İbadetlerde Dil-Hareket Münasebetleri

indir10 İbadetlerde Dil-Hareket Münasebetleri

 

İslâm’ın beş esasının da temelinde inancın var olduğu âşikârdır. Yalnız temelde aynı olan bu beş esas ifa edilip yerine getirilirken, birbirlerine hiç benzemeyen çok büyük farklar gösterirler.

Şöyle ki: Namazda, namaza başlama ânından itibaren bütün vücudumuzun iştirakiyle yaptığımız hareketler, bu ibadet esnasında lisanımızla yaptığımız okumalar (Tesbih, Kur’an-ı Kerîm, Dua) ile aynı ehemmiyet ve ciddiyetle beraber başlayıp beraber sürerler ve yine bu iki faaliyet birbirlerinden önce ye sonra olmamak kaydıyle yine aynı beraberlik içinde sona ererler. Yani, ibadetlerden sadece namazda dil-ibadet ile vücud-ibadet başka bir deyişle dil-ibadet ile hareket eş değerli olarak ve birbirlerine tabi olarak yürümektedirler.

Halbuki, Oruç veya diğer ibadetlere baktığımızda dil-ibadeti ile vücud-ibadetinin büyük ölçüde birbirinden ayrıldığını görürüz. Mesela, oruçda orucun başlamasından bitimine kadar oruca ait oruçlu üzerine farz olan herhangi bir okuma şartı mevcut değildir. Zekât verecek veya Hacca gidecek herhangi bir müslüman için yaptığı ibadet müddetince devamlı okumaya mecbur olduğu hiçbir lisanî ibadet yoktur. Daha doğrusu böyle bir ibadet şart koşulmamışlar. Kısacası oruç, rekât vs. de okumaya mecbur olunan hiçbir şey yoktur, fakat bizzat yapmaya ve yapmamaya mecbur olunan birçok şeyler vardır.

Başka bir ifadeyle, bu ibadetlerden sadece namazda “Teşbih, Kuran-ı Kerîm ve Dua” okunması mecburiyeti vardır. Yapılan bu okumaları şöyle tarif edebiliriz: “Hem kendi kendimize ve hem de başkalarına karşı lisanımızla Allah Teala’nın her türlü eksik, kusur ve noksanlardan münezzeh olup, yücelerin yücesi olduğunu beyan etmek, “0”nun emir ve yasaklarını hem kendimiz ve hem de başkalarına bildirip tebliğ etmek, hiç olmazsa tekrarlamak sure¬tiyle hatırlamak ve hatırlatmak ve yine hem kendimiz ve hem de başkaları hesabına bir takım temenni, istek ve dileklerimizi O’na arz etmektir. Yani, namazdaki lisanî ibadet olan okumalar, bir bakıma bir söz söyleme, bir konuşmadır. Namazda bu söz söyleme ile hareket iç içedir. Bu iki davranış hem birbirini tahdit eder, sınırlar ve hem de birbirini takviye eder durumdadır.. Hiç bir zaman bu konuşmalar, söz söylemeler, ön ve son itibariyle hareketi geçemez.

Halbuki, diğer ibadetlerde durum tamamen bunun zıddınadır. Mesela oruç, hac, zekât vs. gibi ibadetlerde, lisanî ibadet olan okumalar yani söz söyleme ve konuşmalar kayıp olarak yerlerini tamamen harekete terk etmişlerdir. Böylece, daha önceleri ,lisan ve hareket arasında ortak olan meşguliyet de tamamen hareket üzerine geçmiştir. Bu da bazı ölçüleri geçmemek şartiyle, söylenenden ziyade yapılan,yapılmayan yahut eksik yapılan işten sorumlu tutulma demektir.

İnceleyin:  Düşünme Gücünün İtidal Hali:Hikmet

…Vücudla yapılan hareket halindeki ibadet arasındaki mevcud fark, o derece büyütülmüştür ve hareket o derece kaydırılmıştır ki, görmemezlikten gelip üzerinde düşününmemek mümkün değildir. Hatta bu ayrım, bu iki ibadetin birleşip, eşdeğerli olduğu zamanda bile büyük bir açıklıkla görülür. Mesela, yeni müslüman olmuş bir kimse üzerine vaktin girmesiyle bareber namaz farz olur. Bu çeşit bir kimse okuyacak hiçbir şey bilmese de abdest alıp muayyen hareketleri yapmaya mecburdur. Okuyacak hiç bir şey bilmiyorum diye bu hareketleri yerine getirmekten kaçınması mümkün değildir. Yani, bu kimsenin hiçbir şey bilmemesi, onun kendisinden istenilen hareketleri ve faaliyetleri yerine getirmemesi hususunda hiçbir şekilde mazeret teşkil etmemektedir. Tabiî bu arada da gerekli sûre, dua ve teşbihleri de öğrenmeye çalışacaktır.

Hareket lehine yapılan bu tercih, diğer ibadetlerde .daha açıktır. Mesela, yemin edip yeminini bozan bir kimse, bunu diliyle yapacağı çeşitli ibadetlerle değil de vücudu veya malı ile yapacağı ibadetlerle karşılamaya mecburdur. Halbuki, yapılan yemin dil ile yapılmıştı. Dil ile yapılan bu yeminin bozulması sonucu yapılacak şeylerin yine dil ile yapılacak lisanı ibadetler olması gerekirdi. Fakat Islâm bu türlü bir karşılığa iltifat etmemiştir. Dil ile yapılmış kusurların karşısına ancak ve ancak hareketi koymuştur: Oruç veya para. Rahatsızlığı münasebetiyle orucunu tutamayan bir kimsenin para vermesi de böyledir. Paranın da muhtelif faaliyetler ve gayretler neticesinde kazanıldığı düşünülürse, durum daha iyi aydınlanmış olur. Hatta namazdaki okumalarımızda yaptığımız kusurların yine lisanen değil de, ancak secde-sehiv ile telafi edilebilmesi de lisan ile hareket arasındaki tercihin hareket lehine ne derece geliştiğinin açık bir ifadesidir.

Sonuç olarak, dikkat edilmesi gereken en mühim husus şudur: İster dilimizle, isterse hareketlerimizle olsun, yaptığımız bütün ibadetlerde meydana gelebilecek kusurların, ancak ve ancak çeşitli hareket ve davranışlarımızla tamir edilebileceği esasdır.

Yazının başından beri söylenmek istenilenleri özetleyerek yazımızı bitirmeye çalışalım. İman ilk defa, harfler ve kelimeler ile Kelime-i Şehadet halinde dilde ifadelenir. Hemen sonra, namazda hem bir takım okumalar şeklinde dilde kelime ve cümleler halinde ve hem de bir takım davranışlar bütünü olarak bedende hareket halinde tecellî eder. Sonra namazdaki okumalarımızın Kelime-i Şehadet’inlisanen bir tefsiri, bir tamamlayıcısı olmasına karşılık, namazdaki bedenen yaptığımız hareketlerimizde faaliyet, hareket ve davranış olarak bu Kelime-i Şehadet’in hareket haline dönüşmüş olan bir tefsiri, bir izahıdır. Daha doğrusu onun hareket ve davranış olarak en mühim tamamlayıcısıdır.

İnceleyin:  İman bir nurdur, insanı ışıklandırıyor

Tabiîdir ki, Kelime-i Şehadet’in tefsiri durumunda olan namazdaki okumalarımızın ihtiva ettiği bütün emir ve yasakların kıldığımız namaz içinde yerine getirilebilmesi mümkün olmayacaktır. Bu münasebetle, artık Zekât, Hac, Kurban vs. gibi ibadetlerimiz namazın bitmesiyle beraber başlamak suretiyle namazın dışına taşmışlardır. Yani bu çeşit ibadetler, ancak namazın dışında tatbikat sahası bulabilme imkânına sahiptirler. Başka bir ifadeyle ancak bu sayede namazda okuduğumuz İlahî emir ve yasaklar sözden ibaret bir takım nazariyeler halinde kalmayarak, namazın dışında da bütünü ile bir hal alabilmektedirler.

Bu gerçeklerle, artık namazdaki okumalarımız diğer ibadetlerde yerlerini tamamen bir takım faaliyetlere terk etmişlerdir. Fakat bununla beraber namaz, hem lisanî ibadet olan okumaları, yani dili ve hem de bedenî ibadet olan hareketi kendi nefsinde aynı anda toplamış olduğu için kemal derecesine ulaşmış ve bu münasebetle de diğer bütün ibadet, hareket ve davranışlarımızda bizlere ışık tutar duruma gelmiştir. Namazın dinin direği olması da belki bu sebepledir.

Fakat bununla beraber namazdan sonraki ibadetlerde okumalarımızın yerlerini tamamen harekete terk etmesi açık seçik olarak bizlere bir hususu işaret etmektedir. O da Allah Teala’nın söylediklerimizden ziyade yaptıklarımıza önem verdiğidir. Yani, yaptıklarımızın söylediklerimizden daha mühim olduğudur. Hatta bu hareket ve davranışlarımız o derece mühimdir ki, iyi niyet bile şart olmakla beraber hareket ve davranışlarımızın yerini tutamamaktadır. Bu da, bizden söz adamı, niyet adamı yerine iş adamı olmamızın istenmesi demektir.

Netice olarak: Namazın bitmesiyle, lisanî ibadet olan okumalarımız da son bulup bitmektedir. Halbuki namazdaki hareket ve davranışlarımız, tarz ve şekil değiştirmek suretiyle ve birbirini tamamlar mahiyette çeşitli ibadetler, yani çeşitli hareketler şeklinde ve bir takım emir ve yasaklar halinde son nefesimize kadar bütün bir ömür boyu aralıksız ve fasılasız olarak devam edip gitmektedir. Yani, dilimizle yaptığımız lisanî ibadet olan okumalarımızda bir kesilme, bir bölünme olmasına karşılık, bedenî ibadet olan hareketlerimizde hiçbir şekilde bir kesilme, bir bölünme yoktur. Bilakis bu hareketlerimiz birbirlerine intikal etmek suretiyle bütün bir ömür boyu devam edip sürmektedir,

Nitekim bir mütefekkir milletleri üçe ayırmaktadır:

1-Susan milletler 2-Konuşan milletler 3-Yapan milletler.

Söylenmek istenilenleri en veciz bir şekilde ifade etmesi bakımından, yazımızı bir vezirimizin yabancı devlet elçilerinden birine söylemiş aldığu bir cümleyle bitirelim; Bizler az konuşur, çok iş yaparız.

Prof.Dr.Ali Murat Daryal – Dini Hayatın Psiko-Sosyal Temelleri

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir