İnsan Üstü Bir Liderlik Anlayışı; Atatürkçülük

kamal-ataturk-250x250 İnsan Üstü Bir Liderlik Anlayışı; Atatürkçülük

Atatürk demokratik gereklere uymak için değil, diktatör görüntüsü vermemek ve teşkilatlı bir siyasetin sağladığı imkânlardan dolayı kurullara, kuruluşlara önem vermiş, bunun için kongre, Heyet-i temsiliye, Millet Meclisi ve siyasi parti teşkil etmiştir. Fakat sistemi içinde başka grup ve partilerin muhalefetine yer vermemiştir. Lider, onun partisi, halk için gereken her şeyi yaptığından, muhalefete ihtiyaç yoktur. Bu sistemde muhalefetin yapabileceği bölücülük ve bozgunculuktan başka bir şey olamaz.

Atatürkçülük, Atatürk’ün sağlığından itibaren tam bir lidere tapınmaya dönüşmüştür. Lideri ululamak-yüceltmek için kullanılan sıfatlara bakılırsa takipçilerinin, gücü geniş bir alanı kuşatan böyle fevkalbeşer/insanüstü bir liderin ardından her hangi bir şey yapmaları, varlık göstermeleri mümkün değildir (gerekli de değildir, çünkü lider en mükemmelini  yapmıştır). Mustafa Kemal’in ilk sıfatları kurtarıcılıkla ilgili olanlardır:

Halaskar, müncî. Daha sonra bu iki osmanlıca sıfatın yerine “kurtarıcı” denilmişir. Öncekiler “ulu” (Ulu Müncî), “âzam” (Müncii âzam) sıfatı ile kullanılırken, sonuncusu “büyük-yüce” sıfatlarıyla kullanılır olmuştur.
Daha sonra, “bânî”sıfatı gelmektedir. Bu da “kurucu” demektir. Mustafa Kemal’in devlet kuruculuğu bu sıfatla anlatılmaktadır.

Mustafa Kemal kurtarıp kurduktan sonra tabiî olarak liderlik, önderlik sıfatlarıyla öne çıkmıştır. Bu seriden “şef’ sıfatını da unutmamak lâzımdır. Önder “büyük, yüce, ulu” gibi sıfatlarla birlikte kullanılmaktadır. Şef ise -daha sonra bir de millî şef olduğundan- “ebedî” (sonsuz) sıfatıyla birlikte kullanılmaktadır. Önderlik kurumu, hamiliği (koruyuculuğu), mürşitliği (yol göstericiliği), mürebbiliği (eğiticiliği-yetiştiriciliği), vasiliği (denetleyiciliği) beraberinde getirmektedir. Bunları “dâhi” sıfatı tamamlamaktadır. Mustafa Kemal’in çok alandaki önderliği, millî eğitim camiasında “baş-öğretmen”, tarım bürokrasisinde “baş-çiftçi” olarak anılarak vurgulanmaktadır. .

Bu topraklar üzerinde otoriter devlet anlayışına sahip bir tarih yaşanmıştır. Devlet bu anlayışa göre Allah için, din içindi. Bu yüzden devlet kudsiyet/kutsallık taşıyordu. Devlet halkından, tebasından sorumluydu. «İyiyi emretmek, kötülükten uzak tutmak» (emr-i bil’maruf, nehy-i anil münker) vazifelerinin başında geliyordu. Bu durum, devlete, insanların şahsiyet haklan dışında geniş bir müdahale alanı bırakıyordu.

İnceleyin:  Nutuk: Büyük Müdafaaname veya İthamname

Bu devlette, devletin hedefleriyle halkın amaçlan arasında bir ayırımı yoktu, ya da olamazdı. O yüzden devlet içinde menfaate, inanca ve düşünceye dayanan iktidar gruplaşmalarına yer verilmemişti.

1923’te resmen bu devlet anlayışı terk edildi. Seçimli bir yönetimi öngören, Hakkın emirleri de sözkonusu olsa halkın iradesini esas alan bir yönetim sisteminin temelleri atıldı. Uygulamaya bakarak bu temellerin 1950’lere kadar sadece kağıt üzerinde kaldığını söylemek yanlış olmaz. 1950 öncesinde yaşanan, totaliter, otoriter ve hatta diktatörce bir yönetimdi. Tarihen yaşadığımız totaliter, otoriter devletten farklı tarafı, kutsallığın halk adına devlete, bir veya daha fazla yöneticiye atfedilmesiydi. Osmanlılarda devlet, amacı itibarıyla kudsiyet taşıyordu. Cumhuriyet döneminde ise devlet bizzat kutsallığın kaynağı sayıldı.

Oysa «demokrasi»nin sözkonusu olduğu bir yerde, «devletin kutsallığından söz etmek anlamsızdır. Halk ve halkın oyu önemlidir. Devletin müdahale alanı demokratik sistemde asgarîye indirilmiştir. Hatta demokrasinin beşiği olan ülkelerde «en iyi yönetim, insanlara en az karışanıdır» prensibi caridir.

Bundan ötürü, demokrasinin demokrasi olması için menfaat gruplarının, inanç ve fikirlerin kurumlaşmasına karışılmaması gerekmektedir. Mesela sendikalaşma, partileşme üzerindeki müdahaleci zihniyete son verilmesi icab eder. En önemlisi dinin, yönetimden bağımsız kurumlaşmasının kabul edilmesi gerekir.

Türkiye’de ise «işine geldiği zaman demokrasi, aklı kesmediği zaman kutsal devlet» denilmektedir. Bu ise, sistemin çifte kişilikliliğinin devamından başka bir şey değildir.

Mehmed Doğan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir