İnkarın Dünya ve Ahiretteki Sonuçları
Her ferdin ve toplumun gerçekleştinnek istediği şeyin ne olduğunu araştırsak tek kelime ile mutluluk olduğunu görürüz. Filozofundan avamına, yöneticisinden yönetilenlere kadar mutsuzluk arayan tek bir kimse bulunamaz. Peki bu nasıl gerçekleşecektir? Kafirler mutluluğu kısa vadede düşünerek onu sadece mal-mülk, saltanat, makam elde etmede, nefsani arzu ve isteklerinin fütursuzca yerine getirilmesinde gönnüşlerdir. Fakat bu doğrultudaki inanç ve uygulamaları onları inkara sürüklemektedir. Kafirler, Allah’a isyan olan inanç ve amellerinin neticesinde karşılaştıkları sıkıntı ve bunalımlardan ibret de alamamaktadırlar. Bir kısmı ahiret hayatını inkar ederken, bir kısmı da pasif bir ahiret inancına sahiptirler, ahiret hayatı olsa dahi kendilerinin zarara uğrayacağı kanaatini taşımamaktadırlar (bk.Khef, 18/36).
Hatta onlar Müslümanca bir hayatı, boş inançlar uğruna özgürlüklerin kısıtlanması olarak yorumlamaktadırlar. Acaba sonuç gerçekten öyle mi olacaktır? “Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (yanlış) hüküm veriyorlar “(Ankebut,29/4). “Yoksa kötülük işleyenler, ölümlerinde ve sağlıklarında kendil erini inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar. Ne kötü hüküm veriyorlar “(Casiye,45/21 ). “Öyle ya, mü ‘min olan yoldan Çıkmış kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar ” (Secde,32II 8).
Ayetlerde görüldüğü gibi kafir ile mü’minin sonucu, hem dünya hayatında hem ölürken, hem kabirde, hem de ahiret hayatında bir olmayacaktır”·! Böyle olunca inkann dünya hayatında fert ve toplum açısından ne gibi olumsuzluklara sebep olduğunu, başka bir ifadeyle inkann dünyadaki neticelerini, daha sonra da ahiretteki cezasının ne olacağını incelememiz gerekecektir.
A – İNKARIN DÜNYADAKİ OLUMSUZ SONUÇLARI
1- İnkarın Birey Üzerindeki Olumsuz Sonuçları
a- Bunalım
Küfür ve taşkınlıkta ısrar, güzel ve dengeli bir şekilde hayattan yararlanmaya engeldir. Kafirlerden bir kısmının hayattan faydalanmaları söz konusu olsa da, aslında bu güzel ve hakiki faydalanma sayılmaz, onların hayatı hiçbir zaman “hayat-ı tayyibe” olamaz. İsyanda direnen günahkarlar, dünya nimetleri içinde yüzseler de, kalp huzurundan gönül rahatlığından mahrumdurlar. “Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun hakkı da, dar (sıkıntılı) bir geçimdir. “(Taha,20-124). Müslüman, Allah’a tevekkül ederek güzel bir yaşayışla yaşarken, kafir dünyaya düşkün olduğu ve devamlı bir şekilde daha fazlasını istediği için, onun hayatı dar ve sıkıntılıdır. 1 Varlıklar üç kısımdır: Tesir altında kalmayan müessir olan varlıklar; müessir olmayan ama tesir altında kalan varlıklar ve her şeyde müessir olup tesir altında olmayan varlık. Hiçbir şeyden müteessir olmayan müessir varlık ancak Cenab-ı Allah’tır.
Müessir olmayıp müteessir olan varlıklar ise cisimlerdir. Bazan müessir, bazan da müteessir olan varlıklara gelince, bunlar ruhani varlıklardır. Ruhani varlıklar, Allah’a yöneldikleri zaman O’nun meşietinden, kudretinden, tekvininden ve icadından fezeyan eden tesirleri kabul etme durumuna gelirler. Çünkü cisimler alemini ruhlar yönetir. Böyle olunca insandaki ruh cephesinin merkezi konumunda olan kalp ne zaman cisimler alemini araştırmaya ve mü şah ade etmeye yöneIse, o esnada bir daralma ve çarpıntı ile o cisimler alemini ele geçirip onda tasarrufta bulunma konusunda şiddetli bir temayül meydana gelir. Ama kalp, Hz. Allah’ın azametini araştırmaya ve müşahadeye yöneldiği zaman onda semedani nurlar ile ilahi ışıklar hasıl olur.2
İşte kalp o zaman sükuna erer. “Onlar ki, inanmışlar ve Allah ‘ı anmakla kalpleri huzur ve doyum buymuştur; çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah ‘ı anarak huzura erişir. ” (Ra’d,1 3128). Kalbin bir başka özelliği, o ne zaman bir hale vasıl olsa, oradan daha şerefli bir diğer hale geçmeyi arzular. Çünkü cisimler aleminde bulunan her saadet ve mutluluğun üstünde, lezzet duyulan ve gıpta edilen, bir başka mertebe vardır. O’nun için sırf dünyaya yönelenin “mutmaine/huzura” ulaşması mümkün olmaz. Fakat kalp ve akıı marifetullah ve samedani nurlar ile mutluluğu isteme noktasına ulaşınca, artık o noktada kalır ve karar kılar. Böylece de oradan başka bir yere geçmeye kendinde güç bulamaz. Çünkü saadet bakımından bundan daha mükemmel ve yüce bir derece yoktur. 3 “Allah ‘ın göğsünü İslam ‘a açtığı kimse, Rabb ‘inden bir nur üzere değil mi? Allah ‘ı anmaya karşı yürekleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun, onlar apaçık bir sapıklık içindedirler” (Zümer,39/26-3 ı).
Allah (cc) kafirlerin kalplerinin kasvet halinde olduğunu haber veriyor. Kasvet, sözlükte kuruluk, sertlik, katılık anlamındadır. ‘ Hatta onların kalpleri taştan daha katı bir hale gelebilmektedir (bk.Bakara,2/74). Böylesi kalpler, bütün fıtri özelliklerini kaybettiği :çin sakimdir, hastadır. Kafirlerin kalbinde oluşan bir başka hastalık darlık “dik”tir. “Allah kimi hidayete erdinnek isterse onun kalbini İslam ‘a açar. Kimi de saptırmak isterse onun da göğe yükseliyonnuş gibi kalbini daraltır, sıkar. Allah iman etmeyenlerin üstüne işte böyle murdarlık (ries) çökertir. “(En’am,611 25). Kalpleri günah paslanyla kirlenmiş kimseler, kendilerinde ve kendilerinin dışındaki alemlerde (afak ve enfüs) Allah’ın vahdaniyet delillerine bakmaya davet edilince hava basıncındaki dengesizlik nedeniyle atmosferde yükselen kimsenin teneffüs zorluğu çektiği gibi, inkarcılar da manevi kalp sıkıntısı çekerler.2 Kafirlerin kalbi sıkıntılarını haber veren bir başka Kur’an ifadesi “haraç” zorluktur. Haraç, “darlığın darlığı” demektir. İçine girmeye yol bulunamayan sık ağaçlı bir vadiye de haraç denir. Kafirin kalbi de böyledir. Onda öğüt ve imanın nüfuz etmesi için bir delik bile yoktur.) İnsanın her türlü bedbahtlıktan ve sıkıntıdan kurtulabilmesi için Kur’an’a ve sünnete sarılması gerekir. İnsan ve kainatı izah edemeyen hiç bir felsefi düşünce, insanın ruhunda kopan fırtınalan dindirememiştir. Fıtratına uygun olmayan her türlü hayat tarzı onu bunalıma götürmekten başka bir şey yapamayacaktır.4
b- Güvensizlik
Kafirler üzerinde küfrün dünyadaki etkilerinden biri de onları emniyet ve güvenden uzak bir hayata sevk etmesidir. İnanmayan için güven yoktur. Kişide imanı ölçüsünde eman ve güven vardır. “Şüphesiz Rabbim Allah’tır deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenıerin üzerine melekler inerler. Korkmayın, üzülmeyin size vadolunan cennete sevinin! derler. Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızlz . . . “(Fussilet,41 130-32). “İmanlarına iman kaısınlar diye Mü’minlerin kalplerine güven indiren O ‘dur. “(Fetih,48/4).
Ayetlerde ifade edilen emniyet ve güvenden kafirler mahrumdurlar. Bunun sebeplerinden bazıları şunlardır:
Varlık nedir? Alem nedir? İnsan Nedir? Bunlar nereden geldiler? Bunları kim yarattı? Hedefi nedir? .. Bu sorular karşısında insan, gerçek dinden aldığı ve inandığı cevaplarla güven içinde olabilir. Hayırla şerrin, adaletle zulmün, hak ile batılın, lezzetle elernin karıştığı şu kısa dünya hayatı gaye değildir. Ancak o daha hayırlı ve baki olan ahiretin tarlasıdır. Orada kişiler kazandıklarının karşılığını göreceklerdir. Ölüm ve hayattan dolayı akla gelen soruların en önemlisine böyle cevap alan Mü’min güven ve huzura kavuşurken, kilfir sürekli bir güvensizlik ve karasızlık içerisindedir.’ İnsan hisselerin fıtratı, sürekli yalnızlık ve sahipsizlik durumunda akli ve ruhi sıkıntılara ve ıstıraplara duçar olmaktadır. Kafirler, tevhidi imana sahip olmadıkları için kendilerini yalnızlık içerisinde hissetmektedirler. Bu durum onları sürekli bir güvensizliğe ve emniyetsizliğe sürüklemektedir. İman ve amel-i salih ile bir mü’min, nebiler, veliler, sadıklar ve salihlerle her zaman birlikte olduğunun bilincindedir. Mü’minler, mü’minlerin şuurunda, vicdanında ve duygularında yaşarken, kilfirler bundan mahrumdurlar. Onlar insanlar içerisinde kendilerini yapayalnız hissetmektedirler.
Bu psikolojik hal, kiltirlerin emniyet ve güvenden nasıl mahrum bir hayat yaşadıklarını gösteriyor.2 Eman ve güveni götüren sebeplerin en tehlikelisi, kişinin mazide olmuş şeylere üzülmesi, pişmanlık duyması, yaşadığı andan zevk alamaması ve gelecekten korkmasıdır. Her şeyin Allah’ın kaza ve kaderi ile gerçekleştiğine inanmayan kafirlerde böyle bir güven bunalımı da vardır.) Bundan dolayıdır ki, kiltirler, belalara ve musibetlere karşı en sabırsız ve dirençsiz kişilerdir. Kadere inanmadıkları ve arzu etmedikleri sonuca razı olmak istemedikleri için, sağlam bir iradeye sahip değildirler.4
Mü’min, kainatta hiç bir şeyin abes olarak yaratılmadığına, kendisının uçsuz bucaksız kainatın derinliklerine terk edilmediğine, Allah ‘ın kullarına kitaplar ve peygamberler gönderdiğine inanır. 0, kainatın da kendisine yabancı olmadığını, her şeyin Allah tarafından yaratıldığını ve düzenlendiğini bilir. Allah’ın kendisine izzet ve ikram edip yeryüzüne halife kıldığına, rızkına kefil olduğuna, arzda ve semada ne varsa hepsinin emrine musahhar kılındığına, gizli ve açık nimetlerin kendine sunulduğuna inanır. Bu inancı onda sarsılmaz bir güven ve emniyet telkin ederken kafir, her şeyin kendisine yabancı ve düşman olduğunu hisseder. Bu endişe ve korku içerisinde, sıkıntılı bir hayat yaşar.2 Allah (cc) aralarındaki güvenin ve kalplerindeki emniyetin kıymetini bilmelerini Mü’minlere hatırlatır, bu eman ve güvenin kaynağının iman olduğunu bildirir. “Ey iman edenler! Allah ‘a ve peygambere hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. “(Enfal,8/27).
c- Bağımlılık
Kafirlerin batıl inançlarından kaynaklanan olumsuzluklardan biri de, onları fani ve geçici kimselere baş eğdirmesi, kendisinden daha aşağıdaki varlıklara taptırarak onlara bağımlı hale getirmesidir.3 Tapma ve bağımlılık sadece maddi ve ruhani varlıklara tapınmadan ibaret değildir. Tutkular da insanı evrenin geçici ve parçalı görünümlerine bağlayabilmektedir. İnsanın yapısında mevcut olan bazı istekleri tutarlı kaidelerle, meşruiyete bağlanarak tatmin edilmezse, her türlü değerler ayaklar altına alınır, kişiler o isteklerin tutsağı olurlar. Allah (cc) bu konuda Hz. Lut’un kavmini örnek verir: “Lut ‘a da peygamberlik verdik. O da kavmine şöyle demişti: Gözünüz göre göre o fuhşu (eş cinsellik) ya pacak mısınız? Gerçekten siz ne yaptığını bilmeyen bir kavimsiniz. “‘(A’ raf,7/ 1 86). Çeşitli duyguların esiri olan, kendisi için yaşar.
Düşüncesinde iş ve tutumlarında becerisini hep bu yönde değerlendirir. Daima istek ve şehvetini gözetir. Dolayısıyla isteklerinin esiri olur. Kendini beğenme ve egoistlik insanın amellerini ifsad eder. Egoizm Allah’ı ve O’nun nimetlerini unutmanın belirtisidir. Çünkü kendini beğenen başkasını sevmeye güç yetiremez.Allah inancını ve ahlaki değerleri, insan hürriyeti açısından inkar edenler, bitmez tükenmez nefsani ve şehevani arzularının esiri olmaktadırlar. İnsanın her arzusunu gerçekleştirmesi gerçekte mutluluk değildir. Şehvetlerine dalan kimse bir süre hayatın lezzetlerini başkalarından daha iyi tattığını zanneder.
Lakin bu aldatıcı zan, daha sonra onu kurtuluşu olmayan bir köleliğe ve huzur bulunmayan bir hayata teslim eder. O halde gerçek hürriyet, kişinin fıtratının da gereği olan Allah’a kulluktadır. Bu mükeııefiyet açısından da gerçek hürriyeti sağlar. çünkü insan vehminde ne kadar çok tanrı tasavvuru varsa; hediye, nezir, kurban takdirni, tören, vb. merasimler gibi onun omuzlarına o oranda mükeııefiyet yükleyecektir. ı İnsan, vahdaniyet inancı ile bu vehmi kuvvetlerin ve hurafelerin tasallutundan kurtulur, hürriyet ve istiklale kavuşur.2
Kafirlerin içerisine düştükleri bunalım, güvensizlik, ümitsizlik, fani varlıklara bağlılık gibi duygular, kendilerini sevgi, şefkat ve merhametten uzak davranışlara sevk etmektedir.3 Mü’min, inancının gereği olarak her şeye güzel davranır; bir hayvanı öldüreceği zaman bile güzel öldürür. Keseceği zaman eziyet vermemek için azami özeni gösterir.4 Savaşta dahi belli kurallara bağlı kalır. s Fakat inkarcılarda bu güzel davranışları her zaman görmek mümkün olmaz. Her türlü maddi imkana, lüks ve konfora sahip olmalarına rağmen içerisine düştükleri bunalımdan bir an olsun kurtulmak için nice canlar ve mallar pahasına yaptıkları yarışmalar ve eğlence partileri onların ruh hallerini yansıtmaktadır. Basit zevkleri için kendi canlarını dahi esirgemeyen bu insanlardan, elbette merhamet beklenemez. Geçtiğimiz yıllarda Bosna-Hersek’te Müslümanlara yapılan zulüm ve işkenceler, tarih boyunca değişmemiş olan bu gerçeğin en son örneklerindendir.
2- İnkarın Toplum Üzerindeki Olumsuz Sonuçları
a- Sürekli İhtilaf ve Parçalanma
Toplum, kuru bir kalabalık değil, aynı duygularla birlikte hareket edebilen düzenli bir kurul demektir. Bundan dolayı bir toplumun oluşması toplumsal bir ruha ve sosyal bir antlaşmaya bağlıdır. Sosyal vicdan önce tek tek kişilerde yerleşir. Kişinin vicdanına ne vakit kardeşlik duygusu yerleşir, onu kibirden, darlıktan, bencillikten çıkararak genişletirse, o vicdanın genişliği oranında bir cemaate aday olur. Bu genişlik arkadaşlıktan, aileden tutunuz da dünyaya egemen olan devletlere kadar gidebilir. Bir vicdanda ortak sevgi ve korku yükselip de bir diğerini kendisi gibi, en azından kendine eşit bir değerde görmeye ve onun faydasından kendisininmiş gibi memnuniyet, zararından da kendisininmiş gibi üzüntü duymaya başlarsa, o vicdanda sosyal ruh oluşmaya başlamış demektir. İnsan kelimesinin aslı olan üns (alışkanlık) ve ünsiyet denilen karşılıklı samimiyetin temeli budur. ‘ Bir toplumda insanlar ne kadar bencilleşirse sosyal ruh da o kadar daralır, genel olan toplumu parçalar, cemaatini ve kardeşlerini o oranda azaltır.ı İnsan ruhunda sevgi ve korkunun bütün sınırlarını kuşatan en kapsamlı ve en kuvvetli sosyal etkinin Allah inancı olduğu inkar edilmez bir gerçektir. Zıddı, benzeri, ortağı bulunur farzedilen hiçbir şey böylesine kapsamlı bir kuvvete sahip olamaz. Ortağı ve benzeri bulunmayan da ancak Allah’tır.
Bunun için bütün şükürler ve övgüler O’nadır. Bunu duyan ve kuvvetle yaşayan vicdanlar, evrensel bir toplumun üyesi olmaya aday bir sosyal ruha sahiptirler ve ancak bu toplumda kardeşlik en son haddini bulur. Bunun içindir ki, sevgi ve korkuyu layık olmayan varlıklarda arayan batıl din mensupları, sürekli parçalanmışlardır. “(Onlar) dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her zümre de kendilerinden olanla övünmektedir. “(Rum,30/32). Ayet, hayatı ekonomik bir mücadele olarak gören, menfaat paylaşımından kaynaklanan küçük hesaplarla batı din mensuplarının nasıl bölünüp parçalandıklarını ifade etmektedir. Bölünme, Müslümanlar arasında da olmuştur ama Müslüman olmadığı halde İslam’ı içten yıkmak için ortaya çıkmış ğulat (aşırı) fırkaları hariç tuttuğumuzda bu bölünmenin temel konularda olmadı ğını görüyoruz.
Öbür taraftan Hıristiyanlığı örnek alarak değerlendirdiğimizde mezhepler en temel konularda dahi derin görüş ayrılığına düşmüşler, her biri ayrı birer din haline gelmiştir. Allah’a oğul ve kız isnad etmenin büyük bir bühtan olduğunu haber veren Allah (cc) bu tür yalanlarla, inkarcıların zümre zümre olduklarını vurgulamaktadır. bk.En’ am,611 59). Şirkin zararı millete, milletin zaran da fertleredir. İhtilaf ve anarşi ile haksız yere birbirini öldüren İsrailoğulları’nı Allah (cc) “Siz nefsinize zulmettiniz, haydi birbirinizi öldürü nüz “(Bakara,2/S4). buyurmuştur. Bunun manası siz fesadı ve ihtilafı çıkardınız, bölündünüz, bunun doğal sonucu olarak haydi bakalım birbirinizi öldürünüz, demektir. ı İhtilafın ve bölünmenin fert ve topluma olan zararlarından biri de ister haklı ister haksız olsun, ilmi kriterlere dayanmadan her grup mensubunun kendi inanç ve düşüncelerini savunmalarıdır. “Meryem oğlu İsa örnek alarak anlatılınca, hemen kavmi (Mekkeli Müşrikler) bağrışmaya başladılar ve bizim tanrılarımız mı hayırlı O mu? dediler. Bunu sadece tartışmak için ortaya attılar. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur. “(Zuhruf,43/S8). Ayette işaret edildiği gibi, ilimsiz ve delilsiz olarak batı i fikirlerin grup taassubu ile savunulması, beraberinde kavga ve anarşiyi de getirmektedir. Fikri platformlarda düşünce ve inançlarını savunamayanlar, hemen kaba kuvvete başvurmaktadırlar.
Bu nevi davranış onlarda sabırsızlığın, tahammülsüzlüğün, kabaca davranmanın karakter haline gelmesine sebep olmaktadır. Hz. İbrahim, babasını puta tapmaktan vazgeçirmeye çalışırken, en kibar, en yumuşak sözlerle hitap etmesine rağmen, babasının en kaba sözlerle karşılık vermesi bunun bir delilidir.ı Müşriklerden hiçbiri, akl-ı selim ile düşündüğünde arzın ve semaların putlar tarafından yaratıldığını kabul etmez; onların Allah tarafından yaratıldığını itiraf eder. Fakat grup taassubu neticesinde, putların Allah ile aralarında şefaatçi olacağı gibi batı i fikirleri düşünmeden kabul ederler. Ne yazık ki, nesillerin zihinlerine teker teker yerleşen battl inançlar, zamanla vazgeçemeyecekleri inanç esasları haline gelebilmektedir. Rasulullah (sav), “Fitne insanların kalbine hasım misali çöp çöp konur. Hangi kalbe bundan içirilirse ondan siyah bir nokta hasıl olur. Hangi kalp de bunu reddederse onda beyaz bir leke hasıf olur. Böyl ece toplum iki gruba ayrılır. Bir grubun kalbi düz parlak taş gibi b eyazdır. Bunlara arz ve semalar durdukça [ıtne zarar vermez. Diğer grubun kalbi siyahtır, bulanıktır. Tıpkı kararmış tencereye benzer. Ne iyiyi iyi, ne de kötüyü kötü kabul eder. Hevay-ı nefsine ne telkin edilirse onu bilir ” ) buyurmaktadır. Nebi (sav) bu sözünde batıl inanç ve düşüncelerle bezenmiş kalplerin zamanla hizipleşeceğine fıtratlarında mevcut olan hak ve doğruya yönelme eğilimini kaybederek duyarsız hale geleceğine dikkat çekmektedir. Bireyleri bu hale gelmiş bir toplum, bitkisel bir hayat yaşıyor demektir. Böyle bir toplumun fertleri, insanın doğal ihtiyaçlarını karşılamaktan, bir gün sona erecek olan hayatlarını idame ettirmekten başka bir şey düşünemezler. Artık onlar, içgüdülerinin kontrolündedirier. Her türlü maddi imkanlar sunulsa bile; insani değerlerin dumura uğradığı böyle bir toplumda yaşamak en büyük mahrumiyettir.
b- İsrar (Savurganlık)
Küfrün toplum üzerindeki en belirgin menfi etkilerinden biri de, onları israfa yöneitmesidir. İsraf, insanın fiillerinde sınırı aşmasıdır.
En tanınmış şekli ile israf, insanın elindeki imkanları, malı, mülkü, serveti yerli yerince harcamasıdır. İsrafbazan ölçüde, bazan keyfiyette olur. i İnsanın herhangi bir hususta hakkı olmadığı halde aşırı gitmesi ve bilgisizce davranması da israf kapsamına girmektedir.ı Kur’an, her konuda ölçülü olmayı, israf ve cimrilik gibi ifrat ve tefrite düşmemeyi, Mü’minin ve İslam toplumunun bir özelliği sayarken, kafirleri , işlerinde hadde tecavüz etmelerinden dolayı israfçılar olarak tanıtır (bk.Mü’min,40128). Çünkü batıl inançlar, toplumda sürekli kötülük ve israf doğurur. Akıl ve mantığa aykırı olan küfür, aynı zamanda toplum fertlerinin şahsiyetlerini dejenere eden, ilerlemeyi engelleyen, bünyesinde bir çok efsane ve hurafeyi besleyen, insan hayatını boşa götüren akıl ve düşünce israfıdır. Bu durum, lüks ve israfın iradeyi zayıflatması anlamına da gelmektedir. Peygamberlere, öncelikle israf içerisinde yaşayan şımarık zenginlerin karşı çıkması, bunu göstermektedir (bk.Sebe’ ,34/34-35). Bu tip insanlarda taklitçilik, derin bir inanç halindedir. Sağlam düşünceden yoksun olan bu kişilerin toplum düzeninin bozulmasındaki payları büyüktür. Müşrikler, akıllarınca Allah’a adandığı gerekçesiyle dokunulmayan, hiçbir şekilde faydalanılmayan kurbanlık hayvanlara çeşitli işaretler koyup bahira, saibe ve vasıle gibi adlar vererek salıveriyorlardı. Böyle yapmakla Allah’ın ve aracı olan putların hoşnutluğunu kazanarak mallarının bereketleneceğine inanıyorlardı. Fakirlik korkusuyla kız çocuklarını öldürmeyi bir iktisadi gerekçe) olarak gerçekleştiren Müşriklerin, adak olarak salıverdikleri hayvanları israf etmeleri, iktisadi hayattaki perişanlıklarını sadi hayattaki perişantıklarını göstennektedir. Maddi değerlerin ön plana alındığı toplumlarda israfa konu olan değerler çok kıymetlidir.
Bu toplumlarda zaruri olmayan tutum ve davranışlar, zaruret derecesine çıkarılarak, görenek tiryakiliği ile insanların hevesleri tahrik edilir ve onlar, meşru olmayan alışkanlıklara sevk edilir,· Tabi ki, bu alışkanlıklar, insanların ağır maddi külfetlere katlanmalarına sebep olur. Bunun içindir ki Rasulullah (sav) mal israfını kötü adetlerden saymıştır.2 Günümüzde insan merkezli kurtuluş reçeteleri sunan dini inanca ve dine dayalı ahlak anlayışına karşı çıkan hümanizm, exiztansiyalizm (varoluşçuluk) vb. düşünce akımları, insanlığı kayıtsızlığa, başıboşluğa ve israfa mahkum etmişlerdir. İsrafın her türlüsünü haram kılan, nehirde bile abdest alırken fazla su harcamayı doğru bulmayan3 İslam dininin, bir dengeleme ve zaruri ihtiyaçların teminini kolay sağlamaya matuf olarak lüks ve zararlı maddeleri yasaklaması ne kadar anlamlıdır! Buraya kadar saydığımız bireysel ve toplumsal cezalar, tarih boyunca her küfür toplumunda yaşandığı gibi günümüzde inkarcı temeller üzerine kurulmuş Batı toplumlarında da fazlasıyla yaşanmaktadır. Batıdaki bunalımın boyutlarını Fransız Bilim Adamı Andre Compte Sponville’nin sözleri bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. O, şöyle söylüyor: “Günümüz batı dünyasında büyük bir paradoks yaşanıyor: Batı maddi açıdan en güçlü dönemine geçmesine karşılık, dünyaya önerebileceği manevi değerlere artık sahip değil . .. “Manevi bunalım Batıda dini inancın sosyal bir bağ olarak ölmesinden kaynaklanıyor. .. Bunun sonucu olarak Batı insanı Nihilizm ‘e (hiççiliğe) yöneliyor ve artık hiçbir şeye değer vermiyor. Yahut da anomi ye (kuralsızlığa) kayıyor ve bir boşlukta sallanıyor. Bir hiççilik yaşanıyor. ” 4 1 989 yılında yazdığı “Tarihin Sonu” makalesiyle dünyayı ayağa kaldıran, Japon asıllı Amerike Birleşik Devletleri’nin en yüksek dü zeydeki kültür danışmanlarından biri olan Francis Fukuyama da Batı insanının bunalımını ve güvensizliğini şu sözleriyle ifade ediyor: “Gerek Amerika ‘da gerekse Avrupa ‘da günümüzde tam bir güven eksikliği yaşanıyor. Amerika ve batı zafer üstüne zafer kazandı. Buna rağmen şimdi tam bir huzursuzluk içinde . .. “Aydınların demokrasiden bulunmaz bir nimetmiş gibi bahsetmelerine ben her zaman şaşagelmişimdir … Liberal demokrasi artık muhalefetle karşılaşmıyor. Fakat bu Liberal Demokrasi ferdi memnun edecektir anlamına gelmez. Çünkü tüketim toplumu, artık ferdi tatmin etmiyor. Şu halde her şeye rağmen bu alanda bizler bir çıkmazdayız ve ben bir ce vap bulamıyorum. Manevi değerlere dönüş mümkün mü onu da bilmiyorum …
Batılı düşünürler tarafından dile getirildiği gibi ferdin hürriyetine getirilmek istenen sınırsız genişleme, Batı insanını manevi değerlerden koparmış ve sadece bir tüketim aracı haline getirmiştir. İnsan varlığının amacını sadece bedeni arzuların yerine getirilmesinden ibaret gören Batılı, hürriyetsizlik getireceği için evlenmeyi bile yadırgamaya başlamıştır. Fakat böyle bir hayat anlayışı, onlara mutluluk değil, bunalım, güvensizlik, ümitsizlik ve çaresizlik getirmiştir. Tarih boyunca her küfür toplumu bu bunalımları yaşarken haddi aşan kavimler ve küfrün önderlerinden bazıları daha dünya hayatında iken ilahi gazaba düçar olmuşlardır. “Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlar. “(Ankebut,29/40). Küfrün dünyadaki bu cezalarının yanında esas sıkıntı ahirette gerçekleşecektir. Dünyadaki sıkıntılar eninde sonunda bitecektir. Fakat kafirlerin esas sıkıntısı ölümle birlikte başlayacak ve ebediyen devam edecektir. Bu konunun araştınlmasıyla birlikte araştırmamızı bitirmiş olacağız.
B – İNKARIN AHİRETTEKİ CEZASI
1- İnkarın Ölüm Anında ve Kabirdeki Cezası
Kafirler, dalalete sapmanın cezasını daha ölürken çekmeye başlayacaklardır. Allah (cc) Mü’minlerin ruhlarını meleklerin güzelce alıp onları selamladıktan sonra cennetle müjdeleyeceklerini haber verirken, kafirlerin ölümleri esnasındaki perişan hallerini şöyle beyan ediyor: “O zalimler ölümün (boğucu) dalgaları içinde melekler de penç elerini uzatmış, onlara, haydi canlarınızı ku rtarın! Allah ‘a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O ‘nun ayetlerine karşı kibirlik taslam amzdan ötürü bugün alçaklık azabı ile cezalandırıl acaksımz, derken onların halini bir görsen!” (En’am,6/93). “Söküp çıkaranlara, yavaş yavaş çekenlere, yüzdükçe yüzenlere, yarıştıkça yarışanlara, iş düze nleyenlere andolsun “(Naziat,7911-5). Hz. Ali, ayetlerde geçen sökenler ve çıkaranlar kelimelerini kafirlerin ruhlarını işkence ederek tırnak ve ci lt aralarından çekip atan melekler; yüzenler ve yarışanlar, kelimelerini de Mü’minlerin ruhlarını yavaş yavaş bedeninden aldıktan sonra fezada yüzdüren ve onları Allah’a götünnekte yarışan melekler, olarak tefsir etmiştir. i Tinnizi’nin Enes (r.a.)’den rivayet ettiği bir hadiste rasulullah (sav) şöyle buyurur: “Her kişi için semada iki kapı vardır. Birinden ameli yükselir öbüründen rızla iner. Mü’min biri ölünce her ikisi de onun için ağlarıar. ”2 Fakat kafirler için arzda hayırlı bir şey olmayınca ve semadaki kapılarına hayırlar yükselmeyince sema ve arz onlar için ağlamaz. “Sema ve arz onlar için ağlamadı. ” (Duhan,44/29). İslam’ da ahiret gününene iman etmek gerekli olduğu gibi, ölümle birlikte kıyamet gününe kadar sürecek olan “Berzah (kabir) Hayatına” inanmak vaciptir. ,,3 Ehl-i sünnet mezhebine göre kabir azabı da haktır. Kafirler ve Mü’minlerden günahı çok olanlar için kabirde rahat yoktur. Onlar orada sürekli azap içerisinde olacaklardır.4
2 – İnkarın Kıyamet Sonrasındaki Cezası
Kur’an, küfre sapmanın ahirette ortaya çıkaracağı sonucu mezarlardan kalkış la birlikte cehenneme atılmaya ve oradaki azap şekillerine kadar safha safha canlı tablolar halinde muhataplarının gözleri önüne serer. Kur’an, dünya hayatında hidayet vesilelerine karşı kör, sağır ve dilsiz kesilen kimselerin mezarlarından kör, sağır, dilsiz veya şeytan çarpmış bir vaziyette kaldırılacaklarım haber veriyor: “Allah kime hidayet verirse, işte doğru yolu bulan o ‘dur; kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık onlara; Allah ‘tan başka dost olacak kimseler bulama zsın. Kıyamet gününde onları kör, sağır ve dilsiz halde yüzükoyu n haşrederiz … ” Hesabın bir an önce görülmesi arzusuyla herkes mahşere ulaşmayı arzu ederken Mü’minler süratle oraya ulaşacaklar, kafirler ise nice zaman karanlıklar ve zorluklar içerisinde bekleme sıkıntısını çektikten sonra mahşere ulaşabileceklerdir. Bu olay yaşanırken nurlanyla emin bir şekilde ilerleyen Mü’minler ile inkarcılar arasındaki konuşmayı Allah (cc) şöyle haber veriyor: “Münafık erkeklerle münafık kadınların Mü ‘miniere: Bizi bekleyin nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine, arkanızı dönünde bir ışık arayın! denilir. Nihayet onların arasına içinde ra hmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir. Münafıklar onlara biz sizinle beraber değil miydik? (Mü ‘minier) derler ki, evet ama siz kendi başınızı belaya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan şeytan sizi Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah ‘ın emri gelip çattı. “(Hadid,S7I13-14).
Mü’minlere dünya hayatında iken yaptıklarının belgeleri önlerinden ve sağlarından saygı ile sunulurken, kafirlere arkalarından veya sol taraflarından verilecek ve suratlarına çarpılacaktır (bk.Hakka,69/2S). Allah’ ın huzurunda kafirlerin işledikleri günahlarla ilgili ellerinin, ayaklarının ve derilerinin, aleyhlerine şahitlikte bulunmaları onları bir kat daha kahredecektir (bk.fussilet,4112 i ). Küfrün önderleri ile onlara uyanlar arasında kıyamet günündeki çekişmeler ve karşılıklı suçlamalar oldukça dikkat çekicidir. “Yüzleri ateşe evrilip çevrildiği gün, Eyvah bize! Keşke Allah ‘a itaat etseydik. peygambere de iteat etseydik, derler. Ey Rabbimiz biz reisierimize büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılır, derler. “Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir Ianetle rahmetinden kov. “(Ahzab,33/66-67). “(inkarcıların liderlerine) işte bu sizinle beraber cehenneme girecek topluluktur (denildiğinde liderler); Onlar, rahat yüzü görmesinler (derler). Onlar mutlaka ateşe gireceklerdir. (Liderlerine uyanlar): Hayır asıl siz rahat yüzü görmeyin! Onu (/cü/rü) bize siz sundunuz, ne kötü bir yerdir derler. Yine onlar Rabbimiz! bunu bizim önümüze kim getirdiyse onun ateşteki azabını iki kat artır! derler. (inkarcılar) Derler ki, kendilerinin dünyada iken kötülerden saydığımız kimseleri burada niçin görmüyoruz. Alaya aldığımız onlar değil miydi? Yoksa (buradalar da) onları gözden mi kaçırdık? işte bu cehennem ehlinin tartışması şüphesiz bir gerçektir. “(Sad,38/6 1-64).
Ahirette sapanlarla birlikte insanların sapmalarına vesile olanlar da hesaba çekileceklerdir: “O gün Rabbim, onları ve Allah ‘tan başka taptıklarını bir araya toplar ve: Bu kullarımı siz mi saptı rdınız yoksa kendileri mi yoldan saptılar?, der. Onlar da derler ki: Tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz, ama sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sen i anmayı unuttular ve helakı hak eden bir kavim oldular. “(Furkan,25/57). Ayatte belirtildiği gibi cansız ve iradesiz olan putlar insanlan saptırma eylemine karışmadıklarını, kendilerini mabut haline getiren kimselerin, Allah’ın kendilerine verdiği sayısız nimetlerle şımanp müşrik olduklarını, sanki o nimetler onlara, sapmaları için verildi şeklinde itirazlarını belirteceklerdir. Fakat yine de sahte tanrılar kendilerine tapanlarla birlikte cehenneme atılacaklardır. “Siz ve Allah dışında taptığınız şeyler cehennem odunudur. Siz oraya gireceksiniz. Eğer onlar birer ilah olsalardı oraya (cehenneme) girmezlerdi. Halbuki hepsi orada ebedi kalacaklardır. “(Enbiya,ı 1/98-99). Tanrılaştırılan varlıklar arasında melekler Hz. İsa ve Hz. Üzeyir gibi varlıklar da olduğu için bu ayetin tefsirinde farklı yorumlara gidilmiştir. Taberi ve İbn Kesir’e göre kendilerine tapıldığı için cehenneme atılacak varlıkların (Lo) “ma” ism-i mevsulu ile ifade edilmesi, onların cansız putlar olduğunu göstermektedir, i Ayrıca Ebu’s-Suud (ö.998) da bu ayetin tefsirinde cehenneme atılacakların insanlan putlara teşvik eden şeytanlar olduğunu söyler?
Kadı Beydavi’ye göre de cehenneme atılacak olanlar putlar, İblis ve onun yardımcılandır. çünkü Müşrikler onların emrinde hareket etmişlerdir,) Rasulullah (sav) yukanda mealini verdiğimiz ayeti Müşriklere okuduğu zaman, İbn Zebari şöyle itiraz etti: “Kabe ‘nin Rabbi ‘ne yemin olsun ki sana düşman oldum. Yahudiler Uzeyr ‘e, Hristiyanlar Mesih ‘e, Mesih oğulları da meleklere tapmıyorlar mı? Rasulullah buyurdu: Bilakis onlar, Üzeyr’e, Mesih ‘e ve meleklere tapılmasını emreden şeytanıara taptılar. , , 4 Kafirler, ebediyyen, Mü’minlerden günahkar olanlar da cezalarını bitirinceye kadar cehennemde kalacaklardır, Mü’minler cehennemin en üst tabakasında cezalarını çekerlerken, kafirler küfürdeki derecelerine göre cehennemin değişik tabakalarında kalacaklardır.5 Kur’an’da bolca zikredilen cezalandınna şekillerinden bazıları şöyledir: Suçlular zincire vurulur, acıktıklarında zakkum ağacı meyvesi (bk.Hakka,69/32,36), susadıklarında irin ve bağırsaklarını parçalayıcı kaynar su verilir (bk.Muhammed,4 7 /1 5). Giyecekleri katrandır(Bk.İbrahim,14/50).
Azabın devamlı yenilmesi ve acısının sürekli kılınması için suçluların bedenlerinin cildi sürekli yenilenir … (bk. Nisa,4/56). Ehl-i sünnet mezhebine göre cennet ve cehennem şu anda yaratılmış olup beklemektedir. ı İçerisine kıyamet sonrası girilecek olmasına rağmen, cennet ve cehennem in önceden yaratılmış olması, ayrıca Kur’an’da önemli bir konu anlatıldıktan sonra konunun ahiretteki neticesi ile bağlantı kurulması, eğitim ve öğretim açısından büyük önem taşımaktadır. Çağdaş psikoloji eğitim ve öğretimi teşvik için mükafat, ceza, yarışma gibi motivasyonları daha yakın bir dönemde keşfedip uygulamaya koyarken Kur’an’ı Kerim, asırlar önce bu gerçeğe işaret etmiştir?
Cehennemin varlığı ve orada gerçekleşecek olan çeşitli azaplar, sırf Allah (cc)’ ın intikam alması için midir?
Daha önce imanın asıl, küfrün ise bir sapma olup, imana göre cüz’i olduğunu ifade etmiştik. Cennet ve cehennem bu açıdan değerlendirdiğimizde cennet ve cennet nimetlerinin asıl, cehennem ve oradaki azabın furu’ olduğunu söyleyebiliriz. Kafirlere ve günahkar Mü’minlere uygulanacak çeşitli azablar, zulüm değil; Allah’ın adaletinin gereğidir. Zulmü kendi nefsine ve kullarına haram klldığınl,3 rahmetinin gazabını geçtiğini4 bildiren Allah (cc), kullarını furu’ olan cehenneme değil; asıl olan cennete davet etmektedir. “Allah kullarını esenlik yurduna (cennete) ve O, dilediğ ini doğro yola iletir. Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır. ” (Yunus, 1 0/25-26). Allah (cc) bu esenlik yurdunun kıymetinin anlaşılması, Kur’an rehberliği ile yeryüzünün silm ve selamet yurduna çevrilmesi hususunda bir inzar (uyarı) olmak üzere cehennemi de yaratmıştır.
İbrahim Coşkun – islam Düşüncesinde İnkar Problemi ,syf:234-248
Dipnotlar:
1.er-Razi, age., XXVII / 267.
2.er-Razi, age., XXII / 1 30-1 32.
3. er-Razi, age., XIX / 49.
4.er-Razi, age., XIX / 49-50; ıbn Teymiyye, Külliyat, 1 / 1 24.
5-Zemahşeri, EsasüI-Belaga, s. 766.
6 el-Meragi,age., VII / 24-25.
7 Taberi, Camiu’I-Beyan, VIII / 21; el-Meragi, age., VIII / 2 1-22.
8 Macit, Nadim, Kur’an ve Hadise Göre Şirk ve Müşrik Toplum, Konya, 1 992, s.
9Şarkavi, Muhammed Abdullah, el-İman, Mekt. .Zehra, Kahire, 1 9897 1 409, s.32; Izutsu, Kur’an’da Allah ve Insan, s. 67.
10.eş-Şarkavi, ae., s. 36.
11.eş-Şarkavi, ae.,s. 37; Öner,Necati, Stres ve Dini İnanç, T.D.V.Y., Ank., 1 989, s.35.
12.es-Şarkavi, ae., s. 45; Öner, ae., s. 36-37; el-Meragi, age., VIII / 24-25; ıbn Teymiyye, Külliyat, 1/ 1 24 vd
13.es-Şarkavi, ae., s. 31-32; el-Meragi, age., VIII / 26.
14.es-Şarkavi, ae., s. 39.
15.Buhari, Vesaya, 9, Cuma, i i; Hafiz, Imad, Kasasu’l-Kur’an, s. 332.
16.Tabbara, Afif Abdulfettah, RUhu’d-Oioi’I-lslam, Şam, 1 966, s. 95.
17.Tabbara, ae., s. 94.
18.eş-Şarkavi, age., s. 43.
19.Müslim, Sayd, 57, Bab no: II.
20.Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i Islim, İst. 1 968, s. 270-275.
21.Zemahseri, Esasu’l-Belaga, s. 21.
22.Elmalılı, age.,c. I, s. 1 1 1-1 12.
23.Elmalılı, 1/355
24.Kasasu’l Kuran, s. 82.
25 Müslim, Iman, 23 1, Bab No: 65.
26.el-Isfehani, age., s. 230-23 I;Firuzabadi,age.,II i 427.
27 Zemahseri, Esasü’I-Belaga, s. 436.
28 Bkz., En’am, 6/137, 151; Nahl, 1 6156; Elmalili, age., IIL I 2065.
29 Macit, Nadim, age., s. 330.
30 Müslim, Uhdiye, 13 Bab No: 2.
31 ıbn Mace, Tabare, 425, Bab No: 57.
32.Sponville, Compıe, (Bekir Topaloğlu ‘nun “Bah Insanı Mutsuzluk Uçurumunda” adlı makelesinden naklen, Ensar H. Bülteni, sy. 8, 1992, s. 2.)
33 Fukuyama, Francis, (8. Topaloğlu’nun a.g. makalesinden naklen, s.2.)
34 Es-Suyuti, Celalettin, Kabir Alemi, (Çev. Bahaeddin Saglam) Kahraman V., ıst. 1 990, s. 1 1 7-118.
35.Tirmizi, Tefsir, 46.
36Zihni, Mustafa, Savabu’I-Kelim fi-Akaidi’ı-Islam, ıst, 1 327, s. 244.
37 Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, s. 361
38.Isra, 1 7/97; Şeytan çarpmış vaziyetteki kalkışı tasvir eden ayet için bkz., Bakara, 21275.
39.Taberi, Camiu’I-Beyan, XVII / 97-98; ıbn Kesir, Tefsir, II / 1 97.
40.Ebu’s-Suud, age., VI / 86.
41.Beydavi, Kadi, LI / 92.
42.el-Askalani, Ahmed b. Hacer, el-Kafi es-Safi fi Tahric-I Ehadlsi’I-Keşşaf, Daru’lMarife, Beyrut,ts., s. III Keşşaf Tefsiri, 4. Cilt ile birlikte).
43.Taftazani, Serhu’I-Akaid, s. 1 39-140; er-Razi, age., 1/.26 1.
44.el-İci, Aduddin, el-Mevakıf, fl llml’l-Kelim, Beyrut, ts. s. 375; Taftazani, Serhu’lAkaid, s. 1 39.
45. Özer, Leyla, Psikoloji, Sek Y., Ank., 1 992, s. 56-57; Altınıaş, Kur’an’da Hidayet ve Dalalet, s.
392.
46.Müslim, Birr, 55, Bab, no: 1 5.
47 Buhari, Tevhid, 22.