Piyasadaki işlevine göre insan kıymetli. Piyasada yer aldığı kadar insan değerli. İktisadi düzen ve sanayi imalatına bağlı olarak insan da tanımlanmış ve kıymetlendirilmişim. Bugünün insanı kendi başına sadece insan olduğu için kıymetli değildir.
Bugün insanın değeri yok; seri üretime bağlı olarak her birey, her insan, her kişi, insanların, kişilerin içinde biridir.
Nasıl bir tişört, bilgisayar, araba, maket bıçağı değerini işlevinden değil fakat piyasada gördüğü dolaşımdan, talepten alıyorsa; insanlar kıymetini de toplumda gördüğü vazifeden ve iktisadi düzen içindeki konumundan alır.
Seri üretim içindeki bir nesne gibi geniş insanlık ailesi içinde fertlerden bir fert olan insan, duyguları, düşünceleri, iradesiyle, yapıp ettikleri ya da ortaya koyabilecekleriyle değil üretim ve tüketim sistemi içindeki enerjisiyle var olur. Tüketen insan kıymetli insandır. Ne kadar çok çeşitli ürüne ne kadar çok sahip oluyorsa birey olmaya hak kazanıyor. Bu açıdan aslında insan da bir üründür. Projedir. Küresel Medeniyette özne üründür; özne makinedir; özne üretim ve tüketimin yani sermaye temerküzünün zirveye çıkmasıdır, bunun haricindeki her şey nesnedir.
İnsanlar ürünler gibi temel yararları, temel nitelikleriyle değerlendirilmezler: “Bugün eskisinden farklı olarak ürünün kullanım değerini temel yararı değil, reklam ve pazarlamayla telkin edilen ek yararları belirlemektedir. Bu nedenle bir ürüne, sattıran ne varsa atfedilir: duygular, ihtiyaçlar, ruh halleri, sıcak bir ilginin, içsel yaşantının, başarının ya da avantajın sembolleri.
Genellikle söz konusu olan emniyet, güven, sevecenlik, etkilik gibi değerler; yani aslında insana ve başarılı bir yaşama ait olan, ürünlere aktarılması ve onlarla birlikte satılması gereken özelliklerdir.” (Funk, 2013, 29 – 30)
İnsanlar piyasaya girebilmek için insani temel vasıflarını, temel insani yararlarını ya da geliştirilebilir, icat edilebilir özelliklerini gündeme getirir. Yani temel becerilerinin üstüne bir de “tercih edilsin” diye, başka vasıflarının da olduğunu sunar, onun pazarlamasını yapar.
Günümüzdeki “ev” kavramı, iş görüşmesi, seminerler, aylık seminerler ve eğitimler, çok basit bir işe bile kurallar koymak, pazarlama teknikleri hep kişioğlunun üzerine ekstra yükler getirirken; piyasada tercih edilebilmek adına bireyler olduklarından daha nitelikli, daha başarılı ve becerili olduklarını ispatlama telaşıyla yaşarlar. Bu gayri insani çaba erken dönemlerde kişinin kendine güç vehmetmesine neden olur, seçkin olduğu egosuna götürse de sonraki yıllarda sert bir düşüşe geçer ve ağır bir nihilizm, sürekli bir hiçlik duygusu, silik karakter güdüleri devreye girer.
Günümüz insanı bir anda çok güçlülükten acziyete hızla geçerken, insana özgü itikadi, metafizik kayıpları arka arkaya yaşar. Hayal kırıklığına bağlı “yaşayan nihilizm” kendini bir şekilde, imanlı mümin olarak bile gösterebilir. Sanal metafizik algılar dünyası, odağı, merkezi, müşahhas bir kişisi olmayan piyasa düzeninin kaidelerini, şeksiz iman edilmesi, yoğun çalışma saatleri karşısında otorite sorgulaması, iktidar hayaleti süreç içinde yaşanan dünyanın platonvari “gölgeler” evreni olduğuna götürür.Yaşayan nihilizm, sonuçta insanın Allah ile irtibatını zedeler.(1)
(1)Küresel kültür ve bugünün insanı kitlelere bağlı olarak, Tanrı düşüncesi yerine “Tanrı imgesi” tasavvur eder. (Baudrillard, 2010, 14)
Kapitalizmle Sağlanan Tatminsizlik
Kapitalizm ve Küresel Medeniyet başarısını insanların tatmin duygusundan mı alır yoksa tatminsizliklerinden mi? Kapitalizm büyüme ve gelişimini tatminsizlikle sağlarken Küresel Medeniyet artık tatmin duygusunun ancak tatminsizlikle doğan sürekli “alma – tüketme” ye götüren faaliyetinden alır. Yani insanlar tatmini, bir türlü dizginleyemedikleri tatminsizliklerini daha çok artırmalarıyla sağlar. Bu gayri insani olduğu gibi kişinin ve toplumun kendi kendini kemiren bir sürece evrilmesine neden olur. İnsanlar ne derece özne ya da birey olarak kendilerine bir güç atfında bulunsa da bu güç bir şekilde toplumsal ilişkilere, toplumsal bağımlılığa ve esasında piyasa bağımlılığına bağlıdır. Bir başkası olmadan yaşayamama insanlığın en eski kaidelerinden olduğu halde, nesne, ürün olmadan yaşayamama, kendini eksik hissetme, terk edilmişlik psikolojine geçiş küresel kültür için geçerlidir.
Her tatmin peşinde büyük bir açlık doğurur, reklamlarda gördüğünü alan, bakan, deneyen kişi onu elde ettiğinde esasında yeni bir açlığı, tatminsizliği de peşinen aldığının farkında olmaz. Bu yüzden insan kapitalizmin bir büyük projesi olarak kadim geleneklerin tam tersine yönelmiştir: “Kapitalizmin başardığı şey tatmin değil, düşkırıklığıdır; yaratıcılık ve güven değil: ara sıra erişilen tatminin noktaladığı sonsuz tekrarlardır. Bu durumu bir rasvonalite kavramıyla özdeşleştirmeyi becermek kapitalizmin başarısının parçasıdır.” (Poole, 1993,193)
Piyasada ya da toplum içinde yetenekleriyle var olduğunu zanneden bu sebeple kendine iktidar alanı açmaya kalkanlara sistem anında müdahale eder; sistem içinde bireyin kendiliğini gösterme şansı ve ihtimali olamaz. Ürünün satılmasında yeni bir teknik bulan, kârı artıran, tüketimi zirveye çıkaran bir “yetenek” takdir edilir; ama bu yaratıcılık değildir, akıp giden düzenin hızlanmasını sağlayan mekanizmayı tetikleyebilme “uyanıklığını” görebilme becerisidir. Küresel kültür, yeteneklerin önünü sınırlı olarak açsa bile yaratım fikirleri desteklemez aksine onu tehlikeli bulur. Bu da toplum içindeki, piyasa kurallarındaki bağımlılık ve bağlılık ilişkileriyle sonlandınlır. İsteklerin hiçbir zaman öznesi olamayan insanın ancak tâbi olma hakkı vardır. (Poole, 1993, 54)
Ercan Yıldırım-Zamanın Ruhuna Karşı,syf;236-239
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…