İlmin Faziletine Dair Aklî Deliller
İlmin üstünlüğünün akli delilleri hususunda deriz ki:
İlmin bir şeref ve kemal sıfatı, cahilliğin de bir noksanlık sıfatı olduğunu akıllı kimselerin zaruri olarak bildiği bir gerçektir. Bu sebeble yalan olduğunu bilse dahi alim bir kimseye: “Ey cahil!” denilse, bu onu rahatsız eder. Yine aksini bile bile, cahil bir kimseye “Ey alim” denilse, o bundan hoşlanır. Bunlar ilmin bizzat kıymetli ve bizzat sevimli; cehaletin de bizzat eksiklik olduğuna delildir.
Keza ilim nerede bulunursa bulunsun ilim sahibi saygı ve ta’zim görür Hatta hayvanlar bile insanı gördüğü zaman onu sayar ve ona İtaat eder. Her ne kadar bu hayvan insandan çok güçlü olsa da… İdareciler bile kendi içlerinde, daha akıllı ve daha faziletli birisini gördükleri zaman isteyerek ona itaat ederler. Âlimler de, inadlaşmadıkları müddetçe, tabii olarak, ilimde kendilerinden geride olanların reisi olurlar. İşte bundan dolayı Hz.Peygamber (s.a.s.)’e karşı çıkıp onu öldürmek isteyen kimselerden bir çoğunun gözleri Hz.Peygamber (s.a.s.)’e iliştiğinde Allah onların kalbine Hz.Peygamber (s.a.s.)’in heybet ve korkusunu düşürdü de onlar onu çok heybetli görüp, ona boyun eğdiler. Bundan dolayı şair şöyle demiştir: “Onun hakkında apaçık ayetler olmasaydı bile O’nun görünüşü sana, birşey sorma ihtiyacını hissettirmezdi.”
Keza şüphe yok ki insan diğer canlılardan daha faziletlidir. Bu fazilet ve üstünlük, insanın güç ve kuvvetinden dolayı değildir. Çünkü hayvanlardan çoğu onun kadar hatta ondan daha fazla kuvvete sahibtir. Bu durumda insanın bu üstünlüğü, ancak onun nurânî bir meziyete ve kendisi ile eşyanın hakikatini anlayıp ona muttali olmaya, Allah’ın: “Cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım “(zariyat, 56 ayetinde buyurduğu gibi ibadetle meşgul olmaya müsait hale geldiği Rabbani latifeye sahib olmasından dolayıdır.
Keza câhil, sanki hiçbir şeyi göremediği, kesif bir karanlık içindedir. Halbuki alim sanki, kainatın bucaklarında uçuyor, makûlâtın denizlerinde yüzüyor, böylece mevcud ve ma’dumu, vacib, mümkün ve muhali mütalaa ediyor, sonra mümkinin cevher ve araza; cevherin basit ve mürekkebe bölündüğünü kavrıyor ve bunlardan herbirinin türlere, türlerin de kendi alt türlerine, cüzlere, cüzlerin de kendi alt cüzlerine ve başkası ile ortak olduğu cüzlerle, başkası ile ortak olmadığı cüzlere bölündüğünü ileri derecede görüyor ve herşeyin eserini müessirini, malûlünü, illetini, lazımını, melzumunu, küllisini cüzisini ve tekini çoğunu tanıyor, hatta aklı, bütün malûmatı detayları ve kısımları ile üzerine yazdığı bir levha gibi oluyor.
Bu derecenin üzerinde daha üstün bir saadet olabilir mi? O böyle olduktan sonra, bilgisiz nefislerin alim olması gibi, bu nefis ruhlar aleminin bir güneşi gibi oluyor ve diğer nefislerin ebedi hayatlarına sebeb oluyor. Çünkü bu nefis önce kendisi kamil oldu, sonrada başkalarını müken.n.elleştirdi ve böylece de Allah ile kulları arasında bir vasıta oluverdi. İşte bu sebebten ötürü Cenab-ı Hak; “Allah melekleri, emrinden olan ruh ile “(Nam, 2) buyurmuştur.
Müfessirler bu “ruhu”, “ilim ve Kur’an” diye tefsir etmişlerdir. Ruhsuz beden ölü ve bozuk olduğu gibi, ilimsiz ruh da ölüdür. Bunun bir benzeri de Cenab-ı Hakk’ın: İşte bu şekilde biz sana emrimizden bir ruhu sana vahyettik”{Ştoa, 52) ayetidir. Buna göre, ilim, ruhun da ruhu; nurun da nuru; özün de özüdür. Bu saadetin devamlı olup, zeval ve değişmeden uzak olması da özelliklerinden biridir. Çünkü külli tasavvurlara yok olma ve değişiklik arız olamaz. Bu ilim saadeti, zatı bakımından yüceliğin zirvesinde,sonra da ebedilerin en ebedisi, yaşayanların en uzun yaşayanı olunca, saadetlerin en mükemmeli olmuştur. Keza peygamberler (s.a.s.) ancak hakka davet için gönderilmişlerdir.
Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel bir şekilde mücadele et. Hiç şüphesiz Rabbinin yolundan sapanları ve hidayete erecek olanları en iyi bilendir”(Nahl, 125), ve: “De ki: Bu benim yolumdur. Ben Allah ‘a açık hüccet ile davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar (böyleyiz.)” (Yusuf, 108) buyurmuştur. Sonra işi başından al, o zaman göreceksin ki Cenab-ı Hak; “Ben muhakkak yeryüzünde bir halife yaratacağım “(Bakara, 30) buyurup, melekler de : “Orada bozgunculuk yapacak kimseler) mi yaratacaksın “(Bakara, 30) deyince, Allah Teala “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum”(Bakara. 30) buyurmuş ve onlara kendisinin bilmesi ile cevab vererek, kudret, irade, sem’î,basar, vucüd, kıdem ve mekan ile cihetten münezzeh olma gibi diğer celal sıfatları ile onlara cevab vermemiş ve onları bu sıfatlarla susturmamıştır. Ancak O, ilim sıfatı ile onlara cevab vermiştir. Bu da cemal ve kemal sıfatlarının hepsi her nekadar son derece şerefli iseler de, ilim sıfatının onlardan daha şerefli olduğunu gösterir.
Cenab-ı Hak, Hz.Adem (a.s.)’in üstünlüğünün de ilimle olduğunu beyan etmiştir. Bu da ilmin, başka şeylerden daha şerefli olduğunu gösterir. Sonra Cenab-ı Hak, Hz.Adem’in ilmini ortaya koyunca onu meleklerin secdegâhı ve yeryüzünün halifesi kıldı. Bu da Hz.Adem’in bu mertebeye ancak ilmi ile müstehak olduğuna delalet eder. Sonra melekler, teşbih ve takdisleri ile övünmüşlerdir. Bunlarla öğünmek ise ancak, bunlar ilimle birlikte olurlarsa yerinde olur. Bu ikisi ilim olmadan yapılırsa, bu nifak olur. Nifak ise, en aşağı mertebedir. Nitekim Cenab-ı Hak: “Hiç şüphesiz münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar”(Nisa. 145) buyurmuştur. Veya, ilimsiz teşbih ve takdis bir taklid olur, taklid ise kınanmıştır. Bu sebeble meleklerin teşbih ve takdislerinin, ancak ilmin bereketi ile, övünmeyi gerektirdiği ortaya çıkmış oldu.
Sonra Hz. Adem (a.s.)’e, ileride izahı geleceği gibi, içtihadı bir meselede hata ettiği için “günah işledi” denildi. Ufacık bir hatadan dolayı, başına gelen başına geldi. Birşeyin önemi ne kadar çok olursa, şerefi de o nisbette fazla olur. Bu da, ilmin ne kadar yüce olduğunu gösterir. Sonra Hz.Adem ilmin yüceliğinin bereketiyle tevbe edip, pişman olarak hakka dönüp, günahta ısrarı ve kibirlenmeyi bırakınca peygamber olarak seçilme elbisesini giydi. Sonra Cenab-ı Hakk’ın: “Gece kararınca bir yıldız gördü. ‘(Enam, 76) buyurduğu gibi, İbrahim (a.s.) ‘in, daha işin başında nasıl ilim talebi ile meşgul olduğuna bir bak. Sonra o, yıldızlardan aya, aydan güneşe geçti de, tefekkürü ile, birşeyden başka bir şeye geçe geçe, onu maksadına götüren açık bir delil parlak bir burhana ulaşıncaya kadar buna devam etti.
Böylece de şirkten yüz çevirerek, “Ben benliğimi, gökleri ve yeri yaratan (Allah’a) döndürdüm “(Enam, 79) dedi. Hz.İbrahim bu dereceye ulaşınca, Allah onu en güzel şekilde medhedip, en mükemmel şekilde yüceltti de, bir keresinde: “İşte biz böylece İbrahime göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk”(En’am, 75); bir başka defa da: “İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz hüccetlerdir. Biz kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz’.En’am, 83) buyurmuştur. Sonra Hz.İbrahim mebde’ (ilk yaratılış) bilgisine ulaştıktan sonra me’ad (ahiret) bilgisi ile meşgul olarak: “Mani İbrahim: Ya Rabbi, ölüle/i nasıl dirilteceğini bana göster” demişti. “{Bakara, 260). Sonra O, öğrenme işini bitirince, bir keresinde “Duymayan ve görmeyen (putlara) niçin tepiyorsun?”(Meryem 42) diyerek babasına; bir keresinde: “Sizin ibadete kapandığınız bu putlar da ne oluyor ?”(Enbiya. 52) diyerek kavmine; ve bir keresinde de: “Rabbi hususunda İbrahim ile tartışan adama baksana?”{Bakara, 252) diyerek de zamanın hükümdarına, delil getirip onları irşad etmekle meşgul olmuştur.
Yine Hz.Salih, Hûd ve Şuayb (a.s.)’a bak; onlar işlerinin başında ve sonunda nasıl öğrenmek, öğretmek ve insanları ilahi deliller hususunda düşünmeye irşad etmek ile meşgul olmuşlar?
Yine Hz.Musa (a.s.)’nın Firavun ve ordusu ile olan durumları ve Hz.Musa’nın onlara getirmiş olduğu çeşitli deliller de böyledir. Nihayet, efendimiz Hz.Muhammed (s.a.s.)’e bir bak; Allah O’na peşpeşe nasıl ilimle lütfetmiş de, şöyle buyurmuştur: “Seni yitmiş buldu da, yola iletmedi mi? Seni yoksul buldu da, zenginleştirmedi mi?”(Duha, 7-8). Böylece Cenab-ı Hak, ilimle olan lütfunu mal ile olan lütfundan daha önce zikretmiştir.
Yine, Cenab-ı Hak, “Sen daha önce Kur’an nedir, iman nedir bilmiyordun”(şura, 52) ve “Bunu sen ve kavmin, bundan önce bilmiyordunuz”(Hud, 49) buyurmuştur. Sonra ilim, Hz.Peygamber’e ilk vah- yolunan şeydir. Allah: “Rabbinin ismiyle oku!”(Alak, 1) buyurmuştur.Keza Allah’u Teâla daha sonra:”Ve sana, bilmediğin şeyleri öğretti”{Nisa,113) buyurmuştur.
Yine, Hz. Peygamber devamlı “rabbim, bana eşyayı, nasıl iseler öylece göster” derdi. İnsanlara, bu zikrettiğimiz akli ve nakli delillerle ilmin kıymeti gösterilememişse, artık onlar için bundan sonra hiç bir şeyin ortaya çıkması mümkün olamaz.
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 2/309-313.