———————
Belaya maruz kalan görünüşte kendisine nispet edilen işten masum olabilir veya Allah katında başka bir nedeniyle masum olmayabilir. Söz gelişi bir hayvana karşı bir iş yapmıştır veya sadece Allah’ın bildiği bir fiili olabilir. Belaya uğradıktan sonra daha önce yaptığı işi hatırlayabilir. Böyle bir durumda kişinin çektiği acı bela değil, aksine bir cezadır. Onun masum olduğunu söyleyen kimse, özel bir nispetle söylemiştir. Acıyı o nispetle ilgili olarak görmüş, fakat söz konusu kişinin o işten masum olduğunu düşünmüştür. Hâlbuki Allah katında bu bela ve elem, o davranışın hak ettiği bir cezanın gerçekleşmesinden ibarettir. Cezanın gerçekleşmesi bir müddetin tamamlanmasını beklemiş, o kişinin masum olduğu iddiası ortadan kalkmış ve bu nedenle cezalandırılmıştır. Böylece cezalandırma daha önce işlenen bir davranıştan kaynaklanmıştır. Bunu görenler şöyle der: Bu insan kendisine ilişen belada masumdur. Onun masum olduğunda doğru söylemişlerdir. Hâlbuki onun aleyhine karşı iddia nedeniyle cezalandırıldığını söylerken doğru söylememişlerdir,
———————
Varlıkta hiçbir şey tek yönlü değildir. Bunun en büyüğü ve üstünü, Allah’ın nurudur. O nur vasıtasıyla eşya perdelerin ardından ortaya çıkar. Perdeler kalksaydı, söz konusu nur, var olan her şeyi yakardı. Öyleyse bu perdeler var edici ve yok edici perdelerdir! Aynı şekilde Kuran’ın inmesi de böyledir. Onun mümine fayda veren bir yönü olduğu gibi -çünkü müminin Kuran vasıtasıyla imanı artar- kâfire zarar veren bir yönü de vardır. Kuran kâfirin kirini artırır. Allah Teala şöyle der: ‘Onunla pek çok kimseyi saptırır, pek çok kimseye hidayet eder.‘’Allah’ın yarattıklarına rahmetinin bir neticesi olarak şöyle der: ‘Onunla fasıklar sapar.’ Böylelikle Allah bize bir alamet vermiştir ve her kim kendinde bu alameti bulursa, sapanlardan olduğunu anlar.
———————
Günahların en büyüğü, kalpleri öldüren günahtır. Kalpler Allah Teala hakkındaki bilgiden yoksun kalınca ölür ki, bilgisizlik denilenhal budur. Kalp Allah’ın insanın bedeninden kendisine seçtiği evidir.Bu ev bilgisiz kalınca, hırsız onu ele geçirmiş, sahibiylearasına girmişdemektir. Böyle bir insan kendisine karşı zalim olan insandır. Çünkü o, evi sahibine bıraksaydı, ev sahibinden kendisine ulaşacak iyilikten kendisini mahrum etmiştir. Cehalet mahrumiyeti budur.
———————
Nefsin kabul ettiği ilk şey, eşitlik ve adalettir. Bu durum ‘Seni düzenledi ve sana itidal verdi’’ ayetinde belirtilir. Adaleti kabul, iyiliğin ta kendisidir ve nefs asil itibarıyla bu (düzenlenmiş ve itidal bulmuş) yaratılışı kabul etmiştir; söz konusu yaratılış karışımlardan ibaret olan birbirine zıt olan unsurlara komşudur ve ki zıddın birbirini itmesi zorunludur. Nefste birbirine itme olmadığına göre, bu durum, onun aslının iyiliğini gösterir. Düzenlenmesinin ve tesviyecinin ardından işe kendisine üflenen kutsi ruhu kabul etmiştir. Böylelikle nefsin yaratılışına ilave olarak kabul ettiği ilk şey, bu temiz ve temizleyici iyi ruhun üflenilişidir. Bu nedenle iyilik ve hayır, nefs için doğası gereği bir alışkanlık ve adet olmuştur. Nefs bu doğada yaratılmıştır ve bu nedenle sonunda aslına döner. Çünkü aslın bir yönü, zikrettiğimiz şekilde, iyiliği kabuldür. Böylece rahmet sonunda nefse ulaşır. Nitekim onun varlığı da rahmetin kendisiydi. Böylelikle iş başladığı gibi bitmiş, son başlangıcın aynı olmuştur.
———————
Bilmelisin ki, günümüzde âlem, Hz.Muhammed’in ruh-beden,suret-mana olarak kendisiylezuhur ettiği kuşatıcılık ve toplayıcılıktan (cemiyet) yoksun olduğu için, ölü değilse de uykudadır. Onun ruhu-
nun -ki Hz. Muhammed’dir- âlem karşısındaki yeri, uykuda insan ruhunun kendisinde bulunduğu mahal gibidir. Hz. Muhammed’in ruhu diriliş vaktine kadar orada bulunur. Diriliş günündeki durum, dünyada uyuyanın uyanmasma benzer. Alem için Hz. Muhammed’in nefs-i natıka (düşünen nefs) konumunda olduğunu söyledik, çünkü keşif bu bilgiyi vermiştir. Hz. Peygamber, insanların efendisi olduğunu söylemiştir. Alem de insanın bir yönüdür, çünkü âlem cisim bakımından büyük insan,düzenleme ve itidalde –Hz Muhammed’in yaradılışı kendisinden ortaya çıksın diye- daha önce varolandır.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…