İngiliz Yahudi İttifakı ve A.B.D

EPUEgwhW4AYl6yJ-300x300 İngiliz Yahudi İttifakı ve A.B.D

1950lerden sonra yeni bir dünya düzeni ortaya çıkıyor.

Ondokuzuncu yüzyılda gündeme gelen sermâyeci ideoloji, yânî İngilterede gerçekleşen bir felsefe sistemi olarak ortaya çıkan sermâyecilik ve buna dayalı yeni bir medeniyet Örneğini yaşıyoruz. 0 da Ingiliz-Yahudi diye adlandırdığım medeniyet. İngiliz ile Yahudinin izdivâcından A.B.D. ortaya çıkmıştır. Anne İngiltere ne zaman başı sıkışsa, yavrusu A.B.D.ni imdada çağırmıştır. A.B.D.nin kendini göstermesi, gündeme gelmesi Birinci dünya savaşıyladır. Bu medeniyet ve onun dayandığı ideoloji yerleşmeğe başladığı sıralarda tökezliyor da. En önemli tökezleme olayı, 1928deki büyük iktisadî bunalımdır. Başta A.B.D., İngiltere, Almanya olmak üzre Avrupamerika bundan dehşet etkilenir. Bir ölçüde Türkiye de.

Abdülhamit buna “buhran” diyor.

Sonra “bunalım”a çevirdiler, Türkceleştirdiler güyâ. Bütün Türkceleştirilenler sonra Frenkleşiyor, “kriz” demeğe başladılar. Bugün bu süreç devam ediyor. 0 bir yana, bu büyük 1928 bunalımı, Avrupamerikayı altüst etmiştir.

Demokrasi İngiliz icâdıdır, hakezâ sermâyecilik ile imperyalism de. 17 ekim devrimi sonrası farklı yola sapan Rusya, sermâye düzenini bıraktığıçin bunlardan etkilenmez. Lenin, “yeniden liberal iktisada dönelim, bir süre bununla idâre edelim, Rusyadaki açlığın önüne geçelim” düşüncesinde. 1920lerin başlarında Rusyada dehşet bir açlık ve çok şiddetli bunalımlar yaşandı.

Lenin suikasta uğrayıp öldükten sonra l924te yerine Stalin geçti. Onun da Troçki’yle müdhiş mücâdelesi var. Troçki beynelmilelci Ve komunismi bütün dünyaya yaymaktan yana. Yahudiler, her yere yayıldıklarıçin hep beynelmilelci olmuşlardır. “Hayatın Anatomisi” kitabımda belirttiğim üzre, Rus devrimcilerinin kâhir ekseriyeti Yahudidir; Lenin ile Troçki de. Meselâ Sovyet devrimi İngiltere tarafindan rahatca bastırılabilirdi. Ama Yahudi dayanışmasından dolayı bastırılmadı. Komunist olmayan Batıdaki sermâyeci Yahudiler, Rusyada olup bitenlere sevgiyle baktıklarından, müdâhaleyi önlediler. Rusyada komunisme, bolşevikliğe inatla karşı çıkılmıştır. Amiral Kolçak komutasında Kızılorduya karşı mâhir subayların kumanda ettiği Akordu teşkil olundu. Dr. Iivago filmini seyrettiyseniz orada bu, açıkca gösterilir. Akordunun subayları ile neferleri çoğunlukla asilzâde çocuklarıdır. Ak pak tenli, yakışıklı delikanlılar. Öbürleri, Kızılordunun adamları, Moğollarla karışmış tipik Slavlar. Bunlar toprak köleliğinden gelen mujiklerdir.

Troçki asker olmamasına rağmen, Kızılordunun kumandanlığını üstlenmiştir. Askerî yardımlar da almıştır. Nıhâyet Akorduya karşı zafer elde etmiştir. Akordu önce geniş bir sahayı ele geçirmişti, Avrupadan da kısmen destek görüyordu. Çekler ile Lehler yardıma gittiler. Buna rağmen yenildiler. Bu yenilgi cıvar ülkelere doğru büyük bir Rus akınına yol açtı. Biz de payımızı aldık. Mütâreke Istanbulu, Pera cıvarı bunlarla dolup taştı. Sâdece kaçan asilzâdeler ile Çara sâdık kişiler de buraya geldi.

Rusların öteden beri son derece başarılı “kosak” (cosac) adını verdikleri savaşcıları vardır. Dünyanın sayılı savaşcılarındandırlar. “Kazak”tan gelir bu. Büyük ihtimâlle Hırıstıyan olmuş, Çarın emrine girmiş Kazaklardır. İhtilâlde Çarın tarafını tuttuklarından, yenilince bir kısmı buraya kaçar. Kazaklar da Kırgızların bir koludur. “Kazak” Türkcede serseri, başıboş, bir yere bağlı olmayan manâsına gelir. Bizde o anlamı kaybolmuşsa da, bir tek karısının buyruğunu dinlemeyen adam anlamında “kazak erkek” kullanımı kalmıştır. Onların kalın yünden yapma giysileri vardır, giydiğimiz kazak da oradan gelir.

1958de, Etibank genel müdürlüğü sırasında bir iş seyâhatında, babamla birlikte Manyas gölüne gitmiştik. Kılık kıyafetleri, gelenekleri görenekleri, ahşap inşâ edilmiş kiliseleriyle Manyas gölündekiadalardan birinde yaşayan kosaklara misâfîr olmuştuk. Kocaman sakallı, kapı gibi irikıyım adamlar. Votka bulamadıklarından ispirto içip bir yandan müdhiş şarkılar söylüyorlardı. Bu Kosaklar dünyada savaşcılıkları yanında musıkîleri, korolarıyla da ünlenmişlerdir. Hâlâ Rusyada Don ile Dinyeper kosakları var. Şimdi Ukranyada kaldılar, ama oradan kopmak istiyorlar. Manyasta gördüklerimiz de, aralarındaki akrabalık bağı yüzünden artık birbirleriyle evlenemez duruma gelince Amerikaya göçtüler.

Yine l970lerin başlarında Karsın Alman köyünde böyle bir grup insanla karşılaştım. Kağızmandan yola çıktım, hududa doğru yürüyorum. Tepedeyken bir baktım, vadide yeşilliklerin arasında kutu kutu evler. Ne işi vardı onların orada? Almanyada, İsviçredeki köy evleri sanki. Arada bir Protestan kilisesi. Aşağıya bir indim ki, ne göreyim? Sarışın kadınlar, erkekler geleneksel kılıklarında. Gulliver’in ülkesine geldim sandım. Bunlar Stalin döneminde Rusyadan kaçan Volga Almanları. Stalin, Tatar ile Almanları Alman ordusuyla işbirliği yapmasınlar diye İç Asyaya sürer. Bunlar da “artık burada büyüyemiyoruz, evlenemiyoruz, çoğalamıyoruz, gideceğiz buralardan” diyorlardı. Cıvarları olduğu gibi Kürtlerle çevriliydi. Kızlarını onlarla evlendirmek istemiyorlardı. Benzeri bir olayı 1968de Tatvanda yaşadım. Bu kez de Çerkesler orada azınlıkta kalmışlardı ve kızlarını Kürtlerle evlendirmiyorlardı. Ak pak tenli kızları vardı. Hattâ neredeyse beni evlendireceklerdi. O zaman evliydim, iş işden geçmişti. Böyle topluluklar var. Yine Afganıstanda, Pamir yaylasındaki Kırgızlarda gördüm bunu. Belli bir yere dek geliyor, evlenemiyor, soyları kurumağa başlıyor.

Amerikaya dönersek, dünya nasıl bir ânda değişmeğe ve Amerika önemli bir kutup hâline gelmeğe başlıyor?

Amerikalılar, Birinci dünya savaşında Avrupaya İngilizlerden yana müdâhalede bulunuyor ve İngilizler ile Fransızlar onların eteği altında savaşı kazanıyorlar. Fransızlar hep böyledirler. Almanlarla ne zaman karşılaşsalar, İngilizlerin eteğinin altına saklanırlar. Savaş bittikten sonra da İngilizamerikalılara diklenirler. Birinci dünya savaşı tamamıyla

İnceleyin:  Yeniçağ Dindışı Batı Avrupa Medeniyeti ve Din Esaslı Alem Anlayışından Dindışı Dünya Görüşüne

İngiliz-Yahudi medeniyetini perçinlemek üzre hazırlanmış, yürütülüp başarılmıştır. Anlattığım gibi tek istisnâ Rus, Alman, Avusturya-Macarıstan ile Osmanlı imparatorlukları. Durumunu tek perçinleyen İngilizlerdi. Gerçekten güneşin batmadığı imparatorluktur.

Neredeyse bütün dünya İngiliz hâkimiyetindeydi, onların da yardımcısı, işgüderi Amerikalılardır. Bunlar, sermâyeciliği her yöne yayıyor, sağlamlaştırıyorlar. Bunu dini kullanarak, Anglikan kilisesi aracılığıyla yapıyorlar. Asyada, Afrika ile Amerikada müdhiş bir misyonerlik faaliyeti yürütülüyor. Bizde de tabii. Daha 1832de Anadolunun en ucrâ köşelerinde okul açıyorlar. Elâzığda, Tarsusta, Kayseride, Vanda… Zirvesi de Istanbuldaki Robert Koleji ile l950lerin başında açılan ODTÜdür. Bunlar tesâdüf değil, önemli merkezlerdir.

Zihniyetinizi, anlayışınızı öğretim yoluyla getiriyorsunuz. Bu, iktisadî yayılmacılığın zeminini hazırlar. Çünkü ihtiyâçlar kültür esâslıdır. Ne içiyoruz Coca Cola, ne yiyoruz hamburger, ne giyiyoruz blucin (blue-jeans). Bunların hiçbiri yoktu Afganistanda. l971de gittiğimde adetâ Onüçüncü yüzyılı yaşıyorlardı. Gençlerle sohbet ediyordum. “Ne olacak hâlimiz?” diye soruyorlardı. Bir Amerikalı, bir Alman, bir de ben… “Hiçbir yere gitmeyin, memleketinizde kalın, bunlar sizi iğfâl etmekiçin bekliyorlar. Bu kültürü yokedecekler. Bunu iyilikle yapmazsanız döğecekler” dedim; ne yazık ki o zamanki tahminim gerçekleşti.

Daha önce de değindiğim gibi, Birinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan bu duruma Almanya ile İtalyada bir tepki hareketi başgösterdi: Faşism ve nasyonal sosyalism. Almanyadaki ideoloji daha güçlü bir biçimde ortaya çıktı. Almanların millî hasletleri, kişilikleri hep aşırıya kaçmağa yatkın; her şeyden önce asker. Bu yüzden hareket, sermâyeciliğin tersine askerliğe kaymıştır. Oysa sermâyecilik sivil bir harekettir. İngilizler de Fransızlar da, sivil toplumlardır ve askerlik belli bir meslek erbâbıdır. Diğer tarafta adamın yaşayışı, ruhu asker. Bizde de öyledir. Askerliğin olduğu yerde yayılmacılık, saldırganlık da vardır.

Bu, tarihin en ilgi çekici safhasıdır. Nasyonal sosyalistliğin belirmesi, büyümesi, İkinci dünya savaşının patlaması gibi birçok olayın

ya çıkmasına yol açmış tarihî birikimlerdir. Meselâ soykırım. Bu tarihte bile belli belirsiz vardır. İngilizler Güney Afrikada Hollandalılara, Amerikadaki yerlilere ve Kızılderililere karşı bunu uygulamışlardır. Kızıl, kızamık, kızılcık, verem gibi hastalıklara karşı bağışıklıkları bulunmayan adamlara giyecek dağıtarak bu hastalıldarı aşılamışlar. Öyle yerler var ki hiç Kızılderili kalmamıştır artık. Haitide örneğin. Kızılderililer çok gururlu insanlardır ve bu yüzden köle kılınmaları zordur. Öyle olunca toprakların ele geçirilmesi gerekiyor. Hep söylerim, teknik, kitlelerin afyonudur; aklımızı başımızdan alır. Tabletler, bilgisayarlar, telefonlar… Bütün bu “ilkel kavimler”e o günün teknik araçlarını dağıtıp karşılığında topraklarını aldılar. Bir de dini, Hırıstıyanlığı götürüp yine madenlerini alıp altınlarını yağmaladılar. Köleliğe müsâid olan güçlü, kuvvetli, itaatkâr zencilerdi. Zencilerin veya Afrikalıların kayda değer bir medeniyeti olmamıştır. Rahatlıkla köle kılmabildiler. Sekiz milyon cıvarında zenci 1600lerin başlarından 1800lerin sonlarına değin Amerikaya taşındı. Hepsini ölesiye çalıştırdılar; kadınların ırzlarına geçtiler.

Doğan melez çocuklar safkan Afrikalılardan daha çok hor görüldüler. Çok hince bir ticâret söz konusuydu. Öncelik ve özellikle Afrikanın batısından Senegal ve Gambiadan bugün Gana adını verdiğimiz Altın ve Fildişi sahillerinden çıkıyor, Önce İngiltereye, Liverpoola uğruyor, oradan Amerikaya gidiyor. Her zaman değilse de çoğunlukla bu altın üçgen içinde gerçekleşiyordu bu. Felemenkler, Ispanyollar, Portekizliler ve daha az sayıda Fransızlar bunu yaptılar ve en fazla pay İngilizlerindi. 173OIardan îtibâren İngilizler buhar gücünü kullanarak sanayiyi başlattılar. 1800lerin başlarında İngiltere bir sanayi ülkesi hâline geldi. Manchester, Liverpool, Glasgow birer sanayi merkeziydi. 1804te ilk demiryolunu döşediler. Dokuma tezgâhları, demir-çelik, cam derken, Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında merceğe, optiğe geçildi ve ilâç imâl edilmeğe başlandı. Sanayide köle işe yaramaz, ama tarımda yarıyor. Amerikadaki bütün büyük plantasyonlarda köle çalıştırılıyor. Fabrikada öğrenim örmüş adama ihtiyâç var ve öğrenim görmeniziçin de kafanızın

basması lâzım. Bu bir ırk meselesimi bilmiyorum, ama zenciye bunu yaptıramıyorlar. Diğer taraftan fabrikada zenciyi köle olarak bedavadan çalıştıramıyor, ücret ödenmesi gerekiyor. Bu da ürününüzün bahahya patlamasma yol açıyor. Hâlbuki ürünün hammaddesini çok ucuza mâletmek, hattâ bedavaya getirmek istiyorlar. Bunu da Afrikadaki, Amerikadaki ve Asyadaki sömürgelerden temin ediyorlar. Hindıstanı talan ettiler böyle. Afrikadan bütün gerekli madenleri İngiltereye taşıdılar ve böylece bir ülkeyi ikiye ayırdılar. Bir taraf hamı, mamüle çeviren mıntıka anavatan Prenkcesiyle metropolis-; öbür taraf da sömürge -Frenkcesiyle koloni-. Masraf sâdece taşımacılık. Köleleri idâre eden yerliler de Afrikada kabile reisleri, Hindıstanda rajalar.

İtalyada ticâret mal değiştokuşuna dayanıyordu. Buna merkantilism deniyor. Ortaçağ klasik devrinde ortaya çıkmıştı. Daha sonra 1300lerde para tedâvüle giriyor. Avrupa, özellikle de İtalya İslâmdan alıyor parayı. İslâm memleketlerinde devam ediyordu bu eskiden beri. Sonra Felemenkte 1400 sonları 1500 başlarında muazzam bir atılım yaşanıyor. İtalyadan gelen mallar Felemenke ulaşıyor ve ondan Hollanda, Belçika, Flaman bölgesine –bunlar aynı millet, fakat sıyâsî sebeplerle bölünmüşler-, orta ve kuzey Avrupaya yayılıyor. Felemenk müdhiş bir imâlat merkezine dönüşüyor. Teknik çok ilerliyor: Öncelikle de inşâat, mercek ve optik. Adamların memleketi küçük, ama elâlem başkasının ülkesine el atarken, bunlar denizden para kazanmağa başlıyorlar. Körfezlere bend örüyorlar ve kanallar açarak büyük ırmakların mecrâlarmı değiştirip körfezleri kurutuyorlar. Zâten Felemenkin dörtte üçü denizden kazanılmıştır. Amsterdam bir su şehridir. Ayrıca Kuzey Avrupada Almancada Handelsnetzwerk denen bir ticâret ağı örmüşlerdir. Rotterdam, Hamburg, Bremen, Danzig, Kopenhag, Oslo… Bunlar hep bu ittifâkın içinde yer aldılar ve dehşet zenginleştiler. Zenginleştikce sanatta ve düşüncede çok öne çıktılar.

İnceleyin:  Barış — Savaş zıtlığı

Onaltıncı yüzyılda Birleşik Felemenk Cumhuriyetini kurdular. Portekizden atılan Yahudiler Fransaya gelip oradan geçiyorlar; o bölgede pek bir yaşama imkânı bulamıyorlar. Çünkü Fransa kapalı bir devlet ve Katolik. Katoliklik ile Yahudilik hiç bağdaşmamıştır. Katolikler Yahudileri “Tanrıyı idam eden adamlar” veya “Tanrı katili” diye görürler. Hırıstıyanlık dünyaya geldiği günden îtibâren, Pavlus ve Petrus da sürekli olarak Yahudilikle cebelleşmiştir. Gerek ilâhiyâtta gerekse fizik anlamda kavgaları bitmemiştir. İki ana kilise Katoliklik ve Ortodoksluk Yahudilerin kitabına hiç hoş bakmamışlardır. Hollandaysa Flamanlardan farkh olarak din değiştiriyor. Almanyada başgösteren Hırıstıyanlık dönüşüyor; Luther ve Protestanlık İsviçrede ve Hollandada farklı bir şekil alıyor. Islah edilmiş Felemenk kilisesi, İngilterede Anglikanlar, İskoçyada Presbiteryenler ortaya çıkıyor. Hollandadaki kilise büyük ölçüde İsviçreli din adamı Calvin’in etkisinde. Çok sert adamlar. Maddî zenginliklere açıklar, servet edinmeğe karşı değiller. Bu çok önemli bir nokta. Din kapitalismle paslaşmağa başlıyor. Oysa Hırıstıyanlık ve Müslümanlık servetlenmeğe karşıdır.

Dar anlamda Müslümanlık da bundan farklı şeyler söylemez. Fâizleri yasaklamak, sâdece bankaya yatırdığın parayı katbe-kat almanm yasaklanması değildir. İslâm, alınteri dışındaki her geliri haram saymış, dehşet vergi yüklemiştir. Geliriniz arttıkca onu vergiyle, zekâtla indirmiştir. Bu yolla sermâyeci olamazsınız. Bu sebeple Katolikliği yıkmışlardır ve yüz elli yıldır da sıra İslâmda. İngilterede Anglikan kilisesi, Yahudilik gibi kavme bulanmış, kavmi bir kilise hâline gelmiştir. Tıpkı Yahudiliğin İbranî kavmine bağlanması gibi, Anglikan kilisesi, Amerikaya ilk çıkan İngiliz göçmenlerle birlikte o topraklara varıyor ve A.B.D.nin ilk merkezî dini, İngiliz kavminin kendisine mahsüs dini hâline geliyor. İngilizleşirseniz Anglikan olabilirsiniz. Güney Afrikada Mandela böyledir. Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan tam bir İngiliz beğefendisidir, bir tek, rengi karadır. Otuz üçüncü derecede masondur ve karısı da İsveçli beyaz bir hanımdır. Bu onların yöntemidir. Yahudiler de böyledir, İngilizler de. Çok gözlerine kestirdilermi, kendilerinden biriyle evlendirirler. Bunun dışında Yahudi, kesinlikle dışarı kız vermez ve dışarıdan almaz. Servetin dağılmamasıçin evlenme bizde de vardır. Öteden beri dişarıdan evlilik yapsak da, topraklanmağa başladığımızdan bu

yana topraklar yabana gitmesin diye böyle bir durum ortaya çıkmıştır. Tabii, Osmanlıda toprak sâhibi bir tek Hırıstıyanlar, Kürtler ve Araplardır; Türklerin toprağı olmamıştır. Babama bir gün dedim ki “ya baba, büyükbabamn babası Bulgarıstanda mültezimdi, orada topraklarımızın olması lâzım.” Güldü: “Oğlum, onlar emânetti, mültezim memur demek, o toprakları idâre eden kimse.” Türklerin toprakları, ormanları hep mirîydi, devlet malı yâni. Fatih “ormanımdan bir dal kıranın kellesini uçururum” meâlinde kanun çıkartır. Vahdeddin de İtalyaya giderken parmağındaki yüzüğü çıkartıp masaya koyar “bu devlet malıdır” diye, hâlbuki beş parasızdır.

Bahsettiğiniz bu, İngiliz-Yahudi ittifâkı hep böyle iyi, sorunsuzmu ilerliyor?

Her zaman al gülüm ver gülüm işlememiştir. Yapıcı, kurucu, inşâ edici İngilizle, bunun parasını ödeyen Yahudiler arasındaki işbirliği zaman zaman çatlayabiliyor. Büyük ihtimâlle l990larda ve 2000lerin başlarında böyle bir anlaşmazlık söz konusu. Taraflardan biri diğerine gözdağı vermek üzre Nev Yorktaki ikiz kuleleri indiriyor. Büyük ihtimâlle de göz dağını veren Yahudiler. Çünkü ölenler arasında Yahudi yok ne hikmetse. 50 60 yıl sonra beni anarsınız. Yahudiler A.B.D.nde bir türlü sıyâsî sahneye çıkamıyorlar.

Bu ittifâk Amerika kurulurken de devam ediyormu?

Yalnızca Amerika değil; İngiliz nereye giderse Yahudiyi sırtında taşıyor. Avustralyaya, Kanadaya… Hep birlikte gidiliyor ve işbirliği devam ediyor. Yahudiler çoğu kere sıyâsî bir güç elde edemiyorlar ve hep İngilizlerin elinde kalıyorlar. Zaman zaman Disraeli gibi adamlar geliyor, 0 da binde bir. Canlarına tak ediyor. l947de kurdukları Israili de istedikleri gibi güvenceye bağlayamıyorlar. İngilizamerikan dünyası Israilin talep ettiği mutlak teminatı sağlamıyor. Dolayısıyla da tahminime göre ikiz kuleler işâreti veriliyor. Bunun ilk sonuçları, sıyâsette yükselen İngiliz tarafının Yahudilerle karışması şeklinde ortaya çıkıyor. Birdenbire damatlar Yahudi oluveriyor. Biribirine zıt kutuplar, Clinton’ın kızı da Yahudiyle evleniyor, Trump’ın kızı da. Bununla da kalınmıyor, Yahudiliğe dönüyor ve işbaşına getirilen sıyâsetciler Yahudilere teminat vermek zorunda kalıyorar. Obama’ya Nobel ödülü verilmesi gibi.

Ali Değermenci – Öyle Geçer ki Zaman Teoman Duralı Kitabı,syf.219,227

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir