kölelik kurumunun somut gerçekliğinin yanında bir de zihinsel boyutu vardır. Bunun zihinsel boyutu ıslah edilip, hem sahiplerinde hem de kölelerde insanlık anlayışında belli bir düzey yakalanmadığı sürece bu kurumu, birtakım zecrî yasalarla yok etmek mümkün değildi. Bundan dolayı öncelikle inananların zihinlerine hitap edilmeliydi. Belki de “insan” gerçeğini yeniden tarif etmekle işe başlanmalıydı Müslümanlara, kendi kimlikleriyle birlikte sağ ellerinin malik oldukları bu zavallı insanların da hakikî insan kimlikleri ve yaratılış amaçları açık ve net bir biçimde tanıtılmalıydı.
Mesela denilmeliydi ki: “Bugün, hasbelkader elinize düşmüş veya düşürülmüş olmaları sebebiyle bir meta’/eşya gözüyle bakıp sadece kullanıp yıprattığmız kişiler de birer insandır; sizin gibi ‘ahsen~i takvim üzere yaratılmışlardır*, sizin sahip olduğunuz İnsanî değerlere ve özlük haklarına sahip olarak dünyaya getirilmişlerdir… O halde onlar da, hür insanlar gibi kendi ruhlarına; akıllarına, gönüllerine, öz benliklerine kişiliklerine, bedenlerine ve mallarına sahip olmalıdırlar; Allah’tan başkasına kulluk etmemelidirler. Zira şu anda ‘sağ elinizin malik olduğu’ insanlar da, sizin gibi, sadece Allah’a kulluk bağlamında imtihan olunmak ve ahiretteki yerlerini özgür irade ve İnsanî faaliyetleriyle kazanmak amacıyla dünya hayatını yaşamaktadırlar. Onlar da yüce Yaratıcının halifesi olarak yeryüzünde İlahî ahlaka ve adalete dayalı bir sistem kurup insanlara ve çevreye hizmet yükümlülüklerini yerine getirmeli ve insan olarak yaratılmakla üstlenmiş sayıldıkları emanetin hakkını vererek taşımalıdırlar. Ve de bilinmelidir ki, insanoğlunun hemcinslerine reva gördüğü bu insanlık dışı anlayış ve kölelik müessesesi böyle devam ettiği sürece soylu veya zengin, hiçbir insanın aynı akıbeti yaşama durumuna düşmeyeceği kimse tarafindan garanti edilemez!*”248
Bu girişten sonra kölelik müessesesinin İslâm tarafından niçin topyekûn kaldırılmamış olduğunu birkaç somut madde altında toplayan şu izaha da burada yer verelim:
1.Köleliğin en önemli ve devamlı kaynağını savaş esirleri teşkil eder. Savaş esirlerinin tasfiyesi konusunda takip edilen belli başlı yolların birincisi onların öldürülmesidir. Her devirde çok sık başvurulan ve günümüzde de uygulanmasından vazgeçilmeyen bu yol, vicdanları daima rahatsız ettiği gibi galiplere intikam hislerinin tatmininden başka bir fayda da sağlamamıştır. İkincisi, savaş esirlerinin kurtuluş akçesi (fidye-i necât) veya esir mübadelesi yoluyla serbest bırakılmasıdır. Fakat mağlûbun kurtuluş akçesi veremediği yahut mübadele edecek esire sahip olmadığı veya galibin, mağlûp tarafı askerî bakımdan kuvvetlendirme sonucunu doğuracak olan böyle bir yola yanaşmadığı durumlarda bu çözüm şekli de tıkanmaktadır. Savaş esirlerinin karşılıksız olarak serbest bırakılması ise son derece İnsanî bir hareket olmakla birlikte özellikle geçmiş dönemlerde çok az uygulanmıştır. Esirleri tasfiye etmenin üçüncü yolu onları hür insanlardan ayrı bir statüyle muhafaza etmek, yani köle olarak kullanmaktır. Şu halde savaş esirlerinin karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakılması mümkün olmadığı zaman geriye iki yoldan biri kalmaktadır: Öldürülmek veya köle olarak yaşamak. Buna göre kölelik ölümün alternatifi olarak ortaya çıkar. Nitekim köleliğin yasaklanmış olduğu günümüzde savaş esirlerinin serbest bırakılmadığı durumlarda onları bekleyen âkıbet, çok defa tek tek veya toplama kamplarında topluca öldürülmekten ibaret olmuştur. Savaş esirlerine yapılacak muameleyle ilgili bugün uluslararası hukukta geliştirilen esaslar (bk. ESİR) uygulamaya her zaman aynı ölçüde yansımamaktadır. İslâmiyet bundan dolayı köleliği tamamen kaldırmamış, uygulamada genellikle ölümün alternatifi olduğu için onun ka- pisim aralık bırakmıştır. Bununla birlikte İslâm hukukunda savaşesirlerinin mutlaka köle statüsüne geçirilmesine dair bir kural yoktur; şartlara göre karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakılabilirler. İslâm dinine göre insan için aslolan esaret değil hürriyettir (İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 112).
2.Ele geçirilecek savaş esirlerinden köle olarak faydalanılacağını bilmek savaş esnasmda gereksiz kan dökme işini belirli ölçüde önlemekte, ayrıca bu durum savaşın sona ermesinden sonraki esir katliamına da mani olmaktadır. Çünkü galip askerin bu sırada esir öldürmesi hissesine düşecek ganimet payım azaltmaktan başka bir sonuç doğurmaz.
3.Köleliği tek taraflı bir kararla kaldırmanın o dönemde müslüman toplumun aleyhine bir durum ortaya çıkaracağı açıktır. Zira gayri müslim devletler köleliği uygulayıp ele geçirdikleri müslüman esirleri devamlı köleleştirirken İslâm devletinin, elindeki esirleri serbest bırakması onun zayıflaması neticesini doğuracaktır. İslâmiyet bu sebeplerle köleliği ortadan kaldırmamış, ancak getirmiş olduğu çeşitli tedbirlerle kaynaklarım en aza indirme, mevcut köleleri tedricî bir surette azaltma, köle oldukları süre içinde insanca muamele edilmesini sağlama ve sonunda onları hür olarak yeniden insanlığa kazandırma yolunda başarılı adımlar atmıştır.
İslâm dini her şeyden önce köleliği yalnız savaş esirlerine münhasır kılmış, diğer kaynaklara izin vermemiştir. Bunun yanında Allah rızâsma kavuşmak isteyen müslümanların samimiyetle benimsedikleri gönüllü köle âzat etme alışkanlığım yerleştirmek, ayrıca bazı günahların kefareti olarak köle âzadını şart koşmak suretiyle köleler için hürriyete kavuşma yollarım çoğaltmıştır (el-Mâide 5/89; el-Mücâdele 58/3). Yalnız İslâm hukukunda görülen bir uygulama olarak da devlet, gelirlerinin belirli bir bölümünü köle âzadına tahsis etmiştir (et-Tevbe 9/60). Bu arada İslâmiyet kölelere birçok noktada hürlere yakın bir hukukî statü vermiş ve bunu sosyal hayatta uygulamaya koyarak onlara hürriyetlerine kavuşuncaya kadar insanca yaşama imkânı sağlamıştır. Köle ve câriyelerle evlenmenin teşvik edilmesi (el-Bakara 2/221; en-Nisâ 4/25), kölelere karşı kötü muamelenin yasaklanıp onlara iyi davranmanın dinî ve hukukî bir sorumluluk haline getirilmesi (en-Nisâ 4/36; Müsned, I, 78; IV, 35-36; Buhârî, “îmân”, 22; Müslim, “Eymân”, 29-42) bunun örnekleridir. Bunların ne ölçüde ileri ve İnsanî bir anlayışı yansıttığını anlamak için İslâm toplumundaki kölelerle diğer toplumlarda -özellikle yakın zamana kadar Amerikan toplumunda- yer alan kölelerin yaşayışlarının karşılaştırılması yeterli olacaktır.”249
Sonuç Yerine
İslâm ve kölelik başlığı altında kalem oynatan veya kelam edenlerin neredeyse çoğunluğu ne kölelik müessesesinin tarihçesi ne toplumdaki misyonu ne de İslâm’ın kölelikle ilgili hükümleri hakkında kayda değer bir şey bilmemektedirler. Öyle ki, İslâm’ın tıpkı içki ve kumarı kaldırması gibi niçin kölelik müessesesini de kaldırmadığını bile sorgulayabilmededirler.250 Oysa bu yazıda kısa şekilde izah etmeye çalıştığımız gibi kölelik müessesesi ne bir kalemde üstü çizilip atılacak, bir vehlede kaldırılacak bir uygulamalıdır ne de İslâm düşmanlarının manipüle etmeye çalıştığı gibi İslâm’ın başlattığı bir uygulamadır. Bunun böyle olmadığı bu yazıda yaptığımız kısa izahla anlaşılmıştır.
Ömer Faruk Korkmaz – Sorun Kalmasın 2,syf:203-213
Dipnotlar:
242.Gülnihal Bozkurt – Eski Hukuk Sistemlerinde Kölelik,s.102-103
[243] Buhari, 30.
[244] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11/24, 585; İbn Hibbân, Sahih, 6605.
Ahmed Şefik, er-Rikku fi’l-İslâm, Trc: Ahmed Zeki, Mektebe- tu’n-Nâfize, 2010, Baskı: I, s. 64.
[246] Nisa, 36.
[247] İslâm’ın, kölelere muamele konusuyla ilgili vaz ettiği bu gibi esaslar için bkz: Abdullah Nâsıh ‘Alvân, Nizâmu’r-Rikk fi’l-İslâm, Dâ- ru’s-Selâm, s. 29.
248.M. Zeki Duman, “İslâm’ın Köle ve Cariye Sorununa Yaklaşımı” İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 12, Yık 2011, s. 14-15.
249.Mehmet Akif Aydın, “Köle” DİA, 2002, XXVI/246 248
250.Hâşf Hakkı el-Alvânî, er-Rikku fi’l-İslâm, s.1.
0 Yorumlar