İşin görünen yanını teşkil etmesi sebebiyle madalyonun bu yanı, dinî hassasiyet sahibi insanımızın tepkisini kolayca çekiveriyor. Doğrusu halkımız, alim ve din görevlisi üzerinden yapılmaya çalışılan imaj yıpratma operasyonlarına çok da prim vermiyor. Ancak bir de görünmeyen alanda cereyan eden bir olay var: İsimler üzerinden yürütülen menfi propaganda.
Hatırlarsınız, Metin Akpınar’ın başrolünü oynadığı bir film vardı. Birisi bir üniversite hocası, diğeri ünlü bir şarkıcı olmak üzere iki tipi canlandırıyordu bu kişi. Üniversite hocasının adını belki de hiçbirimiz hatırlamıyor. Ama şarkıcının adı unutulacak gibi değil: Abuzer Kadayıf. Filme adını verecek kadar güçlü bir imajinatif keşif!..
Zevksiz, görgüsüz, kaba-saba, kıllı göğsünün yarısına kadar düğmeleri çözük allı pullu bir gömlek, boynunda ve bileğinde kalınca altın zincir ve künye… Bu tipe başka hangi isim yakışırdı ki!..
Oysa büyük sahabi Ebu Zer el-Gıfârî r.a.’ den beri bizim olan bu isim, diğergâmlığın, kanaatin, zühdün ve erdemin sembolü idi.
Mafya filmlerinde canlandırılan tiplerin isimlerine bakın bir de: Davut, Beşir, Abbas, İdris, Kara Hamit, Arnavut Remzi, bilmem nereli Rıza…
Yedibela Hüsnü, Arap Celal, Kıl Hamdi, Küçük Hüsamettin, İnek Şaban, Güdük Necmi… isimlerinin zihninizde hangi tipleri canlandırdığını da yoklayın.
Abdülcabbar, Abdullah (Abdo), Murtaza, Cafer… isimleri söylendiğinde hafızalarda ne tür çağrışımlar yapıyor?
Yukarıda örnek olarak sıraladığım ve şüphesiz daha da çoğaltılabilecek isimlerin çağrışım alanı ile Berk, Tuğrul, Kaya, İmren, İlayda, Yıldız, Tarkan, Sarp, Seren, Serpil… gibi isimlerinkini karşılaştırın. Neden ilk gruptakiler kabalığın, kültürsüzlüğün, sonradan görmüşlüğün, magandalığın simgesi haline gelmişken, diğerleri bizde böyle çağrışımlar yapmaz?
Burada hırpalanan, yıpranan ve örselenen sadece bu isimler değil, onların ait olduğu dünya ve onların bütünleştiği değer yargılarıdır hiç şüphesiz. Bunun itikadî durumumuz bakımından ne kadar büyük bir tehlike teşkil ettiğini yukarıda görmüştük.
Bu noktada muhtemel bir yanlış anlamaya mahal kalmaması için küçük bir izahat yapalım: Sinema, tiyatro, roman ya da bir başka yapımda yukarıda örneklerini verdiğimiz isimlerle canlandırılan karakterlerin, senaryo, roman, vs. yazarlarının ya da yönetmenlerinin özellikle İslâmi sembolleri yıpratmak maksadıyla üretildiğini söylemiyoruz. Söylemek istediğimiz şudur: Bu isimler o karakterlerin üzerine zaten çoktan oturtulmuş ve toplumsal bilinçaltımızda böyle bir imajinatif algı zaten yer bulmuştur. Yazarların yaptığı, sadece bu imajinatif algıya hitap etmekten ibarettir.
Ebubekir Sifil Hocaefendi / Müslümanca Bir Hayat İçin / s.349-350
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…