İnsanın Vücudu Bir Ülke Gibidir

150515112629_tall_man_624x351_bbc_nocredit-1 İnsanın Vücudu Bir Ülke Gibidir

Birinci Misal: Bil ki, bedenin tamamı bir ülke gibidir. Göğüs onun kalesi, gönül köşkü, kalb tahtı; ruh hükümdarı, akıl veziri; şehvet o beldeye nimetleri celbeden en büyük görevli, memur; gazab devamlı dövme ve terbiye etmekle meşgul olan seyis; duyu organları ise, onun gözcüleri; diğer kuvvetler ise, hizmetçiler, işçiler ve sanatkârlar gibidirler. Şeytan, işte bu beldenin, bu kalenin ve bu hükümdarın düşmanıdır.

Şeytan, kıral; hevâ, hırs ve diğer kötü huylar ise, onun ordularıdır… Ruhun (o memleketin hükümdarının) gönderdiği ilk şey, veziridir; yani akıl. Şeytan da buna mukabil, hevâyı öne sürer. Böylece akıl, Allah’a; hevâ ve heves de, şeytana davet etmeye başlar. Sonra rûh (hükümdar, akla yardımcı olsun diye zekâyı öne sürer. Buna mukabil şeytan da, şehveti gönderir.

Binâenaleyh zekâ seni, dünyayı tenkide yöneltir, Şehvet ise, seni dünya lezzetlerine karşı tahrik eder. Daha sonra rûh (o bedenin hükümdarı) zekâyı tefekkürle kuvvetlendirmek için, onun yardımına tefekkürle koşar. Böylece de tefekkür ve zekâ, Hz. Peygamber (s.a.s)’in de “Bir saatlik tefekkür, bir yıllık ibadetten hayırlıdır”(Keşf-ul Hafa,1.310)] buyurduğu gibi, mevcut olan ya da bulunmayan her türlü ayıp ve kusurlara muttali olur. Bunun üzerine şeytan, tefekkürün karşısına gafleti çıkarır.

Derken rûh, sabır ve sebatı öne sürer. Çünkü “acele”, güzeli çirkin; çirkini ise güzel görür. Sabr-u sebat ise, akıl, dünyanın değersizliğine vakıf kılar. Derken şeytan, bunun karşısına da, aceleciliği ve çabukluğu çıkarır. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s) “Yumuşaklık ve şefkat bir şeyde bulunduğunda onu tezyin eder. Bir şeye de cehalet ve ahmaklık arız olduğunda onun değerini düşürür”(Müslim,Birr 78) buyurmuştu. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, Kendisinden rıfk ve sebat öğrenilsin diye, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır.

İnceleyin:  İnsan Eşref-i Mahlûkattır

İşte bu iki sınıf arasında bulunan düşmanlık böyledir. Senin kalbin ve göğsün bir kaledir. Sonra, o kalenin bir hendeği bulunur ki, bu da dünyada iken tatbik edilen zühddür ve dünyaya aşırı rağbet etmemektir. Bunun bir sûru da vardır ki, bu da ahirete arzu duymak ve Allah’ı sevmektir. Binâenaleyh eğer, hendek büyük olur, sûr da kuvvetli olursa, şeytanın ordusu onu tahrib edemez ve böylece gerisin geriye dönüp gider; kaleyi de olduğu gibi bırakırlar. Eğer zühd hendeği derin olmaz, ahiret sevgisi sûru da kuvvetli olmazsa, düşman, göğüs kalesini açar, oraya gider ve orada düşmanın orduları olan hevâ, kendini beğenme, kibir, cimrilik, Allah hakkında sû-i zan dedikodu ve gıybet gibi şeyler oraya girer ve orada geceler.

Böylece hükümdar köşke sıkışıp kalır ve işi zorlaşır. Ama, “tevfik” yardımı gelip, o düşman ordusunu o kaleden çıkarınca, ozaman iş kolaylaşır göğüs genişler; şeytanın karanlıkları çıkar ve, Rabbûlaleminin hidayet nurları, içine dolar ki, işte Hz. Musa (a.s)’nın, “Rabbim, göğsüme genişlik ver” niyazı ile kastedilen budur.

İkinci misal: Bil ki, nurun kaynağı kalbtir. İnsanın, zevcesiyle, çoluk çocuğuyla meşgul olması, insanlarla arkadaşlık yapma arzusu duyması ve düşmanlarından korkması, kalb güneşinin nurunun gönül sahrasına girmesine mani olur. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak, kulunun basiretini kuvvetlendirip böylece de o, mahlukatın aciz olduğunu; dareyndeki faydalarının azlığını görüp müşahede edince, onlar onun gözünde küçülür. Şüphe yok ki onlar, Cenâb-ı Hakk’ın, “Allah’ın Zâtı hariç, her şey yok olucudur” (Kasas. 88) buyurduğu gibi, mahza yokluk olmaları açısından kul, Allah’ın dışında kalanların mahzâ yokluk olduklarını müşahede edip durur. İşte bu noktada, onun kalbi ile Allah’ın celâl nurları arasındaki perde kalkar. Perde kalkınca da o kalb nûr ile dolar ki, işte göğsün genişlemesi budur.

İnceleyin:  İlahi Nur Güneşten Üstündür

Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 15/492-493

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir