İbn Arabi-Futuhat-ı Mekkiyye,cild:18 ‘de Geçen Tavsiyeler-Nasihatler

ey_insan_kimsin_sen_h5974 İbn Arabi-Futuhat-ı Mekkiyye,cild:18 'de Geçen Tavsiyeler-Nasihatler

Büyük cihada girişmen gerekir! Büyük cihat en büyük düşmanın olan arzularınla (heva) cihattır.Arzu gücü aynı zamanda seni takip eden ve en yakın düşmanındır, O güç içindedir. Allah şöyle buyurur: ‘Ey iman edenleri Sizi takip eden kâfirlerle savaşın’ Senin yanında nef­sinden daha kâfir bir şey yoktur. Nefis her nefes Allah’ın kendisine göndermiş olduğu nimetleri inkâr eder. Onunla böyle savaştığında, di­ğer düşmanlarla savaşırken ihlas kazanırsın. Öyle bir savaşta öldürüldü­ğünde, Rablerinin katında rızıklanan ve O’nun ihsan ettiği nimetlerle rahata ermiş, kendilerine gelecek olanları müjdeleyen “şehitlerden’ birisi olursun. Allah yolunda cihat ederken savaşanların değerini öğrenmiştin.

O kazandığı sevap veya ganimetle evine dönerken, oruç tutmuş, ibadet etmiş, Allah’ın ayetlerini okumuş, mücahit dönünceye kadar namazına veya orucuna ara vermeden ibadet etmiş birisi mesabesindedir. Sahih bir hadiste orucun benzersiz bir ibadet olduğunu öğrenmiştin. Hiç kuşkusuz cihat onun yerini aldığı kadar namazın da yerini alır. Bu du­rum Hz. Peygamber’den gelen bir hadiste belirtilir. O hadis Allah’ın farz kılmış olduğu cihada ilgilidir. İnsan onu terk ettiğinde, mutlaka günahkâr olur. Nefsine karşı hayırhah davranıp dinini korumaya çalışan bilgili kul, her zaman cihat halindedir. Çünkü insan nefsi, Hakkın ken­disini davetine muhalefet etmek ve aykırı gelmek özelliğinde yaratılmış­tır.

Bu itibarla insan aslen arzusuna uyar ve onun arzusu Allah için ira­de mesabesindedir. Allah ise dilediğini yapandır. Çünkü hepimiz O’nun kulları olduğumuz kadar Allah’a bir sınırlama da konulamaz. İnsan da arzu ettiğini yapmak ister. Fakat insana sınırlamalar konulmuştur. Bu itibarla insan mutlak bir iradeye sahip değildir. Onun sürekli mücahit olmasını sağlayan sebep budur. Bu nedenle himmet sahipleri Allah’ı bi­lenlerin derecelerine katılmak istemişlerdir. Bu dereceye ulaştıklarında, onların iradeleri Hakkın iradesi haline gelir. Başka bir ifadeyle sadece Hakkın irade ettiğini irade ederler. Bu durum yaratılmışların üzerinde bulunduğu durumdur. Onlar bu makamı Allah’ın onun yaratılışını ira­de etmesi itibarıyla talep ederler, Hakkın nahoş gördüğü şeyi kerih gö­rürler. Allah irade eder ve razı olur, irade ederken kerih görür. Böyle olmadığında, kişi imandan sıynlıp çıkar.,Büyük bir mahrumiyet demek

——————–

Soğuk günlerde abdest suyu bütün  abdest organlarına ulaştırman gerekir.Buna mukabil sıcak havalarda ise serin suyu kullanırken ondan haz almaktan sakın.Sıcak havalardan kendinden zevk aldığın için abdest suyunu organlarına bolca dökersin ve ibadet maksadıyla abdesti hakkıyla almış olduğunu zannedersin;halbuki suyu o esnada sıcak havanın yol açtığı harareti ortadan kaldırmak üzere haz alarak yapmışındır. Soğuk havada suyu bütün organlara ulaştırdığında, bu davranış, senin için adet haline gelir. Hz, Peygamber şöyle der: ‘Hayır bir adettir’ Sıcak zamanlarda bu niyet sana eşlik etmelidir. Suyu bütün organlara ulaştırırken bu esnada hissettirin maddi zevk ve haz duygusu hakim olursa, bilmelisin ki, haz almak sıcaklık acısını uzaklaştırmak ve ortadan kal-dırmakla gerçekleşir. Bu durumda sen acıyı nefsinden uzaklaştırmaya davet etmeksin.1 Dikkat ediniz! Allah intihar edene cenneti nasıl haram kılmıştır.

Nefsin sahibi üzerindeki hakkı başkasının onun üzerindeki hakkından büyüktür. Aynı durum acıyı uzaklaştırmadaki ücretle ilgilidir. Allah abdest suyunu butun organlara ulaştırmakla kulun derecesini yükseltir Bu davranışı karşılığında onun hatalarını siler. Hz. Peygam­ber şöyle der: ‘Allah’ın hataları sildiği ve dereceleri yükselttiği bir ameli söyleyeyim mi? Abdest suyunu organlara ulaştırmak ve yaymak! ‘ Böyle yapmak hataları siler. Çünkü bu davranış temizler ve pak yapar. Sonra şöyle eklemiştir ‘Mescitlere çokça yürümek’ Kastedilen yaya yü­rümek ve gitmektir. Hadisi tamamlarken şöyle der: ‘Bir namazın ardın­dan ötekim beklemek. İşte bu bağ demektir, bağ demektir, bağ demek­tir rıbat; Kastedilen bir şeyi ötekine bağlamaktır.

Beklemeyle insan kemanı zorlar ve bir namazı vaktinin girmesini gözeterek öteki namaza bağlar. Beklemenın amacı namazı vaktinde kılma niyetidir. Ondan daha buyuk bir gereklilik olabilir mı? Bir gün beş namaza taksim edilmiştir. Bir namaz kılınıp eda edildiğinde, ardından diğer namazın vaktinin girmesi beklenir ve gözetilir. Gün tamamlanıp öteki gün gelinceye ka­dar böyle sürer. Hiçbir vakit yoktur ki, kişi namazın eda edileceği vakti gözetlemesin.

——————–

 

Bütün Müslümanları bir şahıs gibi görmelisin.Müslümanlar tek bir şahsın organları mesabesindedir.Vakıa da durum böyledir.Çünkü insanın varlığı kendi organları zahiri ve batını güçleriyle mümkün olabilceği gibi İslamın varlığı ancak Müslümanlarla olabilir.Söylediğimiz bu durum Hz Peygamberin bir hadiste belirttiği bir meseledir.Hz Peygamber şöyle der;Müslümanların kanları eşittir,onlar kendileri dışlarındaki kimselere karşı bir tek el gibidir.Başka bir hadiste şöyle der;Müslümanlar bir adam gibidir,Birisi şikâyet etse, bütünü şikâyet eder; şikâyet eder.’ Bu benzetmeyle birlikte her birini kendi konumuna yerleştirmen gerekir.

Nitekim her organa o organın yaratılış sebebine tavik şekilde davranırsın. Gözünü kulağının yapama­yacağı bir ışte kullanır, kulağını gözün yerine getirememeği bir şeye açar, elini ayağının yapamayacağı bir işte kullanır, kısaca her bir gücünü kendilerine mahsus işlerde kullanır, her bir organını yaratılmış olduğu gayeye yerleştirirsin. Bununla beraber Müslüman İslam’da eşit olduğu gibi sen de onlara eşit davranırsın. Bu itibarla alime layık olduğu savgıyi gösterip sözlerine kulak vermelisin; cahile de öğüt verip bilgi ve saa­detini aramak üzre uyarmakla hakkını vermelisin. Gafile de kendisini gafletten uyandıracak Öğütlerle hakkını vermelisin. Gafil bildiği fakat yerine getirmediği bilgisi hakkında öğütlerle uyandırılır.

Aynı durum itaat eden veya günahkâr olanlar için geçerlidir. Sözünü dinleyerek ve yapıp yapmamanın mubah olduğu işlerde itaat ederek hükümdara hakkını vermelisin. Onun emir ve yasaklarını dinlemek ve kendisine itaat etmek senin görevindir. Daha önce mubah olan bir iş hükümdarın sözü veya yasaklaması nedeniyle -Allah’ın bu konuda belirlediği meşru hükme göre vacip veya vacip veya haram olabilir Allah ‘sizden olan emir sahiplerine itaat edin’demiştir.

Bunun yanı sıra küçüğe hakkını vermelisin; onun hakkı kendisine yumuşak davranmak merhamet ve şevkat göstermendir. Büyüğün hakkı, saygı ve itibar görmektir. Küçüğe merhamet göstermek, büyüğe saygı ve onun değerini ve itibarını bilmek, .Sünnetin bir gereğidir. Hz, Peygamberdin şöyle buyurduğu aktarılır;Küçüğümüze merhamet etmeyen,büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir.’Başka bir hadiste;Büyüğümüzün değerini bilmeyen’denilir.

Bütün yaratılmışlara merhamet etmen gerekir, kim olursa olsun her birine merhamet etmek, vazifendır Günahkâr olsalar bile onlar, Allah’ın kullarıdır; bir kısmı diğerlerinden üstün olsa bile, hepsini Allah yaratmıştır. Hz. Peygamber her güçlükte bir sevap ve ecir bulunduğunu söylemiştir. Bu itibarla taşkınlık hakkındaki bu hadise dikkat etmeli­sin! Israil oğullarından kötü yola düşmüş bir kadın susuzluktan dilini çıkarmış bir köpeğe rastlamış, kendisi de kuyunun başındaymış. Kadın köpeği görünce, ayakkabısını çıkarmış, suyla doldurmuş ve köpeği su lamış! Allah bu davranışını beğenmiş, köpeğe yaptığı iyilik nedeniyle onu bağışlamıştır.

——————–

İnsan yalan söylediğinde, yalanın yaydığı kötü koku nedeniyle, melek ondan otuz mil uzaklaşır. Şeytan da Ademoğluna günah işlemeyi emrederken insan günah işlediğinde şeytan Allah’tan korkarak ondan uzak­ladır. Bu manevi kokulan koklamak ve idrak etmek üzere çalışmalısın! Çünkü şeytanın burnunun üzerinde bulunan perdeleri vardır. O perde­ler pis kokulan algılamanı engeller. Kâfir olmakla beraber şeytan, işleri sana göre daha iyi idrak edicidir öyleyse sen Allah’tan daha çok korkan bir durumda olmasın! Onun günah işleyenden uzaklaşmasını ibretle in­celemelisin. Çünkü hükmü ortaya çıkıncaya kadar, Allah korkusu kalbi­ne işlemiştir.

Bununla beraber şeytan Allah’tan korkmak ve günahkâr­dan uzaklaşmak özelliğinde yaratıldığı gibi saptırmak özelliğinde yara­tılmıştır. Allah ondan haber verirken insana ‘kâfir ol’ dediğim, insan ka­fir olunca şeytanın bu kez ‘Ben senden uzağım, âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarımdediğini aktarır. Şeytan -bilgisinin değeri nedeniyle- hiçbir zaman bilgisi nedeniyle cezalandırılmaz. O sadece söylediği hususlarda doğru söyleyen Hakkın âdet çıkartmakla ilgili beyanı nedeniyle ceza­landırılır. Hakkın söylediği şudur:

Kim kötü bir âdet çıkartırsa, onun ve âdete uyanların vebali üzerine kalır. Kıyamet günü şeytan başkaları­nın yüklerini de taşır; çünkü şeytan her kışkırtmanın ardından kendisi tövbe ederken ardından başka bir kışkırtmaya yönelir. Bu durumda şey­tan başkasının ameli (ve ona vesile olması) nedeniyle cezalandırılır. Onun ameli şeytanın vesvesesinden meydana gelmişti. Tövbe etmeyen insan kötü bir âdet başlattığında, hem âdetin günahını, hem onu yerine getirenlerin günahlarını üsdenir. Böyle bir durumda şeytan ondan defa­larca daha iyi haldedir.

——————–

Din peygamber için nasihattir’, bu husus Hz Peygamberin devrinde şöyle açıklanır; Sahabe daha önce tersine onayladığı bir işi Hz Peygamber’den görür. İnsan gaflet sahibidir ve bu durumda sahabe Allah’ın peygamberini o konuyla ilgili ikaz eder. Bazen Hz.Peygamber O işi kasıtlı olarak yapar ve yapılan iş meşru bir hükme döner, bazen de unutarak yapmıştır, hatırlatmayla birlikte ondan vazgeçer. Böyle bir ha­tırlatma Hz. Peygamberce nasihat etmek demektir Mîsal olarak Hz. Peygamberdin namazda unutmasını verebiliriz. Dört rekatlı namazlarda yapılması gereken onları dört rekât olarak kılmak iken Hz. Peygamber ikinci rekâtta selam vermiş, bu durum kendisine hatırlatılmıştır,bu da Allah’ın peygamberine nasihat demektir. Hz. Peygamber geriye dönmüş, namazını tamamlamış, sehiv secdesi yapmıştır.

Bu konuda pek çok rivayet vardır. Bu nedenle Allah Hz. Peygambere kendisine vahiy gelmeyen hususlarda sahabesiyle istişare etmesini emretmiştir. Onlarla ıstışare ettiğinde, onların da -bilgilerine göre« istişare edilen hususta kendisine ‘nasihat’ etmeleri gerekir. Bu durumda bilgilerine ve maslahat olduğunu düşündükleri işlerin gereğine göre hareket ederler. Misal ola­rak Hz. Peygamberdin Bedir savaşında suyun bulunmadığı bir yerde konaklamasını verebiliriz. Sahabe ona nasihat eterine ve maslahat olduğunu düşündükleri işlerin gereğine göre hareket ederler… Hz. Peygamber de öyle yapmıştır. Ömer b. el-Hattab Bedir esirlerinin öldürülmesi hususunda kendisiyle istişare ederken Hz. Peygambere görüşünü söylemiştir. Allah’ın Peygamberinden sonraya gelirsek, artık ona nasihat etme imkânı kalmamıştır. Fakat hadiste geçen ‘li-rasulihi’ifadesindeki lam sebeplilik bildirirse (peygamberden dolayı nasihat), nasihat sürebilir. Böylece Allah’ın Pey­gamberine nasihatle ilgili hususları açıklamış olduk. İşaret edilen nasihatçi Allah’ın peygamberi ile maslahatın bulunduğu görüşü bir araya getirdiği kadar terzi anlamındaki nasihatçi de kumaşta bedenin ölçüsüy­le dikilen parçaları ölçülü bir şekilde bir araya getirmekle işini yapar.

——————–

‘Hz. Peygamberdin adı söylendiğinde veya yanında adı zikredildi- ğinde, salavat getirmekten gafil kalma! Salâvat getirirsen cimrilikten ko­runmuş olursun, Hz, Peygamber’in şöyle dediği aktarılır: ‘Cimri kişi yanımda adım söylenmişken salâvat getirmeyendir.’ Sadece cimri adı verilmiş olsa bile, bu da en kötü ve kınanmış niteliklerden birisi olarak sana kâfidir. Burada cimriliğin anlamı, imanın kendine karşı yaptığı cimriliktir. Çünkü Hz.Peygamber’den gelen bir rivayette, Hz. Peygamber’e bir kez salat ve selam getirene Allah’ın 10 ? kere salat getirceği söylenir . Demek ki her kim Hz. Peygamber’e salat ve selam getirmezse; Allah’ın salâtından kendini mahrum bıraktığı için nefsine karşı cimrilik yapmış demektir. Bir kez salavat getirdiğinde, Allah ona 011 kez ya da daha fazla salat getirecektir.

——————–

Kendi bakışını ve değerlendirmeni Allah’ın yaratıkları hakkındaki bilgisine tercih etme ve üstün tutma! Allah (dilediği kişiyi) Müslüman­ların işlerini deruhte etmesi üzere görevlendirir ve yönetici yapar. Bu itibarla yöneticiler ve valiler zalim bile olsalar, Allah’ın onlarda bilmedi­ğin bir sırrı vardır. Allah’ın onlar vasıtasıyla uzaklaştırdığı kötülükler ve onlar vasıtasıyla meydana gelen hayır ve maslahatlar, zalim olduklarında bile, zulümlerinden daha çoktur. Buna rağmen insanlar genellikle kendi bakışlarını, Allah’ın yaratıklarındaki fiiline tercih eder ve üstün tutarlar. Şeytan onlara gelir, haksız eleştirilerini idarecilerine yöneltmelerini sağ­layarak onları görevlendirenin Allah olması nedeniyle doğruyla araları­na perde çeker ve Hz. Peygamber’in şu buyruğunu kendilerine unuttu­rur: ‘Bir el itaatten ayrılır ve emre ve ehline karşı koyarsa, şeytan o ce­maate girer.’

Şeytanın oraya girmesi, bu ve benzeri hadisleri tevil etmek demektir. Aynı zamanda şeytan onlara şu hadisi de unutturur. Hz. Peygamber şöyle der: ‘Yöneticiler zulmederse sizin lehinize ve onların aleyhinedir; adil davranırlarsa sizin ve onların lehinedir.’ Allah Kur’an ile saptırmadığı kimseyi sultan vasıtasıyla saptırabilir. Bu meseleyi açık­lamak sadedinde sadece Hz. Âdem’in halifeliği hakkında meleklerin Al­lah’a itirazı bulunsaydı, yeterli olurdu. Dikkat ediniz! Hz. Peygamber zekâtın camlığının bir tezahürünü de sadaka toplayıcının -haksızlık etse bile- senden razı olarak geriye dönmüş olması olarak zikretmiştir.

Kas­tedilen zekâtı toplayan kişidir. Bu kapı insanların habersiz kaldığı ve ne­fislerinin yüzüne kapamış oldukları bir kapıdır. Bir hususta düşüncesi olan herkesin bir nasibi vardır, fakat Allah’ın katında neyin bulunduğu­nu bilemez. Bu konuda Allah’tan gelen pek çok delil gördük. Birini kı­narken, Allah’ın kınadığı şekilde niteliği kınaman lazımdır, yoksa ken­dine karşı ihlaslı davranırsan o nitelikle niteleneni kınama! Birini över­ken hem sıfatı ve hem onunla nitelenen kimseyi övmelisin; zira Allah seni bu nedenle över.

——————–

 

Bir arif manastırında ibadete çekilmiş bir rahiple karşılaşmış oturmuş ve sohbet etmiş .Dışarıdan ‘rahip’ diye bağırdığında rahip başını çıkartarak ‘kim o?’ diye karşılık vermiş. Adam ‘Hemcinsi» olan bir Adem’ demiş. Rahip ‘Ne istiyorsun?’ diye sorunca, şöyle demiş: ‘Allah’a giden yol nasildir’’ Rahip şöyle demiş: ‘Arzularına karşı koyacaksın. Arif; “En hâyırlı yiyecek nedir?’ diye sorunca, rahip ‘takva’ diye cevap wermış Adam ‘İnsanlardan uzaklaşarak bu manastıra niçin yerleştin?’ diye sorunca şöyle demiş: ‘Kalbim adına onların fitnelerinden korktum, aklımı onların  kötü arkadaşlığından dalaletten kurtarmak istedim, nefsimide onların idare etmenin güçlükleri ve kötü fiillerine karşı rahata erdırmek istedim. Rabbimle huzur halinde bulundum ve onlardan uzak­laşarak rahatladım.

Arif şöyle demiş: ‘Ey Mesih’in takipçilerinden olan insan? Rabbinız İle olan ilişkinizi nasıl buldun? Lütfen sözünü süsleme­den ve karmaşık cümleler kurmadan bana en doğru sözü söyle.’ Rahip bir sure susmuş ve düşünmüş, ardından şöyle demiştir: ‘Olabilecek en kotu şekildedir.Arif’nasıl olur?’ deyince, rahip cevap vermiş: ‘Allah bi­at bedenlerimize karşı katı olmayı, nefislerimizle mücadele etmeyi, gündüz oruç tutmayı, gece ibadeti, insan yaratılışına yerleşmiş şehvetlerin terki, insana egemen arzuya karşı koymayı, insana musallat olan düşmanla savaşmayı, geçimsizliği ve huysuzluğu bırakmayı, sıkıntı ve güçlüklere karşı sabretmeyi emretti. Bütün bunlara rağmen sevabı ve ödülü geciktirerek ölümden sonraya, ahirete bıraktı. Hâlbuki yol uzun, yoldaki dikenler çok, hayret var, umutsuzluk korkusu var. Rabbimizle ilişkimizde ortaya çıkan haller bunlardır. Ey Muhammed’in tabileri! Siz Habisiniz ile ilişkinizi nasıl buldunuz?’

Arif şoyle demiş: ‘Rabbımız bize en güzel ve en iyi şekilde davran­dı Rahip sormuş: ‘Nasıl davranmıştır, bir anlat bana?’ Arif şöyle demiş;. ‘Rabbimiz. bize amele başlamazdan önce büyük bir peşinat vermiş- satılamayacak türde hayır ve lütııflar, ihsanlar ve mevhibeler vermiş.

Biz O’nun karşımda amellere başlamazdan farklı ıhsan ve nimetler vermiştır. Bu itibarla gecemiz ve gündüzümüz farklı nimet ve ıhsan- geçmiştir. Bunların bir kısmı alışagelmiş peşin nimetler iken bir kısmı kazanma yoluyla elde edilen nimetlerdir. Rahip şöyle demiş:

Rab bir iken size başkalarından ayrı olarak niçin böyle davrandı ki? Arif şöyle dedi; ‘Nimet ve İhsana gelirsek, Allah’ın ıhsan ve lütufları geneldir ve herkese gelmiştir. Burada bize mahsus olan, Allah’a karşı inancımızda hüsnüzan sahibi olmamız, doğru düşünce, hakikati ikrar etmek, O’na teslim ve O’ndan razı olmaktır. Allah iman ederek teslim olmayı, O’na boyun eğmeyi, amel ve muameledeki dürüstlüğü nasip ettiği içın hakikatlerin bilgisine muvaffak kılındık. Ameldeki dürüstlük derken kastettiğim nefsin muhasebesi, yola ve gereklerine bağlanmak, gaybden ortaya çıkan hallerin tasarruflarına kapılmamak, kalbe an be an gelen ruhani vahiy, ilham ve düşünceleri sürekli kontrol etmektir.

Rahip şöyle demiş: “Daha fazla açıklama yap, yaptıkların çok güzel tavsiyeler! Bu devirde kimseden benzerini duymadım.’ Arif şöyle de­miş: ‘Daha fazla açıklama yapacağım, söylediklerimi dinle, dinlediğini anla, anladığını idrak et. Allah kendisini topraktan yaratırken insan ön­cesinde zikre şayan bir şey değildi. Sonra Allah onun neslini sağlam bir yere atılan kokuşmuş bir su olan meniden meydana getirmiştir. Onu dokuz ay boyunca halden hale geçirdikten sonra en sonunda sağlıklı bir bünye, tam bir suret, düzgün bir boy ve salim duyularla birlikte yeryü­züne çıkardı. Sonra onu iki sene boyunca saf bir süt ile beslemiştir. O süt içenler için hoş ve tatlı bir süttür. Ardından türlü lütuflarıyla insanı büyütmüş, yetiştirmiş ve geliştirmiştir.

En sonunda olgunluğa ulaşmış ve istiva haline kavuşmuştur. Ardından ona hikmet ve bilgi vermiş, sonra arınmış bir kalp, inceyi duyan bir kulak, keskin bir göz, leziz bir zevk, hoş kokuyu alan burun, yumuşak bir dokunma duyusu, konuşan bir dil, sahih bir akıl, iyi bir kavrayış, duru bir zihin, temyiz ve fikir kuvveti, ifade, meşiyet ve ihtiyar ihsan etmiştir. Bunun yanı sıra itaatkâr organlar, yapan eller ve koşan ayaklar vermiştir. Sonra ona beyan ve fe­sahat öğretmiş, kalemle yazı yazmayı, işleri, harfi, ekin ve ziraatı, alışve­rişi, geçimi için çalışmayı, türlü menfaatler peşinde koşmayı, evler edinmeyi, izzet ve otorite peşinden koşmayı, emretmek, yasaklamak, başkanlık, yönetme, siyaset etmek gibi özellikler ve kabiliyetler vermiş­tir. Yeryüzündcki bütün canlı, bitki ve madenleri ona amade kılmış, insanı bütün bunların üzerinde bir efendi gibi hüküm veren, belirli bir sü­reye kadar onlarda tasarruf edip yararlanan bir hükümdar ve sahip ola­rak görevlendirilmiştir.

Allah ihsan ve fazlından daha çok vermek istemiş, cömertlik ve ih­tara nedeniyle bütün bu verdiklerinden daha üstün ve şerefli olan başka bir nimetini kendisine ıhsan etmek istemiştir’ Söz konusu nimet türü ,meleklerine ve cennet ehli olan özel kullarına ihsan etmiş olduğu ebedi nimettir.. O nimete herhangi bir eksiklik katılamayacağı kadar onun kesintiye uğraması mümkün değildir.

Hâlbuki dünya nimeti umutsuzlukla karışmış, onun lezzetleri acılarla mutlulukları hüzünle, ferahı gamla, rahatı yorgunlukla izzeti zillerle, duruluğu kirle, zenginlisi yoksullukla, sağlığı hastalıkla karışmıştır. Binaenaleyh dünya ehli orada nimet gorürken azap çeker güvendeyken aldanır, keremliyken zayıf düşer. Onlar mutmain olmaksızın korkarlar, emniyet bulmaksızın endişe içerisinde kalırlar birbirine zıt şeyler arasında gidip gelirler. Bu zıtlıklara misal olarak ışık ile karanlık, gece ile gündüz, yaz ile kış, sıcak ile soğuk yaşlık ile kuruluk, susuzluk ile kanmak, açlık ile tokluk uyku ile uyanıklık rahatlık île yorgunluk gençlik ile yaşlılık, güç ile zayıflık, hayat ile ölüm vb. hususları verebiliriz. Dünya ehli bu zıtlar arasında gider gelir bun­lara maruz kalır, kendilerinden geçmiş bir halde bu zıtlıklar arasında kalabilirler.

‘Ey rahip! Benim Rabbım insanları lezzetlerle karışık acılardan ve böyle işlerden kurtarmak, onları umutsuzluğun bulunmadığı bir nime­te, elemin bulunmadığı hazza hüznün bulunmadığı mutluluğa gamın bulunmadığı feraha zilletin bulunmadığı izzete, zafiyetin bulunmadığı keramete yorgunluğun bulunmadığı rahatlığa kirin bulunmadığı du­ruluğa, korkunun bulunmadığı emniyete yoksulluğu olmayan zenginlığe, haftalığı olmayan sıhhate ölümü olmayan hayata yaşlılığı olma­yan gençliğe ehli arasında kuşkunun bulunmadığı dostluğa taşımak ve geçirmek istemiştir.

Oraya geçince onlar karanlığın katışmadığı nurda uykunun giremediği uyanıklıkta gafletin olmadığı zikirde bilgisizliğin olmadığı bilgide, düşmanlık haset ve gıybetin bulunmadığı ehli arasın­daki sadakat ve arkadaşlıkta bulunurlar. Onlar birbirine bakan döşekler üzerinde güvenli ve mutmain bir şekilde kardeş olarak yerleşirler; son­suza kadar böyle devam eder. İnsan bu özel karanlık mizaca sahip oldugu sürece: -ki bu mizaç ahiret diyarına, duru sıfat ve ezeli hallere la­yık olmayan unsurlardan meydana gelen kir ve pisliklerin bulunduğu bir yerdir- ilahı inayet ezeli hikmetiyle onu başka bir yaratılışla yarat­mayı murat etmiş ve gerektirmiştir. Bir ayet-i kerimede ‘Siz ilk yaratılışı öğrendiniz, hatırlamıyor musunuz?’ denilir. Ahiret yaratılışı -birincisi misalsiz olduğu gibi- herhangi bir misale göre olmayan bir yaratılıştır.

Onlar ahiret yaratılışında büyük ve küçük abdest ihtiyacı hissetmezler,kendilerinden bir fazlalık çıkmaz. Onların yiyecek ve gıdalarının fazlala­rı, ter şeklinde dışarıya çıkar. O ter misk kokusundan daha hoş ve daha güzeldir. Bu yaratılış nerede, öteki yaratılış nerede? Dünyadaki mizaç nerede, ahiretdeki mizaç nerede? Bununla beraber o yaratılış da, tabiî, karışımları itidal ve düzenli olan bir yaratılış ve mizaçtır. Allah şöyle der; ‘Bilmediğiniz şeylerde sizi inşa ederiz. Başka bir ayette ‘Allah ahir et yaratılışını inşa edendir denilir. Allah bu sebeple peygamberle­rini kullarına gönderdi. Onlar kulları bu hususa yönlendirir, kullan ahirete davet ve teşvik eder, ahiret yoluna yönlendirir, kendisine var­mazdan önce ahiret yurdu için hazırlık yapmalarını öğütlerler. Böylece dünya şehvetlerinden ve hazlarından ayrılmak onlara kolay gelir. Aynı zamanda dünyanın güçlükleri, sıkıntı ve musibedleri onlara kolay gelir. Bu kolaylık, onların dünyadan sonra gelen ahireti umut etmelerinden kaynaklanır. Ahiret hayatını yitiren kişi, hiç kuşkusuz, apaçık bir hüsra­na uğramıştır,’

Arif şöyle demiş: ‘Ey rahip! Rabbimizle ilişkimiz hakkında biz böyle düşündük ve buna iman ettik. Bu inanca göre, dünyadaki haya­tımız güzelleşti, dünyayı değersiz görmemiz bize kolay geldi, onun şehvetlerini terk etmek mümkün oldu, ahiret yaratılışını ve ahiret hayatını talebimiz güçlendi, bu konuda hırsımız pekişti, ibadetin güçlüğü bize kolay geldi. Biz ibadet ederken bir güçlük hissetmiyoruz. Aksine ibadeti bir nimet, keramet, övünç ve şeref kabul ediyoruz. Allah bizi kendisini zikretmeye ehil kılmış, kalplerimizi buna yönlendirmiş, gö­nüllerimizi açmış, gözlerimizi nurlandırmıştır. Böylelikle Allah bize tür­lü nimetleri ve ihsanlarıyla tanınmış ve kendisini bildirmiştir.’ Rahip şöyle demiştir: ‘Allah bu yaptığın güzel tavsiyeler nedeniyle sana hayır ve ihsan versin.’

——————–

Ey Ebu Hureyre! Bedir şehitleri gibi sevap almak ister misin? Cuma günü giyebileceği bir elbisesi olmayan yoksul Müslüman ara! Ona bir elbise hediye et veya ödünç ver.

Ey Ebu Hureyre! Ateşin sesini duy­mamak, kötülüğünün sana ulaşmamasını ister misin? Senden yardım is­teyene yardım et; ister yanan, ister hırsız, ister sele kapılmış ister boğu­lan biri olsun, birdir.

Ey Ebu Hureyre! Sıkıntıya düşenlerin sıkıntısını, endişelilerin endişelerini gider ki kıyametin endişelerinden kurtulasın.

Ey Ebu Hureyre! Borçluya hakkını ödemek üzere gayret et ki, melekler de sana istiğfar etmek maksadıyla seninle beraber yürüsün.

Ey Ebu Hureyre! Allah birinin borcunu yerine getirmek istediğini bilirse, onu hesap etmediği yönden rızıklandırır, hayatında veya ölümünden sonra borcunu ödemeyi onun adına kolaylaştırır.

Ey Ebu Hureyre! Helal mal kazanıp zekâtını veren sonra miras olarak malı bırakan kişinin varisleri o malla hangi iyiliği yaparsa -kendi ecirleri eksilmeksizin- bir misli de kendisine yazdır.

Ey Ebu Hureyre! Kim iffetli bir erkek veya kadına zi­na iftirasında bulunursa, kıyamette cehennem vadilerinden birisinde hapsedilir; ta ki söylediği sözün beyanı gelene veya ortaya çıkana kadar!

Ebu Hureyre şöyle demiş: ‘Hibal vadisi ne demektir.Hz. Peygamber ‘içinde sel bulunan cehennem vadisi’ demiştir.

——————–

Bir Tavsiye

Alimlerden birisi şöyle demiştir: ‘Kadere bel bağlayan rahata erer. (Halini) tashih eden rahata erer, yaklaşmaya çalışan yaklaşır, kalbini arındırmaya çalışanın kalbi acınır, tevekkül edene güven verilir, kendisi­ni ilgilendirmeyen bir işte kendini zorlayan kendini ilgilendireni yitirir.’

Birisine şöyle sorulmuş: ‘Kul cennete neyle ulaşır?’ Şöyle cevap vermiş: ‘Hilenin bulunmadığı istikamet, unutmanın bulunmadığı içtihat, gizli­de ve açıkta Allah’ı murakabe, hazırlanarak ölümü beklemek, hesaba çekilmezden önce nefsi hesaba çekmekle cennete ulaşır. Korkan bir arif ol, tavsif eden-arif olma? Makam ve rızkını çoğaltmak maksadıyla nefsi­nin tarafını tutarak Rabbine hasım olma. Aksine kendi nefsine karşı rabbinın yanında bulun. Kendi aleyhinde olma. Kimseye küçümsemek veya hafife almak gözüyle bakma. Bir müşrik bile olsa, böyle davranma ve kendi akıbetinden endişe ederek, belki bir gün marifetin senden alı­nır ve o müşrike verilir diye endişe ederek davran.

——————–

İnsanların Arasını Düzeltmekle İlgili İlahi Tavsiye

Enes b. Malik şöyle demiştir: ‘Hz. Peygamberle bir gün otururken dişleri görünecek kadar güldüğünü gördük. Ömer şöyle dedi: ‘Annem ve babam sana feda olsun ey Allah’ın Peygamberi! Seni güldüren nedir?

Hz. Peygamber şöyle dedi: Ümmetimden iki adam izzet sahibi Rabbin huzuruna getirildi, onlardan birisi ‘Rabbim! Bu kardeşimden benim hakkımı al’ dedi. Allah da ona ‘kardeşine borcunu öde’ dedi. Adam ‘Rabbim! İyiliklerimden geride hiçbir şey kalmadı ki?’ deyince mazlum şöyle dedi: ‘Rabbim’ Günahlarımın bir kısmını yüklensin.’ Hz. Pey­gamberin gözleri dolmuş sonra şöyle demiştir: ‘O gün çetin bir gün­dür. O gün insanlar günahlarım taşıyacak birisine muhtaçtırlar.’

Sonra devamla şöyle demiştir: ‘Allah bunu isteyene şöyle der: ‘Başını kaldır, cennetlere bak.’ Adam başını kaldırıp şöyle der: ‘Rabbim! incilerle do­natılmış gümüşten şehirler, altından köşkler görüyorum. Acaba hangi peygambere aittirler? Yoksa hangi şehide aittirler.’ Allah şöyle der: ‘Bunlar bana bedel verene aittir.’ Adam şöyle der: ‘Rabbim! Kim onun bedeline sahip olabilir ki?’ Allah şöyle der: ‘Sen buna sahipsin.’ Kul ‘na­sıl?’ deyince, Allah ‘kardeşini bağışlayarak’ diye cevap verir. Mazlûm kul ‘Rabbim i Kardeşimi bağışladım’ der. Allah ‘Öyleyse kardeşinin elinden tut, onu cennete götür’ der. Hz. Peygamber şöyle der: ‘Allah’tan kor­kun, aranızı düzeltin. Allah kıyamet günü müminlerin arasını düzeltir.’

——————–

Tevrat’tan İlahi Tavsiyeler

Ey Âdemoğlu! Bana dua ettiğin ve benden umut ettiğin sürece, hangi günahın olursa olsun seni bağışlarım. Ey Ademoğlu! Günahların göklere kadar ulaşmış iken benden mağfiret talep etsen, mağfiret ede­rim. Ey Ademoğlu! Yeryüzünü günahla doldurmuş olsan ve hiçbir şeyi ortak koşmadan bana kavuşmuş olsan, sana mağfırete gelirim. Kul ‘Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla’ derse, Allah ‘kulum beni zikretti’ der. Kul ‘Hamd âlemlerin Rabbi Allah’adır’ derse, Allah ‘kulum beni övdü’ der. Kul ‘Rahman ve Rahim’ derse, Allah ‘kulum bana sena etti’ der. Kul ‘din gününün sahibi’ derse, Allah ‘kulum şanımı yüceltti, işini bana havale etti’ der.

Kul ‘Sana ibadet eder ve senden yardım dileriz’ derse, Allah ‘bu benimle kulum arasındadır, kuluma istediği verilecek­tir’ der. Kul ‘bizi doğru yola ulaştır, nimet verdiklerinin yoluna, gazap ettiklerinin veya dalalete düşenlerin yoluna değil’ dediğinde, Allah şöyle der: ‘Bunlar kuluma aittir, istedikleri kuluma verilecektir.’ Kul ‘âmin’ derse, Allah ‘ben de kabul ettim’ der. Ihlâs benim sırlarımdan bir sırdır. Onu sevdiğim kullarımın kalbine yerleştirdim. Dünyada kulumun iki değerli varlığını (kerime), yani gözlerini alırsam onun benim nezd imdeki karşılığı sadece cennettir.’

——————–

Ey Musa! Sana beş kelime öğretiyorum ki onlar dinin direkleridir: Mülkünün zail olmadığını bildiğin sürece bana itaati terk etme.

Hazi- nelerimin tükenmediğini bildiğin sürece rızkın hakkında beni itham etme.

Düşmanının ölmediğini bildiğin sürece ondan güvende olma ve onunla savaşmaya kesinti verme.

Seni bağışlayacağımdan emin olmadığın sürece günahkârları ayıplama, Cennetime girmediğin sürece tuzağımdan emin olma.

Hz. Peygamber şöyle der: ‘Hz. Musa şöyle demiştir;; ‘Rabbim! Bana öyle bir bilgi öğret ki seni onunla yâd edeyim ve onunla dua edeyim.

Allah şöyle demiş: ‘Ey Musa! ‘Allah’tan başka ilah yoktur de.’Hz. Musa şöyle demiştir: ‘Rabbim bütün kulların zaten bunu söylüyor..’ Allah tekrar ‘Allah’tan başka ilah yoktur de’ diye cevap verir.O da şoyle der: ‘Senden başka ilah yoktur. Ben, bana mahsus bir şey istiyorum.’ Allah şöyle der: ‘Yedi gök ve onları dolduranlar ile yedi arz bir kefede bulunsa ve ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ cümlesi öteki kefede bulunsaydı, bu kefe ağır gelirdi.’ Allah Hz. Peygamber’e şöyle der:

‘Ey Muhammedi Seni şu nimetim razı etmez mi? Bir insan sana salâvat getirse, on kere ona merhamet ederim. Bir insan sana selam verirse, ona on kez selam veririm.’

Allah şöyle der: ‘Benim uğrumda birbirlerini sevenlere muhabbetim farz oldu. Benim uğrumda bir araya gelenlere, birbirine tevazu gösterenlere, birbirini ziyaret edenlere muhabbetim farz oldu.’

Allah şöyle der: ‘Ey dünya! Bana hizmet edene sen de hizmet et, sana hizmet edeni de yor.’ Allah şöyle der: ‘Bedenine sağlık verdiğim, maişetini genişlettiğim bir kulumun üzerinden beş gün geçer ve yine de mahrum kaldığı işlerden dolayı bana kaçmaz!’

İnceleyin:  İbn Arabi - Futuhat-ı Mekkiyye,cild:2

——————–

Bize bildirildiğine göre Ömer b, Abdülazız bir cenazeye katılmış. Namazdan ayrıldıklarında, Ömer ve arkadaşları cenazeden biraz geride kalmışlar. Bir arkadaşı şöyle demiş; ‘Ey müminlerin emiri! Cenazenin velisi sensin, fakat geride kaldın ve ayrıldın.’ Ömer şöyle demiş; Evet, kabir ardımdan Ömer b. Abdülaziz’ diye beni çağırdı ve şöyle dedi- ‘Sevdiklerine ne yaptığımı sormayacak mısın? Ben de ‘soracağım’ dedim. Şöyle dedi: Kefenleri parçaladım, bedenleri dağıttım, kanları emdim ve etleri yedim..’ Sonra şöyle dedi: Bana eklemlere ne yaptın? diye sormayacak mısın?’ Ben de ‘sorayım’ dediğimde kabir şöyle dedi: Avuçları bileklerden, bilekleri kollardan, kolları omuzlardan, ayakları bacaklardan, bacakları dizlerden, dizleri eklemlerden ayrıştırdım. Sonra Ömer ağlamış ve şöyle demiş: ‘Dünyada kalış pek azdır. Orada izzetli olan zelil, zengin olan fakir, genç olan yaşlı, canlı olan ölüdür. Hızla geçeceğini biliyorken dünya ikbali sizi aldatmasın.

Gerçekte aldanmış olan, dünyayla aldanandır. Orada yerleşenler nerededir ki? Onlar şehirler kurmuş, nehirler açmış, ağaçlar dikmişler, dünyada birkaç gün ikamet edebilmişlerdir. Sağlıkları onları aldatmış, onlar da buna kanmış, gençlikleriyle aldanmışlar ve günahlara dalmışlardır. Vallahi onlar dünyada mal çokluğuyla böbürlenmiş ve aldanmış, onu vermemekte ısrarlı davranmış, mal toplamak maksadıyla hasede çalışmışlardı. Toprak onların bedenlerine, kumlar cesetlerine ve kemiklerine ve eklemlerine neler yapmıştır? Dünyada kurulmuş bir sofra etrafında ve hizmetçiler tarafından açılmış divanlar üzerinde bulunuyorlardı. Hizmetçiler onlara hizmet ediyor, aileleri ikramda bulunuyor, dostları onlarla oturup kalkıyorlardı.

Makam sahibi olunca,onlardan birisiyle karşılaştığında, nida eden biri isen, kendisine nida eder, bir askeriyle karşılaşırsın. Şimdi menzıllerinin yakınlığına bir bak. Zenginlerine bir sor; zenginliğinden geride ne kaldı? Fakirlerine bir sor; fakirlikten geride ne kaldı? Kendileriyle konuştukları dillerine ve kendisiyle baktıkları gözlerini bir sor; ince derilerim, güzel yüzlerini, sağlam bedenlerini bir sor onlara! Toprak ve böcekler ne hale getirmiştir hepsini? Renkler solmuş, eder yenilmiş,yüzler kaybolmuş, güzellikler silinmiş, omurga kemikleri kırılmış, uzuvları saçılmış, eklemleri parçalanmıştır. Onların perdeleri ve örtülen nerededir şimdi?

Hizmetçileri, köleleri, zenginlikleri ve hazineleri nerededir? Allah’a yemin olsun ki onların geride açtıkları bir döşek, uzandıkları  bir divan kalmamıştır. Onlar için dikili bir ağaç veya yerleştikleri bir  mekân geride kalmamıştır. Onlar tek başlarına kaldıkları kabirlerin değil midir? Gece ile gündüz onlar için artık eşit değil mi? Onlar karanlık mekânlarda değil mi? Onlarla amel yapmak arasında artık engeller vardır, sevdiklerinden ayrılmışlardır. Nimet gören erkek ve kadın kaç tane? Onların yüzleri solmuş, bedenleri boyunlarından konmuş, eklemleri parçalanmış, ağızları kan ve irin dolmuştur. Toprak bedenlerine dolmuş, uzuvlarını parçalamıştır. Az bir Süre bekledikten sonra kemikleri toprağa dönüşecektir. Onlar bahçelerini terk etmiş, genişlikten sonra darlığa düşmüşlerdir. Geride bıraktıkları eşleri evlenmiş, evlatları yollarda başıboş kalmıştır. Varisleri miraslarını ve yurtlarım dağıtmış ve tüketmiştir. Allah’a yemin olsun ki, onların bir kısmı için kabir genişle-tilmiş, onun içinde sevinç ve neşe içinde hazlarla nimetlenmektedır.

——————–

Ey yarın kabre yerleşecek insan! Dünyada seni aldatan nedir? Sen bakı olacak mısın? Yoksa o güzel evin veya akan nehrin senin için baki olacak mıdır? Geride hangi meyve kalmıştır ve onun ölümünü ilan etmiştir. Hangi elbisen, hangi güzel kokun geride kalmıştır. Hangi buhurdanlık geride kaldı? Hani yazın ve kışın giydiğin elbiselerin? Bak! Ölüm kendisine gelmiş, onu uzaklaştırmak için yapabileceği hiçbir şey yok! Bir yandan üzerinden terler boşalırken bir yandan da susamış ve sekerat-ı mevt içerisinde ve ölüm sıkıntılarında inlemektedir.

Emir gökten gelmiş, kader ve kaza galip gelmiştir. İlahi emir ecelin bittiğini söylemiş, artık onun uzatılmasına imkân yoktur. Heyhat! Ey babayı, kardeşi ve kendisini yıkayanı görmezden gelen kişi! Ey ölüyü kefenleyen, taşıyan, onu kabre yerleştiren, oradan geriye dönenler! Nasıl da toprağın haşinliğine sahip olabildin? Keşke bilseydin; çürüme hangi yanaklarında başlayacak? O zaman hangi gözlerin ilk olarak akacak? Ey helak olanların komşusu! Ölümlülerin mahalli haline geldin. Dünyadan çıkarken ölüm meleğinin beni nasıl bulacağını keşke bileydim? Rabbimden bana nasıl bir haber getirecektir? Sonra şöyle bir misal vermiştir:

”Faniyle mutlu olur, umutla meşgul olursun Geceleyin uyur gibi hazlarla aldanırsın

Gündüzün gaflet ve uykudasın Gece de uyku, perdedir, sana lazım olan

Üzülmeyeceğin bir amelin peşinde ol Dünyada hayvanlar gibi yaşama.”

Sonra ayrıldı, bundan sonra bir hafta daha yaşadı ve öldü. Allah kendisinden razı olsun. Bu konuda şu mısraları yazdı:

Hz. Peygamber şöyle buyurur: ‘Nefislerinizi itaatle süsleyin, onlara korku elbisesini giydirin. Ahiretiniz için çalışın, orayı varacağınız yer kabul edin. Biliniz ki siz, kısa zamanda gidecek ve Allah’a varacaksınız. Orada sadece salih amel veya işlemiş olduğunuz güzel işler fayda verebilir. Siz işlemiş olduğunuz amelleri önceden gönderir, yaptıklarınıza karşılık sevap alırsınız. Değersiz dünyanın süsleri yüce cennetin mertebelerine karşı sizi aldatmasın! Kuşkular ortadan kalkmış, herkes varaca-ğı yerle karşılaşmış, herkes gideceği yeri ve bulunacağı yeri öğrenmiştir.

——————–

Tuzaktan ve Aldanmadan Sakındırma Hakkında Bir Tavsiye

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Dünyanın kandırdığı kimseler­den olmayın. Kuruntular onları aldatır, tuzak onları düşürür. Öyle bir insan süratle yok olacak ve hemen değişecek dünyaya yönelir. Bu dün­yanızın geçmiş kısmına göre geride kalan kısmı pek kısa ve azdır. Hal böyleyken neyin üzerinde yükseliyor ve neyi bekliyorsunuz? Vallahi! bulunduğunuz dünya hayatı adeta yok mesabesindedir. Gideceğiniz âhiret ise ezeli gibidir. Yola çıkmak üzere hazırlıklarınızı yapınız, yolculuk yakın olduğu için azığınızı tedarik ediniz. Biliniz ki herkes yapmış olduğunu yetersiz görür, yapmadığı hakkında pişman olur.

——————–

Malatya’da Müderris olan İran’lı Haşan el-Vecih bana şöyle bir hadise anlatmıştı: Buhara’da zâlim ve günahkâr bir vali vardı. Kışın çok soğuk bir gününde uyuz bir köpek gördü. Soğuktan titriyordu. Hizmetçilerinden birine emredip onu evine götürmesini istedi. Onu sı­cak bir yere koydu. Yedirdi, içirdi. Köpek ısınıp kendine geldi. Rüya­sında birisi kendisine şöyle diyordu:

– “Ey falan! Sen günahlarınla insaniyet derecesinden düşmüş ve âdeta bir kelb olmuştun ve şimdi ise bir köpeğe yaptığın iyilik karşılığında seni bağışladık.”

Bu olaydan sonra fazla yaşamayıp öldü. Cenazesine büyük topluluk katildi. Bütün bunlar bir köpeğe gösterdiği şefkatin karşılı idi. Ey kardeşim! Bir köpeğe şefkat ve merhamet gösterenin durun bu olursa, bir müslümana karşı merhametli olmanın ne olduğunu artık sen düşün.

——————–

‘Bütün insanlar konuşur, sen dinlenecek en hayırlı sözü söylemeye bak,

Onlardan sana bir diken batarsa, onu defedecek güçlü bir kalkan o,l

Onlar arasında böyle olursan faydalı bir önder olursun,

Mum ancak, kendisine zarar verir, dıştan bakan için  ise yayılan bir ışıktır.

Tanıdığımız nice değeri düşük şeyler vardır ki, ulaşamayanlar için bir nimettir.

——————–

Mâlik olmadığın bir şeye sahipmiş gibi bir dava gütme. Çünkü böyle bir hareket, mürüvvete yakışmaz. Aynı zamanda böyle bir dav­ranışın Hak katında vebali de vardır.

Sana kötü bir iftira attıklarında hemen nefsine yan çıkma, sus. Sa­na bunu söyleyene de yalan söylüyor diye hücum etme. Sana nispet edilip de yapmadığın bir şeyi de aleyhine olarak yaptım diye ikrar et.

Halife Mütevekkile karşı Zünnûn böyle yapmıştır. Ona halk zın­dıktır diye iftira atmışlardı da halife onu bu hususta sorguya çekmişti.

O da: Ey müminlerin emiri! “Hayır değilim” desem bu insanları yalan­lamış olacağım; “evet” desem kendim hakkında yalan söylemiş olaca­ğım” dedi. Onun bu cevabı halifenin hoşuna gitti. Hakkında söyleni­lenleri kabul etmeyip onu Mısır’a tazim ve hürmetle geri gönderdi. Oraya kadar çağırttığı için de özür diledi. Onun bu kıssası halk arasın­da meşhurdur.

——————–

Peygamber Efendimizin torunu Hasan –r.a  kardeşi Muhammed b. el-Hanefiyyeye darılmışş ve onu terketmişti. Birbirleri­ne küstüler. Üç gün geçince Muhammed b. Hanefiyye onun yanma girdi ve şöyle dedi:

– Ey kardeşim! Ey Resûlullah’ın torunu! Nebiyy-i Ekrem Efendi­miz buyurmuştur ki:

“Sizden biriniz müslüman kardeşini üç günden fazla terket-mesin. İkisi karşılaşır da biri ondan yüz çevirir diğeri de bundan yüz çevirirse, bu ikisinden en hayırlısı ilk önce selâm verendir (Müslim, Birr, 25)

Bak kardeşim üç gün doldu. Ya bana gelir ilk önce selâmı sen ve­rirsin. Çünkü sen benden üstünsün. Evet, her ne kadar ikimiz de ay­nı kişinin oğlu isek de, sen Resûl-i Ekrem’in torunusun. Birbirini ter-keden iki müslümamn en hayırlısı öncelikle selâm verendir. Şayet sen böyle yapmazsan, ben sana gelir ve önce selâmı ben veririm. Hazret- i Haşan ona teşekkür etti ve bineğine binip Muhammed b. Hanefiy- ye’nin evine geldi ve ilk önce selâmı o verdi.

Şu davranışın şaşılacak güzelliğine bak. Kendisinden üstün oldu­ğunu bildiği birisini nasıl kendisine tercih ediyor. Böyle yapmakla Re­sûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve selem-tarafından sevilmeyi umuyor. İş­te bunun gibi, akıllıya gerekli olan kendi nefsi için dikkatli davranıp efdal olan şeyleri yapmalı ve fazilet ehlini de tanıyıp bilmelidir. Yine ha- dis-i şerifte bildirilmiştir ki:

“Mümin kardeşini bir yıl terkeden kimse, onun kanını akıtmış gibidir. ” (Müsned, IV, 20)

 

 ——————–

ZÜNNÛN-I MISRÎ’DEN NASİHATLER

‘Zünnûn ı Mısrî der ki:

“Dünya işinde zeki olup da ahiret işinde ahmak olan; hilm ile, akıl I ve iz’an ile muamele edilmesi gereken yerde akılsızca davranıp sefih  olan; tevazu gösterilecek yerlerde kibirlenen; istek ve arzu olması ge reken yerlerde arzu istekten müstağni kalan; kendi hakkı için kızan,  akıllıların rağbet ettikleri şeyleri terk eden; zeki kişilerin terkettiklerine rağbet eden; Mevlâ’dan gelen çoğu, azımsayan; az bir şükrünü çok  gören; başkasından kendisine karşı insaflı olmasını isteyip de kendisi başkasına insaflı davranmayan; Allah Teâlâ’yı itaat etmesi gereken yerlerde unutup, yalnız ihtiyacı olduğu yerlerde hatırlayan; ilmi şöhret için öğrenen sonra da hevâsını ona tercih eden; Allah güzelce setret- tikten, ayıp ve kusurlarını örttükten sonra O’na karşı hayası az olan; nimeti izhar etmek yolu ile şükretmekten gafil olan; düşmanın direnci karşısında kurtuluşu için mücahede etmekten aciz kalan; şahsiyeti giy­diği elbise kadar olan; edeb, verâ ve takvayı kendisine libas yapma­yan; ilmini, marifetini mecliste kendisine süs ve kisve olarak kabul eden kişi, akl-ı selim sahibi değildir.” Sonra da şöyle dedi:

“Estağfiruilah (= Allah’tan mağfiret taleb ederim). Aslında söylenecek söz çoktur. Sen onu kesmezsen o kesilmez.” Şöyle diyerek kalktı.

“Şu üç şeyden ayrılmayın:

Dininize imanınızın gözlüğüyle bakınız.

Dünyada iken ahiret azığınızı hazırlamaya çalışın,

Yapmanızı ya da yapmamanızı istediği hususlarda Rabbinizden  daima yardım taleb ediniz”

——————–

-LOKMAN HEKİM’İN OĞLUNA NASİHATİ

“Oğlum gerçek âlimlerle otur-kalk, Onların dizinin dirinden ayrıl­ma. Çünkü Allah Teâlâ, ölü toprağı gökten indirdiği su ile canladırdığı gibi, İman nuru ile de ölü kalpleri diriltir. Alimlerle çekişmeye giriş­me Çünkü hikmet, gökten saf olarak iner. Fakat onu öğrenen kimse­ler, nefislerinin istekleri doğrultusunda onu kullanır oldular.”

——————–

 İLAHİ TAVSİYELER

Nesai’nin rivayet ettiği kudsî bir hadiste Yüce Allah şöyle buyuru­yor:

— “Ey Âdemoğlu! Gündüzün evvelinde dört rekât namaz kıl ki, gü­nün sonuna kadar seni koruyayım.’’ {Tirmizi. Salât, 475, Musned, vı, 440)

Yüce Allah buyurdu ki:

“Ey Âdemoğlu! Seni (değersiz bayağı bir sudan) yarattığım hak de beni nasıl aciz bırakabilirsin? Sonra seni adam kılığına sokup, ni­zam ve itidal verdik. İki ayaküstünde dik bir şekilde yürür oldun. Yeryüzünde ses verir oldun. Mal topladın. Onu hayra sarf etmedin. Tâki can boğaza gelince, sadaka vereyim dedin. Hâlbuki sadaka o zaman mı verilir?”

Yüce Allah buyuruyor:

– “Ey Ademoğlu! ihtiyaç fazlası olan şeyleri hayır yolunda bezledersen senin için hayırlı olur. Sarfetmez de tutup saklarsan senin için şer olur. Kifaf-ı nefs edecek kadarını elinde bulundurman sebebiyle kınanmazsın. Hayır, yapacağın zaman, öncelikle yakınlarından, bakımı üzerinde olan akrabalarından başla. Üstte olan el, altta olan elden üs­tündür. Yani veren el alan elden üstündür.” (Müslim-, zekat, 97)

Mekke’de Mûsâ b. Muhammed el-Kurazî, Bağdat’ta Ziya Abdül- vehhab b. Sekine bana şu kudsî hadisi tahdis etti. Ziya Abdülveh- hab’dan kendi ribatında buluşmamız sırasında işitmiştim. Hadis şöyle- dir:

Yüce Allah buyuruyor ki:

“Kulum abdestini bozunca yeniden abdest almazsa bana cefâ etmiş olur. Abdest alır da namaz kılmazsa bana cefâ etmiş olur. Namaz kılar da bana dua etmezse yine cefâ etmiş olur. Dua eder de ben ona icâbet etmezsem ben ona cefâ etmiş olurum. Hâlbuki ben cefâkâr bir Rab değilim, ben cefakâr bir Rab değilim, ben ce­fakâr bir Rab değilim. ”

——————–

şöyle ifade ettiler:

“(Ey Rabbimiz) yeryüzünde fesad çıkaracak, kan dökecek birini mi halife kılıyorsun.” (Bakara Süresi, 30).

Onlar bizim kötü vasıflarımızı zikrettiler, fakat bizden sadır olacak iyilikler hususunda bir şey söylemediler. Zira bu yüksek dereceli me­lekler, Cenâb-ı Hakk’ı tenzih ve takdis hususunda ulvi bir kıskançlığa ;(gayret) sahip olduklarından, Allah Teâlâ’ya karşı hiçbir mahlûkun günah işlemesini istemiyorlardı. Onlar insanın yaratıldığı maddenin özelliği sebebiyle Rabbine karşı ma’siyet işleyeceğini bilmişlerdi. Onların  bu bilgileri benzer bir hakikati taşımalarından dolayıdır. Şayet melek­ler yaratılış keyfiyeti olarak bizimle aynı özellikte olmasalardı onlar hakkında Yüce Allah şöyle buyurmazdı:

“(De ki) Mele-i a’lâ’da kendi aralarındaki tartışmalarına dair benim hiçbir bilgim olmadı.” (sad Süresi, 69)

Tartışma ancak zıtlar arasında olabilir. Demek ki meleklerin hep­si, bir konuda aynı düşüncede olmayabiliyor. Cenâb-ı Hak meleklerin bizim hakkımızda şöyle dediklerini haber veriyor:

(.Rabbimlz) Şu kulun bir iyilik yapmak istiyor. ”

Şu fıtri özelliğin gücüne bak ki, baktığı kimse hakkında nasıl hü­küm verebiliyor!

Buradan çıkaracağımız bir incelik de şudur: Bir kimse hakkında konuşurken iyiliklerini sayıp kötülüklerini söylemeyen kimsenin dere­cesi, meleklerden daha üstündür. Bu ikazlarının gayesi meleklerin ta­biatlarının nasıl olduğunu belirtmektir. Nitekim Allah Teâlâ;

“Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar.” (Ura Süresi 84) buyurmuş ve meleklerin şöyle dediklerini haber vermiştir:

“Ey Rabbimiz senin falan kulun şöyle bir kötülük yapmak istiyor’’

Halbuki Allah, o kulun niyetinin ne olduğunu onlardan çok daha iyi bilir ve onların bu şikâyeti üzerine buyurur ki:

“O kulumu gözetleyin bakalım. O kötülüğü işlerse ona misliy­le bir günah yazın; şayet yapmayıp vazgeçerse ona bir iyilik seva­bı yazın. Çünkü o kötülüğü mahza benim için terketmiştir. ” (Müslim, İman, 205).

Burada zikredilen melekler, “kirâmen kâtibin” dediğimiz “hafaza” melekleridir. Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerim de onları bize anlatırken:

“Şunu iyi bilin ki üzerinizde muhafızlık eden değerli kâtipler vardır. Onlar, yapmakta olduklarınızı bilir ve yazarlar.” (İnfitâr Süresi, 112) buyurmuştur.

Onların bu şekilde konuşmalarına sebep, kendilerine verilen vazi­fe içinde bulundukları mertebelerinin bir gereğidir. Onlar, kulların işle­diği iyilikleri, Allah’ın kendilerine neler vereceğini hesaba katmadan olduğu gibi yazarlar. Kötülüklere gelince, onları da Cenâb-ı Hakk’ın fazlını ve affını bildikleri için yazarlar. Şayet melekler, bu hususta ko­nuşmamış olsalardı, kötülük yapan kişinin durumunun Allah katında ne olacağını bilemezdik. Zikir meclislerini anlatan hadis-i şerifte, bu meclise zikretmek için değil de, başka bir sebeple gelen kişinin duru­mu hakkında Cenâb-ı Hak’la yaptıkları mülakat da bu türdendir. Ni­tekim meleklerin sorularına mukabil affı bol ve kerem sahibi Yüce Rabbimiz:

“Onlar öyle şerefli bir topluluktur ki, onlarla oturan şakî (kö­tü) olamaz” (Buhâri, Deavât, 66;Müslim, Zikir, 25), buyurarak mağfiretinin on­ların hepsini kuşatacağını bildirmiştir. Görüldüğü gibi meleklerin bu tür sualleri olmamış olsaydı, biz Allah Teâlâ’nın bu konular hakkında- ki hükmünün ne olduğunu bilemezdik. O meleklerin bütün sözleri bizler için bir rahmet olduğu gibi, ilmimizin artmasına da bir vesiledir. Her ne kadar bu olayların zahiri, kısır anlayışlı kimselere, daha önce işaret ettiğimiz gibi bir şikâyet olarak gelebilirse de durum, onların an­ladığı gibi değildir. Fazlı ve ihsanı bol olan Yüce Mevlâ’mız, iyi ve kö­tü amellere ne şekilde karşılık vereceği hususunda buyuruyor ki:

Kim (Allah huzuruna) bir iyilikte gelirse, ona getirdiğinin on  katı vardır. Kim de bir kötülükle gelirse o, sadece onun misliyle ce­zalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar. (En’am, 160)

Bir kısmını cezalandırmadan sonra, bir kısmını ise ceza vermeden  önce mağfiret eder. Günahta aşın gitse de, her günahkârın bu ilahi  mağfiretten -tevbe etmese bile- bir derecede nasibi vardır.

Bu bölümdeki tavsiyeyi dikkatlice inceleyen kimse, meleklerin ya­ratılışı ile insanın yaratılışı arasındaki ilişkiyi anlar ve temelde aynı özellikte olduklarını bilir. Zira Rabbimiz birdir. O’nun birbirine muka­bil olan birçok isimleri vardır. Bütün varlık âlemi de O’nun esmasının tecellilerinin suret bulmasından ibarettir.

——————–

Kim olursa olsun, Allah sana bir kimseyi Hak düşmanı olarak tanıtmış ve seni buna muttali kılmış ise onu kendine düşman edin. Böy­e bir durum yoksa hiç bir kimseye düşmanlık besleme. Hak düşmanı olduğunu bilmediğin kimseye düşmanlık beslememen, en azından Al­lah’ın bir emrini ihmal etmiş olman anlamına gelir. Fakat birinin Allah düşmanı olduğu kesinleşince -ki bu da Allah’a ortak koşan müşrik kimseden başkası değildir- artık ondan uzaklaş. Nitekim İbrahim -aleyhisselâm- babası Azer’in Allah düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaşmıştır. Hak Teâlâ Hazretleri bu olayı Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatır:

“O’nun (Âzer’in) Allah’ın düşmanı olduğu (İbrahim’in) kendisi­ne belli olunca ondan uzaklaştı.” (Tevbe Suresi, 114)

Bu gibi hususlarda hareketini belirleyici ölçü, Cenâb-ı Hakk’ın şu beyanı otsun:

“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumu, babaları, oğul­ları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Resulüne düş­man olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. “(Mücâdele Süresi 221


Fakat bir kimsenin Allah’ın düşmanı olduğunu bilmiyorsan,mümkün  mertebe Allah’ın kullarına düşmanlık ve kin besleme. Onların hareket ve sözlerinden dolayı harp açma. Böyle bîr durumda sana düsen vazife, onun hareketlerini ve sözlerini tasvip etmeyip çirkin görmen zâtına ve şahsına karşı sevgi üzere olmandır. Fakat Allah ın düşmanı  olduğu kesin bir şekilde belli olanın bizzat şahsına düşman olursun. Bu ikisinin arasındaki inceliği iyi ayır. Zira bunlardan zâtını kötü gördüğün Allah’ın düşmanıdır, diğeri ise mümin, ya da durumunu o an için bil­mediğin bir kimsedir. Sahih olarak nakledilen şu hadis i kudsî’nin mu­hatabı olmaktan kendini koru:

“ Kim benim velî bir kuluma düşmanlık ederse ben ona karşı harp ilân ederim. ” (Buharı, Rikak, 38)

Çünkü bir kimse, bir kulun durumunu bilmeden ona düşmanlık et­tiği zaman Allah’ın kullan üzerindeki hakkına riâyet etmemiş olur. Zi­ra bu kimse, o kul hakkında ilm-i ezelînin ne olduğunu bilmiyor ki onu terketmesine ve düşman edinmesine bir hüccet olsun. Dış görünüş iti­bariyle durumu hakkında bir bilgiye sahip olsan, hatta ilm-i İlâhîde o kişi Allah’ın düşmanı olsa; fakat sen bunu bilmiyorsan o kişiye iyi dav­ranman, düşmanlık etmemen lâzımdır. Tâki Allah’ın hakkını yerine getirmiş olasın. Çünkü Allah’ın “ez-Zâhir” ism-i şerifi, Hak katında senden davacı olur da Allah’a karşı elinde bir hüccetin olmadığı için helâk olursun. Zîra en kesin hüccetler Allah’ındır. Bu sebeple Allah’ın kullarına şefkat ve merhametle muamele et. .•

Allah Teâlâ onların durumlarını bildiği halde küfürlerine ve şirk­lerine rağmen onlara rızk vermeye devam ediyor. Onlara rızk verme­sinin sebebi şudur ki; onların içinde bulundukları küfür ve şirk hali,  onların kendilerinin yarattığı bir durum olmayıp Allah’ın yaratması­nın bir neticesidir. Umûmî bir şekilde “Allah her şeyin yaratıcısıdır” dediğimiz zaman kâfirlerin küfürleri, müşriklerin şirkleri de bu yaratı­lanların içinde olmuş olur. Hususi bir şekilde de şöyle diyebiliriz: Mev­cut olan bir şeyde bir hükmün ortaya çıkması, o şey adem (yokluk) halinde iken ilm-i İlâhîde o hükmün onun hakkında sübût bulmuş o masına’bağlıdır. İş böyle olunca ne zaman bir hüccet getirme duru­mu ortaya çıksa sonuca götürecek kesin delil, Allah ın delilidir. Bütün işi O na havale et.

Hangi hal içinde bulunursan bulun, şefkat ve merhametin canlı cansız her şeye şâmil olsun. Sakın ola ki “şu bitkidir, şu cansız varlık­tır” dolayısıyla bunlarda hiçbir hayır bulunmaz deme. Bilakis onlarda birçok hayır mevcuttur. Seni oluşturan şeylerde de hayır vardır. Artık mevcudatı hali üzere terket. Yaratılanı yaratandan ötürü sev ve onla­ra merhametli ol. Zaman içinde onlarda olup bitenlere bakma. Böyle yap ki doğruların ve yalancıların kimler olduğu ayan beyan sana gö­rünmüş olsun.

Bunlar ortaya çıkınca düşmanların kimler olduğu da be­lirir. Bir şeye düşman olursan Allah’ın bu husustaki emri sebebiyledir. Çünkü O, kendisine düşman olan birisini senin dost edinmeni yasak­lamıştır. Yakın zayıflığı sebebiyle onları idare etmeye mecbur kalırsan, bu işi onlara sevgi beslemeden yapmaya çalış. Sana olan kötülükleri­ni önlemek kastıyla da barışçı bir tavır içinde ol. İşini Allah’a havale et. Her hâl-ü kârda Ona dayanıp güven. Bu halin O’na kavuşuncaya kadar da devam etsin.

——————–

 FARZLARA DİKKAT ETMEK NÂFİLELERE DEVAM ETMEK

Farzlara dikkat et. Onlara iyi sarıl. Allah nasıl eda edilmesini iste­mişse öylece eda et. Farzları gereği gibi eda ettikten sonra bu farzlar arasını nafilelerle doldur. Hayırlı ameller yapmaya çalış. Hatta her hayırlı işe el at. Yaptığın amellerin hiçbirini küçük ve değersiz görme.  Çünkü, onu Allah yaratırken değersiz görmemiştir. Allah bir şeyi yapmanı emretmişse, o şeyin kendi katında yüce bir değeri olmasında dır. Rütbe bakımından bir insan olarak sen O’nun katında daha yükseksin. Çünkü İlâhî teklife mahal sensin. Zîra teklif, mükellef olan birinin amelleriyle alâkalı bir durumdur. Teklifin alâkası mükellefin zatına değil fiilinedir. Yani rütbe bakımından üstün olan birine bir şey em-rediliyorsa, bu durum emredilenin de önemini gösterir.,

Farzları gereği gibi yerine getirmeye devam edersen Allah’a yak­laşmış olursun. Hem de Hakk’a yakınlaştırıcı amellerin en güzeliyle. Böyle bir özelliğe sahip olduğun zaman Hakk’ın işiten kulağı gören gö­zü olmuş olursun. O’nun eli senin elin olmuş olur. Âyet-i kerime’de:

“Muhakkak ki sana biat edenler; gerçekte Allah’a biat etmek­tedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.” (Fetih Süresi 10) buy rulmuştur.

Onların eli -hakikatte Allah’ın eli olması bakımından- izafi olarak kendilerine nispet edilen ellerin üzerinde bulunmasıdır ki bey’atı ger­çekleştiren bu ellerdir. Burada bey’atı yapan Allah’tır. Onların eli Al­lah’ın elidir. Allah onların elleriyle bey’at yapmıştır. Kendilerine bey’at yapılanlar da yine onlardır. Ne kadar sebep varsa hepsi, sebep olunan şeyin ortaya çıkmasını gerçekleştirme gücüne sahip Hakk’ın eli de­mektir. İşte bu hadiste geçen muhabbettir ki nafileler hakkında söylenmiştir.

——————–

Allah’ı razı edecek hak söz ne ise onu söyle. Öyle hak (gerçek) söz vardır ki, Allah o sözlerin söylenmesine rıza göstermez. Mesela nemi­me dediğimiz koğuculuk, bir başkasını çekiştirmek demek olan gıybet, hakikatte gerçek bir sözdür; fakat bu nevi sözlere Allah Tealanın rıza­sı yoktur. Hak Teâlâ Hazretleri gıybeti ve nemimeyi bize yasaklamıştır. Rabbimizin kullarının ağızlarından çıkan sözlere ne derece önem verdi­ğini ifade etmesi açısından Sahih-i Müslim’de yer alan şu hadis-i kudsî dikkat çekicidir. Yüce Allah gökten yağmur yağınca şöyle buyurur:

(Yağan bir yağmur sebebiyle) kullarımdan bir kısmı bana inanıp mümin olur; kimi de inkâr eder kâfir olur. «Biz şu şu yıldız sebebiyle yağmura kavuştuk diyen birisi inkâr edip yıldızlara inanmıştır: Fakat, «biz Allah’ın fazlı ve rahmetiyle yağmura ka­vuştuk» diyenler bana inanmış yıldızları inkâr etmişlerdir.” (Müslim,İman, 125)

Görüldüğü gibi kişilerin söyledikleri sözler nazar-1 itibara alınmış­tır. Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- yağmur yağınca; “Biz fetih yıldızıy­la yağmura kavuştuk” der ve sonra şu âyeti okurdu ki bu âyet, açmak mânâsına gelen “feth” kelimesiyle başlıyordu:

Allah’ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti, tutup hapse­den kimse olamaz. O’nun tuttuğunu da O’ndan sonra salıverecek kimse yoktur. O, azizdir (üstündür), hikmet sahibidir.” (Fâtr Süresi, 2)

Ebû Hüreyre – radıyallahu anh- bu âyeti okumakla yağmura Al­lah’ın rahmetini açması sebebiyle kavuştuklarını ifade etmiş oluyordu.

Sana tavsiyem şudur ki; kalben, Cenâb-ı Hakk’ın sebeplerin yara­tıcısı olduğuna, kâinattaki sünnetullâh’ın O’nun tarafından yerleştiril­diğine, olup biten her şeyin O’nun emriyle olup, başka şeylerin tesi­riyle olmadığına itikadın tam olsa bile sakın ola ki, Allah Teâlâ’nın söy­lenmesini ve konuşulmasını yasakladığı şeyleri konuşmayasın. O Yü­ce Yaratıcı nasıl bazı şeylerin yapılmasını yasaklamışsa, doğru da olsa bazı şeylerin söylenmesini de yasaklamıştır.

Yukarıda geçen kudsî hadiste Yüce Allah’ın “Bana inanıp yıldızları inkâr etmiş ve beni inkâr edip yıldızlara inanmıştır” ifadelerindeki kesinliğe bir bak. Çünkü kişi “Allah’ın fazlıyla ve rahmetiyle” dediği zaman isimlerini zikretmemek sûretiyle yıldızlan örtmüş oluyor; ama yıldızlar sebebiyle dediğinde Allah’ı görmezden geliyor (örtmüş olu­yor). Bunu söyleyen kimse kalbiyle fâil-i hakikinin Allah olduğuna ve yağmuru indirenin de O olduğuna inansa bile, Allah’ın ismini söyle­memesi sebebiyle hadiste “örtmek” mânâsına gelen “küfr” kelimesiy­le onun durumu ifade edilmiştir.

Sakın kardeşim yıldızlardan yağmur isteme. Böyle bir şeyi diline dahi alma! Buna İtikat etmekten ise son derece uzak dur.

Gerçek bir mümin isen inancın şu olsun: Allah bu sebepleri neti­celerine delâlet eden bir âdet (sünnetullah) olarak kâinata yerleştirmiş­tir. Bu çeşit alâmet nevinden olan âdetlerin bozulması mümkündür. O âdetleri koyan her zaman onu bozmaya kâdirdir. Bu âdetlerin felâke­tinden kendini koru. Sakın ola ki bunlar seni ilâh! hududun dışına çı­karmasın. O hudud ki onu Allah senin için çizmiştir. Onu aşmayasın. Çünkü Allah neyi ölçü olarak koymuşsa onu durmadan görüp gözet­ler. Kullarını ona göre değerlendirip, o ölçüye uyup uymadıklarını kontrol eder durur. Her konuda bu durum geçerlidir. Bir hadis-i şerif- de şöyle buyrulmuştur:

“Bir adam Allah Teâlâ’nın gazabını celbedecek bir kelime söy­ler. O kelimenin nereye varacağına da pek aldırmaz. İşte bu kişi, söylediği bu bir tek kelime sebebiyle cehennemde yetmiş yıllık bir mesafe olan derinliğe yuvarlanır gider. Birisi de Allah’ın hoşnud olacağı bir söz söyler. Bu sözün nereye varacağını da pek bilmez. Fakat bu kişi de bu sözü sebebiyle en üstün makamlara yükselti­lir. ” (Tirmizî, Zühd, 10,12)

Durum bu olunca Allah Teâlâ’yı hoşnud edecek sözleri söyle. O nun gazabını celbedecek sözlerden kaçın. Buna muvaffak olmak ise ancak Cenâb-ı Hakk’m bu hususta koyduğu ölçüyü bilmeye bağlıdır. Ne yazık ki çoğu kimse bu konunun ehemmiyetinden habersizdir. Fahr i kâinât -sallallahu aleyhi ve selem- Efendimiz buyurur:

“İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen dilleriyle söyledik­leri faydasız sözlerinden başka ne olabilir?(Tirmizî, iman, 8)

Hikmet ehlinden birisi de şöyle demiştir: “ Hapsedilmesi gereken en mühim şey dildir.” Hak Teâlâ Hazretleri dili iki kapının arkasına yerleştirmiştir. Bu kapıların ilki dudaklar, İkincisi de dişlerdir. Böyle ol­masına rağmen dil bu kapılan açar ve faydasız birçok söz söyler.

——————–

 

“Ey kullarım! Ben zulmü bendime haram kıldım. Onu kendi  aranızda size de yasakladım. Birbirinize zulmetmeyin. Ey kullarım! Benim hidayet ettiklerim müstesna hepiniz dalalettesiniz. Benden hidayet isteyin ki size hidayet edeyim. Ey kullarım! Benim doyurduklarım müstesnâ hepiniz açsınız. Benden doyurulmak is­teyin ki sizi doyurayım. Ey kullarım! Benim giydirdiklerim müstes­nâ hepiniz çıplaksınız. Benden elbise isteyin ki sizi giydireyim. Ey kullarım! Gece ve gündüz birçok günah işlemektesiniz. Ben ise bü­tün günahları bağışlayanım. Artık benden mağfiret isteyin ki sizi bağışlayayım. ” (Müslim, Bin-, 55)

Dikkat edersen Hak Teâlâ Hazretleri, yiyeceğini giyeceğini ve di­ğer ihtiyaçlarını sen kendisinden istemeden veriyor. Ama bununla be­raber kendisinden istemeni emrediyor ki sana icabet edip sana olan inâyetini göstermiş olsun. Böylece sana nimetini artırmış olur. Bu, sa­na verilenlere eklenen diğer bir mertebe demektir. Allah Teâlâ emret­ti diyerek -zaruri ihtiyacını gidermek için bile olsa- O’ndan bir istekte bulunman, aynı zamanda bir vacibi yerine getirmek olacağından sana hayır üstüne hayır kazandırmış olacaktır. Hem sen istemekle fıtratın­da bulunan arzu, ihtiyaç ve fakrını izhar etmiş oluyorsun, hem de Al­lah’ın emrine imtisal ettiğin için mükâfatı hak etmiş oluyorsun.

İnceleyin:  İbn Arabi - Futuhat-ı Mekkiyye,cild:9

——————–

Kul abdestini edebine riâyet ederek güzelce alırsa Allah Teâlâ onun derecesini yükseltip, hatalarını giderir. Peygamberimiz -sallalla- hu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ’nın kendisiyle hataları giderip, dereceleri yüksel­teceği şeyi size haber vereyim mi? O, abdesti tastamam almak, mescidlere adımları çoğaltmak, bir namazdan sonra diğer namazı beklemek. İşte ribât budur, ribât budur, ribât budur.” (İbni Mâce, Mu­kaddime. 17) ”Ribât” bir şeye sıkı sarılmak demektir.

Hataları silip süpüren şey abdesttir, dereceleri yükselten, mescidlere giderken atılan adımlardır. Namazdan sonra diğer namazı bekle­mek de ribattır denilmiştir ki “sınırda nöbet beklemek” gibidir mânâsı da vardır. Çünkü namazı vaktinde eda etmek için bekleyen kişi nefsi­ne bu beklemeyi gerekli kılıyor ve böylece namazı namaza ekliyor demektir. Hangi şey bundan daha önemli olabilir? Çünkü bir gün, beş vakit  namaza bölünmüştür. Bir vakti kılınca, diğerini bekliyor. Böylece bütün gün namaz duygusuyla dolu oluyor. Ertesi gün yine aynı şekilde devam ediyor. Bu sebepledir ki Efendimiz üç defa ‘işte ribât budur” önemine dikkat çekmiştir.

Resûl-i Ekrem Efendimizin amellerin hakikatine olan vukufuna ve ilmine bir bak. Dünyadaki amellerin ahirette olan karşılığını nasıl gorüpte hükmünü ve derecesini haber veriyor. Abdest almayı, mescide yürümeyi ve namazı beklemeyi zikrediyor ve bunların karşılığı olarak da, hataların silineceğini, derecenin yükseleceğini ve ribat sevabı veri­leceğini söylüyor. İşte bu, O’nun müşahedesinin ne derecede olduğu­nu marifetinin kemâliyle her türlü hüküm ve hikmete aşina olduğu­nun delilidir. Bunun içindir ki Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem kendisinden bahsederken: “Bana cevâmiü ’l-kelim olma nimeti bahşedilmiştir. İbn Mâce. Mukaddime. 17) Yani kısa sözlerle birçok mânâ­ları ifade edebilme gücü verilmiştir, buyurmuştur.

 ——————–

Kullara zûlum; Allah’ın senin üzerine vacib kıldığı haklarını onfardan engellemendir.

Bazen, kulun içinde bulunduğu sıkıntıları, müşahede etmekle onun, senin üzerine vacib kılınan haklarını görürsün… Ki, böylece onun bu haliyle, senin malındaki hakkını sana bildirdiğini idrak etmen lâzım…

Zira, Allah, senin üzerine vacib olan hakkını, vermen için sana, onun hâlini müşahede ettirmiştir…

Böyle anlamayıp da, onun sıkıntısını görmemezlikten gelirsen bilesin ki mes’ûlsun.

Niçin mes’ûlsün?..

Şunu bil ki, o kulun, hacetini gidermeye görünüşte gücün yoksa da Allah, boş yere sana, onun hacetini bildirmemiştir..

Öyle ise; Allah’ın, onun hacetini sana bildirmesinde ki muradı; senin onun ihtiyacını giderebilecek başka bir şahsa güzelce onun hacetini arz ederek ona yardımcı olmandır.

Ey Aziz!..

Hiçbir şey yapamıyorsan azından o kardeşine dua et!..

Yani…

O kulun, hacetini gidermek için bütün gücünle gayret gösterdikten sonra dua etmekten başka çare kalmamışsa dua ile yardım et!.

Anla!..

Hâli sana bildirilen şahsa anlattığımız ölçülerde yardımcı olmaktan gâffl olursan, sende onun halini bilipte ona yardım etmeyen zâlimlerin taifesinden olursun.

Peki!!! Ne zaman o zalimlerden oluruz?.. diye sorarsan.. Cevaben derim ki:

O kul, ihtiyaç duyduğu şeyi elde etmeden öldüğü zaman.

Ancak bu durumdan kurtulman, o ihtiyaç sahibinin, ihtiyacını mü’minlerden birinin gidermesiyle haberin olmaksızın senin üzerine vacib olan hakkını senden sakıt etmesiyle olur.

Yani, bir başkası o ihtiyaç sahibine muhtaç olduğu şeyi verirken senin üzerine vacib olan (daha evvel sana hâlini arz ettiği İçin) hakkını sakıt etmeyi niyet etmese de hakkı sakıt olur.

Zira, mümin mü’minin kardeşidir. Mümin mümine zulm etmez ve sıkıntıya sokmaz.Evet hakikâtte de böyledir. Allah Tealâ böyle kabul eder.

Ey Aziz!.. O halde..

Sıkıntılar içindeki ihtiyaç sahibine bir şey verdiğin zaman, onu senden önce görüpte mahrum bırakan mü’minin yerine de onun hacetini gidermeyi niyet et!..

Zira, onu mahrum bırakan mü’min daha önce ona bir şey vermiş olsaydı o, ona kanaat ederdi.

Halbuki o mü’minin, ona bir şey vermemesi, mahrum bırakması senin ihtiyaç sahibinin halini bilmene vesile oldu..

Binaenaleyh, o mü’min hayır işlemeyediğinden sen, o hayrı yaparken sevab bakımından onu kendi üstüne tercih et!..

Zira, o mü’min, ihtiyaç sahibini mahrum bırakmamış olsaydı sen bu hayra nail olamazdın.(ibni arabi,kitabul vasaya)

———————

Ey Aziz!..

Allah’ın kullarından birisi, senden yiyecek veyahut içecek bir şey istediğinde istediği şey, gücünün yettiği bir şeyse ona yedir ve içir…

Zira senin hiçbir şeref ve makamın olmasa da, yemek ve içecek taleb eden şahsın, senden yemek ve içecek istemesiyle, seni kullarını yediren ve içiren Hakk’ın menziline çıkarması, senin için büyük bir makam ve şerefdir.

Halbuki böyle idrâk edenler maalesef çok azdır..

Ey Aziz!..

Hâl lisanıyla,
“Ey Allah’ım bana ihsan et..” diye sesini yükselterek birşeyler taleb eden dilencinin haline İbretli nazarla bir bak..
Allah, onun bu hâlinde kendi isminden başka birşeyi konuşturmamış..
Allah, dilencinin sesini de sen, onun isteklerini işitip ihtiyaçlarını gidermen için yükseltirmiştir..
Öyle ise, dilenci böyle yalvarmakla seni «Rezzak» ismiyle isimlendirmiş ve Allah’a iltica etmesi gibi sana iltica etmiştir..

Binaenaleyh sana layik olan, seni Mevlasının makamına çıkaran kimseyi mahrum etmemen ve ona istediği şeyi vermekte gayret göstermendir.
Anlattıklarımız, başta zikr ettiğimiz Hadis’in bir bölümünün mânâsını teşkil etmektedir. Hadis’in devamı şöyledir:
«Ve yine buyurur;
“Ey Ademoğlu, Ben senden yiyecek istedim, ama sen Bana yiyecek vermedin!..!
Kul,
“Ey Rabbim, ben Sana nasıl yiyecek veririm ki, Sen bütün âlemlerin Rabbi’sin..” der..
Yüce Allah;
“Bilmez misin ki, filanca kulum senden yiyecek istedi de, sen ona yiyecek vermedin, oysa sen ona yiyecek vermiş olsaydın, o verdiğini Benim katımda bulurdun…”
Ve yine buyurur;
“Ey Ademoğlu, Ben senden su istedim, ama sen Bana su vermedin!..”
Kul,
“Ey Rabbim, ben sana nasıl su veririm ki, Sen, bütün âlemlerin Rabbi’sin.”der…
Yüce Allah,
“Bilmez misin ki, filanca kulum senden su istedi de, sen ona su vermedin…Oysa sen, ona su vermiş olsaydın… o verdiğini Benim katımda bulurdun…”

İmam Müslim bu Hadisin, Muhammed ibni Hatimi’den o da Behz ibni Hammad ibni Seleme‘den o da Sâbit’ibni Ebi Rafi’den o da Ebu Hureyre‘den Allah onlardan razı olsun, tahricini bu rivayet üzere yapmıştır.

Ebu Hureyre‘den rivayet edilir ki Allah, ondan razı olsun, Hazreti Rasulullah Aleyhisselâm, bu Hadisten sonra şöyle buyurdu.
«Allah Tealâ, kendini kulun yerine koydu.»

öyle ise…
Bütün zamanlarında, Allah’ı anan ve daima huzuru ilâhi’de olduğunu idrâk eden kul, Hakk’ın kendisinden yiyecek ve içecek taleb ettiğini müşahede eder ve istenilenleri yerine getirir.
Niçin böyle müşahede ederek istenilenleri yerine getirir?..

Zira, ihtiyaç sahibinin acizlik hâli kendisine arzedilen şahıs, kıyamet gününde yiyecek ve içecek taleb eden şahsın düştüğü acizlik içersine düşebilir…
İşte o vakitte, Allah, o kimsenin ihtiyacını giderene hiç ummadığı mükafat verir…
O mükâfat;
«… verdiğini benim katımda bulursun…» ilâhi sözünün manâsıdır.
Yani…
«o ihtiyaç sahibine, verdiğin yiyecek ve içecekleri…, Kıyamet gününde huzuruma çıkacağın ana kadar senin için korurum ve onları önceki hallerinden daha güzel ve büyük olarak terbiye ederim… Ve, onları sana mükâfat olmak üzere geri veririm.» buyuruyor.

Ey Aziz!..

Hiç olmazsa İhtiyaç sahibinin, senden içecek taleb etmekle seni her kesin ihtiyacını gideren Hakk’ın menziline çıkardığını göremiyorsan, en azından kat kat sevab ve güzel kazanç elde etmek için onun ihtiyacını ticaret niyetiyle gidermeye çalış.,
Zira.. Allah, seni kendisine “halife” kılmıştır. Allah Tealâ’nın sana emaneten verdiği nimetlerden senden istediğini bildiğin ve Hadisin içerdiği mânâya vakıf olduğun zaman, nasıl onların ihtiyaçlarını gidermezsin???…

Verende, alanda ve verilende hepsi Allah’ındır.

Allah, âyette sana emaneten verdiği ni’metlerden infâk etmeni vasiyet etmekte, Ve, o vasiyeti yerine getirdiğin vakit de, sana kat kat mükâfat vereceğine söz veriyor. .
«Allah’a ve Rasulüne imân (etmekte sebat) edin, (sizden evvel geçenlerin ardından Allah’ın) size (tasarruf için) vekâlet verdiğinden (onun uğrunda) harcayın. İçinizden imân edip de (o surette) harcayanlar (yok mu) onlar için büyük mükâfat vardır.”(Hadid Sûresi; Âyet: 7)

Ey Aziz!..

İnfâk edeceğin zaman; ihtiyaç sahibini güleryüzle karşıla.. Hiçbir surette onu, boş çevirme… Velevki ona hiçbir şey veremesen dahi, güzel söz ve güleryüzle muamele et..

Zira, sen de Allah‘ın huzuruna Kıyamet gününde, ihtiyaç sahibi olarak çıkacaksın.. O vakit de, ihtiyaç sahibine yaptığın muamelenin misli ile Allah, sana muamele eder.,.İmam Hasan Efendimiz, ihtiyaç sahibi, ondan bir şey istediğinde İstediği şeyivermekte acele ederdi.. Ve..
“Benden önce azığımı âhırefe taşıyan sefa geldin hoş geldin…” derdi. Zira, o ihtiyaç sahibini ondan önce ahırete azık taşıyıcısı olarak görürdü…
Niçin böyle görürdü…???

İnsan, Allah’ın verdiği nimetlerden ihtiyacından fazlasını infâk etmezse…Kıyamet gününde, nimetler hususunda suale tabi tutulur.

—————————————-

Hz Peygamber Aleyhiselam’dan Hz Ali’ye Nebevi Tavsiyeler

“Ey Ali! Sana bir tavsiyede bulunacağım. Onu aklında tut, o tavsiyeye uyarsan sürekli hayır ve iyilikte bulunursun.

Ey Ali! Müminin üç alameti vardır: Namaz, oruç ve zekat.

Tekellüf sahibinin üç alameti vardır: Gördüğünde yağcılık eder, yanında yokken gıybet eder, musibet gelince bela okur.

Zalimin üç alameti vardır: Kendinden aşağı derecedekini zorbalıkla ezer, üzerindekine karşı isyan eder, zulme taraftar olur.

Riyakarın üç alameti vardır: İnsanlar arasındayken dinçtir, tek başına kalınca tembeldir. Bütün işlerinde övünmeyi sever.

Tembellerin üç alameti vardır: İhmal edinceye kadar geciktirir, zayi edinceye kadar ihmal eder, günah işleyinceye kadar zayi eder.

Akıllı şahıs üç yerde tezahür eder: Geçimi için mücadele eder, haram olmayan işlerden hazzını kazanır, günahın peşinde koşmaz.

Ey Ali! Yakînin bir alameti de Allah’ı kızdıracak bir işle kimseyi razı etmemendir. Allah’ın ihsan ettiği bir şeye karşılık kimseyi övmemen gerekir, emretmediği sürece kimseyi kınamaman lazımdır.
Rızkı harisin hırs getirmediği gibi istenmeyenin isteksizliği de rızkı engellemez. Allah rahatlığı, kendi taksimiyle; genişliği yakîne ve rızaya yerleştirmiştir. Buna mukabil üzüntü ve gamı da kendisini kızdıran işlere yerleştirmiştir.

Ey Ali! Bilgisizlikten daha şiddetli fakirlik, akıldan daha cömert mal, kendini beğenmekten daha tehlikeli yalnızlık, istişareden daha güçlü dayanışma yoktur. Yakîn gibi iman, kendini haramdan korumak gibi verâ, güzel ahlak gibi iyilik, tefekkür gibi ibadet yoktur.

“Ey Ali! Herşeyin bir afeti vardır: Sözün afeti yalan, bilginin afeti unutmak, ibadetin afeti riyakarlık, zarifliğin afeti sululuk, cesaretin afeti taşkınlık, müsamahanın afeti başa kakmak, güzelliğin afeti kendini beğenmek, değerin ve asaletin afeti iftihar, hayanın afeti zayıflık, keremin afeti böbürlenmek, ihsanın afeti cimrilik, cömertliğin afeti israf, ibadetin afeti kibir, dindarlığın afeti hevadır.

Ey Ali! Bir kişi seni yüzüne karşı överse şöyle de: “Allah’ım! Beni söylediklerinden daha hayırlı birisi yap, bilmedikleri işlerimi bağışla, hakkımda söyledikleri hususta beni yargılama.” Böyle yaparsan onların sözlerinden emin olursun.

Ey Ali! Oruçlu akşamladığında orucunu açarken şöyle de: “Allah’ım! Senin için oruç tuttum, rızkınla iftar ettim.” Böyle dersen o gün – kendi ücretlerinden hiçbir şey eksilmeksizin- oruç tutan herkesin sevabı sana yazılır. Oruç tutan her insanın kabul edilen bir duası vardır. Birinci lokmada şöyle der: “Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla! Ey mağfireti geniş olan Allah, beni bağışla.” İftarda bu duayı okuyana mağfiret edilir. Bilmelisin ki oruç cehennemden koruyan bir kalkandır.

Ey Ali! Güneş’e ve Ay’a yönelme, onlara sırtını dön. Onlara yönelmek hastalık iken onlara sırtını dönmek ilaçtır.

Ey Ali! Yasin suresini çok oku. Yasin suresini okumanın on bereketi vardır: Aç insan okursa doyar, susamış okursa suya kanar, çıplak okursa giyinir, hasta okursa iyileşir, korkak okursa emniyet bulur, hapisteki okursa kurtulur, bekar okursa evlenir, yolcu okursa yolculuğunda ona yardım edilir, malını kaybeden okursa malını bulur. Bunun yanı sıra eceli gelen birinin başında okunursa ölümü kolaylaşır. Sabah vakti Yasin’i okuyan akşama kadar, akşam okuyan da sabaha kadar güvendedir.

Ey Ali! Cuma gecesi Duhan suresini oku ki, mağfirete mazhar olasın.

Ey Ali! Ayetelkürsi’yi her namazın sonunda oku. Onu okursan şükredenlerin kalpleri, peygamberlerin sevabı ve iyilerin ameli amelleri sana verilir.

Ey Ali! Haşr suresini oku. Onu okursan kıyamette her şeyden güvende olarak diriltilirsin.

Ey Ali! Tebarake ve Secde surelerini oku. Bu iki sure seni kıyamette korkularından kurtarır.

Ey Ali! Yattığında Tebarake suresini oku. Bu sure seni kabir azabından, Münker ile Nekir’in sorularından kurtarır.

Ey Ali! Abdestliyken İhlas Suresini oku. Onu okursan kıyamette sana şöyle hitap edilir: “Ey Allah’ı öven kişi! Kalk ve cennete gir.”

Ey Ali! Bakara suresini oku. Bu sureyi okumak bereket, okumamak pişmanlıktır. Tembel insanlar uykusuzluk nedeniyle bu sureye güç yetiremez.

Ey Ali! Güneşin altında uzun süre kalma. Güneş altında kalmak hastalığa yol açar, elbiseyi eskitir ve rengini soldurur.

Ey Ali! Yangından güvende kalmanı sağlayacak dua şudur: “Allah’ım! Seni tenzih ederim, Senden başka ilah yoktur. Sana tevekkül ettim. Yüce Arş’ın sahibisin.”

Ey Ali! Kuruntulardan kurtulmak için şu ayeti okuman gerekir: “Kur’an’ı okuduğunda seninle ahirete inanmayanlar arasında bir perde çekeriz.” Ayetin bu kısmından ” Gerisin geriye kaçarlar.” kısmına kadar okumalısın. (İsra Suresi, ayet 45-46)

Ey Ali! Her türlü kem gözden uzak kalman için şöyle demen gerekir: “Allah neyi dilerse o olur, neyi dilemezse o olmaz. Ben Allah’ın her şeye güç yetirdiğine şahitlik ederim. Allah her şeyi bilgisiyle ihata etmiş (kuşatmış), her şeyi sayıca saymıştır. O’ndan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.”

Ey Ali! Zeytin ye, zeytinyağı kullan. Zeytin yiyen ve yağını kullanana şeytan kırk sabah yaklaşamaz.

Ey Ali! Yemeğe tuzla başla, tuzla bitir. Tuz yetmiş hastalığın ilacıdır ki, onlardan birisi delilik, diğeri cüzzam, ayrıca abraş, boğaz ağrısı, kemik ağrısı, mide ağrısı vardır

Ey Ali! Yemeğe başlarken “Allah’ın adıyla. diye başla, bitirdiğinde “Allah’a hamdolsun” de. Böyle yaparsan muhafaza melekleri sürekli iyiliklerini yazarlar.

Ey Ali! Ayın başlangıcında hilali gördüğünde üç kere “Allahu Ekber” ve üç kere “Beni yaratan, seni yaratan, senin için menziller belirleyip âlemlere ayet kılan Alllah’a hamdolsun.” de ve ardından şöyle de: “Allah meleklerine karşı seninle övünmüştür. O şöyle der: “Ey meleklerim! Böyle diyen bir kulu cehennemden azat ettim, şahit olunuz.”

Ey Ali! Aynaya bakarken şöyle de: “Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlakımı güzel yap ve beni rızıklandır.”

Ey Ali! Bir aslan görüp başın sıkıntıya girdiğinde üç kere tekbir getir ve şöyle de: “Allah korkup çekindiğim bu hayvandan daha büyük, daha yüce ve daha izzetlidir. Allah’ım! Bu hayvanın kötülüğünden sana sığınırım.”
Havlayan bir köpek gördüğünde şöyle de: “Ey insanlar ve cinler topluluğu! Göklerin ve yerin çeperlerinden çıkmaya çalışsanız bir sultan olmaksızın oradan çıkamazsınız.” (Rahman suresi, ayet 33)

Ey Ali! Evinden bir ihtiyaç maksadıyla çıktığında, Ayetelkürsi’yi okumalısın. Bu ayeti okumakla ihtiyacın – Allah’ın izniyle – karşılanır.

Ey Ali! Abdest aldığında şöyle demelisin: “Allah’ın adıyla, salât ve selam Hz. Peygamber’in üzerine olsun.”

Ey Ali! Geceleyin az da olsa namaz kıl, seherlerde Allah’a dua eyle, duan reddedilmez. Çünkü Allah şöyle der: “Onlar seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.” (Âl-i İmrân suresi, ayet 17)

Ey Ali! Ölüyü yıkamak gerekir. Kim bir ölüyü yıkarsa kendisine yetmiş kere mağfiret edilir. Bu mağfiretlerden birisi bütün yaratılmışlara dağıtılsaydı, hepsini kuşatırdı. Hz. Ali bunun üzerine şöyle der:

“Ey Allah’ın peygamberi! Bir ölüyü yıkayan kişi ne demelidir?”

Hz. Peygamber (s.a.v) de şöyle dedi: “Ey Rahman! Mağfiret eyle. ” Yıkanmayı tamamlayıncaya kadar böyle dua eder.”

Ey Ali! Tek başına yolculuğa çıkma, çünkü şeytan yalnızla beraber, iki kişiden nispeten daha uzaktır.

Ey Ali! Bir kişi tek başına yolculuğa çıktığında sapıtır, halbuki üç kişi bir cemaattir.

Ey Ali! Yolculuğa çıktığında vadilerde konaklama. Vadiler yılanların ve yırtıcı hayvanların mekanlarıdır.

Ey Ali! Üç kişi bir hayvanın üzerine binmesin. Öyle bir durumda en öndeki lanetlenmiştir.

Ey Ali! Kölenin veya cariyenin bir çocuğu olduğunda sağ kulağına ezan oku ve sol kulağına kamet getir. Böyle yaparsan şeytan çocuğa zarar veremez.

Ey Ali! Hilal gecesi veya ayın yarısının olduğu gece ailene yaklaşma. Aksi halde (doğacak) çocuğun deliliğe maruz kalır. Hz. Ali şöyle demiştir:

“Ey Allah’ın peygamberi! Niçin öyle olur?” O da şöyle cevap vermiştir:

“Çünkü cinler kadınlara en çok ayın ortasında ve hilalin çıktığı gece musallat olurlar. Delilerin gece yarısı ve hilalin çıktığı gece çığlık attıklarını görmez misin?”

Ey Ali! Sana bir sıkıntı geldiğinde şöyle demelisin: “Allah’ım! Muhammed hakkı için ve O’nun ailesinin hakkı için beni kurtarmanı istiyorum.”Bir şehre girmek istediğinde veya bir köye girmek istediğinde orayı görünce şöyle de: “Allah’ım bu şehrin hayrını ve bu şehir hakkında takdir ettiğin iyilikleri diliyorum. Bu şehrin kötülüğünden ve orada takdir ettiğin kötülüklerden sana sığınırım. Allah’ım! Bu şehrin hayrıyla beni rızıklandır, kötülüklerinden koru. Beni o şehir halkına sevdir, o şehir halkının salihlerini de bize sevdir.”

Ey Ali! Bir yere yerleştiğinde şöyle de: “Allah’ım! Bizi mübarek bir menzile yerleştir. Sen yerleştirenlerin en hayırlısısın.” Böyle dua edersen oranın hayırlı rızkını yersin, kötülüğü ise senden uzaklaşır.

Ey Ali! Mürailikten sakın. Çünkü onun sebebini bilemez, fitnesinden kurtulamazsın.

Ey Ali! Peştamal takmadan hamama girme, çünkü avret mahalline bakan ve bakılan kişi lanetlenmiştir.

Ey Ali! İşaret parmağına ve orta parmağa yüzük takma, bu davranış Lut kavminin fiillerindendir. (Not: Kadınlar istedikleri parmağa yüzük takabilirler, buradaki hitap erkekler içindir.)

Ey Ali! İpekli elbise giyme, ipekli elbise şeytanı çağırır.

Ey Ali! Rükû veya secdedeyken Kur’an okuma.

Ey Ali! Tartışmaktan uzak dur, tartışmak amelleri ortadan kaldırır.

Ey Ali! Dilenciyi küçümseme, at üzerinde sana gelse bile gücünün yettiğini ver. Sadaka dilencinin eline düşmeden önce Allah’ın eline düşer.

Ey Ali! Sadakayı erken ver, çünkü sadakayla beraber bela bulunmaz.

Ey Ali! İnsanlara güzel davran. İnsanlara güzel davranmakla gündüz oruç tutan ve gece ibadet edenlerin derecelerine erersin.

Ey Ali! öfkeden sakın, şeytan ademoğluna en çok öfkelendiğinde hâkim olur.

Ey Ali! Mizah ve şakadan sakın, mizah ademoğlunun heybet ve vakarını götürür.

Ey Ali! İhlas suresini oku, İhlas suresi fakirliği ortadan kaldırır.
Faizden uzak dur, faizde altı özellik vardır ki üçü dünyada, üçü ahirette ortaya çıkar:Dünyadakiler; zenginliği yok etmek, yokluğu hızlandırmak ve rızkı yok etmektir. Ahirette olan özellikleri; hesabın kötü olması, Allah’ı öfkelendirmek, cehennemde kalmak veya orada yalnız başına kalmaktır.

Ey Ali! Evine girerken evdekilere selam ver; evdekilere selam vermek evin hayrını arttırır.

Ey Ali! Fakir ve miskinleri sev ki Allah da seni sevsin. Miskinleri (fakirleri) küçümseme, kıyamet günü melekler de seni küçümser.

Ey Ali! Sadaka vermen gerekir, sadaka kötülüğü senden uzaklaştırır.

Ey Ali! Ailenin ihtiyaçlarını cömertçe karşıla ve geçimlerini sağla ki Arş’ın sahibinden korkmana gerek kalmasın.

Ey Ali! Bineğe (veya herhangi bir taşıt aracı) binince şöyle dua et: “Bize ikramda bulunan ve İslam’a ulaştıran Allah’a hamdolsun. O, bize Hz. Muhammed vasıtasıyla hidayet etmiş ve ihsanda bulunmuştur. Bu bineği bize âmâde kılan Allah’a hamdolsun, biz Rabbimize gidenleriz.”

Ey Ali! Allah’tan kork denildiğinde öfkelenme; yoksa Allah kıyamet günü sana kötülük yapar.

Ey Ali! Allah kulunun şöyle demesini sever: “Allah’ım! Bana mağfiret eyle, günahları senden başka kimse bağışlayamaz.” Kul bu sözü söyleyince Allah şöyle der: “Ey meleklerim! Bu kulum günahları benden başka kimsenin bağışlayamayacağını bilmiştir, onu bağışladığıma şahit olun.”

Ey Ali! Yeni bir elbise giydiğinde şöyle de: “Allah’ın adıyla, hamd bu elbiseyi bana giydiren ve avret mahallimi örtüp insanlara muhtaç olmaktan kurtaran Allah’a olsun.” Böyle deyince elbise henüz üzerindeyken Allah sana mağfiret eyler.

Ey Ali! Kim yeni bir elbise giyer ve bir yoksulu veya çıplak bir yetimi giydirirse Allah’a komşu olur, Allah ona eman verir, bu elbise üzerinde olduğu sürece onu muhafaza eder.

Ey Ali! Çarşıya girerken şöyle de: “Allah’ın adıyla, Allah için şahitlik ederim ki, O’ndan başka ilah yoktur. Hz. Muhammed O’nun kulu ve peygamberidir.” Bunu söyleyince Allah şöyle der: “İnsanlar gafil iken kulum beni zikretti, şahit olun ki kulumu bağışladım.”

Ey Ali! Allah, sokaklarda ismini zikreden bir kulunu beğenir. O kul mescide girdiğinde şöyle der: “Allah’ın adıyla giriyorum, Allah’ın peygamberinin üzerine salât ve selam olsun. Allah’ım! Bana rahmetinin kapılarını aç.” Çıkarken de şöyle der: “Allah’ın adıyla çıkıyorum, Allah’ın peygamberine salât ve selam olsun. Allah’ım bana ihsanının kapılarını aç.”

Ey Ali! Müezzinin ezan okuduğunu duyduğunda sözlerini tekrarla ki müezzinin aldığı sevap sana yazılsın.

Ey Ali! Abdestini bitirdiğinde şöyle de: “Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Hz. Muhammed de O’nun elçisi ve kuludur. Allah’ım! Beni tevbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle.” Bu duayı yaptığında annenin seni doğurduğu gündeki gibi günahlarından temizlenmiş olursun, sekiz cennetin kapısı açılır ve “Dilediğinden gir” denilir.

Ey Ali! Yemeğini bitirince şöyle de: “Hamd beni yediren, içiren ve bizi Müslüman yapan Allah’a mahsustur.” Ey Ali içtiğinde şöyle de: “Hamd, bize suyu içiren Allah’a mahsustur. Allah onu merhametiyle tatlı ve içilebilir bir su kılmış, onu günahlarımız nedeniyle acı ve tuzlu yapmamıştır.” Böyle dua eden biri şakir (şükreden) diye yazılır.

Ey Ali! Yalan söylemekten uzak dur, yalan yüzü karartır. İnsan yalan söyler, söyler, en sonunda Allah katında yalancı diye yazılır ve isimlendirilir. İnsan doğru söyler, söyler, en sonunda Allah katında dürüst ve doğru sözlü diye isimlendirilir. Hiç kuşkusuz yalan imandan uzaktır.

Ey Ali! Kimsenin gıybetini yapma, gıybet oruçlunun orucunu bozar. İnsanların dedikodusunu yapan kişi kıyamette onların etini yer.

Ey Ali! Laf taşıyıcı olmaktan sakın. Laf taşıyıcılar cennete giremez.

Ey Ali! Allah adına yalan veya doğru yemin etme. Yeminlerinizi Allah’ın karşısına koymayınız. Allah yalan yere kendi üzerine yemin edene merhamet etmez, onu temize çıkarmaz.

Ey Ali! Dilini tut, dilini hayra alıştır. Kıyamet günü kul en çok dilinden azap görür.

Ey Ali! İsrarcı olmaktan sakın, israrcılık pişmanlık getirir.

Ey Ali! Hırslı olmaktan sakın, hırs babam (Hz. Adem’i) cennetten çıkarmıştır.

Ey Ali! Hasetten sakın, haset ateşin odunu yemesi gibi iyilikleri yer.

Ey Ali! İnsanları güldürmek üzere yalan söyleyene yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun!

Ey Ali! Misvak kullanman gerekir; misvak ağzı temizlerken Rabbinin rızasını kazandırır, dişleri parlatır. Dişlerini temizlerken parmaklarını kullanarak temizlemelisin. Meleklere en nahoş gelen şey bir kulun ağzında yemek görmektir.
Hz Ali (k.v) şöyle demiştir:

“Ey Allah’ın peygamberi, “Âdem Rabbinden kelimeler alıp tevbe etti” ayetinde kastedilen nedir? O kelimeler nelerdir?”

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle demiştir:

“Allah Adem’i Hint toprağına, Havva’yı Cidde’ye, yılanı İsfahan’a, İblisi Bisan’a indirdi. Cennette yılan ve tavustan daha güzel bir şey yoktu. Yılanın üzerinde katırda olduğu gibi çizgiler vardı. İblis onun arasına girdiğinde Adem’i kandırmış, aldatmış, Allah da yılana gazap etmiş, güzelliğini kendisinden alarak şöyle demiştir:
“Senin rızkını topraktan vereceğim! Karnın üzerinde toprak üzerinde yürüyeceksin. Sana merhamet edene Allah merhamet etmeyecektir.”
Allah tavus kuşuna da gazap etmiş, iblisin ağaca gitmesine kılavuzluk ettiği için ayaklarını mesh etmiştir. Adem yüz sene başını göğe kaldırmaksızın hatasına ağlayarak kalmıştır. Bu esnada mahzun bir şekilde oturmaktaydı. Allah, Cebrail’i kendisine göndererek şöyle demiştir: “Ey Adem! Allah sana selam ediyor ve sana şöyle diyor: “Seni elimle yaratıp ruhumu üflemedim mi? Meleklerim sana secde etmedi mi? Seni kulum Havva ile nikahlamadım mı? Bu ağlama da nedir öyle?” Adem şöyle cevap vermiş: “Ey Cebrail! Beni ağlamaktan uzak tutacak nedir ki? Ben Rabbime komşuluktan uzaklaştırıldım.” Cebrail şöyle demiş: “Ey Adem! Şu kelimeleri söylersen Allah günahına mağfiret edip tevbeni kabul eder. ” Hz Adem : “Onlar nelerdir?” diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle aktarmıştır:
“Allah’ım! Hz. Muhammed ve O’nun ailesi hakkı için senden isterim. Allah’ım! Seni tenzih ederim, sana hamd ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, günahları senden başkası bağılşayamaz, sen merhametlilerin en hayırlısısın. Allah’ım! Seni tenzih ederim, senden başka ilah yok! Bir kötülük işledim, kendime zulmettim. Benim tevbemi kabul et çünkü tevbeleri kabul eden ve merhamet eden sensin. Allah’ım! Sana hamd ederim, senden başka ilah yok. Bir kötülük işledim, kendime zulmettim, mağfiret eyle, mağfiret edenlerin en hayırlısısın.” İşte Adem’in kelimeleri bunlardı.

Ey Ali! Ev yılanlarına dokunmanı yasaklarım; yassı ve kuyruğu kesikler hariç! Onlar ilk şeytandır. Yolunda yılan gördüğünde üç kez “yolumdan çık” demeden onu öldürme; dördüncüyü söyledikten sonra öldürebilirsin. Yolda bir yılan gördüğünde onu öldür. Ben cinlere yolda yılan suretinde görünmemeleri şeklinde şart koştum. Kim yılan suretinde görünürse, kendisini ölüme atmış demektir.

Ey Ali! Dört özellik bedbahtlık özelliğidir: Göz katılığı, kalp katılığı, uzun emel ve dünya sevgisi!

Ey Ali! Dört özellikten seni sakındırırım: Kuvvetli haset, hırs, yalan ve öfke..

Ey Ali! İnsanların en kötüsünün kim olduğunu sana bildireyim mi? “Evet ey Allah’ın peygamberi bildir.” dedim. Hz.. Peygamber “tek başına yolculuk yapan, misafirine cimrilik yapan ve kölesini döven kişidir.” dedi. Ardından ekledi: “Bütün bunlardan daha kötüsünü bildireyim mi?” “Bildir ey Allah’ın peygamberi” dedim. “Bütün bunlardan daha kötüsü kendisinden hayır beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayan kişidir. ” dedi.

Ey Ali! Cenaze namazı kılarken şöyle de:“Allah’ım! Bu senin kulun ve kulunun oğludur. Henüz bir şey değilken yaratılıştaki hikmetin ona işlemiştir. O sana misafir gelmiştir, sen onun yerleşeceği en hayırlı menzilsin. Allah’ım! Onun delilini ortaya koy, peygamberine kat, sabit bir sözle onu sabit kıl! O sana muhtaç iken Sen kendisinden müstağnisin. O, ”Allah’tan başka ilah yoktur” diye kelime-i şehadet getirirdi. Onu bağışla, merhamet eyle, sevabından mahrum lıkma, bizi ondan sonra fitneye düşürme. Allah’ım! Temiz birisiyse temizliğini arttır, hatalıysa günahlarını bağışla.”

Ey Ali! Bir kadının cenaze namazını kılınca şöyle dua et:Allah’ım! Sen onu yarattın, onu sevdin, onun sahibisin, gizlisini ve açığını bilensin. Biz şefaatçi ve duacı olarak sana geldik. Bu kadını bağışla, merhamet et, ecrinden mahrum bırakma. Bizi onun ardından fitneye düşürme.

Çocuğun namazını kılınca şöyle dua et:Allah’ım! Onu anne ve babasının takipçisi yap. O ikisine sabır ver, çocuğu onların öncüsü kıl, onlara nur ver. Bu çocuğu onlar için nur kıl, anne-babasını cennete koy, onları çocuğun ecrinden mahrum bırakma.

Ey Ali! Abdest alırken şöyle de:Allah’ım! Abdesti tam almayı, mağfiretini tam elde etmeyi diliyorum.

Ey Ali! Mümin kul kırk seneyi yaşadığında, Allah onu üç beladan emin kılar: Delirme, cüzzam ve abraş hastalığı. Altmışa geldiğinde, ahirete yüzü dönmüştür artık. Altmıştan sonra Allah ona sevdiği işlerde kendisine yönelmeyi nasip eder. Yetmişe geldiğinde, gök ehli ile yeryüzündeki salihler onu severler. Seksene geldiğinde iyilikleri yazılır, günahları silinir. Doksana geldiğinde, geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır. Yüz yaşına geldiğinde, onun adı gökte “Allah’ın yerdeki esiri” diye yazılır.

Ey Ali! Tavsiyemi dinle, sen Hak üzeresin, Hak da seninle beraberdir.

Futuhat-ı Mekkiyye – İbni Arabi / Ekrem Demirli Çevirisi / Litera Yayınclılık / 18.Cilt:336-344 e kadar

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir