“Kula bela gelmez Hakk yazmadıkça
Hakk bela vermez kul azmadıkça
Hakk kulundan intikamı kulu eliyle alır
İlmi Ledün bilmeyenler, onu kul yaptı sanır.
Cümle eşya Halık’ındır, kul eliyle işlenir
Emr-i Bârî olmadıkça sanma bir çöp deprenir.”1
Derler ki, saçında üç tel olan bir derviş berbere gider. Tam tıraş olacakken içeri heybetli, iri yarı bir adam girer. Alay ederek, “Bu kabağın nesini tıraş edeceksin?” diye dervişin kafasına bir tokat atar: “Bırak bu kabağı, beni tıraş et.” Tıraş boyunca “kabak şöyle, kabak böyle” diyerek dalga geçmeyi sürdürür. Tıraşını bitirir, ücretini öder ve gider. Az sonra bir çığlık işitilir. Derviş ve berber çıkıp baktıklarında, az önce tıraş olan adamın bir at arabasının demir tekerleri altında ezilerek can verdiğini görürler. Berber dervişe dönerek sitem eder: “Derviş efendi, biraz ağır olmadı mı?” Derviş şöyle cevap verir: “Vallahi ben bir şey yapmadım, dilemedim de. Ama kabağın da bir sahibi var.” İnsanın karşılaştığı olayların görünmeyen bir yüzü olduğu (hikmet) inancı, Kur’ân kaynaklıdır. Kur’ân’da “Sizin hayır bildikleriniz şer, şer bildikleriniz hayır olabilir, bilemezsiniz. Allah bilir.”2 şeklinde ayet bulunmaktadır.
İslam inancı, dünya hayatında, aslını, hakikatini bilmediğimiz durumların, bilmediğimiz özlerine dair bilgi söz konusu olduğunda, “Hikmet” kavramını kullanır. Bu kavram, hayatımızın açıklanamaz yönlerini ifade etmek için başvurulan bir dayanaktır. Büyük İslam alimi İmam Maturidî’ye göre, hikmet kavramı ile ifade edilen ve insan aklının gerektiği gibi kavrayamayacağı (duyuların da yetersiz kaldığı) durumlar vardır ve zaten başta Hz. Muhammed (s.a.v.) olmak üzere peygamberlerin gönderilme sebeplerinden birisi de budur.3 Ve yine İmam Maturidî, bu durumun akılla tezat oluşturmadığı gibi, kulların fiilleri içinde akıllarının takdir edemediği durumların bulunabileceğini, bu gibi hallerin kendi fiillerine ait olmayan bir konum arzetmelerinden dolayı ilahî bir hikmet şeklinde karşılanması gerektiğini ileri sürerek, Allah’ın fiillerinin bir hikmete dayandığını4 bilmenin aklın fıtrî bir özelliği olduğunu savunur. 5
Hikmet kavramının yer almadığı bir düşünce tarzında, hayat birbirinden kopuk halleriyle anlaşılır. Oysa, bugün yaşadığımız bir acı, ileride yaşayacağımız bir sevincin hazırlığı olabilir. Ya da bugün kıymetini bilmediğimiz bir sevinç, çekeceğimiz acıların bedeli olabilir. Bir bütün olarak bakıldığında insan, sonsuz bir kitap gibidir. Yirmi yaşında gösterdiğimiz bir tavır, elli yaşında çekeceğimiz bir sancıya sebep olabilir. İnsan hayatı bir bütün. Değil mi ki bir damla kanda bin endişe vardır6, değil mi ki ahsen-i takvîmden esfel-i safiline7 giden milyonlarca seçenek bir kal- bin mağarasında gizlidir, o halde hayatın içinden, görünen bir anı çekip buradan bir anlam çıkardığımızda anlam eksik kalacaktır.
Neticede, “Aşkla şükür, şikâyetle beraberdir, huzurla rahat, sıkıntılarla eş.”8 Yaşadığımız her an, bütünün bir parçası. Ve o parçalar bir araya geldiğinde, insanın kaderi ortaya çıkıyor. Amellerin niyetlere göre oluşu, ilahi adaletle beşeri adalet arasındaki çizgiyi belirler. Şurası bir gerçek ki insan, daima haklı olmak ister. Fakat bazen öyle bir an gelir ki, haklı olmak hiçbir şey ifade etmeyebilir. Hatta haklı olmak acı bile verebilir. İyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile batılın, sağlam ile çürüğün, dürüst ile sahtekârın ince çizgilerle bir arada bulunması ilâhî bir hikmettir, bunun altında “her şey zıddıyla kaimdir” prensibi yatar. Mevlâna’ya göre; “Dünyada mutlak kötü yoktur; kötü de, kötülük de izafîdir. Zamanda bir zehir ve şeker yoktur ki; birine ayak, diğerine ayak bağı olmasın, Birine ayaktır, diğerine ayak bağı, birine zehirdir; öbürüne şeker, Yılanın zehri yılana hayat verir; fakat insana ölüm getirir, Deniz suda yaşayanlara bağdır; karada yaşayanlara ise ölümdür.”9
Tabiat olarak kötülüğe rağbet ve iyilikten nefret eden insan nefsi, emir ve yasakların gereklerindendir. Dünyada bütün kötülükler, insandaki bu benliğin gereklerindendir. Nasıl ki, iman etmek için küfrün varlığı gerekiyorsa ve bu küfrün, imanın gereklerinden olduğuna işaret ediyorsa, hayrı istemek için de şer (kötülük) gereklidir ve bu da hayrın gereklerindendir. Bu açıdan Allah’ın şerri yaratması onu istediği anlamına gelmez. 10 Mevlâna’ya göre, şerri (kötülüğü) dileyen insan, yaratan ise Allah’tır. O halde kendimizi kötü hissettiğimizde neden bir günah keçisi ararız? Ve yaşadığımız acıların intikamını neden almak isteriz? Doğrusu hırslı ve sabırsız11 olan insanın karar vermekte pek aceleci davrandığına şahit oluruz. Ve bu onu, kimi zaman doğruyu yanlış yerde kullanmaya itebilir.Oysa insana hata yapma hakkını veren Allah’ın kendisidir.12 Ve iyi ve kötü her şeyin Allah’tan olduğuna inanmamızı isteyen de O’dur.13
Zor bir soru: “Neden ben?”
Acı çeken insana nasihat fayda etmez. O, rencide olmuş gururunu onarmak zorundadır. Ezik taraflarımız, özgüven sorunumuz, kimlik problemlerimiz, hayal kırıklıklarımız ve hüsranla sonuçlanan beklentilerimiz, bizi intikam almaya iten nedenlerden bazıları olsa da intikam duygusu belki de en çok gereksiz acılarda kendini gösterir. Acı, haklı ve gerekli olduğunda katlanılabilir bir şeydir fakat haksız ve gereksiz olduğunda öfkeye ve intikam isteğine yol açabilir. Örneğin; bir kadın, kocasının fakirliğine, onu sevdiği için katlanabilir. Ancak kocasının kendisinden esirgediği şeyleri başka kadınlara zevkle sunduğunu öğrenirse, yaşadığı acılara karşı gösterdiği fedakârlığın gereksiz olduğuna inanır ve intikam duygusu baş gösterir. Kocasının ya da karısının kendisini aldattığını öğrenen ve intikam almak istemeyen pek az insan vardır. Çünkü aldatmak sadece başkasını tercih etmek değil, aldattığı kişinin varlığını ezmek, onurunu zedelemektir. Böylece, bir insanı aldatmak, onun varlığını gasp etmektir. Küçük düşürücüdür, alçaltıcıdır, ezici ve yakıcıdır.
İntikamın ontolojisi
Nedir intikam? Nasıl bir duygudur? Sınırları nelerdir? İntikam duygusu insana neler yaptırır? İntikam almak uğruna insan sınırları nereye kadar zorlayabilir? Bir savunma mekanizması mıdır intikam? Öc alma duygusu haklı mı, gerekli mi bir istektir? Zira, bir duyguyu yaşamak için haklı mazeretlerimiz olabilir ancak bunun bizim ruh ve beden sağlığımız için gerekli olması tartışılabilir. İnsan açısından kendini eşitleme isteği gibi görünen intikam, Allah açısından nasıl bir karşılığa denk gelmekte dir? Bir had bildirme mi? “Müntakim” ismiyle Allah, insandan niye inti kam alır? Zaten güçlü olan Allah, zaten güçsüz olan kulunu işlediği suçtan dolayı cezalandıracağını haber verirken, dünyada intikam almak niye? Sadece haddini bildirmek olmayacağına göre, başka bir hikmet de aramalı mıyız bunda? İnsanın intikam isteğiyle Allah’ın intikam isteği arasında benzerlikler ya da farklılıklar var mıdır?
İlahî intikam
Örnekler üzerinden intikam analizleri yapmadan önce biri ilahî, diğe- ri beşerî, iki yaklaşımı ortaya koyalım. Kur’ân-ı Kerim’deki intikamla ilgili ayetlere baktığımızda, kendisinden intikam alınan kimse ya da zümrelerin ortak özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: Gerçeği bilerek inkâr edenler. (Âl-i İmran, 3)14 Geçmişte yaptığı yanlışları affedildikleri halde inatla sürdürenler. (Maide, 95)15 Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar ve umursamayanlar. (A’raf, 136) 16, (Zuhruf, 25)17 Yemin ederek ve kolayca yalan söyleyenler. (Tevbe, 74)18 Peygamber mucizelerini gördükleri halde inanmayıp suç işlemekte haddi aşanlar. (Rûm, 47)19 Allah’ın ikazlarına rağmen O’ndan yüz çevirenler. (Secde, 22)20 İnsan nefsi ve beşerî intikam Batı tefekkürünün geliştirdiği (id, ego, süper ego şeklindeki) insanın karar ve yargı sisteminin çok ötesinde, İslam tasavvufu nefsi yedi mertebeye ayırır.
20. asrın önemli mutasavvıflarından olan Mehmed Zahid Kotku’nun “Nefsin Terbiyesi”21 kitabından yola çıkarak söylersek; nefsin 7 mertebesi vardır:
1- Nefs-i Emmare (Kötülüğü emreden ve bundan zevk alan nefistir): Bu nefsin eserinden kibir, benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar.22
2- Nefs-i Levvame (Kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen nefistir) Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefstir. Bu nefs sahibi, günah işlediğinde pişman olup tevbe eder, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Fakat günah önüne gelince duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir.23
3- Nefs-i Mülhime (Allah’tan ilham alan nefistir) Allahu Tealâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur.24
4- Nefs-i Mutmainne (Tatmin olmuş nefistir) Kötü huylardan tamamen pak olmuş, fenalıklara arzusu kalmamıştır. Seyri, Allah ile gerçekleşmiş (seyr-i meallah), velilik mertebesine ulaşmıştır. Sıfatları, tevekkül, incelik, cömertlik, yumuşaklık, güler yüz, tatlı dil, kusurları bağışlama, hamd, şükür, müşahede, teslimiyet ve rızadır.25
5- Nefs-i Radiyye ( Allah’tan razı olmuş nefistir) İster bela, ister sefa, Allah’ın bütün fiillerinden razı olan, O’ndan başka her şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbi’nin rızasına nazarını diken nefstir.26
6- Nefs-i Mardiyye (Allah’ın razı olduğu nefistir) Muhtaç olduğu ilimleri bütünüyle alıp, mana aleminden bu görünen madde alemine dönmüştür. Dış itibariyle diğer insanlardan ayırdedilmez.27
7- Nefs-i Safiyye (Seçkin, saf, tertemiz nefstir) Allah’ın en seçkin dostları olan Peygamberlerin makamıdır. Bütün nefislerin güzel vasıflarını üzerinde toplamışlardır. Pak ve tertemiz yüzleri huzur ve aydınlık saçar.
Bu sınıflandırmayı kabul ettiğimizde, intikam hissinin mü’min bir kalpte bulunmayacağı sonucunu çıkarmamız mümkün gibi görünüyor. İslam tasavvuf anlayışında, kalbini kötü düşüncelerden arındırmak esastır. Eylem ve tavırlar kişilere göre değil, ilahî ilkelere göre şekillenir. Bu bağlamda, başına bir iyilik veya kötülük gelen kişi, bunun Allah’tan geldiğini bilir ve iyiliğe şükür, kötülüğe sabır ile yaklaşır. Tasavvuf büyükleri, “Sabredip güzel işler yapanlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.”28 ilahî ilkesiyle, intikam almaya gücü yettiği halde affedip bağışlayanları yüceltir.29 Mutasavvıflar, gücü yettiği halde bağışlamaya “Hilm” adını verirler. Bağışlamak, intikam hakkını Allah’a bırakmaktır.
Bu anlamda, kırılan kalbin onarılması (hikmet çerçevesinde) ilahî adaletle gerçekleşir. Bu çerçevede, intikam isteği İslam tasavvuf kültüründe, iman dairesi içerisinde görünmemektedir. Zaten bu duygunun yer aldığı nefs-i emmare, kötülenen, uzak durulması gereken bir haldir. İntikam, bir dervişin peşinde koştuğu bir hak değil, sonuç olarak ona bahşedilen bir haktır.
Psikolojik açıdan intikam
İkinci yaklaşım olarak, Elisabeth Kübler-Ross’un “Yasın 5 Evresi”30 kuramından kısaca bahsedelim. Elisabeth Kübler-Ross’un kuramına göre acı çeken insanın yaşaması gereken 5 evre vardır: İnkar, Öfke, Pazarlık, Çöküntü, Kabullenme. İnsanın, sevdiği kişiyi kaybettiği andan itibaren o yas sürecini sağlıklı bir şekilde yaşayabilmesi için bu 5 evreyi sağlıklı bir şekilde aşması gerekiyor. Ross’a göre; eğer bu 5 evreden bir tanesi sağlıklı bir şekilde, olması gerektiği gibi yaşanmamış veya kişi bu evrelerden bir tanesine takılmış ise, yasını olması gerektiği gibi yaşayamıyor ve acısını atlatamıyor.
Bu evreler şunlardır:
1- “İnkâr etme” evresinde, sorunu veya gerçekliği görmezden gelme, yok sayma tavrı belirginleşir.
2- “Kızgınlık/öfke” evresinde kişi başına gelene kızar ve öfkelenir. “Neden ben? Bu haksızlık! Bu nasıl benim başıma gelir?” sorularını sorar. İntikam hissi bu evrede oluşur.
3- “Pazarlık” evresinde gerçeği kabullenilebilir, dayanılabilir, katlanılabilir bir düzeye çeker insan.
4- “Depresyon/çöküntü” evresinde hüzün başlar, problem için ve hatta hayat için “hiçbir şey yapmanın, gayretin lüzumu yok” noktasına gelinir. “Ben beceriksiz, başarısız biriyim” hissi ağır basar.
5- “Kabullenme” evresinde, artık durum kabullenilir ve bundan sonrası için cevap aramaya, mücadele yolları bulmaya başlanır. Şu bir gerçektir: Hayat devam ediyor.
Mevlâna’ya göre beşerî ve ilahî intikam
Allah’ın isimleri insanda tecelli eder. Bu sayede ilah (yaratan) olmakla kul (yaratılan) olmak arasındaki farkı müşahede edebiliriz. Mevlâna düşüncesinden yola çıkarsak; intikam kavramı açısından baktığımızda insanın tepkileri ile Allah’ın hükümleri arasında farklılıklar bulunmaktadır:
-İnsan için intikam genellikle bir tatmin aracıdır. Allah için bu geçerli değildir. Çünkü O’nun intikamı anlık ortaya çıkıyor gözükse de ilkesel bağlamda, ne zaman, nerede, ne kadar, nasıl, niçin çıkacağı ve çıkması gerektiği önceden belirlenmiş ve hükme de bağlanmıştır. Burada ilahi adalet devreye girer. Allah, layık olana uygun düşeni verendir. Mevlâna’ya göre bu sünnetullahtır. Mevlâna kaderi, ilahi adaletin tecellisi olarak görür. Ona göre; zulmeden kişi kötülük yapmıştır, adaletli davranan mutluluğa kavuşur, hak yemek fenalık getirir, şarap içen kişi sarhoşluktan kendine zarar verir. Mevlâna, bu noktada “Kaderin hükmü” kavramını kullanır ve “Şüphesiz ki biz, her şeyi bir ölçüye (kadere) göre yarattık”31 ayetinde olduğu gibi, kaderin hükmünü “layık olana uygun düşen” olarak yorumlayarak, kaderi “ilâhî adaletin gerçekleşmesi” olarak vasıflandırır.32
Mevlâna düşüncesinde; başımıza gelen iyi ve kötü işlerin görünen (zahir) kısmıyla ilgilendiğimiz için, o anda o işteki ilâhî sırları görmeyiz veya görmek istemeyiz veyahut da görmek istesek bile istidadımız olmadığı için göremeyiz. Bu türlü durumlarda ya kadere sığınır, ya kaderi suçlar veyahut da bir çıkar yol bulamadığımız için kendimizi buhrana sürükleriz.
-Allah’ın intikamı haddini aşan kula haddini bildirmek, yerini, konumunu öğretmek içindir. Kul beşer olduğunu bilmeli, ilahlık iddiasında bulunmamalıdır. İnsan da ona acı çektiren kişiye haddini bildirmek ister. Fakat o, kendini onunla eşitlemek için yapar bunu.
-Allah’ın intikamı adaleti tesis etmek içindir, oysa insanın böyle bir derdi yoktur. O karşısındakini düşünmez, kendisini iyi hissetmek ister.
-Allah insanın başına daha kötü felaketler gelmesin diye, onun hayrına sonuçlar doğurmak için kulundan intikam alır. Çünkü dünya fanidir. Âhiretin tarlasıdır. Başka bir şansımız da yoktur. Bu dünyada yapıp ettiklerimiz sonsuza kadar yaşayacağımız hayatı belirler. Oysa insan, intikam aldığı kişinin geleceğini düşünmez. O ana odaklanır. O an onu yapması gerektiğini düşünür ve yapar. Allah’ın insandan aldığı intikamı kulunun hayrına, insanın insandan aldığı intikam ise, kulun mahvına sebep olur. İstediğimiz şey, onun acı çektiğini görüp, rahatlamaktır.
-Allah, kulunun yaptığı kötülükleri ortadan kaldırmak için ondan intikam alır. İnsanın kötülükleri ortadan kaldırmak derdi yoktur, kendisine yapılan kötülüğü yok etmek ister sadece.
-Allah layık olanla olmayan, iyi ile kötü, doğru ile yanlış ortaya çıksın, hakikat ile batılın yolları ayrılsın diye kulundan intikam alır. İnsan ise, iyilik ve güzellikleri yaşatmak adına intikam almaz. Kendisine kötülük yapılamayacağını göstermeye çalışır. Bir nevi, nefsini tatmin eder.
-Allah, intikam almakta aceleci değildir. Kulunun vazgeçmesini bekler, uyarır. Fakat insan, pek aceleci davranır intikam almak için. Bu da ona yanlışlar yaptırır. Haklı olduğu yerde haksız konuma düşer.
-Allah intikam alırken insana layık olduğu cezayı verir. Fakat insan intikam alırken de, ceza verirken de pek adaletsiz ve acımasızdır.Şimdi bu görüşlerimizi edebiyat ve sinemadan örneklerle izah etmeye çalışalım.
Edebiyatta İntikam
İnsan bazen yaşadığı acıları hak etmediğine inanır. Yeraltı adamı33 bunlardan biridir. İntikam hissine kolayca kapılan çoğu insan gibi yalnız yaşayan biridir. Varlığı yok sayılmış, gururu zedelenmiştir. Dövüşmek istediği adam onu bir sinek yerine bile koymamış, eliyle bir kenara itiverip yoluna devam etmiş, varlığını ezmiştir. Her erkek gibi bu durumda duyduğu intikam alma isteği yer altı adamına pahalıya mal olur. Çokça para harcar. Hatta borç alır. İntikam alacağı kişiyi bulmak, günü, mekanı ve zamanı ayarlamak haftalar sürer. Kendisiyle barışık biri değildir, bu yüzden intikam almak zorundadır. Aksi takdirde nefsi tatmin olmayacaktır. Gururu zedelenen her insan gibi saldırıya geçer. Başaramaz. Çünkü cezalandıracak gücü yoktur. İntikam almak isteyip de alamayan kişi, bu kez kendini aşağılamaya başlar. Ve ne kadar aşağılık olduğunu kendine ispatlamaya çalışır.
Yeraltı adamı, subaydan alamadığı intikamın acısını bir hayat kadınından çıkarır. Subayın ezemediği gururunun yerine kadının gururunu koyar. Acımasızca saldırır kadının ruhuna. Öfke giderilemediği için yön değiştirmiştir. Yeraltı adamı onu döven adamdan intikam alamaz çünkü hem yaşadığı acıyı hak etmiştir hem de intikam alacak kadar güçlü olmayan hastalıklı bir tiptir. Giderilemeyen öfkenin yön değiştirmesi, nihai kertede Tanrı’dan intikam alma isteğine kadar ilerleyebilir.
Tanrı’dan intikam almak
Peki insan Tanrı’dan intikam alabilir mi? Tanrı’nın insandan intikam alma hakkı varsa, insanın Tanrı’dan intikam hakkı da olamaz mı? Zalim, nefret dolu, acımasız bir Tanrı varsa, O’nu insaflı olmaya davet eden bir insanlık da olamaz mı? Tanrı’dan intikam alma isteği, İblis’in lanetlendiği günden bu yana varlığını sürdüren güçlü bir özlemdir.
Modern dünya Tanrı’dan intikam almak için vahyin (İsa’nın) yerine bilimsel gerçekleri (Pozitivizmi) koydu. Batı tarihçesini dikkate aldığımızda burada anlaşılmayacak bir şey yoktur. Dünyaya gelirken günahkâr olarak geldiğini bilmek, insan olmanın kirini pasını üstünde hissetmek, sürekli ilk günahın lekesini alnında taşımak, insanoğlu için çok da katlanılır bir duygu değildir. Engizisyon kaynaklı, insanlığa zulmeden bir Tanrısı vardır kilisenin. Ve kilisenin hegemonyası altında ezilen insan, elbette bu Tanrı’dan intikam almak isteyecektir. Acaba haklı mıdır? İntikam almak isteyip de bunu başaramayan kişi, bu kez ona bu imkânı tanımadığını düşündüğü Tanrı’ya yönelir.
Modern zamanların usta yazarlarından Kazancakis’in “Günaha Son Çağrı” romanında Magdalena, sevgilisi İsa’yı kendisinden koparan Tanrı’dan intikam almak ister. Çocuklarının babası olmasını istediği İsa’yı kaybetmeye razı olamayan Magdalena, şehirdeki bütün erkeklere vücudunu satan bir hayat kadını olur. Ne ki bu ruhundaki yarayı kapatmaz, aksine derinleştirir. Hâlâ İsa vardır aklında. Yaşadıklarına anlam veremeyen insan, öfkesine yenik düşerse, günah keçisi olarak Tanrı’yı seçer. Magdalena da öyle yapar. Ancak Tanrı’dan intikam almak için şeytanla dost olmak gerekir. Ve şeytan, güzeller güzeli Magdalena’yı bir şehvet yatağına çevirir.
Bir yanıyla Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki Sonya’yı andıran Magdalena, masum bir günahkar tiplemedir. Sonya, Magdalena’ya göre daha masum bir karakterdir. Fahişelik yapmaya zorunlu olduğu halde Tanrı’ya öfkeli değil, aksine sevgi doludur. Ancak Magdalena çaresizce Tanrı’yı suçlamaktadır. Tanrı, çektiği onca acıya rağmen İsa’yı yine vermez ona, hatta uzaklaştırır. Oysa Sonya, Tanrı’ya teslimiyeti ve ettiği dualar sayesinde Raskolnikov’a önünde diz çöktürür. Magdalena yıllar sonra pişmandır, ne yazık ki artık çok geçtir. Karısı olamadığı İsa’nın öğrencisi olmakta bulur teselliyi.
Bir intikam yolu: İntihar
Tanrı’dan intikam almak konusunda herhalde Dostoyevski’nin Ecinniler romanındaki Kirillov kadar orijinal pek az kahramanı vardır edebiyat dünyasının. Kirillov, somut bir acıya muhatap değildir. Aldatılmamış, kazıklanmamış, yok sayılmamıştır. Bir yakınını kaybettiği için yas tutmuş da değildir. Verem hastası bir üniversite öğrencisidir. Onun derdi insanla değil doğrudan Tanrı’yla ilgilidir. Tanrı olamamakla insan kalmak arasında, sancılı bir yerde durmaktadır. Dürüst, samimidir. Ölecektir, arada bir ağzından kan gelerek öksürmektedir. Ne tesadüf, Dosto- yevski’nin ölümle yargılandığı yaşta, 27 yaşındadır. Tanrı’ya meydan okuyan bir fikri vardır: “Kendisini öldürebilen kişi Tanrı’dır.” Kafası karışık bir insandır Kirillov. Bir yanıyla nihilist diğer yanıyla muhafazakâr.”Tanrı ölüm korkusunun acısıdır. Acı ile korkuyu yenen Tanrı olacaktır… En büyük özgürlüğü isteyen herkes, kendi kendini öldürme cesaretini göstermek zorundadır. Kendisini öldürebilen kişi yanılmanın sırrına ermiş kişidir. Bundan öte özgürlük yoktur. Her şey burada biter.”34
Özgürlük uğruna intihar eden Kirillov için, Tanrı’dan intikam almanın en iyi yoludur kendini öldürmek. Bilinçli ve de kararlı bir eylemdir. Ona göre “Tanrı kavramı halkın uydurduğu bir inançtır sadece. İntihar etmeden önceki son sözlerine kulak verelim: “Kendimi öldürmek zorundayım, çünkü özgürlüğümün doruğu kendimi öldürmemdir… İnsan, kendini öldürmeden yaşayabilmek için Tanrı kavramını uydurmak zorunda kalmıştır. Dünya kurulalı beri insanlığın serüveni budur işte.”35
Kirillov, Tanrı’dan neyin intikamını almaktadır? İnsan olmanın azabıdır bu. İnsan kalmak, Tanrı olamamak, özgür ruhlar için derin bir sancıdır.Allah’ta fena bulup kendi varlığından tamamen geçmek isteyen bir dervişin duyduğu sancının tam tersini duymaktadır Kirillov. Derviş, kendi varlığından geçerek, ilahî varlıkla donanmak (Fena bulmak) isterken Kirillov, Nietzschevari bir tavırla, Tanrı’nın varlığını eritip kendi varlığını Tanrılaştırmak istemektedir. Bunun neticesi ya cinnet ya da intihardır. Neticede iki tarafın da istediği şey ilahî bir varlığa dönüşmektir. Bu yüzden derviş, beşerî varlığını erittiği ilahî varlığın coşkusuyla neşe bulurken Kirillov, varolmanın azabıyla intihara koşar. Oysa varolmak bir kayradır. Tanrı’dan intikam almak için Dostoyevski’ye göre, şeytanî bir yola (Nihilizme) başvuran Kirillov, mutluluk söylevine rağmen başarısız olmaya mahkumdur. Çünkü eyleminin masumiyeti şüphelidir.
Sinemada İntikam
Kuşkusuz dünya sinemasının en iyi filmlerinden biri olan “Esaretin Bedeli” intikam almak için masum olmanın gerekliliğini başarılı bir şekilde anlatır. Andy Dufresne, iftiraya uğramış, karısı öldürülmüş ve suç üzerine atılmıştır. İncil kaynaklı “Umut iyidir” anlayışıyla sabretmiş, yasın beş evresini sağlıklı bir şekilde atlatmış, öfkesini yenmiş, kendini aklama ve hayata daha güçlü yeni bir başlangıç yapma imkanı bulmuştur. Bir haksızlığa maruz kalmak kendi başına bize intikam hakkı bağış lamaz. İyi düşüncelerden vazgeçmeyip sabırla doğru bildiği yolda ilerlemek gerekir. Yani iyi insan olmaktan vazgeçmemek şarttır. Çünkü intikam iyi insanlara bahşedilen bir haktır. Bu çarpıcı noktayı derinlemesine işleyen Güney Koreli Kim Ki Duk, başlı başına incelenmesi gereken bir yönetmendir.
Kim Ki Duk’un intikam üçlemesinin üçüncü filmi olan Old Boy-İhtiyar Delikanlı (2003) filminin kahramanı Oh Dae Su’nun ismi “İnsanlarla iyi geçinen” anlamına gelmektedir. İntikam alınacak insan tiplerinden birisi olarak Oh Dae Su, umursamaz ve bencil bir karakterdir. Kendi dünyasından başkasını önemsemez. Nefs-i emmarenin (kötülüleri emreden ve bundan pişman olmayan nefsin) tipik bir örneğidir. Şehvet düşkünü kötü bir insandır. Lisenin çapkını, bir gün bir genç kız hakkında öylesine bir laf söyler etrafına. Dedikodu yayılır ve kızın kulağına kadar girer. Dedikoduya göre, “kız, aynı lisede okuyan erkek kardeşiyle ilişki yaşamaktadır ve hamiledir.” Rivayet öyle hızlı ve güçlü yayılır, etkisi o kadar çok kendini gösterir ki, genç kızın kendisi de bu günahı işlediğine inanmaya başlar ve dayanamayıp intihar eder.
İntikam alan kişi kızın erkek kardeşidir, alınan kişi ise umursamaz Oh Dae Su. Suçu; çok konuşmaktır. Çok konuşmak değil aslında, gereksiz konuşmak. Hayatın umursamaz insanlara hep iyi davrandığını, ne kadar kötülük yaparlarsa yapsınlar, yaptıkları kötülüklerin yanlarına kâr kaldığını zannetmekte haklıyızdır. Nihayetinde, onların hayatını bir bütün olarak değil, (hikmet boyutundan mahrum haliyle) bize gösterdikleri veya göründüğü kadar bilebilmekteyiz. Nefs-i emmarede olan insan, yaptığı her şeyin hakkı olduğuna inanır. Oh Dae Su da böyledir. Kızından başka kimseyi umursamaz, çapkınlık yapar, karısını aldatır, gücünün yettiğini ezer, sürekli içer, kavga ve küfür eder, sonra hiçbir şey yokmuş gibi hayatına devam eder. Ne var ki, yaptıkları yüzünden bir gün cezalandırıldığında, 15 yıl hapis kaldığı evde ilk yaptığı işlerden biri günlük tutmak ve canını yaktığı insanları listelemek olur. Liste kabarıktır. Günahlarının bedelini ödeme zamanı geldiğinde, yattığı hapisten daha ağır bir ceza ile karşılaşır Oh Dae Su. Bilmeden kendi kızı ile cinsel ilişkiye girer.
Bencil ve umursamaz biri olduğu için yasın ikinci evresi olan öfke/inkâr” duygularını aşamaz, orada kalır ve bu öfke ona geri dönülmez hatalar yaptırır. Yıllardır onu görmeyen kızı onun genç sevgilisi olur. Oh Dae Su’nun kendine sorduğu soruyu şimdi sormak lazım: “İntikam peşinde misin, gerçeğin peşinde mi?” Bu soru intikam almak isteyen kişinin kendi içinde sürekli hissettiği bir muammadır. Neden acı çektiğinin cevabı mı önemlidir, yoksa ne olursa olsun ona acı çektiren kişinin de acı çektiğini görmek mi? Burada karakter devreye girer. İnsan için her türlü acıya dayanmanın daima bir yolu vardır. Fakat insan bazen bir sorunun cevabını öğrenmek için canını bile vermeye hazırdır.
Oh Dae Su, 15 yıl boyunca neden bu acıyı yaşadığını öğrenmek için ölümü bile göze alır. Öfkesi dinmemiştir. Ancak, umursamaz karakteriyle canını yaktığı insanların bedelini kızını kirletmekle öder. Oh Dae Su’ya yaşadığı acıların intikamını alma imkânı verilmemiş, aksine daha büyük bir acıya garkolmuştur. Yaşadığı büyük bir acı vardır fakat bu acıyı hak edecek kirli bir geçmişi de vardır. Günah işlemek başka, günahı meşru görmek başkadır. İstemeden veya bilmeyerek kötülük yapmak insanî, kötülüğü meşru saymak şeytanî bir özelliktir. Emir ve nehiyleri umursamamak, Allah’ı hiçe saymaktır. Oysa Allah bundan münezzehtir ve haddini aşan kişiden mutlaka intikamını alır. Kaderin hükmü gerçekleşir ve Oh Dae Su, intikam almak isterken daha büyük acılara garkolur. Ona verilmeyen intikam hakkı Karol’a verilmiştir.
Hayat eşitliği sever
İntikam ve eşitlik konusunu en iyi işleyen filmlerden biridir Üç Renk- Beyaz. Cinsel ilişkiye giremediği için karısı tarafından ezici bir boşanma davasıyla terk edilen Karol36, boşandığı gün banka hesaplarına el konulduğunu öğrenir. Beş parasızdır ve gecelerini Paris’te bir tren istasyonunda geçirir. Karısını yine de sevmektedir. Saf bir sevgi vardır içinde. Karısına layık olabilmek çok istediği bir şeydir. Hatta istasyonda tanıştığı Polonyalı bir hemşehrisine karısından sitayişle bahseder ve istasyon kapanmadan ona karısının oturduğu evin penceresini göstermek ister. Perdeye vuran ışıktan anladığımız kadarıyla evde karısı yalnız değildir. Boşandığı gün hayattan intikam almaya hazırdır kadın. Karol hemen telefona sarılır. Karısı Dominique telefonu açar, boşandığı iktidarsız eski kocası olduğunu anlayınca, ona acı çektirmek için ahizeyi açık bırakır ve yeni sevgilisiyle sevişirken çıkardığı zevk inlemelerini dinletir.
Karol’un bir kez daha onuru zedelenir. Çaresizce “Seni seviyorum” der ve kapatır. Yaşadığı acı dayanılır değildir, yine de karısını sevmeye devam eder. Hatta Fransa’dan Polonya’ya dönerken yanına aldığı tek şey, karısının yüzünü andıran bir heykeldir. Karol, bencil, umursamaz, zalim ya da kibirli bir karakter değildir. Ondan intikam alamazsınız. Hatta ona acı çektirmek adına yaptıklarınızın aynısını yaşamadan ölmeyeceğinize inanabilirsiniz. Öyle olur. Karol yurduna döner, acısını çeker, toparlanmaya çalışır. Yasın 5 evresini de sağlıklı bir şekilde geçirir. Kötülüğü emreden bir nefsi yoktur onun, kötü bir insan değildir. “Neden ben?” diye bir soru sormaz. Acısını içine çeker. İntikam alma isteği duymaz. Günlerce yemeden, konuşmadan yatakta geçirir günlerini. Yatmadan önce karısına benzeyen heykeli öper. Hayat devam eder. İyi insanlar için intikam bir hedef değil, bir sonuçtur.
Karol çalışır, iş kurar, zengin olur. Bir gün bir cenaze görür, aklına bir fikir düşer. Eski eşiyle bir gece geçirmek ister. Bunun için planını uygular. Çağırsa gelmeyeceğini bilir. Sahte ölüm ilanı verir, vasiyetinde mirasını eski karısına bırakır. Mirası öğrenen Dominique, uçarak gelir eski kocasının cenazesine. Gece otele döndüğünde Karol onu karşılar. Geceyi birlikte geçirirler. Dominique, hiç olmadığı kadar zevk alır Karol’dan, zevkten çığlıklar atarak sevişir onunla. Ekran beyaza bürünür. Hayat eşitliği sağlamıştır. Karol, otelden ayrılır Dominique uyurken. Arkasından polis gelir, Dominique (kocasının ölümünde parmağı olduğu şüphesiyle) tutuklanır ve hapse girer. Acımasızca zulmeden insan, acınacak hale gelir. Rezil ettiği, ezdiği eski kocasıyla yeniden evlenmek onun tek umududur. Karol, parmaklıklar ardındaki eski karısının bu halini seyrederken ağlar.
“Neden ben değil de o?”
Dikkat edilirse, intikam almak için güçlü olmak şartı vardır. Haksızlığa uğrayan kişi, zayıf ve güçsüzken (yasın 2. evresinde), nefs-i emmaresine uyarak misliyle karşılık vermeye kalktığında kendisini daha da kötü durumlara sokacak yanlışlar yapabilir. Çünkü güçsüzdür. Allah’ın intikam aldığını belirten ayetlerde “aziz ve muntakim” sıfatlarının birlikte zikredilmesi manidardır.37 Antonio Salieri38 “Neden ben değil de o?” sorusunu sormakta haklı mıdır? Hak ettiği konum, Tanrı tarafından bir başkasına sunulmuştur. O halde Tanrı zalim midir? Ne yapmaya çalışmaktadır? Çalışıp çabaladığımız, ömür boyu biriktirdiğimiz şeylerin boş olduğunu pek kolay kabullenemeyiz. Salieri pek çok insan gibi yasın ikinci evresinde takılır. Öfkesinden kudurur ve çaresizlik onu isyana iter. Bu isyan onu, rakibinin ölümünü isteyecek ve bunun için kötülük yapacak hale getirir. Tanrı’ya meydan okumaktır bu. Bu şekildeki her girişim gibi başarısızlıkla sonuçlanır. Tarih, Salieri’yi değil, Mozart’ı büyük sanatçı olarak zikreder.
“Benim Tanrım bilim değil Sen’sin”
Mozart’tan iki asır sonra, Tanrının iktidarını sorgulayan modern düşüncenin ürettiği bir tiplemedir Kristof.39 Tanrı’nın yerine bilimi, duanın yerine matematiğin ve fiziğin kurallarını koyar. Oğlu Pavel, akşam vakti dışarıda oynamak istediğinde bilgisayarına danışır. Fiziksel hesaplamalarını yapar, hava tahmin raporlarını inceler ve şöyle bir sonuç çıkarır. Evlerinin bulunduğu mahalledeki donmuş göletin çözülme ihtimali yoktur. Kristof’un Tanrısı (bilim) ona bu güvenceyi verir. Pavel oynamaya gider. Bir süre sonra kilisenin Tanrısı Kristof’a bir haber gönderir. Soğuk havaya, istatistiklere rağmen buzlar çözülmüş, Pavel suda boğulmuştur. Kristof şaşkındır. Rakamlar, hesaplamalar, kuram ve doktrinler işe yaramamış, bilimin Tanrısına duyduğu güven, ona oğlunu kaybettirmiştir. “Katil” der kilisedeki ikona bakarken ve itiraf eder: “Benim Tanrım sensin.” Tanrı, haddini bilmeyen, O’nu yok sayan, başka bir Tanrı edinen Kristof’tan (oğlunu ondan alarak) intikam almıştır. Tanrı’nın tek iktidarı en güçlü olması değil, aynı zamanda en haklı olmasıdır.
İntikam hakkı, Ross’un belirttiği yasın beş evresini aşamayan kişiye verilmez. Nefsin ilk evresinde (Emmare) olan kişinin masumiyeti mümkün değildir. Ancak ikinci evreden sonra bu hakkı kendimizde bulabiliriz. İlk evrede, insanın kararlarını hayvani hassalar (hırs ve şehvet) belirler. Halbuki masumiyetin hayat bulması için insanî mertebede olmak gerekir.İntikam; hikmetten yoksun bir bakış açısıyla, cevabını bulamadığımız “Neden ben?” sorusuna kendi verdiğimiz cevaptır. Hedef olduğunda kötü, sonuç olduğunda lütuftur. Bir eşitlenme isteğidir. Bir haktır. Hem Allah’ın hem de kulların intikam hakkı vardır. Hatta Allah, Müslümanlardan kendisi adına kâfirlerden intikam almasını istemiştir.40
Yaşadıklarını hak etmediğine inanan her insan da hayattan intikam almak ister. Bazıları bu hakka sahip olur, bazıları olamaz. İkisinin arasındaki fark hikmet-i ilahîdir. İntikam hakkına sahip olmak için ilk şart masum olmaktır. Başımıza gelen şey haksızlıksa ve biz bu konuda masumsak (haklıysak), hayat bize yapılan zulmün intikamını bahşeder. Bunu da zulmeden kişiden daha güçlü kılarak verir bize. Allah zulmeden kişiden zulme uğrayanın intikamını mutlaka alır. Bilfiil kullarını buna vesile kılar. Çünkü kalp, Allah’ın evidir ve Allah evini yıkan kişiyi affetmez. Sabredenler, Allah’a sığınanlar, içindeki saflığı yitirmesine neden olacak kirli işlere bulaşmayanlar, o güne mutlaka kavuşacaklardır. Ne var ki insan çok aceleci ve sabırsızdır. İnsanda adalet duygusu zayıftır, bu doğru. Fakat hayatın kendi içinde güçlü bir adalet anlayışı var.
Notlar Dergisi,sayı.1,syf.163,179
1 Anonim.
2 Bakara Suresi, Ayet 216.
3 M. Sait, Yazıcıoğlu, Matürîdî ve Nesefî’ye Göre İrade Hürriyeti, Akid Yay., Ankara, 1988, s. 100
4 “Bütün İslam âlimleri Allah’ın fiillerinde hikmetin bulunduğunu, O’nun hikmet sıfatıyla vasıflandığını kabulde birleşmektedirler. Yalnız her İslam âliminin hikmeti açıklaması, kendi mensup olduğu ekolün genel prensiplerine uygun bir tarzda cereyan- etmektedir. Her ekolüıı hikmeti algılaması farklılık arz etmesine rağmen, her ekol mensupları kendi içlerinde fazla bir farklılık göstermemektedirler. Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi İslam filozoflarına göre, Allah’ın fiilleri bu âlemde, kendisinden, en iyi nizam ve tertip içinde zaruri olarak meydana gelir. Mu’tezile’ye göre Allah, fiilini kulların menfaatine uygun bir şekilde istemek zorundadır. Eş’ariler ise Allah’ın fiillerinde hikmetin varlığını, gereklilikle değil, caiz olarak kabul ederler. Hanefi-Maturîdîlere gelince Allah’ın fiilleri, kendisi için bir zaruret teşkil etmeden, hikmetinin gereği olarak·meydana gelmektedir.” Emrullah, Yüksel, İlahî Fiillerde Hikmet, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 8, 1988, s. 72
5 İnsan aklının tasavvur edemeyeceği durumlara örnek vermek gerekirse doğal acılar ve felaketler ilahî hikmet kapsamında değerlendirilmektedir.“Mâturîdîlik mezhebine mensûp kelâmcıların, ilâhî eylemlerin, bu arada özellikle doğal acıların ve felaketlerin birer hikmet, imtihan ve ders olabileceği, dünya ve öteki yaşama yönelik birtakım yararlar taşıdığını öne sürerek Mu‘tezile’ye daha yakın bir çizgide yer almakta oldukları müşâhede edilmektedir.” Fethi Kerim, Kazanç, Kelamî Düşüncede Kötülük Sorununa Kısa Bir Bakış, J. Meric PESAGNO’dan çeviri, Kelam Araştırmaları 6:1 (2008), s. 90-91
6 Sadi Şirazi: “İnsan bir damla kan ve bin endişeden ibarettir.”
7 Tîn suresi, Ayet 4-5: “Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” A’raf Sûresi, Ayet: 179: “Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.”
8 Mevlâna, Divan-ı Kebîr, c. 1, b.: 10, s. 8.
9 Mevlâna, Mesnevî, c. 4, b.: 65-69
10 Mevlâna, Fî Hi Mâ Fîh, a.g.e., Kırkaltıncı Fasıl, s. 162-163
11 Mearic Suresi, Ayet 19: “Doğrusu insan, pek hırslı ve sabırsız yaratılmıştır.”
12“Her insan hata yapar. Hata yapan herkes şer değildir. Hata yapanların da hayırlısı vardır. O, çokça tövbe eden, aşkla ve azimle yoluna devam edendir.” (Tirmizî, Sifatü’l-Kıyamet, 49)
“Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana” (İsmet Özel, Münacat)
13 Nisa Suresi, Ayet 78: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan” derler; başlarına bir kötülük gelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allah’tandır”” de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!”
14 “Daha önce insanlar için, hidayete erdirici olarak (Tevrat’ı ve İncil’i indirdi) ve (sonra da) Furkan’ı (Hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ı) indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azap vardır. Ve Allah Azîz’dir, intikam sahibidir (intikam alandır).”
15 “…Allah, geçmiştekileri (işlenen bu tür cürümleri) bağışladı. Kim dönüp de (bir daha) böyle yaparsa, o taktirde Allah ondan intikam alır. Allah Azîz’dir, intikam sahibidir.”
16 “Âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyle, böylece onlardan intikam aldık ve onları denizde boğduk.”
17 “Bunun üzerine onlardan intikam aldık. İşte bak, yalanlayanların akıbeti (sonu) nasıl oldu!”
18 ““Andolsun ki; “küfür” kelimesini söyledikleri halde, Allah’a söylemediklerine yemin ederler. Ve İslâmlıklarından sonra inkâr ettiler. Nail olamayacakları (yapamayacakları) ve intikam almak istedikleri şey sadece Allah’ın ve Resûl’ünün onları,fazlından zenginleştirmiş olması. Artık tövbe ederlerse onlar için hayırlı olur. Ve şâyet dönerlerse (îmândan geri), Allah onları elîm azapla dünyada ve ahirette azaplandırır. Ve onların, yeryüzünde bir dostu ve yardımcısı yoktur.”
19 “Ve andolsun ki, senden önce onların kavmine resûller gönderdik. Böylece onlara beyyineler (kesin deliller) getirdiler. Bunun üzerine mücrimlerden (dinlemeyip suç işleyenlerden) intikam aldık. Mü’minlere yardım, Bizim üzerimize hak oldu.”
20 “Ve Rabbinin âyetleri zikredildikten (hatırlatıldıktan) sonra ondan yüz çeviren kimseden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki Biz, mücrimlerden intikam alacak olanlarız.”
21 Mehmed Zahid Koktu, Nefsin Terbiyesi, Server İletişim, 5. Baskı, İstanbul, 2014.
22 Yusuf suresi, Ayet: 53
23 Kıyame Suresi, Ayet: 2
24 Şems Suresi, Ayet: 8
25 Fecr Suresi, Ayet:27
26 Fecr Suresi, Ayet: 28
27 Fecr Suresi, Ayet:28
28 Hûd Sûresi, Ayet: 11
29 Sülemî, çev. Süleyman Ateş, Tasavvufta Fütüvvet, Ankara 1977, s. 38
30 Elizabeth Kübler-Ross, Ölüm ve Ölmek Üzerine, ‘Kötü haber almanın beş aşaması” adlı bölüm, Aprıl Yayıncılık,, 2010.
31 Kamer Suresi, ayet: 49.
32 Mesnevî, cilt: 3, beyit: 2771-78
33 Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” romanının kahramanı.
34 Ecinniler, Dostoyevski, Çev. Ergin Altay, İletişim yayınları, 14. Baskı, 2009, İstan-
bul, s. 121
35 Dostoyevski, a.g.e., s. 604
36 Kieslowski’nin Ün Renk üçlemesinin ikinci filmi olan “Üç Renk: Beyaz” filminin kahramanı.
37 Kur’ân’da geçen intikam konulu ayetlerden örnekler:
İbrahim Suresi, Ayet: 47 – “O halde sakın Allah’ın peygamberlerine olan vaadinden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah her şeye galiptir, intikam sahibidir.”
Âl-i İmran suresi, Ayet: 4 – “O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat’ı ve İncil’i de yine O indirmişti.. Evet bu Furkan’ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır.”
Zümer Suresi, Ayet: 37 – “Her kime de Allah hidayet verirse artık onu da şaşırtacak yoktur. Allah aziz (çok güçlü) ve intikam sahibi değil midir?”
38 Milos Forman’ın Amadeus (1984) filmindeki karakter.
39 Kieslowski’nin Dekaloglar serisinin 1. bölümü olan “Senin Tanrım Benim” filminin baba kahramanı.
40 Tevbe Suresi, ayet: 14-15- “Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…