Kategoriler: İslam

İmam-ı Â’zam Ebû Hanife ve Mürcie İthamı Üzerine

İslâm’ın ikinci nesline erişen İmam-ı Â’zam Ebû Hanife’nin itikadı hem seleften olması hasebiyle hem de amelî bir mezhebin kendisine nispet edildiği müctehid bir âlim olması hasebiyle kendisinden sonra hem müntesiplerinin hem diğer mezhep müntesiplerinin hem de muhaliflerinin merakını cezbetmiş ve onu tasvip etmeyenler çeşitli yakıştırmalar ile imamı itikatta bidate sapmakla itham etmişlerdir. Bu ithamlardan biri olan ‘Mürciilik’ bugün de çeşith zümreler tarafından, istismar amacıyla gündemde tutulmaktadır.

İmamın ‘Mürcie’ itikadından olduğu iddiasının hakikatte neye tekabül ettiğinin açık bir surette ortaya konulması bir zarurettir. Bu meselenin vuzuha kavuşması için Mürcie’nin ne olduğuna temas etmek gerekmektedir, irca’ kelimesinden türeyen Mürcie’nin üç ana anlamı mevcuttur.

1. İmanı, kalp ile tasdik ve dil ile ikrar şeklinde tarif ederek ameli bu tarife dâhil etmeyip onu rükn-ü aslî olarak görmemeyi ifade eder.

2. Cemel ve Sıffin savaşlarında savaşanların durumu hakkında müspet-menfi herhangi bir hükümde bulunmayarak onların durumlarını Allah’a havale etmeyi ifade eder.

3. Kâfire amellerinin fayda vermediği gibi Mümine de günahlarının zarar vermeyeceğini kabul ederek, amelleri irca etmeyi ifade eder.

Mürcie ifadesinin üç başlığı da kapsayan bir üst adlandırma olduğu anlaşıldığında bu başlıklardan mesela Cemel ve Sıffin savaşında bulunanların durumları üzerine hüküm vermeyip tevakkuf etmek ve onların durumunu Allah’a irca etmek, tüm Ehl-i Sünnet’in üzerinde ittifak ettiği bir esastır.

Hatta bu anlamda günahkâr bir müminin bu hâl üzere ahirete irtihal eylediğinde onun hakkında dahi cennetliktir yahud cehennemliktir gibi katî bir hükmün serdedilemeyeceğinde icmâ vardır.16 Dolayısıyla bu anlamda bir ircayı Ebû Hanife’yi zemmetmek kastıyla kullanmanın muhal olduğu aşikârdır.

İmam Ebû Hanife’yi Mürcie’den olmakla itham edip onu zemmetmeye gayret edenlerin asıl kastı birinci başlık ve üçüncü başlıktaki ayrımı/farkı gizleyip, mugalâta ile hilaf-ı hakikat bir iddiayı kabul ettirmektir. Şu hakikati peşinen ifade etmekte fayda bulunmaktadır; İmanı, kalp ile tasdik ve dil ile ikrar şeklinde tarif etmekle, amelsizliğin kişiye zararı olmayacağının aynı manada olduğunu beyan etmek muhaldir.

Bu iki hüküm arasında çok büyük farklar mevcuttur ki İmam-ı A’zam hiçbir eserinde amelsizliğin, günahın kişiye zarar vermeyeceğine dair tek cümle sarf etmiş değildir. Aksine kurucusu olduğu amelî mezhebi Müslümanların amellerinde doğru olanı takip edip sıkı sıkıya yapışmaları için getirdiği ictihadlarla ve yetiştirdiği müçtehitlerle miras bırakmıştır.

Öte yandan İmamın kendi hayatına dair bizlere intikal eden güvenilir rivayetlerden onun ameline karşı ne denli hassas ve düşkün olduğu da müsellemdir.17 Bununla beraber ehl-i hadis kahir ekseriyetle amelleri imana dâhil ederek tarif etmişse de aradaki bu ihtilaf lafzîdir. Çünkü hem Ebü Hanife ve ashabı hem de ehl-i hadis, günahkâr bir kimsenin imandan çıkmayacağı/çıkmadığı hususunda müttefiktirler.18

İmam-ı Â’zam’ın işte bu bidat itikadı görüşten, ircâ fikrinden olduğunu vehmettiren rivayetlerin ise tarihi bir hakikati ile senet açısından sıhhati mevcut değildir. Mesela İmam Malik’in Muvatta’da yer alan ve doktorların tedavisinden aciz kaldıkları hastalık anlamına gelen ‘ed-Dâu’l-Udal’19 ifadesinin tefsirini talep eden kişilere, bunun Ebü Hanife ve ashabı olduğunu, çünkü Ebü Hanife’nin irca suretiyle sapıklığa sevk ettiğini söylediği nakledilir. Muvatta şarihlerinden Endülüslü el-Bacî ise bu rivayetin sahih olmadığını şerhinde beyan etmektedir.20 Bununla beraber İzmirli İsmail Hakkı (ö. 1947) bid’at olan ircâ fikrinin ilk olarak Ebü Selt es-Semmân (ö. 152/769) tarafından başlatıldığını bundan evvel sadece Ehl-i Sünnet ircasının olduğunu zikretmektedir.21

Hatib el-Bağdadî de Tarih’inde, Haşan b. Hüseyin İbnü’l-Abbas en-Nealî > Ahmed b. Cafer b. Selam > Ahmed b. Ali el-Ebbâr > Ebû Yahya Muhammed b. Abdullah b. Yezid el-Mûkrî senediyle: “Ebû Hanife heni ircaya davet etti.” şeklinde bir aktarımda bulunmuştur.22

Rivayetin senedinde yer alan Ebû Yahya el-Mûkrî dışındaki ravilerin sika olmadığı ifade edilmiştir.” 23 Metin açısından ise herhangi bir kanaat hâsıl edecek bir metin olmadığı için
davetin Ehl-i Sünnet Mürcie’sine olmadığını iddia etmek de makul görünmemektedir. Görüldüğü üzere böyle bir rivayetten hareketle imama bidat nispet etmenin hiçbir ilmî kıymeti haiz olmayacaktır.

Kaynaklarda zikredilen bir diğer önemli husus ise Mürcie ifadesinin ideolojik bir kullanıma alet edildiğidir. Mutezilenin kendilerinden olmayan herkesi Mürcie olarak isimlendirdikleri bilinen bir husustur.24

Aynı şekilde Haricîlerin de böyle bir kullanımla, hasımlarını zemmetmek amacıyla ‘Mürcie’ şeklinde anıldığı söylenmiştir.25 Bu isimlendirme sadece Ebû Hanife’ye has bir durum değildir. Nitekim Mutezile’nin ehl-i hadisi topyekûn Mürcie olarak isimlendirdiği de nakledilmiştir.26 Hanefî ulemâdan Ebû Mutf en-Nesefî’nin Kitabu’r-Red Ale’l-Bida’ eserinde Mürcie’yi sadece imanla birlikte günahın zarar vermeyeceğini iddia edenler olarak nakletmesi de bu konuda hatırda tutulması geren bir husustur.27

İmam Buharî’nin Ebû Hanife’yi Mürcie’den olarak nakletmesine gelince o Tarihu’l-Kebirinde bu bilgiyi verdikten sonra imamın rey ve hadisinin terk edildiğini ifade etmiştir. İmam Buharî’nin, Ebû Hanife ile ilgili cerh ifadesinin gerekçesine dair birkaç hususa dikkat çekilmiştir. Bunlardan biri onun, Nuaym b. Hammad ile olan arkadaşlığıdır.28

Nuaym’ın şiddetli taas-subu ve İmam-ı Â’zam hakkında onu kusurlu gösterecek hikayeler uydurması, yani kaş yapmak isterken göz çıkarması İmam Buharî’nin onunla ilgili hatalı malumata ulaşmasına sebebiyet vermiştir. Cerh hususunda bir kısım muhaddislerin İmam Ebû Hanife’yi hedef aldıkları itiraz kabul etmez bir hakikattir.

Lâkin bu hususta en önemli yaklaşım bizce Tehanevî’nin şu ölçüsüdür: “Ebû Hanife’nin vefatından asır veya asırlar sonra doğmuş Buharî ve ona tabi olanların sözü değil, Yahya b. Ma’in’in sözü geçerlidir. Yahya b. Ma’in konuştuğu zaman Buharî, MüsUm, Nesaî ve diğerleri susarlar. Çünkü bunların hepsi, İbn Ma’in’in rical konusunda emsalsiz olduğuna şahitlik etmişlerdir.”29 İmam Ebû Hanife’ye yönelik bu kabil tenkidlere ve yakışıksız ithamlara karşı Muhammed Abdurreşid en-Numanî’nin Mekânetü’l-îmam Ebû Hanife fi’l-Hadis eserine, Muhammed el-Kerderî’nin Menakibû’I-îmam Ebû Hanife eserine, Heytemî’nin Hayratü’l-Hisan adlı eserine, Muhammed Kasım el-Harisî’nin Mekânetü’l-îmam Ebû Hanife Beyne’l-Muhaddisîn eseri gibi daha pek çok esere bakanlar ayrıca Zahid el-Kevserî’nin, Muhammed Ebû Zehra’nın ve birçok muasır âlimin kıymetli teliflerini inceleyenler tatmin edici ve mufassal cevapların verildiğini göreceklerdir.

Tüm bunların dışında ve daha önemli bir hüccet olarak İmam-ı Â’zam’ın günümüze ulaşan kendi eserlerinde Mürcie’ye dair neler söylediği bu meselenin sağlıklı olarak anlaşılabilmesi için hayatidir. Nitekim İmam Ebû Hanife’nin çağdaşı ve dostu olan Osman el-Bettî’nin kendisine gönderdiği mektuba cevaben yazdığı risalede iman ve amel münasebeti ile ilgili etraf İl izahlar getirdikten sonra; “Zikrettiğin Mürcie meselesine gelince: bid’at ehli,hak ve doğruyu söyleyen kimseleri bu isimle isimlendirirse, hakkı söyleyenlerin bunda ne günahı vardır?

Oysaki böyle isimlendirilenler adaletli ve sünnet ehlikimselerdir. Mürcie ismini de ancak onlara düşmanlan vermiştir. ifadeleri ile daha önce işaret ettiğimiz isimlendirme şeklinin muhatabı olduğunu bizzat kendisi dile getirmiştir. Özlü bir şekilde yine İmam Ebû Hanife’nin kendi eserinden amel iman münasebeti ile ilgili şu satırlar onun hangi noktada

olduğunu ortaya koymaya kâfidir. “Bil ki; benim görüşüm şudur: Kıble ehli mü’mindir. Onları terk ettikleri herhangi bir farizadan dolayı imandan çıkmış kabul etmem. İmanla birlikte bütün farizaları işleyerek Allah’a itaat eden kimse, bize göre cennet ehlidir. îmanı ve ameli terk eden kimse ise, kâfir ve cehennemliktir. îİmanı bulunduğu halde farizaların bazısını terk eden kimse, günahkârmü’mindir. Onun azap görmesi yahud affedilmesi Allah’ın dilemesine bağlıdır. ”

Bu satırlar İmam-ı Â’zam’ın itikadına dair nakilde bulunmuş Tahavî’nin Akidetü’t Ehl-i Sünne’si gibi erken dönem kaynaklardan da teyid edilebilmektedir.Cemel ve Sıffin savaşlarına iştirak edenlerin durumu hakkında da İmam; “Hz. Peygamber’in ashabı arasında bizden önce geçen ihtilaflar için, ‘Allah eniyisini bilir’diyorum.”30ifadeleri ile tüm Ehl-i Sünnet’in tavrını beyan etmektedir. Bütün bu açık gerçeklere rağmen lafzı bir imkânı istismar ederek, yahud kavramların istikrar bulmadığı evrelerdeki kullanımları bugüne taşıyarak İmam-ı Â’zam’a Mürcie ithamını sürdürmek, ima etmek hem hilaf-ı hakikat hem de büyük bir vebaldir.31

Melikşah Sezen – Maturidiyye 1,syf:24-27
Dipnotlar:

16.-Lalekâî, Şerhu Usıd-i İtikadı Ehl-i Sünneti ve’l-Cemmt-i mi’n-Kitabî ve’s-Sünneti ve İcami’s-Sdhabeti ve’t-Tdbiin ve men Ba’dehum, syf. 78

17.” Şehristanl, el-Milel ve’n-Nihal, çev. Mustafa Öz, syf. 142; Talat Koçyiğit, Hadiscilerle K elâm alar Arasındaki M ünakaşalar, syf. 57

18.el-Lalekâl, a.g.e., syf. 78; İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, syf. 124; Salahattin Polat, Hadis Araştırmaları, syf. 53

19.İmam Malik, Muvatta, İsti’zân, 30; Zahid el-Kevsert, Fıfehu Ehli’l-Irak ve Hadisuhum, çev. Abdulkadir Şener, syf. 9

20. el-Baci, Müntekâ, c. 7, syf. 300

21.İzmirli İsmail Hakkı, a.g.e., syf. 125; Islâm’da Felsefe Akımlari, syf. 37

22.Hatib el-Bağdadî, Tarih, c. 13, syf. 375

23.Mustafa Ûztoprak, a.g.e., syf. 67

24 Şehristanî, a.g.e., syf. 141;

25.İbn EbîYa’lâ, Tabakât, c. 1. syf. 36

26.Hayri Kırbaşoğlu, Ehl-i Sünnet’in Kurucu A talan, syf. 74

27.Ahmet İzol, Ebû Muti’ en-Neseft’nin Kitabu’r-Redd A le’l-Bida’ Adlı Eserinin Tercüme ve Tahlili, YLT-2013, syf. 40 vd.

28.Mustafa Acıoğlu, Müsned-i Ebû Hanife Tercüme ve Şerhi, c. 1, syf. 68

29.Mustafa Acıoğlu, a.g.e., c. 1, syf. 74-75

30.Ebû Hanife, Osman el-BettI’y e Risale, (İmam-ı Â’zam’m Beş Eseri içerinde), çev. Mustafa Ûz,
syf. 63

31.Ebû Hanife, a.g.e., syf. 62

32. H. Sabri Erdem, Ebû Hanife ve Ebû Mansur el-Mâtundî, M ürde’nin Devamı O larak Görülebilir mi?, (Büyük Türk Bilgini İmam Mâturîdl ve Mâturîdtlik Milletlerarası Tartışmalı tlmî Toplantı
tebliği), syf. 146

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

1 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

1 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce