İslam Neyi Hedefliyor: Müslümanca Yaşamayı mı, Uygarlığı mı?
…Kültürün uygarlık hâline dönüştürülmesi, bu demektir ki, kültür unsurlarının süslenmesi, pahalı, tekellüflü hâle dönüştürülmesi, insanın sapmasında, doğru yoldan kaymasında başat rol oynamaktadır.
Bu itibarla bir Müslümanın gündelik hayatında ihtiyaca binaen kullandığı – barınaklardan, ibadethanelerden başlayarak sofra malzemesine kadar her türlü eşyanın asal görevini icra edecek biçimde imal edilmesi; onların süslenerek, pahalı malzeme ile yapılarak asal işlevlerini yapamaz durumda bırakılmasından, başka bir deyişle kültürün uygarlığa dönüştürülmesinden kaçınması gerektiği anlaşılmaktadır.
Hâlen, ulaşılması istikametinde hedef olarak seçilen Batı uygarlığı, “hakikat”ten kalkıp akim yetenekleriyle kendini sınırlamış değil fakat akıldan hareketle akılda sınırsız yetenekler vehmetmiştir. Onun aklı insanı eşrefi mahlûkat olarak görüyor fakat tanımladığı eşrefi mahlûkat doğayı sömürme hakkını kendinde görebiliyor. Yalnızca doğayı değil, başka insanları da eşyayı da… Batı dünyasının sömürgeciliğinde, onun, insana tanıdığı böylesi bir tanımı öngörmesinin izini sürmek mümkündür. Oysa aynı insan tanımından hareketle insanı eşrefi mahlûkat olarak tanıyan İslâm telakkisinde, insana, şerefli mahlûka yaraşır biçimde tabiata, eşyaya, insana muamele etmesi telkin edilmektedir.
Böylece o, tabiata ve insana kardeş, ana, bacı muamelesinde bulunur. Onun hedefinde bir uygarlık kurma yoktur, o, kendi kültürünün unsurlarını inşa etmekle yetinir, O kültürün uygarlık hâline dönüştürülmesine izin vermez (vermemeli). Nitekim mescitlerin ihya edilmesi, onların görkemli biçimde inşa edilmesi olarak değil, fakat işlevine uygun biçimde tasarruf edilmesi (mescitleri ziyaret, orada ibadet) bağlamında algılanmıştır. Böylece insan, mescidin değil fakat mescit insanın hizmetine âmâde kılınmıştır.
İslâm’da hem varsıllığın, hem yoksulluğun övüldüğü durumlarla karşılaşılabilir. Bu, öngörülen bir ilkedeki çelişki olarak yorumlanırsa oradaki hükme yanlış anlam verildiğini düşünürüz. Varsıllık da yoksulluk da şükür vesilesi olarak görülebiliyorsa bu hükmün içerdiği hikmet anlaşılır hâle gelir. Müslümana, dünyadan el etek çekmesi salık verilmemiştir; bilakis bu dünyada yaşayan kul olarak onun hakkının yerine getirilmesi öngörülmüştür. Ancak dünyanın hakkının yerine getirilmesi Müslümanın algısına göre ondan müstağni olmayı sonuçlar; ona ram olmayı değil…
Böylece, kimi yerlerde görülen paradoksal hükümlerin, İslâm’ın asal mantığı olan ve çelişkiyi aşan bir mantıkla (bu mantığa diyalektik mantık demekte sakınca görmüyorum) kavranılması gerektiğine işaret etmiş oluyoruz. Bu mantığın isterlerine göre hareket edildiğinde, dünyaya istiğna göstermekle dünyayı insana hizmet eder duruma geçirmek imkân dâhiline girer. Tersi, yani insanın dünyaya hizmet etme hâli, Müslüman algısında ihtimaller âleminden tard edilmiş olur. Böylece İslâm’ın özgül mantığına da işaret etmiş oluyoruz.
Buradan, günümüzün güncel sorunlarına değinme fırsatını yakalayabiliriz. Yaklaşık son yüzelli yıldan bu yana İslâm dünyasında yaşayan insanlara musallat olmuş yanlış sorulara, yanlış cevaplar verme… Soru doğru konulmayınca onun cevabını da doğru almak söz konusu olmaz. Niçin televizyonu (ve benzeri her türlü aleti) Müslümanlar icat etmedi; niçin Ay’a seyahati Müslümanlar gerçekleştirmedi? Bu istikametteki sorulan istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz.
Bu sorular karşısında takınılan tutum ve cevap şudur: Bu sonuç, bizim tembelliğimizden, ilme gereken önemi vermememizden kaynaklanmıştır! Fakat acaba? Acaba Müslümanlar, kendine özgü hayatin hakkını vererek yaşamaya özen gösterseydiler, bu tür icatlara yönelme ihtiyacım duyarlar mıydı? Bu tür icatlar, Hristiyan Avrupa insanının, son tahlilde Kilise’ye karşı olan tavrından çıkan ilim anlayışının ürünüdür. Bu ilim anlayışı, Kilise’nin tasarrufunda bulunan dine karşı geliştirilmiş bir telakkinin eseridir. Bu ilim, sekliler ve profan bir anlayış temelinde neşvünema buluyor. Bu anlayış biçimi, aynı zamanda onun ahlakî anlayışının da temelini oluşturuyor.
Başka bir deyişle, bizim Tanzimat ve sonraki dönem aydınlarımızın gıptayla baktığı Bati dünyasının ilim telakkisi işbu seküler ve profan ahlak temelinde yükseliyor. Dolayısıyla o ilmi talep ettiğinde, onun ahlakı da istemesen de kendini dayatmakta gecikmez, öte yandan tümüyle bu ilim ve ahlak telakkisinin icadı olan modem ilim, Müslümanların aşina olduğu bir telakki tarzına asla çanak tutmaz. Aya gitmek, televizyon icat etmek gibi durumlar, Müslümanın hayatında reel karşılığı olan ihtiyaçlar cümlesinden sayılmaz. Neticede bütün bunlar, basit bir hesap meselesinden ibarettir ve gözde büyütülecek işlerden sayılmamalıdır. Zor olan, tağuti hayattan vaz geçebilme noktasında temerküz eder. Oysa Batı uygarlığının dayattığı hayat tam, insanı tağuti bir rejime yöneltiyor. Müslümanın asıl bu dramatik durumun farkına varması talep edilmelidir.
Kısacası, hangi noktadan hareket edersek edelim, aynı tabloyla karşılaşıyoruz: İslâm, bizden tekellüflü bir hayat yaşamamızı talep etmiyor. Bilakis, basit ve sade bir hayatı öngörüyor. Bu basit ve sade hayat, insanı, hem başka insanlardan, hem dünyadan müstağni kılıyor; Ban tarzı uygarlık ve onun telkin ettiği yaşama tarzı ise insanı hem dünyaya, hem başka insanlara bağımlı kılıyor, oysa onun talebi bunun tam da teni istikamette yer alır. O, dünyaya ve başka insanlara egemen olma niyetiyle yola çıkmışken ona hizmetçi durumuna giriyor.
Tanzimat’tan bu yana, İslâm ülkesinin aydınlan farkına varmadan tam da bu köle olma hâline sahip çıkmış oldu. Sonuç, istemese de, onun talebinin ve tahayyülünün zıt istikametinde tecelli etti. O, Batı’nın ilmini benimseyerek kendi toplumunu özgürleştirmenin yolunu açmak isterken, onu -ilâhı hikmet gereği- ilme ve dünyaya köle kıldı. Cahiliyeden kurtulmanın yolunu ararken, cahiliyenin tam da ortasına düştü.
Öyleyse yapması gereken şey nedir? Basit: zihinsel hicretini gerçekleştirmek,.. Zihinsel hicret, on un zihnine yerleşmiş olan tağuti düzenin tüm ayartıcı kavramlarını, kuramlarını zihninden dışlayarak, İslâm’ın öngördüğü basit hayat tarzına talip olmak; kendi asal ilmini yeniden, sil baştan ondan ne istediğini kavramak ve gereğini yerine getirmek.,,
Rasim Özdenören / Hece Dergisi,İslam Medeniyeti Özel Sayısı