İnsan Her Şeye Meyil Duyulabilir

İnsan her şeye meyil duyulabilir. Bazen aslımıza, bazen aslımızın aslına, hariçten içeriye dahil ettiklerimize ya da aslımıza yakın olan ârâzlara. Bu durum şuna benzer: Bir arazi düşünün; bir tarafı ormanlık ve yeşillik, bir diğer tarafı deniz, başka bir tarafı şehir, bir başka tarafı da tarlaların, ahırların bulunduğu hayvancılık yapılan büyük bir mevki. Ortada bir yerde duran kişinin burnuna rüzgâr estiğinde deniz kokusu gelirse denize iştiyakı artar, orman tarafından rüzgâr gelirse o tarafı yâdına alır, şehir tarafından gelen rüzgar ona şehri hatırlatır, gübre, tezek veya toprak kokusunu alırsa hemen hayâlinde tarlalar, otlaklar ve ahırlar canlanır. Kendi durumu neye müsaitse o tarafa doğru meyi eder. Hangi tarafa muhabbeti varsa o esintiyle beraber hoşnut olur. Muhabbetinin olmadığı cihetten (yönden) gelen rüzgâr onu memnun etmez, zevk alamaz, hoşlanmaz.

İşte insanın başında bazen nefsinden, bazen aklından, bazen kalb-i hayvanisinden yahut hepsinin haricinde, dışarılardan tesirlerle daima bir heva-heves rüzgârı esmektedir. Eğer bu rüzgâr nefis cihetinden eserse buna heva-heves adı verilir. Kalb-i hayvani cihetinden eserse aslında bu da heva-hevestir ama onun adı elem olur. Çünkü kalp, gurbette olduğunu bilen rûhla alâkalıdır ve çok geniş sahaları istediği, bu âleme sığamadığı için terbiye edilmemiş kalpten gelen rüzgâr kişiyi melankolik bir hâle sokar, elemi artar, ızdırap duyar. Bu esinti akıl cihetinden olursa kişide emel oluşur. Bu zuhûr eden hâllerden birisine karşı çok alâkalı olmak meyi hâlini, bununla ziyâde meşgul olmak ise muhabbet hâlini doğurur. Tek başına akıl, kendi meylini muhabbete dönüştürürse tûl-i emel içersinde helâk olur. Nefis, meylini muhabbete sevk eder ve hiçbir şey buna mâni olmazsa aklı da, kalbi de peşine takar, heva-hevesle helak olur. Kalp, kendi eleminin ızdırabından hoşlanır ve nefsi, aklı peşine takarsa kişi cinnet geçirir, deli olur, duyduğu ızdırap onu helâk eder.

İnceleyin:  Hakîm et-Tirmîzî'de Öğrenme ve Algılama

Bu hissiyatların hepsini tefrik edecek ve bunların hepsini yerli yerince idare edecek bir kuvveye ihtiyaç vardır. İşte o kuvve bizim asıl cevherimizle irtibata geçer. Asıl cevherimiz zaten bu âleme ait değildir. Onun harekete geçmesi bu âlemin bazı sebep-sonuçlarıyla alâkalı gibi görünse de esasında gayb âlemlerinin sevkiyledir. îşte buradan esen rüzgâr anlattığımız esintilerin hiçbirine benzemez. Onun adı bazen mucize, bazen kerâmet, bazen ilhamât, bazen feraset ve rüya olarak tavsif edilmiştir

Kaynak:

Fatih Çıtlak-Mesnevi Şerhi

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir