İnsan, bilim tarafından güdü olarak tanımlanan ve biyolojik, psikolojik, sosyal hayatını şekillendiren bazı temel özelliklerle doğar. Güdüler organizmayı belirli bir amaca yönelik uyarıp, faaliyete geçirirler. Örneğin açlık güdüsü organizmayı bir şeyler yemeye yöneltir ve besin alınmayınca gittikçe artan dozajda organizmayı ekilemeye devam eder. Güdülerin birçok çeşidinden bahsetmek mümkündür. Açlık, susuzluk, uyku, annelik, beğenilmek, güvenlikte hissetmek, tehlikeden kaçınmak … hepsi birer güdüdür. Açlık örneğinde olduğu üzere, güdülerden bazıları doğrudan fizyolojik yapıyla ilgilidirler. Bunlar fizyolojik anlamda hayatı devam ettirmenin imkan ve şartlarını belirledikleri için fizyolojik güdü veya bir diğer ismiyle birincil güdü ismiyle tanımlanmışlardır. Fizyolojik hayatın devamında etkili oldukları için en çok bilinenlerini açlık, susuzluk ve uyku’nun oluşturduğu fizyolojik güdülerin bir diğeri de cinselliktir. Cinsellik her ne kadar fizyolojik temelli bir güdü ise de birçok bakımdan diğer fizyolojik güdülerden ayrılır. Bu sebeple de başlı başına ele alınması gerekmektedir. Örneğin açlık ve susuzluk homeostasis1 düzeniyle doğrudan ilişkili güdüler oldukları için, ne kadar suya veya yiyeceğe ihtiyaç olduğu organizma tarafından bilinir ve ihtiyaç doğduğunda da karşılamak için içme ya da yeme davranışına yönelir.
Cinsellik fizyolojik bir güdü olmasına rağmen fizyolojik hayatın sürdürülmesi açısından gerekli veya önemli güdülerden birisi değildir. Fakat psikolojik yapının dengede olması ve insan türünün devamı için çok önemli, hatta en önemlilerden birisidir. Ayrica diğer güdülere oranla fizyolojik faktörlerin yanı sıra dış faktörlerden (toplum, çevre, medya, inanç, düşünce … ) çok daha fazla etkilenen bir güdü dür. Bunların yanı sıra, normal şartlar altında örneğin açlık ve susuzluk duygusunu birey isteyerek çoğaltamaz; fakat fizyolojik şartlar bağlamında kendiliğinden oluşan ve etkin hale gelen açlık ve susuzluğu gidermeye çalışır. Cinsel güdü ise hem cin sel yönden uyarılmayı ister, hem de bu uyarılma sonucunda ortaya çıkan gerginliği gidermeye çalışır. Burada bireyin tercih ve girişimleri son derece önemlidir. Ayrıca, açlıkla ve susuzlukla karşılaştırıldığında, insanlarda cinsel güdüyü etkileyen uyarıcı sayısının çok geniş bir yelpazeye sahip olduğu görülmektedir. Hemen her şey cinsel bir uyarıcı olabilmektedir. Tüm bunlara ilaveten açlık ve susuzluk güdüsünün şiddetiyle, yiyecek ve içecekten yoksun bırakılma süresi arasında doğru bir ilişki gözlenmesine karşılık, cinsel güdü yoksunluk süresinden açlık ve susuzluktaki gibi doğrudan etkilenmez.
Cinselliğin Birey ve Toplum Açısından Önemi
Her güdünün kendisine ait bazı özellikleri vardır, fakat bir kısmı yukarıda açıklandığı üzere cinsellik güdüsü kendine ait özellikleriyle aynı kategoride yer alan diğer tüm fizyolojik güdülerden birçok bakımdan ayrılmaktadır. Cinselliği farklılaştıran özellikler arasında, açığa çıkışı ile fizyolojik gelişme arasındaki ilişki de önemlidir. Cinsellik potansiyel açıdan doğuştan olmakla birlikte, fizyolojik yapı üzerindeki etkisini fızyolojik hayatın belirli bir aşamasından sonra hissettirmekte ve etkisini hissettirmeye başladığı andan itibaren de bir başka kişiye yönelişe yol açmaktadır. Bu yönüyle de diğer tüm fizyolojik güdülerden oldukça önemli ve farklı bir nitelik kazanmaktadır. Söz konusu özellik, onun başkasına yönelişe sevk etmesine bağlı olarak kişiye sorumluluk duygusu yüklemesiyle alakalıdır. Birlikte yemek yiyen, su içen veya uyuyan iki kişi birbirlerine karşı sorumluk duygusu geliştirmezler. Fakat cinsel ilişkide bulunan bireyler birbirlerine karşı oldukça derinlikli ve sürekli olma eğilimi taşıyan bir sorumluluk duygusuna sahip olurlar. Bu da hem bireylerin kimlik ve kişiliklerinin inşasında ve hem de toplumun sürekliliğinde muadili olmayan aile kurumunun oluşumuna katkı sağlayan en önemli özelliklerden birisi olarak anlam kazanmaktadır. Elbette ki aile kurumunun oluşumunda madden ve manen kendini güvenlikte hissetme, sevme-sevilme, sosyal ilişkiler geliştirme gibi daha birçok faktörün belirleyici etkisi vardır. Fakat cinsellik güdüsü aile kurumunun oluşumuna katkı bakımında diğerleriyle baskınlık yarışına girebilecek düzeyde önemli bir güdüdür.
Cinselliğin, bir başkasına sorumluluk hissetme ve bağlanma duygusunu oluşturup güçlendirmesi ile aile kurumunun temel özelliklerinden birisi olan biyolojik işlev örtüşmektedir. Böyle olunca da cinsellik bireysel temelde oluşan ve aile üzerinden toplumsal düzlemde gelişip toplumsallığı birçok bakımdan etkileyen son derece önemli bir güdü olarak anlam ve değer kazanmaktadır. Cinsellik bireysel yönüyle kontrol kabul etmez yoğunlukta fizyolojik/bireysel bir istek olarak varlığını hissettirirken, toplumsal yönüyle de toplumsallığın inşasına ve sürekliliğine imkan sağlamaktadır. Kontrol edilmemesi durumunda toplumsallığı tehdit edici yönü baskın hale geldiği için de toplum tarafından kontrol altına alınmaktadır; alınmak zorunda kalınmaktadır. İçinde yaşadığımız son birkaç on yılı bazı bakımlardan istisna ederek söylemek gerekirse, insanlık tarihi boyunca cinselliği kontrol altına almamış toplum örneği yok tur. İnsan bireyinin ve toplumunun nitelik açısından sağlıklı bir şekilde sürekliliğine katkısı sebebiyle her toplum cinselliği düzenleyen tedbirlere ve kurallara sahip olmuştur. Dolayısıyla cinsellik, her zaman dinlerin, kültürlerin, ahlak sistemlerinin ve hukukun ilgi alanlarından ve temel konularından birisi ol muştur.
Konuya ilişkin önemli bir çalışmanın sahibi olan Gerald R. Leslie ve Sheila K. Korman’ın cinsel hayatın her toplumda düzenlenmiş olmasına ilişkin evrensel bir gerçeği dile getirmeleri önemlidir: Toplum tarafından düzenlenmemiş ve kont rol altına alınmamış herhangi bir güdü yoktur. Hiçbir toplum güdülerin kontrolsüz: bir şekilde davranışlara dönüşmesine izin vermemiştir; cinsellik de böyledir. Çünkü kontrolsüz: cinsellik toplum ve aile yapısını ciddi anlamda tehlikeye sokardı.2
Wilhelm Reich cinselliğe ilişkin kuralların insanın uygarlaşmasıyla3 alakalı olduğunu, Freud’da toplumun en önemli eğitim görevlerinden birisinin cinsel güdüyü evcilleştirmek4 olduğunu ifade ederken, cinselliğin kontrol edilmesi gerektiğini dile getirmiş olmaktadırlar. Üstelik hem Reich ve hem de Freud cinsellik konusunda büyük oranda serbestlikten yana bir anlayışa ve hayat felsefe sine sahip olmalarına rağmen bu önemli tespiti dile getirmek ten kendilerini alamamışlardır. Doğuştan oluşuyla açlık, susuzluk güdüleri gibi verili nitelikte bir özelliğe sahip olan, yani sonradan öğrenilmeyen cin selliğin açığa çıktığı zaman karşılanması gerekmektedir. Ancak elbette ki belirli kurallar dahilinde. Açlık ve susuzluk bireyin kimlik ve kişiliğinin inşasında, toplumun sürekliliğinde ve toplum sal ilişkilerin düzeninde pek de etkisi bulunmayan güdüler olmalarına rağmen her toplumda kurallı hale getirilmiştir. Çünkü hem fızyolojik yapının olumsuz etkilememesi ve hayatı sağlıklı sürdürülebilmek için, hem de toplumsal ilişkilerin sağlıklı yürütülebilmesi için bu kurallar gereklidir. Kurallar gereği de her şeyi yemiyor ve içmiyoruz. Böyle olduğu için de örneğin uyuşturucu maddeler hemen her zaman yasak kategorisinde yer almıştır. Hiç kimsenin uyuşturucu madde kullanımı bireysel tercih tir, kimse bana karışamaz deme hakkı yoktur. Tercih, görünüş itibarıyla bireysel olabilir ama sonucu toplumsaldır, ahlakidir, hukukidir. Dolayısıyla cinsellik de kurallıdır; kurallı olmak zorundadır. Zira o, bireyin kimlik ve kişiliğinin inşasında, toplumun sürekliliğinde ve toplumsal ilişkilerin düzeninde en etkili güdülerden birisidir; hatta en önemlisidir. Cinsellik önemi sebebiyle kurallı olması gerektiği ve kurallı kılındığı için, toplumlara göre farklılıklara sahip olsa bile, meşru ve meşru olmayan tarzlara sahip olmuştur. Hiçbir toplum bundan istisna değildir.
Hayatın Bir Unsurundan, Hayatın Amacına Dönüşen Cinsellik
Cinsel hayatın düzenlenmesi gerektiği, insanlığın ortak tecrübesidir. İnsanlık, bireyin kimlik ve kişiliğinin inşasının yanı sıra, toplumsallığın ve toplum hayatının sürekliliğindeki doğrudan etkileri bakımından cinselliğin önemini ve düzenlenmesi gerektiğini fark etmekte zorlanmamıştır. Nikah ise cinselliğe ilişkin düzenlemelerin evrensel nitelikteki karşılığı olarak anlam kazanmıştır. Nikah, yapılış şekli, taşıdığı değerler, yerine getirdiği işlev itibariyle toplumlara göre farklılık göstere bilir ve göstermiştir. Fakat her toplumda cinselliği düzenleyen, aile hayatını inşa eden, aile kurumunun sürekliliğinin teminatı olan … bir kurum olarak nikah muhakkak vardır. Nikah, toplumun onayladığı bir birlik akdi ve ilanı demektir. Nikah, kül türel bir kurumsallaşmadır ve tüm kurumsallaşmalar gibi yapılan işin yolunu ve meşruiyetini göstermektedir. Bu çerçevede nikah, evlilik sürecinde toplumun iki cinsle ilgili cinsellik temelinde gerçekleşen işlerine itirazının olmadığını ve ondan sonrası için de bu sözleşmeye manen ve yasal olarak kefil olduğunu ifade etmektedir. Fakat buna rağmen kural dışı cinsellik bir sapma olarak hemen her toplumda var olagelmiştir; aynen tüm yasaklamalara rağmen hırsızlığın, cinayetin, darbın, tacizin var olagelmesi gibi. Kural dışı cinsellik hemen her toplumda bir şekilde de olsa hep var olduğu için, gerek dinlerin ve ahlakların ve gerekse hukuk sistemlerinin hemen her zaman önemli amaçlarından birisi, aile kurumunu korumanın önemine bağlı olarak evlilik dışı/nikahsız cinsel beraberliği önlemeye çalışmak veya kontrol etmek olmuştur. Ancak ne var ki modern/seküler değerlerin her geçen gün daha da yaygınlaştığı günümüz dün yasında cinselliğe ilişkin kurallar, tutum ve tavırlar tamamıyla değişmiş; cinsellik insanlık tarihinde örneğine az rastlanır bir serbestlik kazanmıştır. Daha da önemlisi, insanlık tecrübesinin ortak sonucu olan cinselliğin kontrol edilmesi gerektiği anlayışı büyük oranda itibar kaybına uğramıştır. Bununla da kalınmamış cinselliğin kontrol edilmesi gerektiğini dile getirenler sap kın ve hasta olarak nitelenmeye başlamıştır.
Günümüzün modern dünyasında cinselliğin kuralsızlaştırılması yönündeki yaygın anlayış ve uygulamaların yanı sıra, çok daha önemli bir duruma daha şahit olunmaya başlanmıştır. Bireysel açıdan düşünüldüğünde hemen her zaman rastlanabilecek bir sapma, insanlığın kabul ettiği ortak bir anlayışa ve hatta değere dönüşme aşamasındadır. Ve maalesef birçok kesim ta rafından dönüşmüştür de. Bu, doğal bir güdü olarak bireysel ve toplumsal hayatın önemli unsuru olan cinselliğin, hayatın amacına dönüşmesi durumudur. Bunda kitle iletişim araçlarının payı çok büyüktür. Modern kültürün misyoneri gibi çalı şan kitle iletişim araçları çeşitli yollarla özellikle de gençler için cinselliği hayatın amacı gibi işlemeye özel bir önem vermektedirler. Bunda da büyük oranda başarılı olmaktadırlar. Çünkü karşılarında, diğer bazı çaba ve girişimlerle iradeleri zayıflatılmış ve her şeyiyle cinsellik güdüsünün kontrolüne girmeye hazır bir kitle vardır. Evlilik yaşının her geçen gün daha ileri yaşlara ertelenmesi bu süreçte önemli işlev üstlenen faktörlerden sadece birisi ve hatta en masumudur. Modern hayatın gerektirdiği çeşitli sebeplerle evlilik yaşının her geçen gün daha ileri yaşlara ertelenmesi sonucunda gençlerin fizyolojik bir istek olarak cinselliklerini kontrol etme çabalan en az 13-15 yıla varan sürelere uzamış durumdadır. Kabul etmek gerekir ki süre uzadıkça, irade zayıflamaktadır. Eğer cinselliği kontrol altına alacak değerler ve kurallar da büyük oranda etkisizleştirilmişse, artık fizyolojik istekleri kontrolde tutacak iradeden bahsetmek boşuna olacaktır. Zira cinsel güdünün isteklerine direnmede önemli bir dayanak olan dini/ahlaki değerlerin gücü, aynı kitle iletişim araçları ve onlarla aynı çizgide misyon üstlenmiş modern eğitim sistemi tarafından her geçen gün daha da azaltıl makta, böylelikle gençler çok kolaylıkla cinsel güdülerinin kont rolsüz nesneleri haline gelebilmektedirler.
Modern dünyada cinsellik büyük oranda amaca dönüşmüş; her şeyde, her durumda cinsellik hayatın en temel özelliği gibi algılanmaya başlanmıştır. Ancak burada müthiş bir çelişki vardır; hayatın amacına dönüşen cinsellik, aynı zamanda hiç olmadığı kadar sıradanlaşıp pespaye bir niteliğe ulaşmıştır. Fakat bu çelişki bireyler tarafında hemen hiç fark edilememektedir. Çünkü bireyler, hayatın amacı gibi her şeyden önemli ve kıymetli bir ilkenin, pespaye bir niteliğe sahip kılınan cinsellikle örtüştürülmesi çelişkisini fark edemeyecek bir akıl tutulmasına uğratılmışlardır. Cinselliği serbestçe, kuralsızca yaşamaya yönelik yoğun ve kesintisiz bombardıman altında, durumun çelişkilerini, hallerinin pespayeliğini fark edemez hale getirilmişlerdir. Cinselliğe yönelik zihinsel bombardıman o kadar yoğun ve güçlüdür ki, fizyolojik gelişimleri sebebiyle cinsellikle hiç ilgileri olmayan çocuklar bile cinsellik merkezli bir hayatın paydaşları haline getirilmektedirler. Bu konuda bazen gündeme gelen ve masum bir çocukluk davranışı olarak takdim edilen ve böylelikle meşrulaştırılan durumlar aslında yaşanan travmanın ulaştığı boyutları ortaya koyması açısından önemlidir5.
Cinselliğin hem bu kadar sıradanlaşması ve hem de hayatın amacına dönüşmesi sonucunda insanlık tarihi boyunca hiç bilinmeyen veya örneğine pek rastlanmayan anlayışlar ve durumlar yaşanmaya başlamıştır. Hiperseksüalite bunlardan sadece birisidir. Yakın zamana kadar, hemen her kültürde, ortak bir yargı olarak, günlük hayatlarının büyük bir çoğunluğunu cinselliği düşünerek geçiren kişiler için sapık veya azgın tanımlamaları dile getirilirdi. Ama bu durum bugünün dünyasında övgü unsuruna, daha çok da ideal erkek ölçütüne dönüştürülmüştür. Erkek ve kadın için geçerli bir durum olarak kabul edilen ve hiperseksüalite olarak isimlendirilen cinsellik merkezli hayat anlayışı, eskiden bireysel bir sorunken, şimdi takdir edilen bir durum haline gelmiştir. Esasen hiperseksüalite, cinsel duyguların olağan üstü güçlü ve yoğun olmasıyla ilgili fizyolojik bir sorun değildir. Tamamen modern zihniyet tarafından inşa edilen zihin dünyasıyla, modern değerlerle alakalıdır. İnşa edilen ve en önemli güdü haline getirilen cinselliğin her şeyde ve her zaman yaşanması anlayışı bu sorunun oluşmasına yol açmıştır. Hiperseksüalite, daha çok da erkeklerle ilgili bir durumdur. Abartılan, kamçılanan, özellikle övünülen ve beklenen cinsellik anlayışının kurbanı erkeklerdir. Çünkü cinselliği hayatın ekseni haline getiren modern kültür övülen erkek olmayı cinselliği yoğun ve sık düşünmekle ve yaşamakla ilişkili hale getirmiş durumdadır.
Maalesef bu zihniyeti kabullenmek zorunda kalmış birçok erkek, kendisine biçilen bu rolü sırtında bir yük olarak taşımaktadır. Fizyolojik sınırlılığına karşılık duygusal isteklerinin sınırsızlığı arasında sıkışıp kalan erkekler, sorunu çözmek için cinsel gücü artıran ilaçlara ve maddelere yönelmişlerdir. Bu yönelişteki yaygınlık sebebiyle de cinsel gücü artırıcı ilaçlar, ilaç sanayinin en önemli gelir kalemlerinden birisi haline gelmiştir. İlgi arayışı da yaygın bir sorun haline gelmiş olan hiperseksüalitenin önemli sebeplerinden birisidir. İlgi temelli hiperseksüalite ise daha çok kadınlarda açığa çıkmaktadır. Kadınlar esasen cinsel anlamda haz almadıkları, doyum sağlamadıkları halde sırf ilgi görebilmek için kendilerini cinsel olarak ifade etme ihtiyacı hissetmeye ve görünümlerini, beden dillerini buna göre şekillendirmeye yönelmektedirler. Böylelikle ilgi duyulan haline gelip, psikolojik bir doyuma ulaşmayı umuyorlar. Hiperseksüalite, sadece sanal olarak ya da düşünce olarak kalmamakta, çoğu zaman eyleme de dönüşebilmektedir. Normal yollardan cinselliğini doyuma ulaştıramayan veya daha doğru ifadeyle fizyolojik anlamda cinselliği doyuma ulaşmış olsa bile, zihinsel anlamda sınırsız bir cinsel açlık yaşayan hiperseksüal, örneğin sürekli porno izleyerek, kendisini seyredil meye odaklamış sokaktaki kadını seyrederek fanteziler kurmaktadır. Ve tüm bunların sonunda tahrik olup, hep daha fazlasını ister hale gelmektedir. Haz duydukça ve tahrik oldukça da alışılagelmiş cinselliği karşılama yolları yetersiz kalmaktadır. Bu da beraberinde aldatmayı, evlilikte cinsel sorunları ve boşanmaları getirmektedir. Aslında olmayan ama modern kültürün ürettiği sanal, sahte cinselliğin unsurlarından birisi de nemfomanidir.
Yunanca nymphe (kız) ve mania (delilik) sözcüklerinin birleşiminden oluşan nem fomani, kadınlardaki aşın cinsel isteğe verilen bir isimdir. Ancak aslında bilimde ve özellikle de tıpta nemfomani diye bir tanım lama bulunmamaktadır. Nemfomani XX. yüzyılda üretilen sanal ve sahte bir kavramdır. Erkeklerin her türlü cinsel davranışını onaylayan, kutsayan, takdire şayan bir durum olarak algılayan bir zihniyetin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Azgın erkeklerin karşısında azgın kadınlar gerektiği anlayışının bir sonucudur. Esasen hiperseksüalite ve nemfomani ile ilgili tespitler aynen frijit ve iktidarsızlık kavramları için de geçerlidir. Bunlar da modern zihniyetin ürettiği kavramlardır. Önceleri bireysel düzeyde görülen ve cinsellik hayatın sadece bir unsuru olduğu için de tamamen bireysel düzlemde kalan frijit ve iktidarsızlık, modern çağın önemli sorunları haline gelmiştir. Yüz milyonlarca insan frijit veya iktidarsız olmanın dayanılmaz acısı altında kahroluyor, yaşam neşelerini kaybediyorlar. Modern kültür cinselliği amaca dönüştürürken, aynı zamanda öylesine sıradanlaştırmıştır ki, o artık hemen her şeyde ve her yerdedir. Her an özellikle bireysel hayatları şekillendirmekte ama hiçbir şekilde bir kıymet de ifade etmemektedir. Bu açıdan daha önce benzerine hiç rastlanmayan bir şekilde fastseks’ten bahsedilir olmuştur; aynen fastfood gibi. Yani kuralı olmayan, anı yaşamaya odaklanan, sorumluluk yüklemeyen bir cinsellik. Fastseks öylesine yaygınlaşmış ve sıradanlaşmıştır ki, bugün özellikle TV ekranlarında 15 yaşındaki bir çocuğun 3’cü veya 5’ci beraberliğinden bahsederken işittiğimizde hiç şaşırmıyoruz.
Cinsellik modern dünyada hayatın merkezindedir. O artık her şeydedir, her yerdedir. Zira kitle iletişim araçları cinsel içerikleri ağır basan yayınlan ile cinsel duygular tahrik etmekte, cinselliği günlük hayatın en önemli unsuru haline getirmekte, kontrolsüz cinselliği teşvik etmektedirler. Üstelik tüm bunlar yapılırken herhangi bir ölçü tanınmamakta, insanın fizyolojik sınırları dahi dikkate alınmamaktadır. Antivirüs yazılımı üreten Bitdefender’in dünya genelinde 19 bin ebeveyn üzerinde yap tığı araştırmaya göre6 çocukların internet üzerinden porno içeriklere ulaşma yaşı 6’ya, internet üzerinden flört etme yaşı ise 8’e düşmüş durumdadır. Burada korkunç denebilecek durum, potansiyel olarak doğuştan gelen cinsel güdünün henüz duygusal olarak varlığını hissettirmediği bir yaştaki çocukların da cinselliğe yöneliyor olmalarıdır. Bu da, bu yönelişte duyguların değil, cinselliğe özendirme çabalarının etkisini ortaya koymaktadır. 2011 yılında Amerika’da liseli gençlerle ilgili yapılan bir araştırma ile7 gençlerin %33,7 sinin bundan önceki üç ay içinde bir kişiyle, %15,3’ünün ise dört ve dörtten fazla kişiyle cinsel ilişkiye girdiği tespit edilmiştir. 2009 yılı Amerika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin ( CDC) 40 eyalette yap tığı bir araştırmaya göre 15-19 yaşlarındaki 400 bin genç kız hamile kalmış ve çocuk dünyaya getirmiştir. Eğer 2011 yılındaki liselilerle yapılan araştırmanın bulgularından birisi olan, cinsel ilişkiye giren liselilerin %39,S’inin prezervatif, %76,Tsi nin ise doğum kontrol hapı kullandıkları tespitleri dikkate alınırsa, hamile kalan genç kızların cinsel ilişkide bulunma açısından gerçeğin küçük bir kısmına denk düştükleri anlaşılır.
Türkiye’de de durum çok farklı değil. Tempo dergisi tarafından 2012 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre, ülkemizde ilk kez cinsel ilişkiye girme yaşı 14-15 aralığında yer almaktadır. Araştırmaya katılan 18-25 yaşlar arası gençler arasında kadınların% 57,1’i kızların evlilik öncesi ilişkisinde herhangi bir sakınca görmezken, erkeklerin % 30’u da aynı görüşü paylaşmıştır. Aynı araştırmada gençlerin % 45’i nikahsız birlikteliği onayladığını ifade etmiştir.8 Daha da önemlisi dinin cinsel güdüyü kontrolde etkisinin zayıflıyor olmasıdır. Bu açıdan Sosyal Ekonomik Kültürel Araştırmalar Merkezinin (SEKAM) 2013 yılında Türkiye geneleninde gerçekleştirdiği bir araştırmanı tespitleri oldukça önemlidir. Araştırmada yer verilen Üniversiteli genç kız ile erkek istedikleri şartlarda aynı evde yaşayabilirler yargı cümlesini %35,5’lik bir kesimin onayladıkları tespit edilmiştir. Kararsız olanların genel eğilimlerinin de bu durumu onaylamaya yönelik olduğu düşünülürse %49’luk bir kesimin evli olmayan üniversiteli genç kız ve erkeğin aynı evi istedikleri gibi yaşamalarını onayladıkları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu da geleneksel aile değerleri, namus anlayışı ve nikahın önemiyle ilgili önemli bir değişimin yaşandığının göstergesidir. Çok daha önemlisi ise beş vakit düzenli namaz kıldığını ifade edenlerin %19,5’nin Üniversiteli genç bir kız ile erkek istedikleri şartlarda aynı evde yaşayabilirler yargı cümlesini onaylamalarıdır. Kararsız olanların genel eğilimlerinin de bu durumu onaylamaya yönelik olduğu düşünülürse %21,4 civarında üstelik beş vakit namaz kılan bir kesimin evli olmayan üniversiteli genç kız ve erkeğin aynı evi istedikleri gibi yaşamalarını onayladıkları sonucuna ulaşılmaktadır9.
Popüler dergilerin ve gazetelerin bir misyoner edasıyla dile getirdikleri görüşler dikkate alınırsa cinsellik modern dünyada bireysel ve toplumsal her şeyi kuşatan, hayatın amacını teşkil eden bir dindir10• Modern insanın dinlerinden birisi de cinselliktir; zira cinsellik her şeydir; bu dinin amentüsü ise, sözle açıkça dile getirilmese bile tutum ve davranışlara aktarılan biçimiyle, varlığını cinselliğe feda olsun ilkesidir.
Cinsellikten Pornografiye
İnsanlık buraya nasıl geldi? Bunu anlamak için düne bakmak ve özellikle de Batı toplumlarının dününü dikkate almak gerekiyor. Çünkü bugünün dünyasında egemen olan modern zihniyet ve hayat tarzı, Batı toplumlarının toplumsal ve tarihsel şartlarının ürünüdür.
İnsanlığın cinsiyetle alakalı yaşadığı serüveni takip ederken dikkate alınacak temel kavram cinselliktir. Batı dillerin deki karşılı seks olan cinsellik, bölme, ayırma anlamına gelen secare sözcüğünden türemiştir ve insanları biyolojik cinsiyetlerine göre bölmeyi ifade etmektedir. Bu bölmenin sonucu olarak insanlar kadın ve erkek diye iki ayrı kategoriye ayrılırlar. Cinsiyet, bireyin biyolojik özelliğini, cinsellik ise bu özelliğe bağlı güdüyü ifade etmektedir. Cinsiyet fizyolojik varlığın bir gereği, cinsellik ise söz konusu fizyolojik özelliğin gerektirdiği doğal bir durumdur. Ancak cinsellik fizyolojik temelinden koparılır ve daha çok duygu ve düşünceye mal edilmeye başlanırsa karşımıza farklı bir kavram çıkar; bu erotizm’dir. Antik Yunan mitolojisindeki aşk tanrısı Eros’tan gelen erotizm, cinsel etkinliğin özel bir biçimini ifade etmektedir. Erotizmin kaynağı cinsellik tir, ancak o cinselliği de aşan bir olgudur. Erotizm nesne-fizyo lojik olan bir şeyi ifade etmez; o bu bakımdan gösterilebilecek bir şey değildir; o hissedilebilecek, algılanabilecek, düşünülebilecek bir şeydir. Kişiye neyin erotik geldiği, bir dizi bireysel ve kültürel faktör tarafından belirlenir. Bir kişiye veya bir topluma erotik gelen bir şey, bir başka kişiye veya topluma erotik gelmeyebilir. Erotizmi fiziksel cinsellikten öte bir boyuta sahip oluşunu örnek üzerinden açıklamak gerekirse, çıplaklık ile nü11 arasındaki fark dikkate alınabilecek isabetli bir örnektir.
Çıplak olmak insanın kendisiyle ilgili bir durumu ifade ederken, nü olmak başkası tarafından görünmeyi ifade etmektedir. Çıplaklık görünmekle, nü göstermekle ilgilidir. Çıplaklık kendisini olduğu gibi ortaya koyar, nü ise seyredilmek üzere ortaya konuştur. Bu bağlamda cinsellik-erotizm farklılaşmasına değinecek olursak, erotizm, cinselliğin sınırlarını aşar. Cinsellik bedenle ilgiliyken, erotizm her şeyle ilgili olabilir. Erotizmin sınırlarını duygu ve düşünce belirler. Erotizm görülen veya işitilen bir şey değil, algılanan bir şeydir. Örneğin salatalık sadece bir sebze olmasına ve dolayısıyla cinsellikle hiçbir alakası bulunmamasına rağmen, erotizm için çok daha başka bir şeydir. Hareket eden bir eşyanın gıcırtısı sadece kulağı rahatsız eden bir gürültüyken ve dolayısıyla cinsellikle hiçbir alakası bulunmamasına karşılık, erotizm için çok daha başka bir şeydir… Böyle olunca erotizm her yerdedir; baleden modern dansa, modadan reklamcı lığa kadar birbirinden son derece farklı alanlarda erotizmin açık ya da örtülü izleri görülebilir. Burada erotizmden bahsetmemizin sebebi, Antik Yunanda cinselliğin erotizm boyutunda algılanması ve bu anlayışın modern zamanlara kadar bazen güçlenerek, bazen zayıflayarak devam etmiş olmasıdır. Cinselliğin fizyolojik özelliğinin ötesinde anlamlandırılması ile doğan erotik anlayış, Yunan heykellerinin önemli bir özelliği olarakken dini ortaya koymuştur. Yunan zihniyeti medenileşmenin ölçütü olarak giyinmeyi değil, çıplaklığı ölçü kabul ediyordu12
Çıplaklık medeni gün delik hayatın sıradan bir özelliğiydi ve başka bir öneme sahip değildi. Cinselliğin önem ifade etmesi, erotizm ile sağlanıyordu; heykeltıraşlar erotik heykeller yontuyor, sanatçılar erotik unsurlar içeren tiyatrolar yazıyor, filozoflar cinselliğe erotik bir boyut inşa ediyorlardı. Erotizmin oluşumunda Yunanlının tanrı tasavvurunun etkisi vardır. Yunan toplumunun fertleri, hayallerinde bir tanrılar topluluğu tasarlarken, kendi reel yaşantılarından soyutladıkları ve uçlara kayan bazı özellikleri hayalle rinde var ettikleri tanrılara atfetmişler; yapamadıklarını onlara yaptırmışlar; yaşayamadıklarını onlara yaşatmışlardır. Cinsellik de tüm bunların içerisinde önemli bir yere sahip olmuştur. Tanrılar topluluğunun baş tanrısı olan Zeus, tüm şehveti ve arzularıyla tanrılar dünyasının başkahramanıydı. O cinsel kimliğinin gereği olarak erkek olan bir tanrı değil, cinselliği Yunanlının fantezilerinin uç sınırlarında yaşayan erotik bir tanrıydı. Zeus erotiklikte tek başına değildir; Afrodit’te cinselliğin kadın boyutunda Yunanlının fantezilerini temsil etmiştir. Avrupa toplumları için Ortaçağ, erotik kültürün yok olma düzeyinde zayıfladığı bir dönemi temsil etmektedir. Bunda Hıristiyan inanç ve anlayışı etkili olmuştur. İlk günah inancı üzerinden hareket eden Hıristiyanlık, bedeni tüm dünyevi isteklerinden soyutlamayı bir ideal olarak takdim ederken, hazzın her türlüsüne karşı savaş açmıştı. İlk günah insanlığın kaderini etkileyen bir günahtı ve bunun sorumlusu da Havva idi. Ortaçağ’ın egemen söylemi, cinselliği Havva’nın ve onun takipçisi diğer kadınların işlediği bir suç olarak görüyordu. İlk günahın sorumlusu olan Havva kadınların prototipi olarak görülüyor ve iblisle işbirliği yaparak yeryüzünde kötülüğün yaygınlaşmasına sebep olan kişi olarak takdim ediliyordu. İffeti, yüceliği ise bakire Meryem temsil ediyordu. Bu sebeple Havva çıplak, Meryem ise örtülüydü. Cinsellik, ortaçağ Hıristiyanlığında adeta bir saplantı durumuna gelmiştir. Cinsellik toplum içinde çoğu kez lanetli, ya saklı ve kirli bir dünya olarak görülüyordu. Aziz Augustinus, İtiraflar adlı kitabında cinselliğin her şeklini ayıplıyor ve eleştiriyordu13.
Onun düşünceleri ise kiliseye ve dolayısıyla insanların cinsel hayatına büyük ölçüde yön vermiştir. Cinsellik ilk günah’ın kaynağı olarak algılandığı için de günah çıkartma geleneğinde ilk sırayı almıştır. Hıristiyanlık cinselliği öbür dünyanın nimetlerine kavuşmayı engelleyen dünyevi bir zaaf olarak görmüştür. Cinsellik ancak evlilik içinde ve soyun devamı için katlanılması gereken bir zorunluluktu. Doğu kiliseleri için cinsellik tanrının yarattığı şeyin bir parçası değil, şeytandan kaynaklanan kötü bir eğilimdi. Kan koca arasındaki cinsellik bile günah barındırıyordu. En iyi evlilik cinselliğin olmadığı evlilikti. Batı kiliseleri için ise cinsellik kirleten ve lekeleyen, bekaret ise en arzulanır şeydi. Bu sebeple kilise ve tarikat mensuplarından bakir olmaları isteniyordu. Din adamlarının iffet ve bekareti, onları evli Hıristiyan halktan farklı ve üstün kılıyordu14•
Cinsellik, popüler edebiyatın önemli temalarından birisiydi. Şarkılar ve hikayeler kadın cinselliğinden duyulan korkuyu dile getiriyor ve çoğunlukla çok fazla bağımsız davranışlar içine giren kadınları döv menin doğru bir tutum olduğu ileri sürülüyordu. Örneğin, adı İnsan kötü kadınları nasıl dövmeli olan bir Alman şarkısı şöyle başlıyordu: Şimdi neşeyle söyleyeceğim sana, vur kafasına karının, sopayla dayak at ona her gün.15•
Cinselliğe karşı gelişen tutum özellikle kadınlar üzerinde yoğunlaşmıştı. Adem’e yasak elmayı sunan Havva’nın soyundan gelen kadınlar dünya zevklerine kapılan zayıf yaratıklar olarak görülüyordu16.
Ancak cinselliğe ilişkin hiç de doğal olmayan bu engelleme ve olumsuz anlayış, gizli patlaklar vermekten de geri kalmamıştır. Kilisenin baskısı nedeniyle doğal olan da yasaklanınca veya çirkinleştirilince, iffetsizlik ve evlilik dışı cinsel ilişkiler tüm toplum kesimlerinde hep yaygın olarak yaşanan bir durum haline gelmiştir. Öyle ki iffeti korumak için bekaret kemeri icat edilmiş ve yaygın olarak da kullanılmıştır. Bugün Avrupa’daki birçok mü zede, özellikle de Paris, Londra ve Nümberg’deki müzelerde, zamanında ustalıkla tasarlanmış ve kullanılmış orijinal bekaret kemerlerini görmek mümkündür. Kilise egemenliğindeki Ortaçağ Avrupa’sının cinsellikle ilgili durumu bu idi. Değişimin habercisi Rönesans oldu. Rönesans’la birlikte eskiyi (Antik Yunan’ı) referans alan bir değişim yaşan maya başlandı. Süreçle birlikte insan bedeni idealleştirilip, tanrısallaştırıldı. Çıplaklık ve erotizm yeniden meşrulaştı. Günahın temsilcisi Havva’nın yerini, erotizmin temsilcisi Venüs17 aldı.
Venüs, Rönesans sanatının en çok resmedilen figürü haline geldi. Venüs üzerinden yeniden doğan erotizm, kısa süre sonra dinsel kişiliklere de yansıdı. Michelangelo, geleneğin ak sine, Meryem’i ünlü Pieta’sında genç ve güzel bir kadın olarak resmetti. Rönesans’la birlikte Ortaçağın insan görünümünden uzak ve cisimsiz tanrı sureti, yerini yeniden Antik Yunan sanatındaki insan görünümlü tanrılara bıraktı. Erkek bedeni bütün erotikliğiyle yeniden ön plana çıktı. Davut heykeli bunun önemli bir örneğidir. Floransa’nın sembolü olan Davut heykelindeki Davut, ideal vücut hatlarıyla çıplak, erotik, çocuk fiziği ile kadının vücut dilini bir arada gösteren haliyle sapkın ve sodomisttir18; daha kısa ve genel bir tanımlamayla, erotizmi aşar ve pornografik unsurlar taşır.
Aydınlanma felsefesi hazzı kontrolsüz hale getirdi. Aydınlanma çağıyla başlayan ve modern çağda alevlenen hazzın öz gürleşmesi anlayışı, kadın bedenini keşfetmeye ve çıplak kadın bedenini bir nesne haline getirilmesine neden oldu. Yaşanan erotizmin egemenliğiydi, ama yer yer pornografide boy göster meye başladı. Bu açıdan sürrealist sanat akımı özel bir konuma sahip oldu. Sürrealist erotizminin tek nesnesi kadın değildi, sevişmenin birçok çeşitleri özellikle de sapık biçimde olanları ele alınıp resmedilmiştir. Geç dönem olmakla birlikte Bellmer ve erotizmi vahşet derecesinde işleyen Molinier bu olguya örnek oluştururlar19. Modern çağların ve özellikle de XX. yüzyılın en karakteristik özelliklerinden birisi de pornografik olmasıdır.
Pornografi Çağı
Yunanca pornographos sözcüğünden türetilmiş olan pornografi esasen fahişelik edebiyatı anlamına gelmekteydi; uzun süre bu manada kullanılmıştır. XVIII. yüzyıl, pornografinin önemli anlam değişikliğine ulaştığı bir dönem olmuştur. Pornografi daha önce hiç olmayan bir şekilde, xvııı. yüzyılda, cinsel eylemleri ya da cinsel organları açıkça belirtmek için kullanılan bir sözcük olmuştur. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren de an lamı genişleyerek müstehcen20 olan şey anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni anlamıyla da hem edebiyatta hem gösterilerde cinselliğin somut ve doğrudan temsilini ifade etmeye başlamıştır. Pornografinin bugünkü anlamını inşaya yönelik son değişimler 1945 sonrasında kendini göstermiş ve l960’lı yıllarda netleşmiştir. Gelinen son aşamada pornografi, popüler kültürün ve kitle kültürünün bir unsuru olup, teknolojik gelişmeye bağlı olarak yazı, fotoğraf, çizim, film gibi iletişim araçlarını da kullanarak cinselliğin her halini olanca çıplaklığıyla görsel ve sesli bir şekilde gösterimini ifade etmektedir. Artık cinselliğin akla gelebilecek her türlüsü, imalar ve gölgelerin arkasına saklama gereği duymaksızın açıkça görülür, işitilir hale gelmiştir. Erotizmdeki imalar, çağrışımlar ve dolaylı anlatımlar terk edilmiş; her şey yalın, açık ve doğrudan hale gelmiştir.
Bu sunum sırasında cinsellik veya cinsel organlar her türlü suiistimale ve bayağılaştırılmaya maruz bırakılarak teşhir edilmektedir. Sunumu kısıtlayan herhangi bir estetik veya ahlaki ölçü yoktur. Bu yapılırken de tüm yapılanları onaylayan, hoş gören veya teşvik eden bir anlayışa dayanılmaktadır. Bu bağlamda Zizek’in açıklaması son derece anlamlıdır: pornografi, gösterilecek her şeyi gösteren, hiçbir şeyi gizlemeyen ve her şeyi kaydedip bakışlara sunan bir türdür21.
Tüm bu özellikleriyle de toplumun kabul ettiği cinsiyet ya da ahlaki davranış ölçütlerine karşı saldın ya da aykırı bir hareket tarzım ifade etmektedir. Yine bu nedenle cin sel eylemler söz, yazı ve görüntüyle açık biçimde gösterilmekte, cinsel organlar ya da cinsel ilişki ayrıntılarıyla gözler önüne serilmekte, grup seksi, sadomazoşist ve fetişlere odaklanan seks, tecavüz, ensest ilişki, çocuklarla ve hayvanlarla cinsel ilişki hiç bir kısıtlama olmaksızın ortaya serilmektedir. Modern kültür başlangıcı itibarıyla erotik idi, ama bugünün modern kültürü erotizmi çok gerilerde bırakmış, pornografik bir eksene oturmuştur. Erotizm pornografi arasındaki geçiş ise son derece kolay ve hızlı şekilde gerçekleşmiştir. Kolay gerçekleşmiştir, çünkü dine ve tanrıya isyan temelinde şekillenen modern kültürün girişimlerini kontrol edecek herhangi bir iç veya dış denetleyici mekanizma bulunmamaktadır. Bireyin başlı başına bir değer haline geldiği ve bu haliyle de ahlak kurallarının, dinin ve yasaların üstünde ve ötesinde her şeyi tatmasının normal olduğu anlayışına dayanan pornografi, başta voyörizm (röntgencilik) ve egzibisyonizm (teşhircilik) gibi cinsel sapkınlıkları meşru gören bir anlayışın uzantısından başka bir şey değildir. Voyörizm başkalarının cinsel organlarını ya da cinsel ilişkilerini gizlice gözetleyerek cinsel doyuma ulaşma tutkusudur. Bir cinsel sapkınlık olan ve yakın döneme kadar da tedavi gerektiren ağır bir hastalık olarak değerlendirilen voyörizm, bugünün dünyasında pornografi üzerinden doğal bir özellik kategorisine indirgenmiştir. Bu günün dünyasında özellikle internet sayesinde kitlesel düzeyde de yaygınlık kazanmıştır. Gerek ekrandaki, gerek webcamdaki pornografik görüntüleri seyretmek tamamıyla voyörizmle ilgilidir, ancak ne var ki tüm bunlar normal kabul edilir olmuştur.
Egzibisyonist kişi, cinsel organlarını başkalarına göstermek ten ya da böyle hayaller kurmaktan büyük bir haz alır. Bu davranışı genellikle beklenmedik bir yerde, zamanda ve bunu bekle meyen bir kişiye yönelik gerçekleştirir. Egzibisyonizm de aynen voyörizm de olduğu üzere bir cinsel sapkınlık olup, yakın döneme kadar o da tedavi gerektiren bir hastalık olarak değerlen diriliyordu. Ancak bu sapkınlıkta da bugünün dünyasında pornografi üzerinden doğal bir özellik kategorisine indirgenmiştir. Artık webcam üzerinden gündelik hayatını ya da cinsel ilişki sini kayda alıp yayınlayanlara sıklıkla rastlanmaktadır. Birçok durumda voyörizm ve egzibisyonizm birbirinden bağımsız sapkınlıklar değildir; çünkü nasıl ki izleyen röntgenci oluyorsa, izleten/gösteren de teşhirci olmaktadır ve ikisi aynı durumun iki farklı boyutunu temsil etmektedir. Özetle gerek voyörizm (röntgencilik) ve gerekse egzibisyonizm (teşhircilik) her iki sapkınlık da pornografinin en önemli unsurları arasında yer almaktadır; zira izlemek ve izlenmek pornografinin en önemli öğeleridir. Ve pornografi bu günün dünyasının karakteristik özelliklerinden birisidir. Pornografik kültürün ve zihniyetin inşa sürecini tarihsel olarak takip edebilmek için iki yüzyıl geriye gitmek gerekiyor. XVlll. yüzyılın sonundan itibaren başta Fransa ve İtalya olmak üzere Avrupa’da porno resimler yayılmaya başlamıştı. Oyun kartlarında, posterlerde, kartpostallarda porno resimlerine sıklıkla rastlanıyordu. Bu tarz ürünlere ilk muhalefet de XIX. yüz yılda başlamıştır. Pornografik ürünleri dağıtan insanlar mahkemeye çıkarılmış ve para cezaları verilmiştir. Hatta günümüzde eserleri klasik olarak kabul edilen Flaubert, Zola ve Baudelaire gibi Fransız edebiyatçılar bile eserlerinde müstehcen/pornografik unsurlara yer verdikleri gerekçesiyle yargılanmışlardı. Fotoğrafın keşfi ve yaygınlaşması, pornografik kültürün oluşmasında önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Fotoğraf maki nesinin keşfiyle pornografi hızla yaygınlaşmıştır. Önceleri ressamların tuvallerinde vücut bulan pornografi, bu sefer fotoğraflarda boy göstermiştir. Üstelik fotoğraf çekmekle yağlıboya bir tablo ya da heykel yapmak arasında büyük bir fark vardı.
Deklanşöre basmak için ressam ya da heykeltıraşların yeteneklerine sahip olmak gerekmiyordu. Fotoğraf aracılığıyla pornografinin yaygınlaşmasının hangi boyutlarda gerçekleştiğini anlamak için 1860 ve 70’lerin ünlü fotoğrafçısı Henry Hayler dikkate alınabilir. Hayler’in Londra’daki evine polis tarafından düzenlenen baskında 130.248 adet pornografik resim ele geçirilmiş, Hayler tutuklanmaktan kurtulmak için Avrupa’ya kaçmıştır22•
Pornografik kültürün oluşumunda ikinci önemli aşamayı film makinesinin keşfi oluşturmaktadır. Artık pornografi canlıdır. Pornografik içerikli ilk filmin 1915 yılında ABD’de çekilen A Free Ride olduğu kabul edilmektedir. Bu dönemde Arjantin, Küba, İspanya, ABD ve özellikle de Fransa’da pornografik filmlerin üretildiği bilinmektedir. Uzun süre pornografik film piyasasını elinde tutan Fransız yapımı ilk pornografik film ise 1928 yılında çekilen Nudist Bar adlı kısa filmdir. Cinsel ilişkinin aleni olarak gösterildiği bu tür filmler Paris’in genelevlerinde çekilip, gösterilmiştir. Filmin oyuncuları genelevindeki fahişeler, mamalar, pezevenkler ve bodyguardlardı. 1930-1938 arasında yılda yaklaşık 40 pornografik film çekilen Fransa’da, porno filmler çok lüks kabul ediliyor, ancak belli mekanlarda ve sosyete mensuplarınca izlenebiliyordu. Fransız denemeci Ada Kyrou bu durumu şöyle açıklamıştı: Bir gün gelecek porno film lüksü bitecek. Tüm insanlık dilediği zaman, dilediği gibi kolayca izleyebilecek bu tür filmleri23.
1953 yılında, kimilerine göre pornografiyi yeraltından yerüstüne çıkaran Playboy dergisi yayınlanmaya başlandı. Playboy’u Penthouse ve Hustler gibi dergiler izledi. Playboy ve onu taklit eden dergilerde softcore olarak tanımlanan cinsel eylemlerin açıkça gösterilmediği fotoğraflar yayınlıyordu. Bu dergilerde 1970’li yıllara kadar fotoğraf başlıca pornografik materyaldi. Hardcore filmlerin yasal gösterime girmesiyle birlikte porno dergilerde sınırlar aşılmış, grup seks ve lezbiyenlik dahil bir çok farklı türün işlendiği dergiler yayınlanmaya başlanmıştır24
l 960’lara kadar yazı, grafik, resim ve fotoğraf düzeyinde var olan, ancak yine de görece gizli kalan porno, 1960’larda bir sektör niteliği kazanmış ve gerçek anlamda porno filmler çekilmeye, dergiler yayımlanmaya başlamıştır. 1968’de Danimarka pornografiyi tamamen serbest bırakan ilk devlet olmuştur. Dünyaya her türlü pornografik malzemeyi sunan Danimarka, Avrupa seks turizminin merkezi haline gelmiştir. l 969’da San Francisco’da büyük bir sinema salonunda ilk uzun metrajlı porno film ya sal olarak gösterime girmiştir. 1972 yılında gösterime giren Deep Throat filmi ABD’de genel izleyici tarafından seyredilen ilk pornografik filmdir. 1970’lerde homoseksüel ilişki, hayvanlarla ilişki, tecavüz içerikli filmlerin çekilmeye başlandığı ve erotik çocuk resimlerinin revaçta olduğu porno endüstrisi büyük oranda mafyanın kontrolünde iş yapmıştır. l 970’lerin başında özellikle kentlerin varoşlarını porno filmleri oynatan sinemalar sarmıştır. Bu sinemalarda film izlemek isteyenlerin üyelik aidatı ödemesi ve bir sansür kuruluşu ya da polisle işbirliği yapmadıklarına dair bir belgeyi imzalaması gerekiyordu. Bütün ABD’ye yayılan bu tarz sinemaların talebini karşılayabilmek için porno film üretimi de artmıştır. 1915 ile 1970 arasında yaklaşık 1800 porno film çekilmesine karşılık, 1970’ten sonra yılda 500 ile 700 arası film çekilmeye başlanmıştır. Porno filmler kısa süre içinde dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. Yalnızca Fransa’da 1973 yılında 200, 1974 yılında ise 223 uzun metrajlı porno film çekilmiştir, 1974 yılında gişe hasılatının yüzde 15’i porno filmlerden elde edilmiştir. 1986 yılında çekilen her beş videodan biri pornografik içerikliydi, o yıl yaklaşık 1500 porno film üretilmiştir. Porno film pazarının hızla büyümesinde video teknolojisinin önemli payı vardır. Video cihazı uzun bir süre pornografinin önemli bir aracı olmuştur. Video ile pornografi evlere girmiştir. 1982 yılında yalnızca Fransa’da 1 milyon video cihazı ve 2000 porno film satan dükkan bulunmaktaydı. 1987 yılına gelindiğinde Fransa’da yaklaşık 3 milyon porno içerikli film kasetinin satıldığı tahmin edilmektedir. 1985 yılında 75 milyon dolar olan porno pazarının büyüklüğü 1992 yılına gelindiğinde 490 milyon doları bulmuştur25.
l 980’li yıllarda batı ülkelerinin televizyonlarında porno filmler de gösterilmeye başlanmış ve böylelikle video ile evlere giren porno, TV aracılığıyla evlerde daha da sık izlenir hale gelmiş tir. Porno yayınlar süreç içerisinde kablo televizyonlarda şifreli olarak, otellerde ödeme sistemiyle ve nihayet uydu yayıncılığı aracılığıyla televizyon ekranlarına taşınmıştır. Pornografi bugünün dünyasında küresel bir pazar durumuna gelmiştir. Bu piyasaya ait bilgiler son derece hızlı bir şekilde değişmektedir; bu sebeple de birkaç yıllığına dahi olsa kalıcı bil giye ulaşmak mümkün olamamaktadır.
Sadece bir tahminde bulunmak adına gerçekleştirilen bir araştırmanın26 bulgularına bakılacak olunursa; İnternet üzerinden her bir saniyede 28.258 kişi pornografi izlemekte, arama motorları aracılığıyla 372 pornografik terimi araştırmakta ve birçok aracı yine İnternet üzerinden 3,075.64 dolar harcamaktadır. Bunun yanı sıra sadece ABD’de her 39 dakikada bir pornografik film üretilmektedir. Dolayısıyla her hafta ABD’de 270 civarında yeni pornografik film üretilmektedir. Ülkeler düzeyinde internet üzerinden pornografi için yapılan harcamalar korkunç boyutlara erişmiş durumdadır. Yılda 100 milyar dolar civarında bir para pornografi endüstrisine akmaktadır. ABD’deki pornografi sektörünün önde gelen iki temsilcisi, 2008 yılında, ABD ekonomisine yılda 13 milyar dolar girdi sağladıklarını fakat ekonomik sıkıntılar nedeniyle insanların cinselliğe ilgilerinin azaldığını Amerikan halkının cinsel iştahını yeniden açmak için bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini dile getirmiş ve Kongre’den 5 milyar dolar yardım talep etmişlerdir27.
Pornografinin yaygınlık düzeyini, ondan da öte nasıl bir ticari faaliyet unsuruna dönüştüğünü anlayabilmek için, özgürlük mücadelesi için faaliyet yürüten örgütüne ge lir elde etmek için kitap yazan bir direniş örgütü lideriyle ilgili bir haberi dikkate almak anlamlı olacaktır: Meksika’nın ormanlık “Chiapas” bölgesinde yaşayan Maya Kızılderilisi halkının öz gürlüğü için 1994’te yönetimle mücadeleye başlayan Subcoman dante Marcos, yıllar sonra İngiliz gazetesi Guardian ile söyleşi yapmayı kabul etti. Başkent Mexico City’nin arka sokaklarındaki bir internet kafenin boğucu sıcaklıktaki odasında Guardian’ın sorularını yanıtlayan Marcos, “Yazdığım kitabın içeriği bu kez politika değil. Sadece seks. Saf pornografi. Kitabım, önümüzdeki ay piyasaya çıkıyor. Kitabın üzerinde ne kadar çok ‘X’ olursa, o kadar çoksatar” diye konuştu28.
Pornografi, ahlak, namus, mahremiyet konusundaki anlayışları değiştirmiş, bu anlayışların değişip zayıflaması pornografiyi yaygınlaştırmıştır. Pornografi üzerine çalışmalar yapan Michael Kimmel, pornografiye ilişkin zihniyet değişimini şöyle anlat maktadır: 20 yıl önce sınıfta pornografiden bahsettiğimde kız öğrencilerim, “iğrenç”derdi, erkekler ise suçlulukla “evet, izledim” derdi. Bugün ise erkekler suçluluk duymaksızın porno izlediklerini söylemekte çok daha açıklar. Kadınlar şu an erkeklerin eski alışkanlığını devralmış durumdalar: Mahcup bir şekilde porno izlediklerini kabul ediyorlar. Kadınların tavırları çok yakın bir şe kilde erkeklerinkiyle örtüşüyor29• Pornografinin ne kadar yaygınlık kazandığını göstermesi açısından Kanada’nın Montreal Üniversitesi’nde yapılan araştırma önemlidir. 2009 yılında yapılan araştırma ile porno film izlememiş tek bir erkeğin kalmadığını ortaya çıkmıştır. Araştırmaya göre bekar bir erkek haf tada en az 40 dakika porno film izlerken, evli erkekler için ise bu süre 34 dakikadır30. Bugünün dünyasında pornografiye ilişkin anlayış ve değer yargılarının değişmesinde kitle iletişim araçları temel belirleyicidir.
Pornografi, kitle iletişim araçları tarafından alabildiğine yaygınlaştırılmakta ve zihinsel bir normalliğe ulaştırılmaktadır. Örneğin Private Stars adlı programda beş erkek ve beş porno yıldızı bir eve kapatılmıştır. Büyük ilgi gören ve birkaç ülkede birden yayınlanan programda erkekler cinsel performanslarına göre değerlendirilmiş ve ödül olarak bir porno film yapımcısıyla sözleşme yapılmıştır31.Üstelik bugünün dünyasında pornografi sadece görsel bir unsur olmaktan çıkmış, müziğin de önemli unsurlarından birisi haline gelmiştir. Bunun bir örneği olarak sinema yıldızı Penelope Cruz’un, rock müzisyeni olan kardeşi Eduardo Cruz’a destek olmak için oynadığı ve en çok izlenenler kliplerden birisi özelliğine sahip olan video klip dikkate alınabilir. Klip tamamen pornografik niteliktedir. Penelope Cruz söz konusu klipte lezbiyen rolünde yer almıştır. Konuya iliş kin örnekler pek çok olup, pornografinin katkısıyla müzik dinlenen bir şey olmaktan çıkmış, izlenen bir şey haline gelmiştir. Pornografinin yaygınlaşması ve meşrulaşması öylesi bir noktaya ulaşmıştır ki, basına yansıyan haberler insana şaşkınlık verecek düzeydedir. Örneğin Amerikalı porno yıldızların dan Sunny Lane’in menajerliğini babası Mike yapmakta; Annesi Shelby, üzerinde Sunny Lane XXX yazan iç çamaşırları pazarla maktadır. Baba Mike, Sunny ilk kez Playboy lVye çıktığında kansı Shelby ile sevinçten ağladıklarını söylemiştir. Kızının rol arkadaşlarına onun kısa süreli erkek arkadaşları gözüyle baktığını söyleyen Mike, Kızım tanımadığım bir adamla cinsel ilişkiye gireceğine, bu işi profesyonel olan insanlarla yapıyor. Bu daha iyi demiş ve sözlerini önemli olan kızımın mutluluğu. Her zaman ar kasındayız32 diyerek devam ettirmiştir. Öbür yanda ise porno yıldızı Mary Caey bir yandan program sunuculuğu yaparken, bir yandan da California vali adayı olmuştur. Porno yıldızı Cic ciolina ise 1987’de İtalyan’da milletvekili seçilmiş ve milletvekilliği süresince seçmenlerine sevişme parkları açmak gibi mesleğinin gereğine uygun vaatlerde bulunmuştur.
Eğer bir sapma, normal kabul edilirse, bu sapmayı durduracak bir çizgi hiçbir zaman olmayacaktır. Çünkü her sınırın biraz öncesi biraz sonrasını meşrulaştıracaktır. Bunu pornografi üzerinden görmek mümkündür. Pornografiyi de aşan sapkın lığın sanat, kişisel tercih veya yaşam tarzı tercihi adı altında adı kabul görmeye başlamasının ilginç örneği olarak Rus sanatçı Oleg Kulik dikkate alınabilir. Oleg Kulik 1995-97 yılları arasında yaptığı bir seri performansta köpeğiyle birlikte yaşamış, halka açık yerlerde çıplak bir halde dizlerinin üzerinde emekleyip yürüyerek ve konuşmak yerine bir köpek gibi davranarak ses çıkartmış ve köpeğiyle çiftleşip, bunu da sergilemiştir. Çocukları da ağına düşüren ve çocuklar üzerinden büyük paralar kazanan pornografi sektörünün bu kadar hızlı yaygınlaşıp, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmesinde kapitalizmin rolü önemlidir. Zira kapitalizm her şeyi olduğu gibi, kadın bedeni ve cinselliği de metalaştırıp pazara sunmuştur. İnternet ise pazarın en son aracıdır. İnternet sayesinde sıradan insanlar da pornografinin aktörleri durumuna gelmiştir. Birçok çift en mahrem anlarını hiçbir ticari kaygı taşımaksızın kayda alıp gerek fotoğraf, gerekse de video formatında milyonlarca kişiyle ve üstelik kendi rızalarıyla paylaşmaktadır.
Öte yandan sevgilisine kızan ya da karısından ayrılan kişiler intikam amacıyla daha önce çektikleri film ya da fotoğrafları internette yayınla maktadır. Ya da kayda alındığından haberi olmayan kişilerin gizlice çekilmiş görüntüleri internet ortamında dağıtılmaktadır.
Eşcinsellik: Sapkınlıktan, Meşru Bireysel Tercihe
Bölümün başında açıklandığı ve bilindiği üzere, insan, öncelikle fizyolojik hayatını, takiben psikolojik ve sosyal hayatını oluşturup şekillendiren birçok güdü ile doğar. Bu güdülerle ilgili söylenebilecek özelliklerden birisi, kuralları ve sının olmayan bir istek oluşturmalarıdır; isterler; kendileriyle ilgili her şeyi is terler; fızyolojik olarak sınırsız olmamakla birlikte sınırsızca is terler. Örneğin sahip olmak güdüsü dikkate alınarak ifade edilecek olursa, sınırı yoktur bu güdünün isteklerinin; istedikçe ister; her şeyi ister … güvende hissetmek, beğenilmek, sevilmek, takdir edilmek güdüleri hep aynıdır. Fizyolojik bir sının olmakla birlikte açlık, susuzluk da sınırsız bir istek olarak açığa çıkar; acı kan kişi her şeyi yemek ister, her şeyi yiyebileceği hissindedir; ama fizyolojik potansiyeli zorunlu bir şekilde sının koyar ve doyuma ulaşır. Burada esas konumuz olan cinsiyet de benzer durumdadır; sınırsız bir istek ile varlığını hissettirir; organizmayı harekete geçirir; fiziksel sının olmasına rağmen doymaz, doymak istemez … Genel bir tespit olarak ifade etmek gerekirse güdülerin istekleri sınırsız ve doyumsuzdur; sınırsız ve doyumsuz bir iştiyakla organizmayı harekete geçirirler. Fizyolojik açıdan insan doğan varlığın kimliğiyle, kişiliğiyle, karakteriyle İnsan olabilmesi için güdülerin sınırlanması, güdülerinin kurallı hale gelmesi gerekmektedir. Yoksa İnsan olmaz; cani olur, sapık olur, normal dışı olur… Güdülerin isteklerini ise ayıp, günah ve yasak’lar sınırlar; böylelikle potansiyel insandan gerçek İnsan oluşur. İnsan’ı inşa eden ayıp, günah ve yasak’ın kaynağı ise din, ahlak, hukuk ve diğer toplumsal değerlerdir. Bunlar sayesinde, annesinden potansiyel olarak insan doğan varlık, toplum içinde gerçek İnsan’a dönüşür. Burada açıklamaya çalıştığımız durum, Freud’da id (alt ben lik) ve süper ego (üst benlik) isimleriyle karşılığını bulmuştur.
Freud’un içimizdeki doyumsuz hayvan olarak tanımladığı ve id (alt benlik) ismini verdiği şey, güdülerin sınırsız ve doyumsuz istekleridir. Freud’a göre id kişinin ilkel benliğidir; hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Hiçbir sosyal kuralı önemsemeyen id’in tek istediği, isteğinin anında yerine getirilmesidir. İd bas kın olarak bebeklerde görülür bu nedenle id için aynı zamanda kişiliğin çocuksu tarafı da denilebilir. İnsan olabilmek için bu doyumsuz hayvanın kontrol edilmesi gerekmektedir. Bunu Freud’un üst benlik veya daha bilinen ismiyle süper ego dediği şey yapar. Süper ego, kural ve değerler bütünlüğü içinde insana yön verir; id’i kontrol eder. Freud’un bireydeki karşılığını vicdan olarak tanımladığı süper ego, aile, anne ve baba, çevre, okul, din, geleneklerden öğrenilenlerle oluşur. Bireyin iyi ya da kötüyü birbirinden ayırmaya başladığı süreçlerde gelişir ve olgunlaşır. Ancak bu id-süper ego karşıtlığında birey için önemli bir durum açığa çıkar. Eğer id-süper ego ilişkisinde id baskın olur ve süper ego pasif kalırsa, kişilik olarak sorunlu, bencil, kendini evrenin merkezine almış bir birey oluşur. Süper ego bas kın olur ve id pasif kalırsa, bu sefer de yine kişilik olarak sorunlu, zayıf, iradesiz, silik bir birey oluşur. Önemli olan ikisini dengeleyebilmektir. Freud bunu ego (benlik) olarak tanımlar.
Freud’un sözüyle ego şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir. Veya idile süper egonun isteklerini uzlaştırmaya çalışan bir ha kemdir. Kısaca id ve süper ego arasında dengeleyici unsurdur. Bu açıklamaları takiben cinsellik güdüsüne dönelim; daha önce genişçe açıklandığı üzere cinsellik insanın temel güdülerinden birisidir ve buradaki açıklamalar bağlamında ifade etmek gerekirse kontrol edilmek zorundadır. Kontrol edilmeyen cin sellik, Freud’un benzetmeleriyle kontrolsüz vahşi hayvan gibidir. Dini, kültürü, ahlak sistemi, hukuk sistemi her ne olursa olsun insanlığın ortak bir tecrübesi olarak ifade etmek gerekirse, İnsan olabilmek için diğer güdülerin kontrol edildiği gibi cinsellik de kontrol edilmiştir. Kontrolü sağlayan mekanizmalar toplum dan topluma değişebilir; bu kontrolün sınırlarında değişmelere yol açabilir, ama şu önemli bir durumdur ki, güdüleri kontrol etmemiş toplum yoktur. Cinselliğe ilişkin kontrollerin önemli bir kısmını ise cinsel yönelişe33 ilişkin kontroller oluşturmaktadır. Eşcinselliğin34 yasaklanması da bu bağlamda anlam kazanmaktadır.
Burada şu da son derece önemlidir: Cinselliğe ilişkin kontrolün dışında kalan ve o kontrol sistemi içerisinde sapma olarak nitelenen durumların varlığı, hiçbir zaman söz konusu sapmaların normalliğinin ölçütü olarak değerlendirilmemiştir. Her toplumda cinayetin, hırsızlığın yasaklanmış olmasına karşılık sapma niteliğinde gerçekleşen cinayet veya hırsızlıkların var olmasının cinayet veya hırsızlığın meşruluğunun gerekçesi olamayacağı gibi. Eşcinselliğin sapma boyutunu aşarak, toplumsal bir kabul boyutuna ulaştığı yerlerden birisi olan Antik Yunan toplumunu istisna edersek35 eşcinsellik her zaman bir sapma olarak görülmüş ve toplumlar bu sapmaya ilişkin farklı boyutta ve dozajda tepki vermiştir. Hatta XIX. yüzyıla kadar bu sapmanın üstü örtülerek ve bu sapmaya mensup olanlar bir kategori olarak görülmeyerek, potansiyel açıdan benzer eğilimlere sahip kişilerin durumlarına meşruluk aramaları dolaylı bir şekilde de olsa engellenmiştir. Çünkü insanlık tecrübesi şunu göstermiştir ki kötülüklerin, yanlışlıkların deşifre dilemesi ibret almaya değil, örnek almaya yol açmaktadır. Eşcinseller toplumsal bir kesim olarak ilk defa XIX. yüz yılda görülmeye başlanmıştır. İlk defa da tıp literatüründe yer bulmuştur. Eşcinsellik tıbbi söylemin bir parçası olarak Macar doktor Karl Maria Kertbeny tarafından 1869 yılında Almanya’da kavramsallaştırılmıştır. İngilizcede ise 1890’larda seksolog Havelock Ellis’in incelemelerinde ve insanın cinsel deneyiminin çeşitlilikleri ile ilgili sınıflandırmasında bu terimi kullanmasıyla birlikte yaygınlık kazanmıştır. Fakat eşcinsellik yakın zamana kadar bir sapkınlık olarak görülmeye devam etmiştir. Örneğin B. Seebohm ve G. R. Lavers’in 195l’de yazdıkları, İngiliz Hayatı ve Boş Zaman Anlayışı adlı sosyolojik çalışma, o yıllardaki eşcinselliğe ilişkin toplumsal kaygılara sözcülük yapmıştır.
Söz konusu çalışmada eşcinsellik ve eşcinsel bireyler, ahlak bozucu ve yozlaştırıcı olarak tasvir edilmiştir. Buna ek olarak eşcinselliğin, bir ulusun zayıflığını ortaya koyduğunu ve aynı zamanda da bu zayıflığın nedeni olduğu ifade edilerek, uyarıda bulunulmuştur. Bu dönemde Kuzey Amerika’da da eşcinsellere karsı polis müdahalelerinde de ciddi bir artış söz konusudur36. Eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik anlayışta büyük değişim l 960’larda yaşanmıştır. l 960’lı yılların bazı Batı toplumlarında cinsel yönelimini açıklayanlara rastlanır olmuş, politik açıdan daha aktif ve eşcinsel organizasyonlar daha görünür hale gel meye başlamıştır. Üstelik eylemci eşcinsel erkekler, mevcut cin sellik ve toplumsal cinsiyet normlarına meydan okuyarak eş cinselliğin -anormal olmak bir yana -herkesin içinde duyduğu ancak toplum ve aile tarafından bastırılan doğal bir özellik olduğunda ısrar etmeye başlamışlardır. 1969 yılında New York Gre enwich Village’daki Stonewall adlı eşcinsel barına düzenlenen polis baskını sırasında o bölgede yaşayan eşcinseller, polisle çatışmış ve tercihlerinin bir hak olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Eşcinsel özgürlüğü hareketi için bir simge halini gelen Stonewall, yıllar geçtikçe eşcinsel direnişi ve baskısının diğer ismi haline gelmiştir.
1973 yılında Amerikan Psikoloji Derneğinin, 1990 yılında da Dünya Sağlık Örgütünün eşcinselliğin doğal bir durum olduğunu kabul etmesi ve eşcinselliği ruhsal hastalıklar listesinden çıkarması, bu tür cinsel yönelime sahip bireylerin sosyal açıdan görünürlüğünü daha da artırmıştır. 1990’larla birlikte cinsel eğilim/tercih hakları anlayışı bağlamında eşcinsellik başta olmak üzere diğer birçok cinsel sapma normal görülmenin de ötesinde, insanlık tarihi boyunca mensuplarının uğradıkları mağduriyetlerden bahsederek bir itibar iadesinden bahsedebilir hale gelinmiştir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ise eşcinselliğin daha da yaygınlaştığını göstermektedir. ABD (2009), Kanada (2005), Avustralya (2005), İngiltere (2009-2010), Norveç (2010) olmak üzere 5 ülkede farklı yıllarda yapılan araştırma sonuçlarına göre en yüksek eşcinsel oranı %67, biseksüel oranı ise %59 olarak rapor edilmiştir. Araştırma sonucuna göre sırasıyla ülkelerdeki biseksüel oranı %55, %42, %59, %33, %42 olarak belirlenmiştir. Eşcinsel oranı ise yine sırasıyla ülkelerde %45, %58, %41, %67, %58 olarak belirlenmiştir. Kadınlar erkeklere oranla daha fazla kendilerini biseksüel olarak tanımlamaktadırlar37•
Eğer bu araştırmanın bulguları gerçekse, eşcinselliği düşünülenin de ötesinde yaygın göstererek haklarını savunma anlayışının etkisini taşımıyorsa, yaşananlar ve gidişat insanlık için son derece ciddi bir sorundur. Çünkü cinselliğin kontrol edilme ihtiyacı, dinlerin, kültürlerin ve hukuk sistemlerinin yeme-içme eylemlerine getirdikleri sınırlama ve kontrol ihtiyacının çok öte sinde anlamlar taşımaktadır. Dinler, kültürler ve hukuk sistemleri açlık ve susuzluk güdüsünü kontrol ederken bireyin biyolojik varlığını ve bazen de toplumsal kimliğinin göstergesini38 koruma amacı taşımaktadır. Yeme-içme eylemlerine getirilen kontrol ve sınırlamaların ihlali, ihlal edenin kendisinden baş kasına zarar vermez. Ancak cinsellik ile ilgili kontrol ve sınır lama ihtiyacı böyle değildir. Cinsellik, bölümün girişinde de değinildiği üzere, bireysel ve toplumsal var oluşun ekseninde yer alan bir güdüdür. Cinselliğin kontrolsüzlüğü veya mevcut toplumsal yapıdaki kontrol mekanizmalarının devre dışı bırakılıp sınırların aşılması, başta bireysel kimlik ve kişiliğin inşasında muadili olmayan aile kurumunu tahrip etmektedir. Aile kurumunun bireyleri ilgilendiren bu son derece önemli işlevinin yanı sıra, insanın doğal bir ihtiyacı olan toplumsallığı sür dürme ve toplumun sürekliliğini sağlama işlevleri de vardır ve aile kurumunun tahribi tüm bunları da tehdit etmektedir. Bireysel ve alışılmışın dışındaki cinsel eğilimlerin kabul görmesi mevcut kültürel sistemleri, ahlak anlayışlarını tepetaklak etmektedir. Yenisi inşa edilir söylemi, kültür sistemlerinin, ahlak anlayışlarının kısa süreli inşa eylemleri olmadığı gerçeğinin bilinmediğini göstermekten başka bir şey değildir.
Ekolojik çevreye küçük bir müdahale bile dengeleri alt üst ederken ve bu konuda haklı bir çevreci hassasiyet gösterilirken, aynı hassasi yetin kurumsallaşmış insani yapıların tahribi karşısından gösterilmemesi son derece manidardır. Günümüzde Hollanda, Belçika, Norveç, Danimarka, İspanya gibi ülkelerde ve ABD’nin bazı eyaletlerinde aynı cinse sahip bireylerin yasal olarak evlenmeleri mümkündür. Bu tespit bile yaşanan insanlık travmasını göstermesi açısından son derece önemlidir. Evlilik insanlığın en temel kurumlarından birisidir ve gerek biçimi ve gerekse işlevi insanlık tecrübesinin et kilerini taşımaktadır. Eşcinsellerin, gerçekleştirdikleri sapmaya yasal bir gerekçe bulup alenileştirmeleri evlilik olarak nitelenemez. Çünkü onların birliktelikleri evlilik kurumunun tüm anlam ve işlevlerinin dışında bir durumdur. Eşcinsel evliliği adı altında gerçekleşen ve gittikçe yaygınlaşan şey bir sapmanın yasal meşruiyet bulmasından başka bir şey değildir. Bu arada başka bir şey daha gerçekleşmektedir. İnsanlığın ortak tecrübesi olan cinselliğe ilişkin dini/ahlaki kuralları reddetmeyi kendisine ölçü kabul eden modern kültür cinsel sapmalara giden yolların önünü her geçen gün daha da açmaktadır. Bunu ya parken bireysellikle toplumsallığın irtibatında yer alan cinselliğin gereği ve cinsel güdünün karşılanmasının meşru yolu olan nikahın gerekliliğini tartışmaya açmış bulunmaktadır. Nikahın doğal olmadığı, zorlama olduğu ve özgürlükleri kısıtladığı anlayışını yerleştirmeye başlanmış bulunuyor. Bunun sonucunda da nikahsız beraberlik denilen bir anlayışı oluşturup her geçen gün daha da yaygınlaştırdı.
Her zaman olduğu gibi, kitle iletişim araçları da bu sürecin en önemli araçları oldu.
Normal Olan Sapkın, Sapkın Olan Normal
Eşcinsel sapması 1960’lardan sonra politik ve yasal desteklerle kendisini meşrulaştırma sürecine girerken ilginç bir şey yaşanmaya başlanmıştır. Eşcinsel zihniyet, eşcinsel olmayan insanları cinsel hayadan nedeniyle suçlayamamış, ama kendi sini normal eksenine oturtarak diğerlerini sapkın olarak nitele meyi başarmıştır. Bu yapılırken de psikolojinin bazı bulguları ve kavranılan çok ustalıkla kullanılmıştır. Artık eşcinsel olmayan ve eşcinselliği olumlu değerlendirmeyenler hastadır, sapkındır. Eşcinsel olmayanları sapkın ve hasta gösterme çabalarının temel kavramı fobidir39. Eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik olumsuz duygu ve düşüncelere sahip olanlar fobik olmakla itham edilmişlerdir. Bu bağlamda homoerotikfobi (1967), antihomosek süellik (1971), homoseksfobi (1974), homoseksizm (1976), heteroseksizm (1978), homonegavitizm (1980) gibi çeşitli kavramlaştırmalara gidilmiştir. Ancak yaygın şekilde tercih edilen kavram homofobi olmuştur. Bu da ilginç bir kavramlaştırmadır; çünkü insandan korkmak anlamına gelmektedir ve böylelikle vurucu etkisi oldukça artırılmıştır.
Homofobi terimi ilk olarak 1960’larda ortaya çıkmış, George Weinberg’in 1972’de yayınlanan Societyand the Healthy Homo sexual (Toplum ve Sağlıklı Eşcinsel) kitabını yayınlamasıyla literatürde yerini almıştır. Yalnız homofobi terimi, ilk kullanıldığından bu yana dikkate değer bir biçimde farklılaşmıştır. İlk kullanımıyla homofobi, eşcinsellere yakın çevrelerde bulunma korkusu biçiminde tanımlanmaktaydı. Sonraki kullanımlarda Weinberg’in kullandığından çok daha kapsamlı bir anlamı içerecek biçimde dönüşüm geçirmiştir4-0. Homofobi’nin ulaştığı son anlamı ile eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik olumsuz duygu ve düşünce sahipleri psikolojik açıdan hasta, duygu ve eylem olarak sapkındırlar. Bu iddialar ise bilimsel kılıflar altında son derece ustalıkla savunulabilmektedir. Bilimsellik kılıfı ile iş yapan homofobi ile ilgili olarak şu tespitler oldukça önemlidir: Güçlü homofobik tutumlar sergileyenler, diğerlerine göre, genellikle; Kadından çok erkektirler, cinsiyet rollerine ilişkin olarak geleneksel tutumlara sahiptirler, güçlü dini inançlara sahiptirler, benzer olumsuz tutumları olan arkadaşlara sahiptiler, ırkçı ve cinsiyetçi önyargıları vardır ve otoriterdirler, gey ve lezbiyenlerle çok az kişisel etkileşimleri olmuştur, yüksek derecede sosyal üstünlük yönelimine sahiptirler, eğitim düzeyleri görece daha düşüktür41• Bu tanımlamada ve benzerlerinde cinsiyete ilişkin geleneksel tutumlara sahip olmak ve güçlü dini inançlara sahip olmak dolaylı bir şekilde olumsuzlanarak sadece eşcinselliğe itirazları olanlar aşağılanmamakta, aynı zamanda insanlığın toplumsal tecrübeleri ve dinler de aşağılanıp, dışlanmaktadır.
Eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik olumsuz duygu ve düşünce sahiplerinin ne düzeyde sapkın ve hasta oldukları ilginç ve son derece manidar eşleştirmelerin aracılığıyla da takdim edilmiştir. Bunun tipik bir örneği olarak Elisabeth Young-Bruehl’un, The Anatomy Of Prejudices (Önyargıların Anatomisi) adlı kitabı dikkate alınabilir. Bu kitapta eşcinselliğe ilişkin olumsuz duygu ve düşünceler anti-semitizm ile eşleştirilmiştir. O’na göre homofobi olarak kategorize edilen kimseler takıntılı, narsistik ve histerik kategorilerinin çeşitli kombinasyonlarına sahip kimselerdir42• Eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik olumsuz duygu ve düşünce sahiplerinin hastalıklı kişiler oldukları ve hastalıklarının da psikolojik olduğu iddiası öylesine yaygın hale getirilmiştir ki, birçok kişi tarafından bunun bilimsel bir tespit olduğu bile sanılmaktadır. Bu açıdan bilimsel bir makale de örneğin şu tür bir tespitle karşılaşmak son derece normal hale gelmiştir: Her ne kadar eşcinselliğin bir hastalık olmadığı bilimsel olarak kabul edilmiş bir gerçek olsa da .. .43. Halbuki eşcinselliğin bir hastalık olmadığı bilimsel olarak tespit edilmiş değildir. Esasen eşcinselliğin bir hastalık olduğunun veya olmadığının bilimsel tespiti de pek mümkün görünmemektedir. Çünkü eşcinsellik tercihi, biyolojik, organik, olgusal bir tercih değildir. O daha çok ve hatta tamamen bir inanç ve hayat tarzı tercihidir. Nesnel olgularla ilgilenen ve ilgi alanı bununla sınırlı olan bilim ise değer yargılan veya hayat tarzı tercihlerini inceleyemez.
Özellikle de bir tercihin veya hayat tarzının doğru, diğerinin yanlış veya birisinin diğerinden daha üstün olduğu bilimin konusu değildir. Örneğin hiç kimse çıplaklığın giyinik olmaktan daha ahlaki olduğunu bilimsel olarak ispatlayamaz; aynı şekilde karşıtının doğru olduğu da bilimsel olarak ispatlanamaz. Çünkü ahlaki değer yargılan bilimin konusu değildir. Ahlaki yargılar ancak başka ahlaki yargılarla değerlendirilebilir. Modern zihniyet, eşcinselliği insanlık tarihi boyunca görmezlikten gelinen veya haksız bir şekilde karşı çıkılan birey sel meşru bir tercih, eşcinselleri ise hem varlıklarıyla ve hem de haklarıyla çoğunluk karşısında korunması gereken azınlık kitle olarak takdim etmektedir. Bunu yaparken kendisini özgürlükçü, hakşinas gösterme konusunda son derece ustadır. Elbette ki haksızlığa uğrayan bir kişi bile olsa onun hakkını savunmak hakşinaslığın bir gereğidir; mağdur bir kişi bile olsa onun yanında yer almak, onun gasp edilen özgürlüğünü savunmak erdemdir. Fakat modernite esasen eşcinsellere ve eşcinselliğe ilişkin tutum ve tavırlara ne özgürlük veya ne de hakşinaslık gibi erdemler adına sahiptir. Zira öyle olsaydı sayısına, dinine ve kültürüne bakmaksızın hakları gasp edilen, özgür lükleri kısıtlanan tüm mağdurlarının yanında yer alırdı. Halbuki modernite çoğu zaman bizzat kendisi hak gasplarının, mağduriyetlerin, özgürlük engellemelerinin faili olmuş ve olmaya da devam etmektedir.
Bunu görmek için yakın geçmişte ve bugünün dünyasında yaşananlardan birkaç örneği hatırlamak oldukça yeterlidir. Eşcinselleri ve tercihlerini kitle iletişim araçları üzerinden savunmayı kendisine misyon edinmiş modern zihniyetin misyonerleri, aynı hakşinaslıklarını yaşadığımız bu ülkede sırf başörtüsü nedeniyle onlarca yıllık emekleri gasp edilenler karşısında hiçbir şekilde göstermedikleri gibi, üstelik çoğu zaman bu mağduriyetin faillerinin yanında yer almakta hiçbir sakınca da görmediler ve görmüyorlar. Başörtülülere yapılanlar hah gaspı, özgürlük kısıtlaması, esasen öyle olmamakla birlikte kişisel tercihin önlenmesi, başkasına zarar vermeyen bir tercihin yok edilmesi zulmü değil miydi ve değil mi? Yine aynı şekilde bugünün Avrupa’sında sayılan 6 milyon civarında olan Müslümanlar sırf dinleri nedeniyle haksızlığa uğratılıyorlar, hakları gasp ediliyor, hatta çoluk-çocuk denilmeden kundaklanan evlerde yakıldılar, ama modern zihniyetin misyonerleri eş cinseller ve tercihleri için kullandıkları argümanların en küçük un surunu bile bu insanlar için kullanmadılar ve kullanmıyorlar. Şurası son derece açıktır; eşcinselleri ve eşcinselliği veya buna benzer kesimleri ve eylemlerini özgürlük, bireysel tercihe saygı, hakşinaslık söylemleriyle savunan modernite, aynı şeyi çeşitli sebeplerle mağdur edilen milyonlara göstermezken ve hatta birçok durumda bu mağduriyetlerin bizzat faili veya faillerinin yandaşı olurken üstünü ustalıkla örttüğü bir gerçeği gözler önüne seriyor. O da dinle ve ilahi olanla kavgasıdır. Modernite, Avrupa toplumlarının toplumsal ve tarihsel koşullarında varlık nedeni olarak bulduğu dine ve ilahi olana karşıtlığı, varlığının temel unsuru kılmış durumdadır. Dolayısıyla dinler veya ilahi olan şeyler açısından kabul edilmeyen her şeye özgürlük, birey sel tercihe saygı, hakşinaslık söylemleriyle taraftar olup, tam bir misyoner edasıyla bunların savunmasını yaparken, dinler veya ilahi olan şeyler açısından kabul edilen ve savunulan her şeye itiraz etmekte veya dine veya taraftarlarına yönelik haksızlıklara, sessiz kalmaktadır. Aslında yaşanmış ve yaşanmakta olan dinle ve din üzerinden ilahi olanla kavgadır; başka bir şey değil.
Sonuç olarak, cinsellik bağlamında yaşanmış ve yaşanmakta olanları özetlemesi açısından Octavio Paz’a kulak vermek ye rinde olacaktır: İnsan imgesi, bütün dinlerde ve uygarlıklarda kutsal sayıldı, onun için de resmedilmesi çoğu zaman yasaklanmıştı. Pornografinin en çekici yanlarından biri, bu yasağın çiğnenmesindeydi. Pornografide meydana gelen nitel değişiklik buradadır. Modernite, bedeni kutsal olmaktan çıkardı, reklamcılık da onu bir meta olarak kullandı. Televizyon her gün bir biranın, bir mobilyanın, yeni model bir arabanın ya da bir kadın çorabının satılabilmesi için yan-çıplak, güzel insan bedenleri sunuyor bize. Kapitalizm, Eros’u, hırs ve servet tanrısı Mammon’a kul etti. İnsan imgesinin alçaltılışına, cinsel kölelik de eklendi. Bildiğimiz gibi, fahişelik, şimdiden ırk, yaş hatta çoluk çocuk dinleme yen uluslararası bir ağ niteliği kazandı. Marquis de Sade, yasa dan yana güçsüz, tutkudan yana güçlü bir toplum düşlemişti: Bu toplumda tek hak, haz duyma hakkı olacaktı, ne kadar zalimce, öldürücü olursa olsun. Hiç kimse tecimsel amaçların haz felsefe sinin ayağının kaydıracağını, hazzın bir sanayi aygıtına dönüşeceğini öngöremezdi. Erotizm, reklamcılığın bir dalı, iş hayatının bir kolu oldu. Geçmişte bir el sanatı sayılabilecek olan pornografi ve fahişelik, bugün tüketim ekonomisinin vazgeçilmez bir parça sının oluşturuyor44.
Celalettin Vatandaş – Modern Çöküş,syf:67-106
Dipnotlar:
1.Homeostasis: Canlının vücudunda gerçekleşen her türlü değişikliğe karşı, var olan dengenin korunmaya çalışılmasıdır. Hücrelerden gerek siz, fazla ve zararlı maddelerin uzaklaştırılarak iç çevrenin dengeli bir durumda kalmasına homeostasi denir. Bu sayede organizma sağlıklı bir biçimde yaşamını sürdürür. Solunum sonucunda oluşan karbondioksi tin vücut dışına atılması bir homeostasi olayıdır. Vücudun var olan dengesine ulaşmasını ve canlının yaşamını sürdürebilmesine olanak sağlar. Proteinin yıkımı sonucu oluşan amonyak zehirli bir maddedir. Homeos tasis için vücuttan bu maddenin atılması gerekir. Amonyak çok zehirli olduğu için karaciğerde üreye dönüştürülür ve böbreklerden idrar yolu ile dışarı atılır, yine denge korunmuş, homeostasis sağlanmış olur.
2.Gerald R. Leslie ve Sheila K. Korman, The Family in Socia! Context, 16
3. Reich, Wilhelm, Gençliğin Cinsel Eğitimi, 73
4.Freud, Sigmund, Psikopatoloji Üzerine, llS-ll6
5.Gazetelerde ve sosyal paylaşım sitelerinde yaygın bir şekilde yer bulmuş bir habere göre çocuğun öğretmenine yazdığı aşk mektubu şöyledir: Sevgili örtmenim, Ben size aşılı oldum. Aşkınızdan gözüm ne hayat bilgisi görüyor nede çarpım tablosu. Bence sen dünyanın en güzel kadınısın. Dersten sonra bir yerde ayran içmeye ne dersiniz. Öptüm. Öğretmeni tarafından sadece dilbilgisi tarafından denetlenen bu aşk mektubu, maalesef hemen herkese çok sempatik gelmiştir. Ama ne yazık ki, yazımdaki dilbilgisi hatalarından ve yazının biçiminden ilköğretim bir veya ikinci sınıf öğrencisi olduğu anlaşılan bu çocuğun nasıl bir zihinsel travma yaşadığı, duygusal soruna sahip olduğu görmezlikten gelinmektedir. Yine medyada yaygın olarak yer bulmuş olan bir başka haber, ilköğretim dördüncü sınıftaki kızına aşk mektubu yazan beşinci sınıf öğrencisine dayak atan öğretmenle ilgilidir. Öğretmenin şiddeti kabul edilemez ama yine sadece öğretmenin dayağına odaklanan zihinsel geri plandaki çarpıklığı, zihinsel sorunu, kişilik travmasını ısrarla görmezlikten gelmektedirler. Böyle olduğu için de hiç kimse bu çocuklara ne oluyor diye sormamaktadır. Özellikle de medya hiç sormamaktadır, çünkü sürecin faili kendisidir.
6.Sürmeli, Tanju, “Ergenlikte Cinsellik”, Milliyet, 26.08.2013
7.Kohen, Sidni, “Gençlerin Bekarete Bakışı”, Tempo Dergisi, Yıl. 2012, Sayı 43. s. 10.3.
9.Vatandaş, Celalettin ve diğerleri, Türkiye’de Gençlik, 313, 372
10 Bu tespitin bir dayanağı olarak Seksin 25 Faydası (Cosmopolitan Dergi sinden nakleden: Sabah gazetesi, 19. 10.2014) başlığıyla haberleştirilen açıklama dikkate alınabilir: fiziksel olarak sekse ihtiyaç duymadığınız bir dönemdesiniz diyelim. Sırf yapmak için yapmaya da karşısınız, aşk olmadan sevişmek size ters. Var sayalım seksten haklı gerekçelerle ya da uygun aday bulamadığınız için uzak duruyorsunuz. Ya da libido düşüklüğü sendromu yüzünden ateşli oyunlar çok uzak size. O halde seksin bin bir faydasından da mahrum kalabilirsiniz. İşte seksin; sosyal hayattan psikolojiye, sağlıktan estetiğe kadar her alana etkileri açıklaması ile dile getirilen tespit ve tav siyeler dikkate alınabilir: Seks yaratıcılık sağlar, zayıflatır, duruşu düzeltir, özgüveni artırır, stresi atar, espri üretir, güzelleştirir, sağlık sunar, çekici ya par, adeti düzenler, monotonluğu kırar, yaşam alanını güzelleştirir, insanları anlamayı sağlar, sosyalleştirir, sapkınlığı azaltır, uykuyu düzenler, sindirimi kolaylaştırır, dostluğu güçlendirir, anne ve babamızı anlamamızı sağlar, düşünceleri ifade etme yeteneğini geliştirir, kendimizi tanımamızı sağlar, şefkat sağlar. ..
11.Çıplak anlamına gelen, Fransızca ‘nu’ kelimesinden türemiştir. İnsan be deninin çıplak olarak resmedildiği eserlere verilen isimdir.
12.Boardman,John, Yunan Heykeli Arkaik Dönem, 36
13 “En büyük zevkim sevmek ve sevilmek ti. .. Öyle ki temiz bir sevgi ile cinsel tutku arasındaki farkı anlayamıyordum … kaynayan kanımı ancak evlilik yatıştırabilirdi. Ya Rab! Arzularım başka bir şekilde yatışamıyorsa, yasalarının buyurduğu gibi çocuk yaparak amacına ulaşabilirdi. Çünkü insan soyunun böyle devam etmesini istedin. Cennette bulunmayan şehvetin dikenlerini yumuşak elinle köreltiyorsun. Böylelikle sende uzaklaşmış olsak bile her şeye kadir gücün bizden uzak değil. Bulutlardan gelen sözlerine kulak vermeliydim. “Evlenenlerin bu yaşamda sıkıntıları olacaktır. Ben sizi bu sıkıntılardan esirgemek istiyorum.”… (Saint Augustinus, İtiraflar, 37,38)
14.Wiesner-Hanks, Merry E., Erken Modern Dönemde Avrupa (1450-1789), 85
15 Wiesner-Hanks, Merry E., Erken Modern Dönemde Avrupa (1450-1789). s. 86
16 Tannahill, Reay, Tarihte Cinsellik, 371.
17.Eski Yunan Mitolojisindeki Afrodit’in Roma kültür ve inancında karşılığı olan tanrıça.
18 Paglia, Camile, Cinsel Kimlikler Nefertiti’den Emily Dichinson’a Sanat ve Dekadans, 153.
19 Passeron, Ren’e, Sürrealizm Sanat Ansihlopedisi, 82
ıo Müstehcen sözcüğü Türkçede, edep dışı, açık saçık, terbiyesizce, iğrenç olarak tanımlanmakta, edep ise söz ve davranışta beğenilen yol, terbiye anlamında kullanılmaktadır. Edep etmenin utanma belirtisine eşdeğer diğer anlamı ise örtülmesi gerekli ayıp yerler ya da insanlarda açıkta gö rünmesi ayıp sayılan vücuttaki yerler olup, kadın ve erkek cinselliğinin utanç duygusu uyandıracak tarzdaki çıplaklığı ve birlikteki eylemi olan seks müstehcen sözcüğüyle çakışmaktadır. Hukuk dilinde pornografi ye rine de kullanılan “müstehcen” sözcüğü Arapçada “soysuzluk, bayağılık, söz ve dil ayıbı” anlamına gelen hücnet kökünden gelmektedir. Müsteh cenin İngilizce karşılığı opscene’dir. Bu sözcüğün Latince kökeni ise sah neleme anlamına gelen scene’dir. Dolayısıyla müstehcenin sahne dışında olan, normal olarak yaşam sahnesinde sergilenmeyen davranışlar olduğu da söylenebilir. Pornografinin müstehcen olduğu rahatlıkla söylenebilir, ancak her müstehcen olgunun pornografik olduğu söylenemez. (İşçibaşı, Yaprak, Televizyonda Müstehcenlik, 5, 15).
21.Zizek, Slavoj, Yamuk Bakmak, 149-150
22.Hyde, Montgoınery, Pornografinin Tarihi, s. 98, 106 ”
23.Altan, Çetin, Yeıyüzü Tanrıçaları, 91 ”
24.Altınan, Dennis, Küresel Seks, 153
25.Faligot, Roger, Porno Business, 252-277 26
26.http://www.familysafemedia.com/pornography_statistics.html (erişim tarihi 25 Aralık 2014) 27
27.http://www.ntv.eom.tr/arsiv/id/24934737 (erişim tarihi 25 Aralık 2014)
‘” 28.http://www.hurriyet.c:om.tr/dunya/6505861.asp (erişim tarihi 25 Aralık 2014)
29 Paul, Pamela, Pornografi, 150 ‘
30. Milliyet gazetesi 3.12.2009, Radikal gazetesi, 3.12.2009
31.Paul, Pamela, Pornografi, 14-15 32
32 Hllrriyet gazetesi, 16.3.2007
33.Cinsel yönelim kavramı bireyin kendisini hangi cinse ait hissettiğini de ğil, hangi cinsten kişilere cinsel ilgi duyduğunu ve erotik nesne seçimi ni ifade etmektedir. İnsanın cinsel yönelimi karşı cinse (heteroseksüel), kendi cinsine (homoseksüel/eşcinsel) ya da her iki cinse birden (bisek süel) olabilmektedir. Eşcinsellik genellikle bir çatı kavram olarak kulla nılmaktadır. Kadın ve erkek eşcinsellere yönelik farklı kavramlar kulla nılmaktadır. Lezbiyen (lesbian): Kendi cinsine yönelik duygusal, fiziksel ve cinsel yönelimi olan kadınları ifade etmek için kullanılır. Gey (gay): Kendi cinsine yönelik duygusal, fiziksel ve cinsel yönelimi olan erkekleri ifade etmektedir.
34.Eşcinsellik ile ilgili olarak halk düzeyinde tamamen denecek oranda, okumuş kesimde de büyük oranda yapılan bir yanlışlık vardır. Bu yanlış lık bir tercih olarak eşcinsellik ile doğuştan gelen eş cinsiyetliliğin (eşel cins) birbirine karıştırılmasıdır. Doğuştan gelen ve temelde tamamen
fizyolojik bir sorun olan eş cinsiyetlilik hiçbir şekilde burada kastedilen eşcinsellik bağlamında değerlendirilemez. Burada eleştirilere konu olan eşcinsellilik, fizyolojik bir temeli olmayan ve kişinin tercihleriyle ilgi olan, öğrenilmiş olan durumdur. ”
35. Antik Yunan’da, genç erkekler ve yetişkin erkekler arasında yaşanan ilişki, kutsal olarak addedilmekte ve gerçek aşkın simgesi olarak görül mekteydi. Yetişkin hayatı öğreten bir öğretmen, genç ise bir öğrenciydi. Yetişkin erkek, genellikle 30’lu yaşlarında olup hayatta tecrübeli, savaş yöntemlerinde zeki, servetinin ve evinin yönetiminde örnek gösterilebi len, ailesine karşı sorumlu, cesur, onurlu ve kendini dürüstlüğe adamış kişi olarak tanımlanabilir. Genç erkek henüz sakalları çıkmamış, alçak gönüllü, atletik, cesur ve kendini geliştirmeye istekli olmasının yanı sıra ilişki içerisinde olduğu erkeğin onuruna leke getirmeyecek ve kendisine öğrettiklerini de öğrenmeye istekli olmalıydı. Böyle bir erkekle ilişki içe risinde olabilme yaşı, on iki yaşlarına denk geliyordu. Yunanlı Straton, oniki yaşında bir oğlanın tazeliği arzu uyandırır; ama on üçünde daha da hoştur. On dördünde açan aslı çiçeği daha da tatlıdır ve on beşinde cazibesi artar. On altı ilahi yaştır diyerek oğlanın yaşıyla birlikte artan güzelliğini tanımlar. Burada henüz kadınsı özelliklere sahip. gelişmemiş, olgunlaş mamış ve yumuşak oğlan kadın rolüne bürünüyor ve diğer erkekler tara fından cinsel açıdan bir obje olarak görülmeyi arzuluyordu. Yetişkin olan erkek yalnızca kur yapıp genci baştan çıkarmakla yetinmez aynı zamanda ona savaş, avcılık, hayatı doğru idare edebilme ve iyi bir vatandaş olma konularında eğitim verirdi. Toplumda tamamen meşru kabul edilen bu uygulama, genç erkeklerin yalnızca yaş bakımından değil aynı zaman da da statü bakımından üstleriyle birlikte olmaları demekti. Yunan’da, oğlancılık topluma kabul edilme kuralıydı. Yetişkin olan yani erastes, oğlan çocuğuyla yani eromenosla birleştiğinde, erişkin erkeğin spermi, oğlan çocuğuna erkeklik aktarıyordu. Oğlan çocuğunun hu dönemden geçmesinin belirli amaçları vardı. Çocuğu 0 ana kadar birlikte yaşadı ğı kadınların arasından çekip, yetişkin erkeğin kollarına vermek, onun edilgin ortamdan kurtarılıp iyi bir baba, iyi bir vatandaş haline getirilmesi demekti. Böylece iyi bir vatandaş olarak yetişen oğlan, ileridr bir erastcs. savaşçı, avcı olabilecekti. Buna rağmen toplumca hoş karşılanmasa da yetişkinler arasında hemcinsine yönelik aşk ve tutkunun varlığına dair kanıtlar edebi metinlerde ve vazo resimlerinde mevcuttur (Bkz: Fone, B. Hoınophobia, 19, 20; Gezgin, İ. Antilı Yunan ve Roına Sanatında Cinsellik ve Erotizm, 222, 223, 234; Lear, A ve E. Cantarella, Images of Ancient Gre elı Pederasty: Boys Were Their Gods, 2-6; Sennett, R. Fleshand Stone: The Body and the City in Western Civilization, 47).
36. Segal, Lynne, Ağır Çelıiın (Değişen Erlıelılilıler Değişen Erkelıler), 42
37.Gates GJ, Scholar.WD,”How many people are lesbian, gay, bisexual, and transgender?”, The Williams lnstitute, April 2011 (http://william sinstitute.law.ucla.edu/research/census-lgbt-demographics-studies/how many-people-are-lesbian-gay-bisexual-and-transgender/) Erişim tarihi: 28.12.2014
38.Hak ve sorumlulukların dine göre tanzim edildiği bir hukuk sisteminde kişinin yeme-içmesi kimliğinin göstergelerinden birisi olarak anlam ka zanır.
Bir şeye karşı duyulan korkunun, bireyin gündelik hayatını etkilemesini ifade eden fobinin psikoloji tarafından tespit edilmiş birçok çeşidi vardır. Örneğin, her insan şu ya da bu ölçüde köpekten korkar. Hafif ya da ağır, hatta ölüme neden olabilecek bir tehlike kaynağı olabilecek köpekten korkmak, olağandır ve gereklidir. Bir köpekten gelebilecek tehlike için gereken önlemleri alarak bu korkunun üstesinden gelebilmek, böylece bir köpekle fiziksel ya da duygusal temas kurabilmek düzeyinde tutula bilen köpek korkusu, hastalıklı bir durum olarak kabul edilemez. Çünkü bu haliyle, kişinin kontrolünden çıkmış, onun istencine hükmeden, so nuçta günlük yaşamını olumsuz yönde etkileyen bir duygu-durum de ğildir. Ancak kişi köpek korkusunu gündelik hayatını sürdüremez hale getirmişse, korkuyu köpeğin olgusal açıdan tehlike olmadığı durum ve anlarda da en yüksek düzeyde yaşıyorsa bu fobidir. ‘
40. Plummer, David, One of the Boys: Masculinity, Homophobia, and Modern Manhood (Haworth Gay & Lesbian Studies),4
41.Franzoi SL, Social Psychology, 609
42 ” Young-Bruehl, Elisabeth, The Anatomy of Prejudices
43. Çelik, Dilek Bilgiç, Sahin, Nevin Hotun, “Cinsel Yönelimler: Sağlık Per sonelinin Yaklaşımı”, Literatür Sempozyum, 2014, Sayı: 1.
44.Paz, Octavio, Çifte Alev/Aşlı ve Erotizm, 150-151.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…