İnsanın Misyonu
Diyorlar ki, ben dünyaya bir misyonla gönderildim. Şu şu işleri başarmak üzere gönderildim. Yaradılışımın, varoluşumun gayesi bu misyonu gerçekleştirmektir.
Hiçbir irfan sahibinin ağzından böyle sözler işitemezsiniz. Ama kendini beğenenler sık sık söyler buna benzer şeyleri.
Hepiniz bilirsiniz, Dostoyevski’nin bir roman kahramanı var: Rasx kolnikof. 0 da dünyaya düzen vermek için geldiğini sanır. Kendisini Napolyon’a benzetir, daha doğrusu ona özenir. Napolyon, der, yüzbinlerin kanına girerken haklıydı da, ben bit kadar haysiyeti olmayan bir koca karıyı öldürmüşüm ne çıkar? Böyle düşünür; neticedeyse yapıp yapabileceği şey bir cinayet işlemek olur.
19. yüzyıl Avrupalısının kafası “üstün insan” hülyalarıyla doludur. İtalya’nın bilmem neresinden gelmiş, Fransa’ya imparator olmuş, Avrupa’yı kasıp kavurmuş, Moskova’yı zaptetmesine ramak kalmış Napolyon, 19. yüzyıl Avrupalısının “üstün insan” hayallerinin başlıca esin kaynaklarından biri. Herkeste bir Napolyon olma sevdası. Birtakım düşünürlerin bile 19. yüzyılın ortalarına kadar aktüalitedeki sansasyonunu sürdüren Napolyon’dan ilham aldıklarını söylemek, bilmem abartma mı sayılmalı? Acaba Nietzsche’nin “üstün insan” görüşünde Napolyon’dan sızan etkiler yok mudur?
19. yüzyılda da, ırkçılık esasına dayanan bazı siyasî görüşler 19. yüzyılın “üstün insan” anlayışının saptırılmış bir izdüşümü sayılamaz mı?
Günümüzün bazı kafalarında bu üstün insan fikri alttan alta işlemekte. Bunların illa da siyasî anlamda birer ırkçı olmaları gerekmiyor. Pek çoğu bireysel planda üstün olduğunu düşünüyor. Belki “tevazu”larından üstün olduklarını açık açık Söyleyemiyorlar ama bunu dolaylı biçimde hissettirmekten de geri durmuyorlar.
Üstün insan nazariyesinin Müslümanlar üzerinde de dolaylı yollardan etkisi olmuştur. Ama İslâmî yaşantı üzerinde bu dolaylı, silik etkilerin bile ne kadar saptırıcı bir etkisi olduğunu görmemek mümkün değildir. Bazı Müslümanların, her şeyin kendileriyle kaim olduğu, kendilerinin yol göstericiliği olmasa insanların ayartmalara kaplıyabilecekleri, hatta ve hatta İslâm’ın anlaşılabilmesinin bile kendi zatlarının yüzü suyu hürmetine mümkün olabileceği hususunda meydana getirmek istedikleri izlenimler, bu sapık üstün insan motifinden izler taşımıyor mu?
Üstün insan nazariyesinin insanın nefsaniyetini oluklamada, ona benliğini hatırlatmada, “ben de benim” demesinde, kısacası müşekkel bir kibir abidesi haline gelmesinde şeytanca bir etkisi bulundugu şüphesizdir. “Seçilmiş” olan bir kendisidir, gerisi ya bit, ya tahtakurusu.
Dünyaya bir misyonla gönderildiğine inanan adam, aklına koydugu “misyon”u boyuna hatırlamak için çaba gösterirken tuhaf bir cilvedir, önemli bir hususu unutuyor: kul oldugunu.
Müslümanlar şeytanın iğvası olan “üstün insan” olmayı bir tarafa atarak insanın bu dünyaya gönderilişinde yüklenmek zorunda bulundugu biricik misyonun kul olmak oldugunu hatırlar ve onun gereklerini yapmaya çıkarsa, “üstün insan” olma gayretinin insan için ne kadar küçültücü bir şey olduğunu daha iyi görür?”
Rasim Özdenören
Aldığım yer:Ali Can – Medeniyetimizin Öncülerinden 365 Fikir,syf.443,445