İnsanların İhtilaf Etmesi, Mîzâç ve Anlayışlarının Farklılığını Gösterir
Bilesin ki, Yüce Allah, insan bedenini yeryüzü toprağının toplamından yarattı. Bu toplamaya, toprağın iyisi, kötüsü, serti, yumuşağı, kırmızısı, siyahı ve beyazı dâhildir. Her şahsa belli bir bileşim ve özel bir karışım verdi. Bu bileşim ve karışımdan ona özgü ve tabiatının durumuna göre, güç ve tâkatı oranında onda tasarruf eden bir mîzâç doğdu. Bu durum insana özgü olmayıp, aynı zamanda tüm yaratıkları, hayvanları, bitkileri ve cansızları da kapsamına alır. Her şahıs, mîzâcı ve yeteneği (isti’d’ad) oranında nefsi kabul eder. Mîzâcı, ölçülülüğe (i’tid’al) ne kadar yakınsa yeteneği de o kadar güçlü olur. Yeteneği ne kadar artarsa nefis o kadar güçlü olur. Nefsin gücünden akıl gücü doğar. Akıl gücünden yönetim (tedbir) iyiliği doğar. Yönetim iyiliğinden de âlemin düzeni meydana gelir. Cisimliligi kabul eden madde, nefsin gücünden birşey eksiltmediği gibi ona birşey de katmaz. Çünkü biçimler vericisinin cimriliği, engellemesi ve eğilimi yoktur; maddelerin kabul etmesi oranında biçimler hazır olur ve bu O’nun takdir ve inâyetiyledir.
İnsan mîzâcın, ölçülülüğe öteki mîzâçlardan daha yakın olduğu anlaşılmış olunca, bu durumda insanın biçimi, tüm biçimlerden daha güzel olur ve insan şahıslarındaki nefislerin yetileri de başka, larınınkinden daha tam ve daha güçlü ortaya çıkar. Bütün insanlar, bir mertebede durmazlar, tersine her birinin bir mızâcı ve bünyesi vardır. Bu anlamlar insanların duyularında bulunur: Bir kimsenin görmesi daha keskin, konuşması daha açık ve işitmesi daha güçlü olur ve kendi türünden birinin gördüğünün ve işittiğinin iki katını görür, işitir ve konuşur. Kimi vakit o tüm bunları bir tek halde hata etmeden, birşey onu başka birşeyden engellemeden işiten ve düşünen, söyleyen ve eliyle bir iş yapan biri olur. Durumu zayıf olan başka bir insanın işitmesi, görmesini engeller; düşüncesi sözüne engel olur.
Görünüşlerin algısında bu farklılığı bulduğumuza göre, düşüncelerdeki, anlayışlardaki ve sıfatlardaki farklılığın daha çok olduğundan kuşku duymayız. Çünkü onlar, daha ince ve daha zordur. Şu halde, farklılık, insanların basireti, düşüncesi ve zihinleri arasında gerekli olduğuna göre, bazen bir insanın basireti diğerinin basiretinden daha güçlü olur; hatta bir insan, fikrinin duruluğu ve sezgisinin gücüyle en kısa zamanda -sözgelişi- bin sorunu tasavvur eder; başka bir insan, bir dış bilgiyi kazanmak veya gizli bir sorunu tasavvur etmek için bütün ömrıı boyunca kendini yorar fakat buna gücü yetmez. insanların din konusundaki tüm ayrılığı, bu hallerden ve belirtilen sebeplerle doğar. Bu, uzun bir açıklama gerektiren zor ve çetin bir sorundur ve bu kitap onu kaldırmaz. Üstelik biz onu başka yerlerde açıkladık.
Bunu anladığın vakit bilesin ki, düşünen nefisler farklıdır ve basiretler ayrı ayrıdır; yetiler nefislere göredir, tasavvur basiretlere göredir. Kim kendi payına cehâlete razı olursa, insanlık basamağından mahrum kalır ve ileride bilfiil şeytan olur. “Allah katında hayvanların en kötüsü sağır, dilsiz düşünmeyen, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini Allahın mühürlediği hayvanlardır” .
Allahın konuşması ve harflerin durumları hakkında insanların ayrılığa düşmesi, mizaçlarının ve basiretlerinin farklılığını, gerçek bilgilerdeki görüşlerinin zayıflığını, şehvet ve şeytan denizlerine çok daldıklarını, zanna dayalı vehim bulanıklıklarına ve hayalgücünün karıştırmalarına çok gömüldüklerini gösterir. Sonuç itibariyle, bir insan kendi adına harflerin kıdemini tasavvur etmekten hoşnut olur; diğer biri hakikat ve mahiyetlerini açıklamadan, harflerin sonradan olduklarını duymakla yetinir; başka biri de harflerin bazen kadim bazen de sonradan olmuş olduğunu tasavvur eder.
Kuşku yok ki, harflerin ve Allah’ın konuşmasının hükmü, nefislerde belirmiş ve akıllar, onlarla ve keyfiyetiyle ilgili konulan çözmüştür. Fakat iş, hissi tartışmacı ile zannî konuşan arasında olmuştur. Oysa işlerin hakikati, hissin ve zannın ötesindedir. Fakat bazı insanlara hissi şeylerin gücü hakimdir, bazı insanlara zannî şeylerin gücü hakimdir, bazı insanlara da cedelin (tartışmanın) amaçları hakimdir. Sonuç itibariyle onlar, akim açıklamasına aldırmaz ve konuşmayı akılla ve adaletle dinlemekten sağır kesilirler. İşte böylece onlar şeytanlara arkadaş olurlar ve basiretleri körelir. Nitekim Yüce Allah;’’Kim Beni anmaktan kaçmış ise onun çekilmez ve sıkıntılı bir hayatı vardır ve Biz onu kıyamet günü kör haşrederiz’’demiş ve yüne ‘’Kim Rahman’ı anmadan uzak olursa Şeytan’ı musallat ederiz ve artık o,onun yoldaşıdır.’’diye buyurmuştur.
İmam Gazali,Düşünme,Konuşma ve Söz Üzerine