İnsan’ın Kendi Anlamı
İnsanın, ödün vermeden savunması gereken bir gerçek var: kendi anlamı, insan, kendi anlamını da, ancak, ‘manevî içeriğini’ zenginleştirdikçe kavrayabiliyor: çünkü, çok büyük bir gizdir iç dünyası insanın. Bu gizin kaynağına inmek: O, bu ince yolda ilerliyordu coşkuyla: “Ancak” derdi, “PEYGAMBER’! düşünerek kavranabilir bu yolun çetinliği”. İnsan, savunmasız bırakıldı çağımızda: tüm kendine özgü değerlerden alabildiğince soyutlandığı için. (: Büyük acısı şu insanın: yeryüzünde bir ıssızlığın gittikçe daha da yoğunluk kazanması). Yeryüzünü güzelleştiren insanı savunmak + insanla birlikte bütün bir ‘mekanizma’yı savunmak = bir ipucu bu. Çağın boğuntusu, insanın salt maddesel düzlemlerde yığınlaştırılmışlığında toplanıyor: eşyalaştırılan insanın çağa yansıyan acıklılığı. Bu acıklılığı en iyi duyumsayanlardan biriydi O (: Kuşkusuz her insan az ya da çok insanlarla. Ama, 0, insanlarla olan ilişkilerini sürekli v (aştırmaktaydı + bu yaklaşım O’nda, çok büyük olumluluklar oluşturuyordu: insanın gizine daha bir yaklaşma olanağı sağlıyordu: her gün sayısız insanı görmesi, bunları dinlemesi tüm bu insanları sabırla kalbinde ısıtması, gönlünde ısıtması, tüm bu insanların yüreklerine de umut doldurması hep bundandı: giz’e biraz daha yaklaşabilmek çabasındandı).
Yığınlaştırılan insan müthiş de bir yalnızlık içindedir: görüyordu, ülkemizdeki insanın tüm çarpıtılan yanlarını + bu topraktan koparılmış konumunun giderek daha da ağırlaştırdığını + uygarlığına yabancılaştırıldım bile artık duyumsayamadığını = tüm bu olumsuzluklarla âdeta özdeşleşen İNSAN’ı irdeliyordu yoğun bir ilişki içine girerek. (Bu karmaşıklığın ilkin sanatla, edebiyatla irdelenmesi gerektiğini vurgulardı sürekli). Çağdaş insanın düşünsel sapıklığı; içdünyamızı, içimizdeki gizi oluşturan öğeleri irdelemek istememesidir, bundan kaçmasıdır: “İnsan, nereye kaçıyorsun?” der gibiydi âdeta O. Bir kez gördüğü insanı bir kez daha görmek istemesi, kim olursa olsun ama, görmek istemesi, belki bu kaçışını, o insanın bu kaçışını, o insanın içindeki ikinci insanın bu kaçışını durdurmak içindi: hiç olmazsa yavaşlatmak istiyordu bu kaçışı. Kiminle konuşursa, kimi görürse usul usul bir bildiriyi açıklıyordu : “PEYGAMBER” diyordu, “anlamıdır insanın”. Eklerdi: “Anlamıdır yeryüzünün”. Eklerdi : “PEYGAMBER var diye oldu bu dünya, ötedünya: HER ŞEY”. Gösteriyordu kaynağını varoluşun = “Gerçeği yinelemek” derdi, “daha bilinçli kavramamıza yarar”. Bir yöntemi de ışıtıyordu böylece yeniden: bilgilerimizle inançla donatılması gerçeğiydi bu: TEK GEREKLİLİK özsuyuydu O’nun coşkusunun. (Belleğimi yokluyorum: bir kez bile, coşkusuz olsun, görmedim O’nu = vadilerde, o temiz kayalara çarpa çarpa akan ırmaklar olur ya, öyleydi işte: sürekli coşkunluktu O,peygamber sevgisinden başka neyle yorumlanabilir bu coşku? Sürekli sorardım kendi kendime bunu).
O’nu sonuçlayamazdım, sürekli büyüyendi çünkü O. Bir gün Köprü’den Eminönü’ne doğru yürüyorduk: “Bak” diyordu bana, “Süleymaniye daha ışıklı Ayasofya’dan: gündüz de böyle, gece de böyle bu: neden mi?: kaynaktan: yapılıştaki”. Durmadan bakıyordum bir oraya, bir oraya. Elimden tutuyordu: “Çünkü” diyordu bana, “biri doğrudan inandı, öbürü sonradan inandırıldı”. İçimizde hep Süleymaniye, Cağaloğlu’nu çıkıyorduk, öğleye doğruydu). Yiğitlikle inilebilinirdi ancak derinliklerine: insanın = O’ndan özümlediğim bir yürüyüş yöntemi bu. Unutulmaması gerekli gerçek: yiğitlik de sürekli bir özveriyi gerektiriyor: özveri, karşısında bunun için konforun: (İnsan, ya yıkarsın uygulayım bilimin önüne koyduğu bu putu, yani konforu; ya da, beklersin putunu elinden alacak yiğit insanı! = Özverili insanı). İnsan, susturmak zorundadır kendi cadılarını. Vakit doldu: cadı çağının son çanı çaldı + insan kazanmak zorundadır bu cadı savaşını = BİR GEREKLİLİĞİ İNSANIN YENİDEN DUYUMSAMASIDIR BU. O, yüreğiyle, diliyle, eliyle, dişiyle, tırnağıyla savunuyordu KALEyi + ‘giz’i.
Nuri Pakdil,Bağlanma