Herhalde koskoca dinî ve felsefî bir meseleyi burada halle­decek değiliz. Ancak bir ucundan tutabilirsek ne ala! Malum­dur ki, insanın bir doğası var mı, var ise değişir mi, değişmez mi tartışmaları söz konusu. Öz mü önce gelir varlık mı sorusu da bir açıdan bu tartışmayla ilgili. Bazı felsefi akımlar insanın doğası itibariyle kötü veya iyi olduğunu iddia eddia etmişler­dir. Oysa insan doğası mutlak kötü de değil, mutlak iyi de… Ama öncelik iyi oluşunda… insan doğası mutlak kötüdür di­yen filozoflar muhtemelen savaş, açlık, sefalet, zulum gibi yaşa­dıkları dönemlerin tarihsel şartlarından oldukça etkilenmişler. Bir de bazı felsefî akımlar, insan doğasının olmadığı kanaa­tinde. Onları şekillendiren toplum, kültür, tabiat ve maddeyle olan ilişkileridir. Buna göre “insan doğası yoktur, tarihi vardır.” Ancak genel eğilime göre insanın bir doğası vardır. Evet, el­bette insanın bir doğası vardır. Biz buna “fıtrat” diyoruz. “Fıt­rat”! görmek için sadece doğan bebeği ve ilk  yıllarını gözlem­lemek bile kafidir.

Bu tartışmalara derinlemesine girmeyeceğim. Kendi açım­dan yaptığım bir tasnifi sizinle paylaşmak istiyorum. İnsan do­ğasını ruhun, bedenin hem ruhun hem de bedenin doğası şek­lînde üçe ayırmak mümkündür. Ancak burada sonuncusuna temas etmeyeceğim, zira onun üzerinde biraz daha durmak, geliştirmek gerekiyor:

A) Ruhun doğası

İnsanî ruh, Allah’ın üflediği nefha, insanı insan yapan şeydir. Bu ruhun onu diğer canlılardan ayıran temel özellikleri nelerdir?

1.İstesek de değiştiremeyeceğimiz doğamız:

Düşündüğümüzü tekrar düşünmek, irade etmek ve seçimde bulunmak böyledir. İnsan doğasının en temel özelliğidir. Her insanda bu doğa vardır. Düşünmeyen, seçimde bulunmayan bir insan olamaz, insan ben seçim yapmak istemiyorum dese dahi seçim yapmadan bunu diyemez. Bu ise insan doğasının mutlak bir gerçeklik olduğunu gösterir. Bu tür doğanın eğitime ihti­yacı yoktur. Zorunludur. Bir anlamda denilebilir ki, seçim yap­mak zorunda olan varlıklarız.

2.Değiştirmemizin mümkün ama çok zor olduğu doğa­mız. Ahlak bahsi burayla ilgilidir. İnsan doğuştan ahlaklı ol­maz, ahlakı sonradan edinir. Ama ahlakı besleyecek unsurlar bilkuvve insan fıtratında vardır. Mesela insan doğuştan cimri olmaz. Doğuştan cömert de olmaz. İnsanın tabiatında “tutma vardır; yine “verme” vardır. Bunlar nötrdür. Bunların ahlaka dönüşmesi akıl-baliğ olduktan sonra gerçekleşir. Dinimiz açı­sından söylersek Allah için “tutulursa” ve Allah için verilirse iyi ahlak; nefsimiz için tutup nefsimiz için verirsek kötü ahlak olur. Ancak bu doğanın dengede tutulması gerekir. Çok tutu­lursa cimrilik; aşırı verilirse israf ortaya çıkar. Onun için bu do­ğanın hakikatine ermek ve bu doğamızı dengede tutmak için “rehbere ihtiyacımız vardır. Diğer duygular da böyledir. Ba­zılarının fıtratında olan kızmak nötr bir duygudur. Allah için kızmak iyidir; nefis vb. şeylerden dolayı kızmak kötüdür. Atıl­ganlık, acele etmek, sosyal olmak vb. tüm duyguları ve fıtratta olan hasletleri böyle değerlendirmek mümkündür. Hiçbir za­man “falan kimse fıtrat olarak cömert; bir sıfır önde başlıyor” denemez. Fıtratta olan cömertlik değil, “verme” duygusudur. “Verme” duygusu kötü yönlendirilirse sonuçları da kötüdür. Mesela israfa yol açabilir; kötü arkadaşlara yardıma sevkede- bilir. Onun için her duygu kontrol edilip yönlendirilir ve mu­tedil kıhnabilirse iyi olur.

Peki insan tabiatında olan “tutma” özelliğini sonradan devam ettirirse yani cimri olursa bunu  değiştirmek mümkün müdür?

Elbette mümkündür, ama zordur. Hayvanlar bile eğitilerek belli şeylere alıştırılabiliyor. İnsan buna haliyle daha hazırdır. Me­sele eğitim meselesidir. Bu madde bize insanın bir doğası oldu­ğunu ve bunun eğitilmeye muhtaç bulunduğunu göstermektedir.

B) Bedenin doğası

Beden aslında ruhun fonksiyonlarının işlevsel hale gelmesi için bir aracı konumundadır. Bu görüşle “öz”ün “varlık”tan önce geldiğini kabul etmiş oluyoruz. Bedenin doğası var olduğuna göre onu değiştirebilir miyiz? Gerek var mıdır yok mudur?

1.İstesek de değiştiremeyeceğimiz doğamız: Kalbimizin, nabzımızın atışına hükmedemeyiz. Tenimizin rengini biz be­lirleyemeyiz.

2.Müdahalenin tehlikeli sonuçlar doğuracağı doğamız: Ka­dınların yüzünde tüy bitmemesi; erkeğin bütün vucudunda tüy bitmesi gibi. Bunu ilk maddeye de alabilirdim. Ama düşündüm ki, insan buna müdahale edebilir. Ama bu, sapkınlık olur. Ka­dınların traş olduğunu, kıllandığını; aksine erkeklerin de bütün tüylerini yolduğunu düşünelim. Bu müdahale, kadın ve erkek doğasını değiştirmeye yönelik bir müdahale olur. Bir erkeğin kendini hadım ettiğini düşünelim. Bu, fıtrata müdahaledir ki, sonuçları tehlikelidir. Burada vurguladığımız husus aklen bu doğaya müdahale edilebileceğidir. Ama naklen bunun müm­kün olmamasıdır. Akıl ne zaman böyle bir müdahaleyi tehli­keli görmeye başlar? Eğer bu müdahale bir iki kişiyle kalmaz da tüm topluma sirayet ederse işte akıl bile o zaman buna is­yan eder ve bu müdahalenin çok zararlı olduğunu söyler.

3.Değiştirilmesi çirkinlik kabul edilebilecek doğamız: Ka­dın uzun saçlıdır. Erkek tersidir. Acaba diyorum, bunun kültü­rel bir tarafı olabilir mi? Belki antropolojik çalışmalara ihtiyaç vardır, ancak şimdilik bildiğimiz durum budur. Kadın saçını kökünden traş ederse -ki, aklen edebilir- bu doğasına aykırı hareket ettiği anlamına gelir. Tabii bunları söylerken belli bir dini zaviyeden meseleye bakıyorum. Ayrıca insanlık tecrübesini de dikkate alıyorum. Ama bazdan çıkıp diyebilir ki, “ben böyle istiyorum” sana ne? İşte bu sekliler bir mantıkla hareket etmek olur ki, aslında insanın kendi doğasına da aykırı hareket et- mesi manasına gelir.

4.Değiştirilmesi zorunlu doğamız: Kadınların yüzünde kıl biterse, normal seyrinden farklı bir hal alırsa buna müdahale etmek mümkündür, hatta gereklidir. Kadın doğurgandır, ancak doğuramıyorsa; erkek üretkendir ama üretemiyorsa buna mü­dahale edilir ve hal çaresine bakılır.

5.Değiştirilmesi güzel olan doğamız: Tırnakların kesilmesi, istenmeyen tüylerin traş edilmesi böyledir. Burada doğamızda olana müdahale etmezsek çirkinlik ortaya çıkar. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Doğamız diyoruz, doğamıza (fıtratımıza) müdahalenin yasak olduğu söylenmektedir, ama öbür taraftan doğamıza müdahale istenmektedir? Bir taraftan estetik ameli­yat, kaş aldırmak, dövme yaptırmak, hadım olmak yasak diyo­ruz; öbür taraftan tırnakları kesmek, istenmeyen tüyleri traş et­mek güzeldir diyoruz. Bu çelişki değil midir? nasıl olmaktadır?

Bir kere bunun hikmetini tam olarak kavramak mümkün değildir. Allah ve Resûlu öyle istediği için böyle yapmaktayız. Bu tıpkı şuna benzer: Allah bazı hayvan etlerini bize yasaklamış, ba­zılarını mübah kılmıştır. Neden? Yasakladıklarında insan doğasına zarar veren şeylerin olduğunu düşünüyoruz. Ama bunu tam olarak bilemiyoruz. Bilemediklerimize imtihan sim demek mümkündür. Diğer taraftan fıtrattan ne anlamak gerekir? Duygu olarak ya­ratılış mı, beden olarak yaratılış mı? Ya da her ikisi mi? Beden olarak yaratılış dersek mesela insan anne karnından çıplak do­ğar, ama hemen giydirilir. Şimdi çıplak doğduğuna göre çıplak­lık fıtrattandır demek mümkün müdür? Asla. O zaman Allah beden fıtratı olarak yarattığı varlığa ikinci bir fıtrat kanununu yerleştirmiştir. O da insanın normal şartlar altında çıplaklığı çirkin görmesidir. Bütün insanlık bunu böyle kabul eder. İşte bu fıtrattandır. Dolayısıyla giyinmek suretiyle fitrata müdahale ediyoruz denemez. Zira fıtratımız çıplaklığı çirkin görür. Bu­nunla birlikte beden fitratı olarak yaratılan bazı hususlara mü­dahale caizdir, diyoruz. Tırnakları kesmek gibi. Şöyle düşünebi­lir miyiz?: Tırnakların uzaması fıtrattandır. O halde müdahale caiz değildir. Böyle düşünmek doğru değildir. Zira ikinci fıtrat kanunu —ki, buna duygusal anlamda fıtrat veya insanlık diyebi­liriz- tırnak uzatmanın çirkin bir şey olduğunu ortaya koyuyor. Muhtemelen bunda insan için zarar söz konusudur.

Fıtrata müdahalenin yasaklandığı örneklere bakalım: Este­tik ameliyat, kaş aldırmak vs. Bunların hepsinin ortak özelliği bedene yapılan müdahaledir. Bazı bedene müdahaleler mübah iken bunlar neden yasaktır? Bu müdahalelerde Allah’ın yarat­tığı bedeni değiştirmek söz konusudur. Bu değiştirmelerin or­tak noktası ise (hadım olma hariç) güzelleşmek isteğidir. Bu da bir anlamda Allah’ın yarattığı bedeni beğenmemektir, Al­lah’a karşı kibirlenmektir. Diğer taraftan karşıdaki insana oldu­ğundan farklı görünmektir, onu aldatmaktır, hatta onu tahrik etmektir. Bütün bunlar psikolojik açıdan da sosyolojik açıdan da zararı olabilecek şeylerdir. Hadım ise tamamen insanlık için zararlı olduğundan yasaklanmıştır.

6.Dışarıdan zorla değiştirilen doğamız: Bu, ancak empoze veya dayatmayla olabilecek bir şeydir. Nasıl olur? Kadın nazik ve latif bir varlıktır. Erkek biraz daha sert, kaslı bir varlıktır, ka­dın kas geliştirmeye itilirse; erkek yumuşak davranmaya sevke- dilirse doğalarında bir bozulma meydana gelir. Bir kız çocuğu beş erkek çocukla hep yetiştirilirse; tam tersi bir erkek çocuğu beş kız çocuğuyla birlikte yetiştirilirse tabiatlarından bozulma olması oldukça muhtemeldir. Yine kadın anne olmaya tabiatı itibariyle meyyaldir. Annelik ona kötü veya zor gösterilirse ya da kültürel olarak annelikten uzaklaşılırsa tabiatta bir bozulma meydana gelir. Bu bozulma sınırlı kişilerle kalırsa bireyse bo­zulma; toplumun çoğuna sirayet ederse toplumsa bir çözülme söz konusu olur.

7.Uyulmadığında zorlayacağımız doğamız: Allah, gündüzü çalışmak; geceyi dinlenmek için yaratmıştır. Bu bedenimizin de doğasıdır. Buna riayet etmediğimizde bedenimizde bozul­malar meydana gelecektir. Aynı şekilde ibadet niyetiyle bedeni yormak da böyledir. Bedenin dengesini bozmamak gerekir. Bu maddeye aslında bedenimizi köreltmeyi de ekleyebiliriz. Bede­nimizi çalıştırmamak, tembellik yapmak ya da bedenimizin sa­dece bazı organlarını kullanmak bedenimizde işlevsel olmayan yer ve yönlerin körelmesine sebep olabilir.

8.Sınırlama zorunda olduğumuz doğamız: Doğamızda şeh­vet ve arzular vardır. Çok yemek gibi, cinsellik arzusu gibi. Bun­ları sınırlamazsak hem kendimize hem de toplumumuza zarar veririz. Burada doğa hali, yani doğal olan halimiz onları sınır­layabilmektir. Yoksa hayvanlardan da beter oluruz. Zaten do­ğamız da bize sınırsız kullanılabilecek bu doğanın çirkin ol­duğunu söylemektedir.

Yavuz Köktaş – Yolda Olabilmek Yolda Kalabilmek,syf:94-99

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

1 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

1 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

1 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce