İnsanın Kadim Gerçekliği: Hak ve Bâtıl Çatışması
Sağlıklı insanın özlediği toplum düzeniyle gerçeğin yaşandığı toplumsal düzen arasında her zaman bir açıklık bulunmuştur. İnsan, bir uçtan bu açıklığı kapamaya çalışırken, bir yandan da bu açığın sürüp gitmesini sağlayan toplumsal gerçeklik “ben buradayım, burada duruyorum” demeye devam eder. Bu durum, insanoğlunun kadim gerçekliğidir ve galiba kıyamete değin de sürüp gidecektir. Kadim retoriğin jargonuyla söylersek, durum, hak ve batıl çatışmasıdır. Hak da, batıl da kendi var olma hikmetini, varlık nedenini korumaya, kendi varlığını sürdürme niyetine toplumsal değişimin ve dönüşümün her evresinde kararlı olduğunu kanıtlamada ısrarlı olacaktır.
İnsan bir yandan kendini bir halden bir başka hale doğru değiştirirken ve bu değişmeyi ya da dönüşümü kendi esenliği için daha düzgün ve elverişli bir ortam diye öngörürken, içinde yaşadığı her evrede gene de suçun, suçlunun çıkmasını önlemeye güç yetirememiştir. İnsanın kendisi için mutluluk dönemi saydığı günlerde de suç işlenmiştir. Her türden suç… İnsan teki değilse bile insanoğlu suç işleyen ya da suç işlemeye istidatlı bir ıra üzere yaratılmıştır.
Ne ki, suçların niteliği ve yoğunluğu her toplumsal düzende aynı olmayabilir. Değil de…
Günümüz Avrupa uygarlığının sergilediği şimdiki toplumsal dizge aşırılıklara, çılgınlıklara ve de bu aşırılıkların ve çılgınlığın neden olduğu suçlara daha açık bir toplumsal özellik sergiliyor.
Bu satırların yazarı şu vurgulamayı yeri geldikçe tekrarlamaktan sakınmıyor:
Batı kültürü, kendi temel probleminin konjonktürel yükselişlerinden biri ile daha karşı karşıyadır: Fuhuş, uyuşturucu iptilası, alkolizm, cinayet ve beyaz yaka suçları, hırsızlık, cinsel saldırganlık, çocukların taciz edilmesi ve çocuk suçlarındaki artış, akıl ve ruh hastalıklarındaki yükseliş yanında, son yıllarda daha sık görülmeye başlayan kundaklama ve öldürme olayları, bu ülkeleri bir cinnet toplumu haline getirmiştir. Bütün bu saydığımız olayları yalnızca iktisadî sebebe dayanarak açıklamak ve olayı yalnızca iktisadî sebebe irca etmek kolaya kaçmak olur.
Batı kültürü, ırkçı, ayrımcı, sınıflı ve sonuçta iç ve dış sömürüye dayalı sütunlar üzerine bina edilmiştir. Kendi iç dinamikleriyle kendini aşma cehdini her defasında aşmayı denese bile, temeldeki çatışmayı (ırkçılığa, ayrımcılığa, sömürüye dayalı çatışmayı) önlemeyi başaramıyor.
Ne ki, kan dökücülük salt Avrupa insanına özgü bir özellik değil; insanoğlunun tümünde var bulunan bir temel ıra… Yer kürenin Doğusunda da, Batısında da, Güneyinde de, Kuzeyinde de; üstelik her dinde, benimsenmiş olan her toplumsal düzende geçerliğini sürdüren bir temel ıra…
Hamlet de, Otello da, Macbeth de, Raskolnikof da, Mavi Sakal da, Yezid de ve bunların benzer örnekleri de her toplumda rastladığımız tiplerdir…
Evet, elbet, kıyamet yaklaşıyor. Ama bu tiplerin zaman zaman çılgınlık ve cinnet nöbetlerine bakarak ortalığa salt bunların egemen olduğunu düşünmek ve karamsarlığa düşmek yanıltıcı olur. Dünyayı kötülere teslim etmemeye kararlı ve iyiliğin egemenliğini sağlamaya kararlı bir başka kümenin savaşımını da göz ardı etmememiz gerekiyor. Başka bir söyleyişle, sürmekte olan hak ve batıl çatışması… Hep devam edecek…
Rasim Özdenören
yediulya.com
Kastamonur.com