ÖZKAN GÖZEL
1.
Her ne olduysa özneler olarak kendimizi yeryüzüne konulmuş bulduk. Hakikatte, yeryüzüne konulmuşluk, varolmanın yükünü üstelik ihtiyarımız haricinde omuzlarımızda buluvermek anlamına geliyor. Bu yük, sırf mihnet olarak çekeceğimiz bir şey mi, yoksa nihayetinde taşımaktan memnuniyet duyacağımız bir şey mi? Esef mi etmeliyiz buna, yoksa şükran mı duymalıyız? Cevapta acele etmeyelim. Bilelim ki bu sorular esasen toptan ve teorik olarak değil de, münferiden ve var olma çabamız içinden, üstelik tematik olmayan bir yolla ce- vaplandırılabilecek sorular. Dahası, ömür defteri henüz açık! Çoktan olmuş—olan sanki şöyle oldu: Var olma bize sunulmuş bir teklifti de biz onu önünü sonunu pek de düşünmeden yani cehaletle ve/veya aceleyle kabullenivermiştik; ancak neden sonra ve gecikmiş bir bilinçle, hâkezâ kendimize geldiğimiz ölçüde anlıyorduk —eğer ki anlıyorsak— bu teklifin ciddiyet ve ağırlığını- Bilinç doğası gereği gecikiyor ve anladığını hep neden sonra anlıyor. Hem biz hayatımızın safhalarını da ekseriya geriye dönük olarak yani olaylar esnasında değil de daha ziyade onlar olup-bittikten sonra anlayıp-anlamlandırıyor değil miyiz?
2.
Ölüm bizi bura’dan alana kadar dünyadayız. Dünyaya gelmeyi kendimiz seçmediğimiz gibi, bura’da ilelebet kalmak da bizim elimizde değil hiçbir şekilde. Bu demektir ki hakikatte ne başlangıcımıza sahibiz ne sonumuza; biz buna Yaratılmışlık diyoruz. Bir kerede gerçekleşmiş ve olup-bitmiş bir şey olmayan yaratılmamız bir teklifle, ilksel bir teklifle açılmaya başlıyor ve teklif karşısında alacağımız tavırlarla şekillenip devam ediyor. Doğum ve ölüm arasında var olmakla (yükümlü kılınmış özneleriz. Arada dünya hayatı kâh bir seçimler demeti kâh sorumluluklar manzumesi olarak seriliyor önümüze veya hem o hem bu olarak çıkıyor karşımıza. Ama bilelim ki omuzlarımıza yüklenen ve esasında bizim (bilinçli) bîr tercihimiz olmayan varolma yükümlülüğü hayatımıza yayılmış sonraki tüm diğer seçimleri ve sorumlulukları başlatıyor ve belirliyor. Söz konusu ilksel yükümlülük, yalnızca sorumluluğumuzu değil, dahası talip olduğumuz özgürlüğü önceliyor.
3.
Uçmak’tan her nasılsa bura’ya indirilmiş ve kendini bura’da var olmakla yükümlü bulmuş varolanlarız biz. Özgürlük ve sorumlulukla tanışmamız esasen bura’da başlıyor. Uçmak’ta belli ki çocuklar gibi şendik; üzerimizde hiçbir yük, yanımızda yöremizde hiçbir sıkıntı, külfet ve zahmet yoktu; özgürlüğe ve sorumluluğa öncel bir şekilde memnun ve mesut olarak teklifsizce yaşıyorduk orada. Şimdi konulduğumuz bu mihnet ve külfet yurdunda uçmak’a dönüş arzusu taşıyoruz içimizde —bu, bir yüksüzleşme arzusu belki de. Teklife öncel o hali özlüyoruz, yine öyle yaşamaya can atıyoruz. Ama şu an dünyadayız; burada bir süreliğine eğleşen konuklarız. Dünya özgürlüklerin ve fakat aynı zamanda sorumlulukların ara-mekânı. Bunlar bir bakıma çatışıyorlar ama bir bakıma da örtüşüyorlar. Özgürlük ile sorumluluğun çatışma ve aynı zamanda örtüşme anlarını tespit ve tahlil ve bu surette yeryüzünde bulunuşun ne idiğünü anlama çabası felsefenin uğraşı alanına dahil.
4.
Doğum ve ölüm arasında bura’da yani bu ara’da bulunuşumuz, kend’oluş yolculuğumuzun bir safhası. Dünya bir konarga, özne bir göçebe. Bura’da bulunuşumuzu, dolayısıyla yeryüzüne konukluğumuzu anlama ve anlamlandırma imkânı uhdemizde. Felsefe; dinin, ahlakın ve sanatın yanı sıra, yeryüzünde bulunuşu bir anlamlandırma pratiği. Başlangıcımıza ve dahi sonumuza sahip değilsek de, ara’da serbestiz ya da öyle olduğumuzu vehmediyoruz. Başına ve sonuna sahip olamayan nasıl ve ne derece serbest olabilir? özgürlüğü —serbestiyetin ötesinde— yeni baştan anlamlandırma,onun ilksel teklifle bağım anlama ihtiyacındayız.İşe şuradan başlayabiliriz; Var olma, hakkımız olmadan ve dahi özgürlüğümüze konu olmadan önce, yükümlü olduğumuz bir şeyi Var olmayı üstlenmekle kend’olmayı seçiyoruz esasında. Kend’olmayı seçmek suretiyle de kendimizi özgür-olmaya-bırakıyoruz. Peki ama burada özgürlükten serbestiyet anlamında basitçe hürriyeti değilse, hakikatte neyi anlıyoruz? Kend’olmak ile özgür olmak arasında aslî bağ ne? Yükümlü olma ile özgür olmayı bağdaştırmak mümkün mü? Ve nasıl özgür olabiliriz?
5.
Kend’olmak, öz’ün bu demektir ki kendilik’in zuhuruna ve tekâmülüne katılmak ve tanık olmakla mümkün oluyor. Kend’olmak, öz’ü —kendiliği— gürleşmeye bırakmak yani ki özgürleşmek demek. Ne var ki, özgürleşmek bedelsiz olmuyor; kend’olmanın yükünü yüklenmekle, teklife muhatap olmakla mümkün olabiliyor ancak. Özümüz yani kendiliğimiz biz onu yaşarken veya yaşayarak gürleşmeye bırakabilelim diye bize verilmiş en has imkânımız. Kendimizi var oldukça ve var olarak kazanıyoruz.
6.
Kend’olmak özneye sunulmuş asıl ve asil teklif. Özne bu teklifi kabul etmekle kuşkusuz ağır bir yükün altına girmiş ve fakat özgürleşme imkânı olarak kend’oluş’un zuhuruna ve tekâmülüne giden yol da bu surette açılmış oluyor. Teklifi kabul etmek, haddizatında, özneliğin (ya da daha kestirme bir tabirle insan-olma’nın) haysiyet ve şerefine talip olmaktır. Teklif, özneye bir yük yüklemekle birlikte, aynı zamanda özgürleşme imkânını başlatıyor; şu halde, mükellefiyet (yükümlülük) özgürlüğü önceliyor ve dahi onu öncelemek suretiyle belirliyor. Kendi’nin gürleşme ya da kuvveden fiile çıkma imkânı bu ilksel teklifte açılıyor ve kendi bu teklife müspet olarak mukabele etmesi ölçüsünde, kend’olmanın, şu halde öz’ünü gürleştirmenin imkânını elde ediyor.
7.
Teklif ağır mı ağır hakikatte, kend’olmak zor mu zor; ama beşerlik düzeyini aşıp insan olmanın haysiyet ve şerefine sahip olmak ancak kend’olma yükünü üstlenmekle mümkün olabiliyor. Beşeriz ve fakat insan olmakla / insan kalmakla mükellefiz. İnsana sunulmuş teklif hakikatte onu özgür —özü gür— kılmaya müteveccih: Yük eğer onu layıkıyla omuzlayabilirsek bizi özgürleştirebilecek. Topraktan yapılmayız ve fakat başımız göğe yükseliyor. Omuzlarımıza yüklenen yük, onu taşımaya liyakat kesp ettiğimiz ölçüde, bize terfiin, göğe yükselmenin yani insan olmanın yolunu açıyor. Göğün çekimine uyup teklife muhatap özneler mi olacağız yoksa balçığa gerileyip beşerlik düzeyinde kalmayı seçerek özneleşme imkânını tepecek miyiz? Biz bu soruya benimsediğimiz ahlâkî tutuma bitişik olan hayat tarzımızla yaşarken tematik olmayan bir tarzda cevap yeriyoruz aslında.
8.
Hayatımızın her adımında ve her alanında irili ufaklı kararlar alıyoruz ve bu kararları uyguluyoruz. Aldığımız bir karan uygulamamak ya da eksik veya farklı uygulamak da nihayette bir karar ve dahi kararsızlık kararın eksikli kipi.Sonuçta hayatımız aldığımız (ve almadığımız) kararlarla yürüyor ve şekilleniyor. Karar almak? Kendimizi rastlantılara veya içgüdülerimize göre yönlendirmediğimiz ölçüde, bu, en İnsanî edim belki de. Karar almak suretiyle bir kısım imkânları içeri alıyor, bir kısmını da dışta bırakıyoruz. Yaşarken kendimizi aldığımız kararlarla “imkânlarımıza doğru atılmış” buluyoruz. Üstlendiğimiz varoluş ola ki bir atılıma dönüşebiliyor bu surette. Bu vaziyet, var olma maceramızı özetliyor bir bakıma. Var olurken duraktan durağa ya da karardan karara geçerek yaşıyoruz. Kendinden gelip yine kendine doğru giden ve aldığımız kararlarla şekillenen bir yoldayız. Yol ve yolcu kendimiziz; yolculuk kend oluş yolculuğu. Karar kılacağımız yer yine kendimiz ama yeni kendimiz.
9-
Aldığımız kararlar kendimizi içinde bulduğumuz şartlar tarafından belirleniyor, en azından bu şartlar kararlarımızı etkiliyor, Başka bir ifadeyle, biz kararlarımızı kuşatıldığımız şartlar muvacehesinde alabiliyoruz ancak, Öte yandan, kararlarımızın etkileri kuşatıldığımız şartlan değiştirip dönüştürmeye mâtuf çoğu zaman. Biz belli şartlar muvacehesinde ve ekseriya işbu şartlan değiştirip dönüştürmeye yönelik kararlar almak süretiyle kendi varoluş çerçevemizi oluşturuyor ve bu çerçeve dâhilinde de kendimizi kazanyoruz. Aldığımız kararlar ve kendimizi içerisinde bulduğumuz şartlar arasında bîr diyalektik işliyor ve biz bu diyalektik içinden yaşarken kendimize doğuyoruz yavaş yavaş. Tuhaf ama ne zaman ki ölümle kapanıyor ömür defterimiz, o zaman kendimize tam anlamıyla doğmuş oluyoruz. Ölüme doğru oluşuyla yaşamak, azar azar kendini tamamlamaya doğru yol almak demek bu bakımdan. Ne denli genç ölse de, insan ölümle hitâma eriyor ve tam da bu hitâma erişle birlikte itmâm oluyor: İnsan doğduğunda ölüme ama aynı zamanda kendine doğmuş oluyor. Sanki ilk doğum doğmaya bir başlangıç yalnızca. Hayat ise sonu ölüme varan yolda kendini peyderpey kazanma vetiresi. Ölümle kendimizi kazanmamız (veya kaybetmemiz) artık tescillenmiş oluyor; zira ölüm ömre mühür vuruyor. Bu, kendiliğe vurulan mühür aynı zamanda. Hülâsa, kend’oluş dediğimiz vetire teklifle açılıyor ve ölümle birlikte teklife verilen cevap artık geri alınamaz bir biçimde sübut bulmuş oluyor. Ara’da özneliğimizi şekillendiren kararlarımız yer alıyor. Teklifle başlayan özneliğimiz karardan karara geçerek oluşuyor. Nihayet, onlar sayesinde ve yoluyla kendimizi kazandığımız kararlarımız ilksel teklife verdiğimiz cevabın izdüşümünde yer alıyor.
10.
Teklifi yüklenmek, ahlâk üzerinden oluş’a girmek demek haddizatında. Ahlâkî özneler olarak biz aldığımız kararlarla (yaptığımız seçimlerle) ölümle mühürlenip-nihayetlene- cek bir sürece, içerisinden özneleştiğimiz kend’oluş sürecine dâhil ve müdâhil oluyoruz. Öznenin en esaslı kend’olma imkânı ahlâk yoluyla açığa çıkıyor. Ahlâk, biri en âlâ sûrette özneleştiriyor; ahlâk yoluyla bir en halis biçimde kend’olma imkânını elde ediyoruz.
11.
Yaratılmışlık (başlangıcına ve sonuna sahip olmama) şuuru ile irtibatlı olarak ahlâk, kendi ile ilişkinin asli biçimini teşkil ediyor. Hemen ilave etmeli ki başkaları ile, Tanrı ile ve dünya ile ilişkiler bu aslî ilişki biçiminin dışında yer almıyor, bilakis aslen ona bağlı olup onun kiplerini ve tezahürlerini oluşturuyor. Bu demektir ki biz ‘kendimiz-olmayan’ şeylerle ilişki içerisinde olduğumuzda (dahi) kendimizle ilişki halindeyiz esasen. Asıl oluş, kend’oluş; merkezde daima kendilik var: Başkaları ile, Tanrı ile veya dünya ile ilişkilerimiz daima bendimizle ilişkimize dönüyor zira. Ahlâk, öznenin kendi ile ilişkisinin en esaslı biçimi, evet: Ahlâk yoluyla biz kendimizi kazanıyoruz —elbette ‘kendi-olmayan’ ile ilişkiler içinde. Varlık —oluş olarak varlık— kend’oluş’un açılımında yatı- yor ve kend’olma çabası olarak ahlâk varlıkla ilişkiyi daha en başta koşullandırıyor. Varlık, kendini ahlâkî-oluş üzerinden açıyor. Dolayısıyla öznenin ahlâkî seçim ve kararları, kend’oluş üzerinden dönüp oluş’a, şu halde varlığa tesir ediyor. Kend’oluş’a dair seçim ve kararlarımızla biz oluş’a dâhil ve müdâhil oluyor ve onun olduğu-olacağı şeye tesirde bulunuyoruz. Böylece, ilksel teklifi yüklenen özne; özneleşme, şu halde kend’oluş süreci üzerinden ait olduğu oluş’un oluşumuna katkıda bulunuyor. Başka bir deyişle, kend’olma sürecimizde yaptığımız seçimler / aldığımız kararlar, kendimize yani Özvarlığımıza müteallik olmakla kalmıyor, denebilirse tüm varlığa oluşunda/oluşum unda şu veya bu şekilde tesirde bulunuyor. Bu demektir ki varlık ve ahlâk —kend’oluş sürecinde— birbirine ait olarak birlikte anlam kazanıyor.
12.
İlksel teklife mukabelemizden dağlar dahi etkileniyor. Bu da, deruhte ettiğimiz kendilik yükünün —kend’olmayı seçme yükümlülüğünün— ne denli ağır olduğunu gösteriyor; dahası, bu ağırlık ölçüsünde bize verilmiş öz’üyani ki kendilik’i gürleştirme imkânının büyüklüğü açığa çıkıyor. Burada bir döngüsellik kendini gösteriyor: özgür olduğumuz ölçüde söz konusu yükü taşıyabiliyoruz ve bu yükü taşıyabildiğimiz ölçüde de özgürleşebiliyoruz.
13.
Yük,dağların dahi taşımaktan içtinap ettiği bir emanet hakikatte. insanoğlu olarak biz her nasılsa o yükün altında kendimizi buluvermişiz, o emaneti yüklenmişiz. Üstelik yükü taşıyabilecek omuzlara (henüz?) sahip değilken, onu omuzlarımızda buluvermişiz. Demek ki yükü taşıdıkça —yani ki yolda— omuzlara sahip olabileceğiz ve omuzlara sahip olabildiğimiz ölçüde de yükü taşıyabileceğiz: Sorumluluğumuz bizi özgür kılıyor; buna mukabil, özgürlüğümüz de bizi sorumlu kılıyor. Başımız göğe yükselecekse, bu, omuzlar sayesinde olabilecek, başka nasıl olabilir? Özgürlüğün yeni baştan tarifine bağlı olarak, onun sorumlulukla çatışmasından ziyade örtüşmesine tanık oluyoruz. Hakikatte, ahlâkî-oluş’ta ifadesine kavuştuğu haliyle sorumluluk-ve-özgürlüğün birlikteliği veyahut da içiçeliği söz konusu burada; öylesine ki, ilksel teklife muhatap olan öznelik ancak bu sûrette neşvünema bulabiliyor ancak. Yeryüzünde bulunan şâir varolanları —tam da söz konusu teklifi yüklenemediklerinden— sorumlu-ve-öz- gür, dolayısıyla kend’ olmaya kabil addedemiyoruz.
14.
Oluş olarak varlığa —kend’oluş üzerinden— katkı sunup onun oluş’umuna tanık olmak yalnızca insanın harcı ve imtiyazı; bu yüzdendir ki sair varolanlar ona musahhar kılınmış. Ahlâkî-oluş yolunda kend’oluş, kendi’nin de ötesinde kâinatı bir yük / bir emanet olarak omuzlarında bulup bunun gereğini yerine getirme çabasında olmak demek bu bakımdan. İnsan tam da kendinden sorumlu olduğu için tüm kâinattan sorumlu, dolayısıyla onun öz’ünün gürleşmesi demek bir anlamda tüm kâinatın özgürleşmesi demek.
15.
Sonuçta, teklifi yüklenmeye kabil insan, fitraten ve ahlaken varlığa ait bulunuyor. Fıtrattan, varlığın, dolayısıyla yaratılışın ilksel halini veya görünümünü anlıyoruz öncelikle ve bilhassa. Ahlâk ise, fitratın/varlığın sesine kulak verme kabiliyeti anlamına geliyor aynı zamanda. İnsan, fıtrî istidadı gereği kend’olabildiği yani teklifi üstlenebildiği ölçüde kendisine musahhar kılman varlığın gözbebeği. Varlık, onunla soluk alıp veriyor ve onunla alçalıp yükseliyor. Varlık, ancak insanda şahikasına ulaşıyor. İnsanın varlığa (hakeza varlığın insana) aidiyeti, en çok ahlâkta, dolayısıyla fıtratı d/uyma’da ve ona uyma’da tezahür ediyor.
16.
Vel-hâsıl; teklif olmasaydı, kend’oluş’un, giderek oluş olarak varlığın anlamı büsbütün havada kalacaktı. Dahası, varlık âleminde kend’oluş’un ahlâkîliği, dolayısıyla kendisi söz konusu dahi olmayacaktı. Teklif, varlığa anlamı getiriyor. Bu mefhum, özgürlüğü sorumlulukla irtibatlandırma ve bu surette varoluşu anlamlandırma imkânını bize sağlıyor. Teklif olmasaydı insan ortaya çıkmayacaktı.
Teklif Dergisi,sayı:1,syf:110-118
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…