İnsan-Kendi kendisi İlişkisi

insan-kucuk-bir-alemdir-1 İnsan-Kendi kendisi İlişkisi

Edep kelimesinin kök manalarına baktığımızda, birincisi “de’b”, terbiye; İkincisi ise“edb” kökünden gelen, davet etme (ziyafet yemeği daveti anlamında üdbe, medebe) anlamlarını görürüz.739 Eğer “davet” ise, nereye davet? İnsan kendi kendini davet edebilir mi? Ama nefs yapısını hatırlarsak, insanın varoluşunu merkezî, “dikey” bir hat etrafında sürdürdüğünü biliriz. Bu hatta ne kadar yakınsak, bir üst varoluş mertebesine (hâl olarak) yükselmemiz mümkün olur. O hattan ne kadar uzaklaşırsak, o mertebede o kadar sıkışıp kalır veya daha da aşağılara düşeriz. O zaman “davet”, o merkeze davet demektir. Biri bariz olarak yanlış bir şey yaptığında, “kendine gel” diyerek onu “kendine” davet ederiz. İşte bu dikey hat veya hatt-ı istivâ740 üzerine gelmek, bizi dağılmışlığın, parçalanmışlığın rüyasından uyandırır ve böyle- ce bizler, “yukarıdan” gelen uyarı mesajlarını daha açık bir şekilde algılamaya başlarız. Bu merkez, aynı zamanda insanın, bulunduğu kata göre, kendi tevhid merkezi demektir. Yani her katta, bir yandan merkezden uzaklaştıkça düalizm ve kaos artar, zıtlar birbirleriyle yoğun bir çatışma hâline girer; ama bir yandan da her katta, “kasırganın gözü” gibi rüzgârın dindiği bir “alan” vardır, işte serbest irademizi kullanarak, yani seçim yaparak bu alana girmek, bizi tekâmülün, “yükseliş”in mümkün olduğu hatt-ı istivâ’ya yaklaştırır. Her namazda “Fâtiha” Sûresinde okuduğumuz “sırâtı-müstakîm” yani “doğru yol” da bu manaya gelir.741

Varoluş tarzı veya inancı ne olursa olsun, her insanda bu gizli, sırlı hattın diğer ucunda, insanın “Can” potansiyeli bulunur. Yani “edepsizlik” edersek, evrensel ahlak (hulk, yaradılış) kurallarını bozarsak, öncelikle “Çan’ımızdan mahrum kalırız, “Çan’ımıza hasret gideriz.742 Utanmanın derûni manası, insanın ilk aşamada kendi kendinden, yani “Çan’ından utanmasıdır; “Çan’ını hissederse de Rabbinden utanmaya başlar. “Kendinden utan!” tabiri bu manaya gelir. Utanmanın Arapça karşılığı olan hicâb ise set, perde, duvar manalarını taşır.743 Yani insanın olumsuz açıdan yapıp ettikleri, öncelikle kendi kendini, kendi “Çan’ının, nurundan ve hâllerinden perdeler. Ve insan varoluşun karanlık (zulümat) yanında hapis kalır. “(Ruhen) ölü iken hayata kavuşturduğumuz ve insanlar arasında yolunu bulması için kendisine ışık (ve cealnâ lehû nûren) tuttuğumuz kimse, hiç içinden çıkamayacağı derin karanlığın içine (gömülüp kalmış) biri gibi olur mu?”744 Her insan, özellikle gelişme çağında olan genç insanlar, bir yandan alt âlemin (dünyanın) geçici hazları tarafından ayartılırken, bir yandan da “duvarı, seti” aşıp “Çan’larına, yani gerçek özgürlüğe, esenliğe, kalıcı mutluluğa, hakiki sevgiye ulaşmak isterler. Bu çok çetin bir mücadeledir. Doğru ile yanlışı ayırt edecek hüküm verme yeteneğinin devreye girmesi gerekir, işte bir ip cambazı gibi, incecik bir hat üstünde yürüyen genç insan, “Aydınlanma” medyası tarafından sürekli dikkati dağıtılarak, aşağıya düşürülmek istenir. Her türlü zehir, bu dengeyi bozmak için kullanılır. Aslında belirli bir medya tarzının ahlaki açıdan küresel zararları üzerine yüzlerce sayfa kitap yazsak az gelir. Burada bazı prototip örneklerle yetineceğiz.

Onaylanmaya ihtiyacın yok, her ne yaparsan yap, başkasına zarar vermediğin müddetçe doğrudur ve hakkındır.

Yeni Çağ (New Age) hareketinin bu kalıplaşmış sloganı, ne tarafından bakarsak bakalım devasa bir saçmalıktır. Öncelikle insan bir sosyal varlık olduğuna göre, benim toplum içindeki davranışım, dolaylı olarak tabii ki diğer insanları da etkiler. Onlar da zaman içerisinde bana benzemek isterler. Mesela tüm bağımlılık türleri (esrar, ekstazi, alkol, internet vb.) alt kültür mensuplarının birbirlerini örnek alması ile yayılır. Burada aslında verilmek istenen derin mesaj, “sınırlayıcı toplumsal değerlere başkaldırın, ebeveyn otoritesini hiçe sayın, neyle mutlu oluyorsanız onu yapın” demektir.

Cinsellik bir “oyundur, spor gibidir. Kurallar seni kısıtlar, sen istediğin gibi oyna. Beden senin malındır, istediğin gibi kullan. Hiç kimseye aldırma.

Hâlbuki bildiğimiz gibi, meşru cinsellik iki insan arasında yaşanan “tevhid” birliğinin tensel yönüdür. Amaç sadece tenlerin birleşmesi, uyuşması değil, cinsellik sonrası mu habbeti ve birlikte gelişmeyi (co-evolution) de ihtiva eder. Nitekim sıdk-ı sadakat içinde yaşayan eşler, cinsellik bitse de muhabbeti ve aşkı yaşamaya devam ederler.

Sen çok özelsin, en güzeline layıksın (bedeli ödenmeden). Buna göre yaşa.

Evet, doğru. İnsanın “aslı” çok güzeldir, hatta muhteşemdir ama ulaşılmak istenen amacın yine de bedelini ödemek gerekir. Özellikle eğitim sisteminde ABD’de senelerce uygulanan bu yanlış telkinin, ergen ve gençlerde gerçek dışı amaç ve emellere neden olduğu gözlemlenmiştir.745

Hayat çok kısadır. Olabildiğince haz al, günü gününe yaşa (carpe diem).

Burada teşvik edilen hazperestliktir (hedonizm). Yani eğlence ve zevk, din hâline getirilmek istenir. Zevk almadan yaşanmaz ama zevk amaç değil, daha yüksek idealler için araç olmalıdır.

“’O kimseler ki dünya hayatına kapılıp eğlenceyi ve geçici zevkleri dinleri hâline getirmişlerdi’ diye karşılık verecekler.”746

Ayrıca bir de insanın bir haz biriktirme kapasitesi vardır. Belirli bir ölçüyü aştıktan sonra, doyum sınırına varılır ve ondan sonra hiçbir şey aynı oranda haz vermez olur.

“Böylece, kendileri ile istek ve özlemleri arasına bir set çekilecektir, tıpkı onlardan önce yaşayıp gitmiş olanlara yapıldığı gibi; çünkü ötekiler (de) şüpheye varan bir tereddüt içinde boğulup gitmişlerdi.”747

Başkalarının özel hayatına girmek senin hakkındır. Dedikodu yap, rahatla. Erotizm, porno seyret, tatmin ol.

Hâlbuki artık nefs psikolojisinin verilerine göre bildiğimiz gerçek, eleştiri veya alay amaçlı başkalarının hayatına girmenin aslında bir yansıtma olduğudur. Hem onlara hem de özellikle kendi kendimize zarar veririz, alt bilinçdışı komplekslerimizi aktive ederiz. Bu nedenle İslam; gıybet, dedikodu, suizan, hatta üstümüze düşmeyen şeyleri merak etmeyi bile yasaklamıştır.

“Siz ey imana ermiş olanlar! (Birbiriniz hakkında) yersiz zanda bulunmaktan kaçının; çünkü (bu şekildeki) zannın bir kısmı (da) günahtır; birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve arkanızdan birbirinizi çekiştirmeye kalkışmayın. Aranızdan, hiç ölmüş kardeşinin etini yemek isteyen kimse çıkar mı? Hayır, siz ondan iğrenirsiniz! Ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, rahmet kaynağıdır.”748

İnceleyin:  Rasyonel Ritüeller

• “Haber özgürlüğü” çağdaş yaşamın gerekliliğidir.

Evet, tüm ahlaksızlığı kamufle etmek için bir de bahane gerekir. Burada yine “özgürlük” mefhumu lastik gibi çekilir. Rezillik meşru hâle gelir. Hatta bu anlayıştaki insanlar, kendi kafalarına göre “hukukçular” bulurlarsa bu rezillik yasal hâle bile gelir. Ama ne hikmetse başkalarının ayıplarını, kusurlarını bu şekilde teşhir eden medya patronları ve “çalışanları” kendi ailelerini teşhir etmezler.

Çıplaklık, özgürlük ve cesarettir.

Açın bulvar gazetelerinden birini ve arka sayfasına bakın, “Cesur manken, cüretli pozları ile dikkatleri üzerine çekti, özgürlüğünü yaşıyor” türünde yorumlar görürsünüz. Kadının “pas vermesi” modernliktir, ilericiliktir. Dekolte giyinmek, çağdaş yaşamın bir olmazsa olmazıdır.

Burada yine kavram karmaşası yaratılmak istenmekte ve edepsizlik, cesaret olarak yorumlanmaktadır. Hâlbuki nefs psikolojisine göre, eşyanın olduğu gibi, insanın da bir hakikati vardır. Çıplaklığın ulu orta sergilenmesi, seçici dikkati insanın hakikatinden yüzeyine çeker. Kişinin yüzüne, gözlerine bakmak yerine (Can yüzde ve gözlerde belirir), orasına burasına bakarsak, insanın “Canim perdelemiş oluruz. Yani ontolojik olarak daha alt bir mertebeye indiririz. Zaten çoğu kadın böyle nesnelleştirilmekten nefret eder ama “moda” onları buna zorlar…

• Olabildiğince tüket, al ve at.

Tüketim özgürlüktür. İsraf, İslam dininin asla kabul etmediği bir davranıştır. İsraf yerine “kanaat” önerilir.

Otoriteye boyun eğme, kendi bildiğini yap (bkz. Frank Sinatranın My Way şarkısı).

İlk maddede zikrettiğimiz gibi, bir kısım medya, satır aralarında sürekli otoriteye başkaldırı mesajları verir. Özellikle geleneksel âdet ve örfler acımasızca eleştirilir. Amaç yapıcı bir eleştiri değil, alenen toplum yapısını, Aydınlanma ahlakına göre şekillendirmektir. “İsyan etmek, karşı çıkmak, alt kültür oluşturmak modern ve çağdaş olmanın bir parçasıdır” fikri aşılanır. “Var olmak istiyorsan karşı çıkmalısın, isyan etmelisin. O zaman çekici olursun…”

Sadakat, modası geçmiş bir âdettir. Evli bile olsan, iki taraf rıza gösterirse niye başka ilişkiler olmasın? Kocan veya karın seni aldatıyorsa, sen de onu aldat.

Bu tarz mesajlar, ikinci ağızdan verilir gibi yapılır; mesela dış kaynaklı bir ünlünün ağzından aktarılır. Ama aslında amaç, “virüsü kana bulaştırmak, akla kurt düşürmektir, idealize edilen “ünlüler”in hayat tarzları, tabii ki aklıselim duvarları çöktükten sonra, gençlerin kendi hayatlarında da tatbik edilecektir ve bilindiği gibi edilir de. Yani insan ilk bakışta olumsuz, kendi değerlerine karşı, hatta rezillik gibi algıladığı bir davranışı, “zehir” biriktikten sonra kendisi de uygular hâle gelir.

Çocukları özgür bırakın, istediklerini yapsınlar. Ancak bu şekilde kişiliklerini bulabilirler.

Bu kez “çok bilmiş” psikolog ve psikiyatrlar devreye girer ve sanki insanlık binlerce se nedir çocuk eğitimini bilmiyormuş gibi, her gün yeni bir reçete ortaya sunulur. Bunu sunanlar hem medyatik olurlar hem de insanların içinde sahte ümitler uyandırırlar. Kim evlatlarının daha dengeli olmasını istemez ki! Tabii ki burada “her istediğini yapmaya” programlanan çocuk, tüketim toplumunun gözde tüketicisi hâline gelir. Fakat bu anti- otoriter eğitim sisteminin yanlış olduğu, Batıda, özellikle de ABDde çoktan anlaşılmış tır. Ama ne hikmetse bu “yenilikler” bize otuz sene sonra ulaşır.

Eşcinsellik doğuştan gelen bir özelliktir. Beden senin olduğuna göre istediğin gibi kullan, özgür ol, bütün varoluş potansiyellerinden istifade et. Dürtülerini bastırma. Ancak o zaman insan olursun.

Şimdiye kadar hiçbir bilimsel veri, eşcinselliğin doğuştan geldiğini ispat etmemiştir. Eşcinsel lobileri ve Aydınlanma propagandası açıkça yalan söyler. Maalesef bazı meslektaşlarımız da, moda gereği bu yalanı tekrar ederler. Otuz senelik bir propaganda sonucunda eşcinsellik, başta utanılacak bir davranış olmaktan çıkarılarak normalleştirilmiş, sonra iftihar vesilesi olmuş ve en sonunda da bu davranışı sergilemeyen veya denemeyenler ayıplanır hâle getirilmiştir. Bir diğer yalan da, “Eğer yaratıcı, sanatkâr olmak istiyorsan eşcinsel olmalısın” efsanesidir. Sanatın tarihî akışına baktığımızda bunun böyle olmadığını açıkça görürüz.

• Arada sırada git, kendini “dağıt”, rahatlarsın.

Burada verilen mesaj, “hayvanlaşmanın” dengeli bir varoluş için gerekli olduğu mesajıdır. Hayır efendim, esas fazilet, “hayvanına çüş diyebilmektir.

• Herkesin kendi doğrusu vardır. Mutlak doğru, hakikat diye bir şey yoktur. Bunu iddia edenler, eskilerin masallarını anlatırlar.

Aydınlanma medeniyeti, spekülatif (uyduruk) yapısı nedeniyle “şüpheler” üzerine inşa edilmiş ve bu şüphelerini hiçbir zaman yitirmemiştir. Bu nedenle özellikle son soruların (ölüm, anlam, özgürlük, yalnızlık vb.) cevabını veremediği için aczini böyle ifade eder. Mutlak doğru yoksa ve herkesin bir doğrusu varsa, bu insanlık orkestrasından çıkan ses melodi değil, olsa olsa “kakafoni” olur.

• İyi insan olduğun müddetçe dine ihtiyacın yoktur. Olgun, evrensel insan dinler üstü olmalıdır. Göbeğini kaşıyan ilkeller gibi olma.

Tabii ki burada yine ‘“Hangi ölçülere göre iyi?” sorusunun cevabını bulamayız. Eğer bu medeniyetin akıl babalarını, filozoflarım örnek alacaksak, onların hayatlarının gerçekte bir kaos olduğunu görürüz. Çoğu (mesela Kierkegaard, Nietzsche, Schopenhauer, Yates) depresyon ve bağımlılıktan kurtulamamış, bazıları da (mesela Fechner, Reich) çıldırarak ölmüştür. Bu önerinin bir diğer satır arası alt mesajı ise, “Evet, hangi dinden olursan ol, bizim ‘dostluk cemiyetimize katılırsan daha evrensel, daha değerli olursun” demektir. Ama bu kökü dışarıda olan “cemiyetlerin” derûni, sözde sırlı yapısı incelendiğinde, kendilerinin çok trajik bir ittifak/iş birliği içinde olduğu meydana çıkar. “Abraxas” efendi aşağılardan arsız arsız sırıtır. Alt kademede olanlar, olup bitenin farkında değildir ama artık internet devrinde yaşadığımıza göre, “bilmiyordum” da mazeret olamaz.

İnceleyin:  Ebu Yusuf'un Harun Reşid'e Tavsiyeleri

• İnsan insanın kurdudur. Kimseye güvenme. Acımasız rekabet, başarının ön şartıdır.

Evet doğrudur; cümlemizin içinde ne “kurtlar”, ne canavarlar vardır ama biz sadece onlar değilizdir. Adam gibi adamlar, derinliklerindeki hayvanları ehlileştirmesini bilirler.

• Az miktarda içki ve uyuşturucu seni rahatlatır. Gerici olma, medeniyetin icaplarına uy.

Alkolizm istatistiklerine baktığımızda, “az”ın da zaman içinde hem bedensel açıdan hem de psikolojik açıdan zararlı olduğunu görürüz. Bunun en açık belirtisi trafik kazalarıdır. “Promil” (tolere edilen alkol miktarı) sürekli azalma eğilimindedir.

• İki insanın beraberliği için evlilik kurumu şart değildir. Özgür kal, istediğinde istediğinle beraber ol.

Aklıselimi olan hepimiz biliriz ki çocukların dengeli tekâmülü için en müsait ortam, aile hayatıdır. Ayrıca beraberce tekâmül (co-evolution) için de sadakat gerekir. İyi gün-kötü gün dostu olmazsak, “eşekler” ihtiyarladığında yapayalnız kalırız. Evlilik müessesesi, dengeli hâliyle çok yüksek seviyede bir “arkadaşlıktır. 2000’li yılların başında ABDde yapılan bir araştırma, lise ve üniversite kampüslerindeki gençlerin bu tarz geçici cinsellikler (ki oradaki adı “hooking up” yani kanca atmak, “takılmaktır) yaşadığını gösteri yor. 18 ile 35 yaş arasındaki kadınların %46 sının telefonla davet ettiği bir “dostu” var. Burada yaşanan ilişki felsefesi, okuyucuya biraz garip gibi gelse de, “o seni… sen onu …” rezaletidir. Yani eğer ilişki zaten bir sukutuhayalle bitecekse, vur ve kaç…

• Cesaret ve özgürlük, aynı zamanda birbirlerinin haberi olmadan birkaç kişiyi idare etmektir. Fark etmiyorlarsa helal olsun.

W. Keith Campbel’in When You Love a Man Who Loves Himself (Kendini Seven Bir Adamı Sevdiğinde) kitabından sizlere kısa bir anekdot sunmak istiyorum. Yazar kitabına, narsisist bir adamla birlikte olan bir kadının hikâyesini anlatmakla başlıyor. Bir akşam çift, adamın mensup olduğu “dostluk cemiyetinin” bahar partisine katılıyor. Partide özel bir ödül töreni düzenlenmiş. Bir yıldır birlikte olduğu adam, kadının şaşkın bakışları altında “bahar tatili esnasında en çok kaçamak yapan erkek” ödülünü alıyor. Utanacağı yerde aksine son derece gururlu görünen adam, birlikte olduğu kadınların ne kadar “ateşli” olduklarından bahsediyor. Kız arkadaşı üzüldüğündeyse, onu gecesini mahvetmekle suçluyor.749

• İmkânlarının üstünde yaşamak hakkındır. Kredi al, her şeye sahip ol.

• Sen de ünlü olabilirsin. Sadece denemelisin.

• Bir kadın yedisinden yetmişine kadar çekici olmalıdır. Akan zamanı kabul etme, hep genç kalmak için çaba göster.

• Şansa inan, gerçekten inanırsan sen de kazanırsın (şans oyunları, piyango, ödüllü televizyon yarışmaları vb.).

Evet, insanın kendi kendiyle ilişkisini bozan, bizi nefsimizin merkezinden uzaklaştıran, ahlak kaidelerini çiğneyen, yazılı ve görsel medya tarafından her gün milyonlarca insanın zihnine bulaştırılan bu kronik zehirlenmenin bazı örneklerini gördük. Bildiğimiz bütün erdemlere ve ahlak kurallarına savaş açmış, küresel boyutta bir ifsat hareketiyle karşı karşıyayız. Gıybet, suizan, gurur, kibir, özseverlik, her türlü fuhşiyat, hırs, israf, haset, kıskançlık vb. sürekli teşvik ediliyor. Ve insancıklar battıkça batıyor, kaygılanıyor, öfkeleniyor. İstatistikler yalan söylemediğine göre, özellikle hayatın başlangıcında ki genç insanlar gittikçe artan oranlarda bu “batma” tehlikesi ile karşı karşıyalar ve İlahî uyarı mesajları, onlara artık yeterince tesir etmiyor. Sadece kalıtımsal sebeplerle psikolojik rahatsızlığa temayülü olanlar değil, “normal”ler de artık güvende değiller. ABDde 2006da yapılan bir araştırmada, her dört üniversite öğrencisinden biri, standart narsi- sist karakter özellikleri (Standard measure of narcissistic traits) anketine pozitif cevap vermiş. Daha vahim bir klinik sendrom olan “Narsisistik Kişilik Rahatsızlığı” (Nar cissistic Personality Disorder)y 20 yaşlarındaki her 10 ABD’li gencin birinde müşahede ediliyor. Tüm yaşları nazarı itibare aldığımızda ise bu oran her 16 kişiden l’i şeklinde tespit edilmiştir. Yazarlar Campbell ve Twenge, aslında bu oranların bile buz dağının ucu olduğunu ifade ediyorlar!750,751

Mustafa Merter – Nefs Psikolojisi,syf:339-345

dipnotlar:

739 İbn Kuteybe, LisânulArab, edb maddesi, s. 162,558; Mustafa Çağrıcı, a.g.m., s. 414.

740 İstivâ, “seva” kökünden gelir ve denk olma, müsavi olma demektir. Eskiden dilimizde ekvatora, hatt-ı istivâ denilirdi. Yeni Çağ manevi arayışlarında da merkezleşme (centerirıg) tabiri kullanılır, ama bu tam olarak bizim anladığımız manada değildir.

741 Müstakim, “kıyarhdan gelir ve doğru, düz, dik manalarını taşır.

742 Yukarıda belirttiğimiz gibi, “Can” kuvvesi, insanın Rabbine en yakın olduğu hâlidir.

743 Kök manasına baktığımızda ise yine ilginç verilerle karşılaşırız. Mesela “hicâbul cevfx\ karnın kalbi kapatan kısmı demektir (dikkatinizi çekerim, “karın” kalbi örtüyor, kapatıyor). Bu konuda Dokuz Yüz Katlı İnsan kitabımızdaki lâtifa şemalarına bakabilirsiniz, (s. 44-45). Aynı kelime, A’râf Sûresi: 46 da “set” demektir. Hadîd Sûresi: 13’te ise, “Bu sırada aralarına kapısı olan bir duvar çekilir. Bu duvarın gerisinde rahmet ve dış tarafında azap vardır” ifadesi geçer. Şûrâ Sûresi: 5İde ise, “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur” diye zikredilir. “Hâcib” ise, sultana ulaşmaya engel olandır, bkz. Rağıb el-İsfahanî, Müfredât-Kuran Kavramları Sözlüğü, Çıra Yayınları, 2007, cilt 1, s. 287, h-c-b bahsi.

744 Muhammed Esed, Kuran Mesajı, İşaret Yayınları, 1999, Enam Sûresi: 122. 745 Jean M. Twenge, “Ben” Nesli, Kaknüs Yayınları, 2009, s. 103.

746 Arâf Sûresi: 51. 747 Sebe’ Sûresi: 54. 748 Hucurât Sûresi: 12.

749 Jean M. Twenge, “Ben” Nesli, Kaknüs Yayınları, 2009, s. 131.

750 Bu durumda yeni hazırlanan DSM V kılavuzunda, “Narsisistik Kişilik Rahatsızlığını kişilik rahat sızlığı kriterlerinden çıkarma önerisi bile yapılmış. Hepimiz “külliyen” delirme yolundaysak, teşhis ne işe yarar? 751 Jean M. Twenge ve W. Keith Campbell, Asrın Vebası: Narsisizm İlleti, Kaknüs Yayınları, 2010.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir