Evvela şunu belirtelim ki, Hz. Peygamber ( s.a.v) ‘in Kuran dışında vahiy almadığı konusunun delalet-i kat’iyye sarahatinde ifade eden bir Kur’an ayeti mevcut değildir.Yazarın yaptığı gibi ( Yaşar Nuri Öztürkten bahsediyor ) mesela ” O arzusuna göre konuşmaz. O ( bildirdikleri ) kendisine indirilen vahiyden başkası değildir ” ( en-Necm, 3-4 ) , ” Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının ” ( el-Haşr,7 ) gibi- pek çok sahabi , müçtehit ve müfessire göre Sünnet’e de delalet eden – bir kısım ayetler konusunda ” Bu ayetlerde kast edilen Kur’andır ” diyerek kestirme hükümlerle meseleyi ört -bas etmeye çalışmak [1] ilmi yaklaşım ile bağdaşmaz. İlmi yaklaşım, bu ayetlerde kastedilenin Kur’an olduğunu yine Kur’an ayetlerine dayanarak ortaya koymayı gerektirir. Ancak yazarın bunu, ilmi araştırma vasfı verilecek ciddiyet ve boyutta gerçekleştirdiğini söylemek mümkün değildir…
Son tahlilde bu ve benzeri ayetlerin Kur’an’a delalet ettiği kadar Sünnet’e de delalet etiği veya Sünet’i de kapsadığı hususu bir ” ihtimal ” bile olsa , bunu gözden uzak tutmak mümkün değildir.
Şüphesiz Hz. Peygamber ( s.a.v) in Kur’an dışında da vahiy aldığı konusuyla ilgili oldukça açık sahih hadisler mevcuttur ve sadece bu hadislerden hareketle Hz. Peygamber ( s.a.v)in Kur’an dışında vahiy aldğını rahatça söylemek mümkündür. Ancak biz, kitabın başında belirttiğimiz yöntemden ayrılmayacak ve bu konuda da doğrudan Kuran ayetlerinden hareket ederek sonuca ulaşmaya çalışacağız.”
”Kur’an , önceki peygamberlerin yüce Allah’tan aldıkları vahiylere bir sınır getirmemiştir. O peygamberler vahy-i celi ( açık vahiy ) yanı sıra rüya, ilham veya başka yollarla da Yüce Allah’tan vahiy almışlardır. Şu halde bu durum Hz. Peygamber ( s.a.v) hakkında niçin kabul edilmesin ? Esasen Yüce Allah’ın Kadir’-i Mutlak olduğu konusunda herhangi bir kuşkusu bulunmayan kimse, O’nun peygamber olarak seçip görevlendirdiği kişiye, dilediği şeyi dilediği şekilde vahyetme / iletme tasarrufuna da bir sınırlama getirmenin kimsenin haddine olmadığından da kuşku duymamalıdır.
Hz. Peygamber ( s.a.v)in Kur’an dışında vahiy aldığını gösteren Kur’an ayetleri var mıdır ? sorusuna,yine bizzat Kur’an’dan hareketle ” evet” demek durumundayız.
Yüce Allah şöyle buyuruyor :
1 – ” Kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve Hikmet’i talim edip, bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.”- ( bakara 151 )
2- ”…. Allah’ın ayetlerini eğelenceye almayın, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab’ı ve Hikmet’i hatırlayın, Allah’tan korkun…”- ( bakara 231 )
3- ” Andolsun ki, içlerinden , kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitab’ı ve Hikmet’i öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur… ” ( Al-i İmran 164 )
4- ” Allah’ın sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab’ı ve Hikmet’i indirmiş, bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur. ” ( Nisa,113 )
5- ” ( Ey Peygamber hanımları ! ) Allah’ın , evlerinizde okunan ayetlerini ve Hikmet’i anın ! ( Ahzap,34 )
6- ” Çünkü ümmilere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temzileyen, onlara Kitab’ı ve Hikmet’i öğreten bir peygamber gönderen O’dur …” ( Cuma,2 )
Bu ayetlerde geçen ” Kitap ” kelimesinin Kur’an olduğu üzerinde herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. O halde buradaki Hikmet nedir ?
Elmalılı Hamdi YAZIR merhum, başka hiçbir yerde bulunamayacak şekilde detaylarına inerek bu kelimenin 29 ayrı tanımını vermekte ve her bir tanımın uzun uzadıya açıklamasını yapmaktadır ki [2] bunların toplamından çıkan netice yine kendi ifadesi ile şudur :
” Bunların bazısı mana-yı masdar, bazısı hasl-ı masdar, bazısı ism-i mahz olmakla beraber bir kısmı ilme, bir kısmı amele, bir kısmı da her ikisine raci olduğundan bu tafsilat kısmen misal ve tarife hamledilmek suretiyle mecmuu üç tefsire irca olunabilir ki ameli nafia müeddi olmak haysiyetiyle ilim, ilme müteratib olmak hasyiyetiyle amel-i nafi, biri de ilm-ü amelde ihkam, tabir-i aherle kavil ve fiilde isabet veya ilim ve fıkıh manalarıdır ” [3]
Her ne kadar içlerinde İmam eş-Şafi’i ‘nin de bulunduğu bir grup alim, Kur’an’da yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde geçen Hikmet kelimesini doğrudan Sünnet olarak anlamışlarsa da [4] biz peşinen bu yargıya varmayalım ve mezkur ayetlerden hareketle bu kelimenin ne anlama geldiğini araştıralım.
Elmalılı merhumun alabildiğine tafsilatlı olarak zikrettiği görüşlerinden yine kendisinin çıkardığı sonuca bakılırsa Hikmet şu üç anlamı bünyesinde toplayan bir kelimedir :
1- Faydalı amele götüren bilgi.
2– Bilgiyle irtibatlı olması yönüyle faydalı amel.
3- Söz ve fiilde doğruya isabet.
Bu üç maddede özetlenen Hikmet’in Kur’an’dan daha genel bir anlama sahip olduğunu [5] ve burada geçen ” fayda ” ve ” doğru ” kelimelerinin , ” ilahi irade ve rızaya uygunluğu ” ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Şu halde Hz. Peygamber ( s.a.v)’e Hikmet verildiğini belirten ayetler O’nun , söz ve fiillerinde ilahi irade ve rızaya uygun hareket etme özelliğine sahip kılındığını anlatıyor demektir. ” Andolsun ki Resulullah sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir ” ( ahzab,21 ) ayetinin Hz. Peyagmber ( s.a.v) ‘in mü’minler için güzel bir örnek olduğu vakıasını- tekitli bir biçimde – belirtmesi, aynı zamanda Hz. Peygamber ( s.a.v)in Hikmet’e uygun söz ve fiillerinin mü’minler için örnek teşkil ettiği noktasına güçlü bir vurgudur. Mü’minlerin nihai amacı Yüce Allah ( c.c.)’ın rızasına ve ahirette ebedi kurtuluşa ulaşmak olduğuna ve Hz. Peygamber ( s.a.v) de onlar için bu yolda güzel bir örnek teşkil ettiğine göre mü’minler dünya hayatınaki rotalarını Hz. Peygamber ( s.a.v)’in söz ve davranışlarını esas alarak ayarlayacaklar demektir.
Hz. Peyamber ( s.a.v)’de mevcut bulunan bu özellik, Yüce Allah ( c.c. ) tarafından O’na ” indirilmiş ” tir. Yüce Allah ( c.c.) ‘ın Hz. Peygamber ( s.a.v)’e indirdiği şeyin – adına vahy-i hafi, ilham veya başka birşey denmesi farketmez- netiecede vahiy olduğu ise ayrıca belirtilmesine gerek bulunmayacak kadar müsellem bir husustur. Çünkü Hz. Peygamber ( s.a.v)’in , Yüce Allah ( c.c. ) tarafından kendisine gönderilen bu mesaj sayesinde, özellikle dinin tebliği hususunda yanılmayacağı, yanlış veya kusurlu hareket etmeyeceği, ederse yine bu fenomen tarafından derhal düzeltileceği aşikardır. Aksi halde Hz. Peygamber ( s.a.v)’in peygamberlik görevinde kusurlu veya hatalı davranabileceği ihtimali gündeme gelir. Şu halde Hikmet’in Hz. Peygamber ( s.a.v)’e hangi türden vahiy yoluyla olursa olsun Allah tarafından ” indirildiğini ” söylemek bu durumda tek çıkar yol olarak kalmaktadır.
Bu noktaya, mezkur ayetlerde kullanılan ” enzele ” ( indirdi ) fiilinin, aynı zamanda ” var etme ”, ” ortaya koyma ” , ” yaratma ” anlamına da geldiği söylenerek itiraz edilebilir [ 6]
Ancak bu durumda cevaplandırılması gereken bir soru gündeme gelmektedir : Şayet bu ayetlerdeki ” enzele ” filini ” var etme ” , ” ortaya koyma ”, ” yaratma ” anlamında alacak olursak, Hikmet’in Hz. Peygamber ( s.a.v)’de ” var edilmiş ” ve ” yaratılmış ” bir özellik olduğunu sonucuna varırız. Ne var ki , yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde aynı ” enzele ” fiili ” Kitap ” için de kullanılmıştır. Daha açık bir ifadeyle Kitap ve Hikmet kelimeleri , bir tek fiilin , ” enzele ” filinin mef’ulü durumundadır.
Bu da – sözkonusu itirazı yerinde kabul edecek olursak- Hikmet’le birlikte Kitab’ın da Hz. Peygamber ( s.a.v ) ‘de ” var edilmiş ” veya ” yaratılmış ” olduğunu söylememiz gerekir. Bununsa hem ilahi Kelam’ın kadim olma vasfıyla bağdaşmayacağı, hem de vahiy olgusunun mantığına ters düşeceği açıktır. Dolayısıyla Kur’an’ın Hz. Peygamber ( s.a.v)’de ” var edilmiş ” veya ” yaratılmış” olduğunu söylemenin imkanı yoktur. Geriye bu fiilin ; Kur’an söz konusu olduğunda ” indirme ” , Hikmet sözkonusu olduğunda ise ” var etme ”, ” ortaya koyma” veya ” yaratma ” analmına gelmesi ihtimali kalkmaktadır. Aynı cümledeki iki ayrı mef’ule ilişkin bir tek fiilin, bu mef’ullerden birisinde bir anlama, diğerinde başka bir anlama gelebileceği ne mantıken ne de gramatik açıdan söylenemeyeceğine göre, bir nokta kendiliğinden ortaya çıkmaktadır : O da hem Kitab’ın , hem de Hikmet’in Hz. Peygamber ( s.a.v)’e ” indirildiğini ” söylemektir.
Bu söylediklerimize ikinci bir itiraz da şu şekilde ileri sürülebilir : Kur’an , Hikmet’i Hz. Peygamber ( s.a.v)’e münhasır kılmamakta, aksine başkalarına da Hikmet veridlğini bildirmektedir.
Şu ayetler bu hususa örnek gösterilebilir :
i- ” Allah Hikmet-i dilediğine verir. Kime hikmet verilirse ona pek çok hayır verilmiş demektir ” ( bakara 269 )
ii- ( Melekler, Meryem’e hitaben İsa hakkındaki sözlerine şöyle devam ettiler : ) Allah ona yazmayıi Hikmet-i, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek ” ( Al-iimran,48)
iii-” Hani Allah peygamberlern, ” Ben size Kitap ve Hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz ” diye söz almış, ” Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi ? ” dediğinde ” Kabul ettik ” cevabını vermişler, bunun üzerine Allah, ” O halde şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim ” buyurmuştu ” ( Al-i imran 81 )
iv- ” Yoksa onlar , Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar ? Oysa İbrahim soyuna Kitap ve Hikmet’i verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik ” ( Nisa,54 )
v- ” Andolsun biz Lokman’a , ” Allah’a şükret” diyerek Hikmet verdik…. ” ( Lokman,12 )
vi- ” Onun ( Davud’un ) hükümranlığını kuvvetlendirmiş , ona Hikmet ve güzel konuşma vermiştik ” ( Sad, 20 )
Buradan da ortaya çıkmaktadır ki, Hz. Peygamber ( s.a.v)’e verilen Hikmet Sünnet değildir.
Hemen belirtelim ki, bu ayetler içinde 2. , 3. ve 4. sıradakiler, az yukarıda Hikmet’in de ” indirildiğini ” söylerken ileri sürdüğümüz argümanları destekler mahiyettedir. Zira bu ayetlerde Hikmet ile birlikte verildiği / öğretileceği bildirilen ” Kitap”ların vahiy yoluyla verileceğinden / öğretileceğinden kuşku edilmez. Ayrıca bu ayetlerde Kitap(lar) ve Hikmet de öğretme / verme fiillerinin mef’ulüdür. Hz. Peygamber ( s.a.v)’e Hikmet indirildiği bildirilen ayetler üzerinde dururken söylediklerimiz aynen burada da geçerlidir.
Öte yandan biz Hikmet’in Hz. Peygamber ( s.a.v)’e münhasır olduğunu ve başka hiç kimseye Hikmet verilmediğini zaten söylemiyoruz. Hikmet’in yukarıda ELMALILI merhumdan naklen özetlediğimiz üç anlamı göz önünde bulundurulacak olursa, bunun böyle olduğu anlaşılacaktır. Zira sözkonusu özelliklerin sadece Hz. Peygamber ( s.a.v)’de bulunduğunu söylemek aklen de adeten de mümkün değildir.
Bizim söylediğimiz şudur: Kur’an tarafından başkalarına da verildiği bildrilen Hikmet, veridlği kimselerde doğruya isabet, faydalı bilgi ve amel olarak tezahür etmektedir ki bu özelliklerin Hz. Peygamber( s.a.v) tarafından dini tebliğ bağlamında ortaya konan söz, tavır ve davranışlarda tebellür etiğinde kuşku yoktur. Yani Hz. Peygamber ( s.a.v)’, Yüce Allah ( c.c.) tarafından kendisine verilen bu Hikmet sayesinde Allah, Kur’an, insan, varlık ve eşya hakkında doğru bilgilere uğaraşacak, tebliği ile görevli bulunduğu dini insanlara iletip öğretirken bu bilgileri insanlığın önüne şaşmaz kılavuzlar olarak koyacaktır.
Diğer taraftan Hz. Peygamber ( s.a.v) ‘e Yüce Allah ( c.c.) tarafından verilen ve Kur’an dışında başka birşey olduğu [ 7] malum bulunan işbu Hikmet’in ümmet-i Muhammed açısından bir önemi olmalıdır. Eğer böyle olmasaydı ve O’na verilen Hikmet sadece O’nun şahsıyla sınırlı kalıp, başka insanlar için herhangi bir kıymet ve önem arzetmeseydi, Ümmehat-ı Mü’minin’e ( Hz. Peygamber ( s.a.v)’in pak zevcelerine ) Kur’an’la birlikte Hikmet’i de anmalarının Kur’an tarafından emredilmesinin bir anlamı olmaz. Hz. Peygamber ( s.a.v)’in özellikleri meyanında ümmetine Kitap ile birlikte Hikmet’i de öğretmesi zikredilmez [8] ve nihayet Hikmet’in , Allah tarafından insanlara ” öğüt vermek” için ” indirildiği’nin bilhassa belirtilmesine gerek bulunmazdı… [9] ”
7- “Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti.Fakat eşi bu sözü başkalarına haber verip, Allah da bunu Peygamber’e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirip,bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi, ‘Bunu sana kim bildirdi?’ dedi. Peygamber,‘Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi’dedi.” (et-Tahrim,3)
Bu ayetin sonunda Hz. Peygamber (s.a.v), meseleyi kendisine Yüce Allah (c.c)’ın bildirdiğini açıkça belirtmektedir.
Oysa Kur’an’da Yüce Allah (c.c)’ın, bu ayette belirtilen hususu Hz. Peygamber (s.a.v)’e bildirdiği hakkında hiçbir ifade yoktur. Bu da göstermektedir ki, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, kendisine gizli bir şey söylediği eşinin o sözü başkalarına aktardığını Yüce Allah (c.c) Kur’an dışı bir vahiyle Hz. Peygamber (s.a.v)’e bildirmiştir.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta daha bulunmaktadır:
Hz. Peygamber (s.a.v)’in, hanımına gizlice söylediği sözün ne olduğunu bilmiyoruz.[10] Şu halde bu söz, dinin tebliğine ilişkin olabileceği gibi, şahsî bir mesele de olabilir. Şayet dinin tebliğine ilişkin olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v)’in o sözü eşine “gizlice” söylemesi düşünülemezdi. Çünkü dinin özüne ilişkin olan bir hususu Hz. Peygamber (s.a.v)’in bütün ümmetine duyurmayıp ya da duyurulmasını istemeyip, eşlerinden birisine sır olarak söyleyebileceğini düşünmek mümkün değildir. (Bunu söylerken Hz. Peygamber (s.a.v)’in hassas ve özel konumu gereği, hanımına verdiği bir sırrın da önemli olacağını inkâr ediyor ve söz konusu sırrın konjonktür gereği o an için gizli tutulması gereken bir şey olabileceğini görmezden geliyor değiliz. Ancak burada meseleyi sırf nazarî planda ele aldığımızın hatırdan çıkarılmaması gerekir.)
O halde Hz. Peygamber (s.a.v) ile eşi arasındaki o söz,yine ikisi arasındaki özel bir mesele hakkında olmalıdır.
Bu türlü şahsî bir mesele Kur’an dışı bir vahiyle Hz.Peygamber (s.a.v)’e bildirilebilir iken, dinin özüne ilişkin olan ve dolayısıyla daha büyük bir önem arz eden hususlar niçin böyle bir vahiyle bildirilmesin?..
8- “Hatırlayın ki, Allah size iki taifeden[11] birinin sizin olduğunu vadediyordu. Siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz…”(Enfal-7)
Bu ayette ve devamında Yüce Allah (c.c), mü’minlere [Sahabe’ye] hitaben iki taifeden birinin kendilerinin olduğunu ve hangisini tercih edecekleri konusunda seçimin kendilerine bırakıldığını bildirmektedir. Müslümanlar dilerlerse
kervana saldırıp Kureyş’li müşriklerin ticaret mallarını ele geçirecekler, dilerlerse Mekke’den hareket eden Kureyş ordusuna saldırarak onları mağlup edeceklerdir. Her iki durumda da Yüce Allah (c.c) Mü’minlere zafer ve kazanç vadettiğini bildirmektedir.
Burada konumuz açısından önemli olan nokta şurasıdır: Yüce Allah (c.c) Müslümanlara hitaben “Hatırlayın ki,Allah size iki taifeden birinin sizin olduğunu vadediyordu” buyurmaktadır. Yani bu ilahî vaat Müslümanlara Yüce Allah (c.c) tarafından daha önce yapılmıştır. Oysa Kur’an’da daha önce Müslümanlara iki taifeden birisinin kendilerine müyesser kılınacağına dair vaat ifade eden bir ayet yoktur. Bu da göstermektedir ki, söz konusu vaat Cibril (a.s) vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.v)’e Kur’an dışı bir vahiyle bildirilmiştir.
9- Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: “Hatırlayın ki, siz Rabb’inizden yardım istiyordunuz. O da, ‘Ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim’ diyerek bu duanızı kabul buyurmuştu.” (Enfal-9)
Oysa Kur’an’da Yüce Allah (c.c)’ın onların yardım isteğine bu şekilde bir hitapla karşılık verdiğini bildiren bir ayetmevcut değildir. Dolayısıyla Yüce Allah (c.c)’ın, müslümanların duasına bu şekilde karşılık verdiği hususu Cibril (a.s) tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)’e Kur’an dışı bir vahiyle bildirilmiştir.
10– Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir…” ( el isra, 1)
el-İsra suresinin, zikrettiğimiz ilk ayetinde Yüce Allah (c.c), Hz. Peygamber (s.a.v)’e birtakım ayetler göstereceğini bildirmektedir. Hatta mezkûr ayetin ifadesine göre Hz.Peygamber (s.a.v)’in Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’yagötürülmesinin sebebi de budur Burada cevaplandırılması gereken bazı sorular bulunmaktadır:
Kur’an’ın zikrettiği bu “birtakım ayetler” nelerdir?
Yazarın da ( Y. Nuri Öztürk ) katıldığını belirttiği ifadelerinde Süleyman Ateş, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Cibril (a.s)’i Sidretü’l-Müntehâ yanında görmesi olayının İsra hadisesinden önce vuku bulduğunu söylemektedir. [12] Dolayısıyla burada zikredilen “ayetler”den,Hz. Peygamber (s.a.v)’e Cibril (a.s)’in görünmesi kastedilmiş olamaz. Şu halde Hz. Peygamber (s.a.v) o gece nelere şahit olmuştur? Bunların Hz. Peygamber (s.a.v)’e gösterilmesinin sebebi ne olabilir? Hz. Peygamber (s.a.v) o gece gördüklerini bir sır olarak saklamış mıdır, yoksa bunları insanlara anlatmış mıdır? Eğer gördükleri arasında Mü’minleri ilgilendiren hususlar olduysa ve bunları sır olarak sakladıysa bu O’nun peygamberlik görevini yerine getirirken kusurlu veya ihmalli davrandığı anlamına gelmez mi?
Yine eğer böyleyse “O peygamber gaybın bilgilerini saklayacak, kendisinde tutacak kadar cimri değildir” ( tekvir 24 ) [13] ve “Ey Resul! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan,O’nun elçiliğini yapmamış olursun…”( el-Maide 67 ) gibi ayetler Hz. Peygamber (s.a.v)’in, nübüvvet görevini en küçük bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde yerine getirdiği hakkındaki gerçekleri ifade etmiyor mu? O gece olanlar için “bunlar insanlara ulaştırılması gerekmeyen şeyler olabilir” diyebilir miyiz? Bu soruya evet diyeceksek, o zaman bu olayın Kur’an’da kapalı bir şekilde zikredilmesinin ne anlamı olabilir? -Üstelik (17/el-İsra) suresinin ilk ayetinde bu olay, Yüce Allah (c.c)’ın tesbih, ta’zim ve temcidiyle zikredilmektedir ki bu da olayın önem ve büyüklüğünü gösterir.
Yukarıdaki soruya hayır diyeceksek, madem ki o gece olup bitenler insanları ilgilendirmektedir ve dahi Kur’an bu konuda bir şey söylememektedir, o halde bunlar insanlara nasıl ulaştırılmıştır?
11– Zeyd b. Harise (r.a) ile Zeyneb bt. Cahş (r.anha) arasındaki evlilik ve bu evliliğin sona ermesi anlatılırken şöyle buyurulmaktadır:
“Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilikettiğin kimseye, ‘Eşini yanında tut, Allah’tan kork’ diyordun.Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah’tır. Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine
getirilmiştir. ( ahzap 37 )
Bu ayetin Kur’an dışı vahye delalet vechi üzerinde daha önce de durulmuş[14] ancak bu konuda söylenenler eleştirilmiştir. [15]
Ne ki bizce burada gözden kaçırılan bir nokta vardır: Dikkat edilirse ayette “Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun” buyurulmaktadır. Burada Hz. Peygamber (s.a.v)’in, içinde “bir şey” gizlediği belirtilmekte ve Allah’ın onu açığa vuracağı bildirilmektedir. Bu şey ne olabilir?
Ortaya şu ihtimalleri koyabiliriz: I- Bu şey, Zeyd-Zeyneb (r.anhuma) çiftinin evliliğiyle ilgilidir. II- Bu şey söz konusu evlilikle ve o şahıslarla ilgili değildir.Ayetin ifadesi ve siyak-sibakı göz önünde bulundurulacak
olursa, bu ihtimallerden ilkinin doğru olduğu anlaşılacaktır.
Zira özellikle “Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun” cümlesi bu evlilikle ilgisi koparıldığında bu bağlamda hiçbir şey ifade etmemekte, daha doğrusu ne ifade ettiği anlaşılmamaktadır. Şu halde Hz. Peygamber (s.a.v)’in, söz konusu çiftin evlilik hayatı ile ilgili olarak içinde gizlediği şey üzerinde durmak gerekiyor: İhtimaller şunlar:
1– Bu şey gayri meşru bir şeydir.
2– Bu şey meşru bir şeydir.
Bu iki ihtimalin açılımını ise şu şekilde yapabiliriz: Bu şıklardan ilki behemehâl düşünülemeyeceğine göre, ikincisi üzerinde durmamız gerekiyor. O halde meşru olan bu “şey” nedir?
A- Meşru olan ve Zeyneb-Zeyd (r.anhuma) çiftinin evliliğiyle ilgili bulunan bu şey, Hz. Peygamber (s.a.v)’e vahiy ile bildirilmemiş, O’nun, kendiliğinden düşündüğü ve tamamen kendi içinde başlayıp biten bir düşünce veya temennidir.
B– Bu şey Hz. Peygamber (s.a.v)’e vahiy ile bildirilmiş bir hüküm veya haberdir.
Birinci ihtimal üzerine kafa yoralım:
A/l- Mesele söz konusu evlilik ile ilgili olduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a.v), kendisine gelmiş bir vahiy söz konusu olmaksızın bu evliliğin devamını istemiş olabilir.Ancak ayet Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Zeyd (r.a)’e bu doğrultuda görüş bildirdiğini zaten açıkça beyan etmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v)’in içinde sakladığı ve Yüce Allah (c.c) tarafından açıklanacağı belirtilen şey bu olamaz. Demek ki bu ihtimalin üstü çizilecektir.
A/2- Hz. Peygamber (s.a.v)’in içinde gizlediği şey, bu evliliğin bozulması ile ilgili olabilir. Yukarıdaki ihtimal geçerliliğini yitirdiğine göre, üzerinde durulmaya değer ihtimal bu olmalıdır. O halde devam edelim. Hz. Peygamber (s.a.v) bu evliliğin bozulmasıyla ilgili olarak içinde ne gizlemiş olabilir?
a- Zeyneb (r.anha) ile evlenme arzusunu gerçekleştirebilmek için bu evliliğin bitmesi temennisi.Hz. Peygamber (s.a.v)’in, neticede peygamberliğine halel getirecek böyle bir şeyi içinden geçirmiş olması muhaldir. O’nu bundan bin kere tenzih ederiz. Zira “emredildiğin gibi dosdoğru ol”( Hud 112 , Şura 15 ) ayetine muhatap olan bir kimsenin bu emre muhalefet etmesi, bırakalım Mü’minler için örnek konumundaki bir peygamberi, takva sahibi, Allah’tan korkan ve “Allah’ın kendisine şah damarından bile yakın olduğunu”84 bilen sıradan bir Mü’minin bile yapamayacağı bir davranıştır. Böyle bir ihtimali ancak kalbinde İslam ve Müslümanlar için en küçük bir iyi düşünce taşımayan müsteşrikler gündeme getirebilir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in, özellikle de Allah onu açıklayacağını bildirmişken- içinden, “insanlardan çekinmesini gerektirecek” böyle bir düşünce geçirmesi mümkün olmayacağına göre, burada başka ihtimaller üzerinde durmak gerekiyor.
b- Zaten zoraki yürütülen huzursuz bir evliliğe son verip, eşlerden her birinin kendi yolunu çizmesini sağlamak. Bu makul bir ihtimaldir; ancak Hz. Peygamber (s.a.v)’in, problemi böyle makul bir yoldan çözme imkânına sahip iken bu düşüncesini açığa vurmaması ve içinde gizlediği halde Zeyd (r.a)’e bu evliliği devam ettirmesi yolunda telkinde bulunması anlamsızdır. Üstelik böyle bir düşüncenin insanlar tarafından yanlış anlaşılabileceğinden endişe etmenin de anlaşılacak bir yanı yoktur.
c- Bu evliliğin sona ermesi ile Mü’minlere cahiliye döneminden kalma bir törenin şer’an geçerli olmadığının fiilen gösterilmesi. Yani evlatlıklar tarafından boşanan eşler ile, şer’î olarak geçilmesi gereken süreyi doldurduktan sonra nikâh kıyılabileceği hükmünün bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından Hz. Zeyneb (r.anha) ile izdivaç yaparak ortaya konması. İşte asıl üzerinde durulması gereken ihtimal budur.Söz konusu evliliğin bitmesi de zaten bunu intaç etmiş ve Zeyneb (r.anha), bizzat Yüce Allah (c.c) tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)’e nikahlanmak suretiyle bu konudaki sert hüküm açıklanmıştır. Ne var ki Hz. Peygamber (s.a.v)’in böyle bir evlilik yapacağının Yüce Allah (c.c) tarafından kendisine Kur’an dışı bir vahiyle daha önce bildirilmiş olması, böylesi hassas bir konuda toplumda kök salmış bir adetin bir anda ortadan kaldırılması anlamına gelecek bir adımın atılması sonucunu doğuracaktı.
Gerçi 33/el-Ahzâb suresinin, bu ayetten daha önce gelen 4. ayetinde “… evlatlıklarınızı da (sizin) öz çocuklarınız saymadı” buyurulmuş idi. Ancak başta Yahudiler ve müna-fıklar olmak üzere Medine’de yeni bir toplumun çekirdeğini oluşturmuş bulunan Hz. Peygamber (s.a.v)’in her hareketini sıkı sıkıya kontrol eden ve fitne çıkarabilmek için durmadan malzeme arayan kesimlerin, böyle bir evlilik hakkında oluşturacakları menfi kampanyanın boyutlarını da Hz. Peygamber (s.a.v) pekala bilmekteydi. işte bunun için Yüce Allah (c.c) tarafından kendisine Kur’an dışı bir vahiyle bildirilen söz konusu evliliğin bozulacağı ve kendisinin Hz. Zeyneb (r.anha) ile izdivaç yapacağı vakıasını açığa vurmamış, içinde gizlemişti. Belki de bu olayın vukuunu biraz olsun geciktirip, toplumda bu konuya gösterilebilecek tepkileri azaltmanın zeminini hazırlamak düşüncesinde idi. Ancak Yüce Allah (c.c) Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu tutumunu kınarcasına “Oysa asıl korkmana layık olan Allah’tır” buyurmuş ve daha önce bildirdiği hükmü, hem de nikâhı kudret-i ilahiyyesi ile bizzat deruhte ederek fiilen uygulamaya koymuştur.
Netice olarak, ancak yukarıdaki “B” şıkkının açıklayıcı olduğunu kabul etmek ve bu konudaki hükmün Yüce Allah (c.c) tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)’e Kur’an dışı bir vahiyle bildirildiğini söylemek zorundayız. Bir başka deyişle Zeyneb-Zeyd (r.anhuma) çiftinin ayrılacağı ve Zeyneb (r.anha) validemizin, bu konudaki şer’î hükmü fiilen göstermek amacıyla Hz. Peygamber (s.a.v) ile evleneceği Yüce Allah (c.c) tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)’e Kur’an dışı bir vahiyle önceden bildirilmiştir.
12- Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: “Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar, ‘Bırakın, biz de arkanıza düşelim’ diyeceklerdir. Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: ‘Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksi niz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.’ Onlar size, ‘Hayır! Bizi kıskanıyorsunuz’ diyeceklerdir. Bilakis onlar pek az anlayan kimselerdir.” -(Feth,15)
Bu ayette, münafıkların Hayber savaşına katılmalarının yasaklandığı, bu savaşa sadece Hudeybiye’de bulunanların katılacağı ve bunun Hz. Peygamber (s.a.v)’e daha önce bildirildiği belirtilmektedir. Oysa Kur’an’da bu hususu bildiren bir ayet mevcut değildir. Bu da söz konusu haberin Hz. Peygamber (s.a.v)’e Kur’an dışı bir vahiyle iletildiğini göstermektedir.
Yukarıda zikrettiğimiz ayetler, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kur’an dışında da Yüce Allah (c.c)’tan vahiy aldığını göstermektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi biz Sünnet’in özellikle dinin tebliğine taalluk eden kısmının vahiy kaynaklı olduğunu söylüyoruz. Bu bakımdan gerek teşri faaliyetleri bağlamında, gerek Kur’an ayetlerinin tefsirinde ve gerekse mugayyebat vb. ile ilgili hususlarda Hz. Peygamber (s.a.v)’den sadır olan sözler ve davranışlar vahiyle irtibatsız değildir ve bu yönüyle de Mü’minleri bağlayıcıdır…
Şimdi tekrar esas konuya dönerek diyoruz ki: Allah ile Peygamber’in arasını açarak, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kur’an vahyini kendi kafasına göre yorumladığını, O’nun, dinin tebliğine ilişkin olan tavır ve davranışlarının kendi şahsî içtihatlarının neticesi olmakla -ki biz Hz. Peygamber (s.a.v)’in içtihatlarının da vahyin kontrolünde bulunması hasebiyle hatadan korunduğunu ve bizler için bağlayıcı olduğunu düşünüyoruz- Mü’minleri bağlayıcı özelliğe sahip bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Burada, özellikle “dinin tebliğine ilişkin olan tavır ve davranışları” diyoruz; çünkü bu noktada mesele şahsîlik boyutunu aşmış, doğrudan dinin özüne ilişkin olan bu tasarruflar kıyamete kadar gelecek olan bütün bir Ümmet’i bağlayıcı mahiyete bürünmüştür. Gerek Hz. Peygamber (s.a.v)’in, gerekse sair elçilerden herhangi birisinin bu türlü bir tasarrufta bulunduğunu söyleme noktasına gelmiş olan bir kimse, akidesini yeniden gözden geçirmek ve tashih etmek zorundadır. Zira böyle bir akide, iman ilkelerinin vazgeçilmezleri bakımından zedelenmiş demektir.
Şu halde teşri alanına ilişkin olsun, diğer hususlarda olsun, “dinin tebliği” ile ilgili bütün eylem ve sözlerinde vahyin yönlendirmesi ve kontrolü altında bulunduğu aşikâr olan bir peygamberin Kur’an dışında hüküm vaz etmesinden daha doğal ve gerekli bir şey olabilir mi? Kur’an Hz. Peygamber (s.a.v)’e emrediyor: “De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” ( Ali imran, 31) Bu ayette iki ilgi çekici nokta vardır:
1- Ayette, “Allah’ı seviyorsanız Kur’an’a veya Allah’ın emirlerine uyun” denmeyip, münhasıran Hz. Peygamber (s.a.v)’e uymanın emredildiğine bilhassa dikkat edilmelidir. Demek ki Allah’ı sevmenin göstergesi Hz. Peygamber (s.a.v)’e uymaktır. Başka ifadeyle bir kimsenin Allah’ı sevdiği iddiası, ancak Hz. Peygamber (s.a.v)’e uyduğu/itaat ettiği takdirde ciddiye alınacaktır. Aksi halde onunki kuru bir iddia olarak kalmaya mahkûmdur. Meseleyi tersinden ifade edecek olursak, Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaat etmeyen kimse Allah’ı sevmiyor demektir. Zira ayetin ifadesi bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
2– Bu ayette yer alan ikinci hassas nokta da şudur: Yüce Allah (c.c), kullarının günahlarını bağışlamayı, onların Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaatine bağlamıştır. Yani Allah’ı sevdiğini iddia eden kişi, ancak Hz. Peygamber (s.a.v)’e uyduğu takdirde Allah da kendisini sevecek ve günahlarını bağışlayacaktır.
Ebubekir Sifil – Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi,1
Dipnotlar:
[1 ] Mesela bkz. Yaşar Nuri ” Kur’andaki İslam ” 51,512
[2] Elmalılı , 2,915-29
[3] Elmalılı 2,929
[4] eş-Şafi’i, ” er- Risale ” , 32,7,91, 3 ; el-Kurtubi, 3 ,104 , 14,119 ; İbn Kesir, 1, 183,96,281…
[5] Bkz.. Mevdudi, ” Tefhim ” , 4,417
[6] Böyle bir itiraz için bkz. KIRBAŞOĞLU, ” İslam Düşüncesinde Sünnet ” ,267.
İlginçtir, KIRBAŞOĞLU’nun bu itirazı öne sürerken dayanak olarak aldığı görüş, el-Hasanu’l-Basri’ye aittir. el-Kurtubi’ nin belirttiğine göre ( 17,169 ) el-Hadid 25. ayetinde geçen ” ve enzelna’l-hadide ” ( biz demiri de indirdik… ) ifadesini, el-Hasanu’l-Basri ” demiri de var ettik , yarattık ” şeklinde tefsir etmiştir.
Ancak aynı el-Hasanu’l-Basri, Kur’an’la birlikte Hz. Peygamber ( s.a.v)’e verildiği belirtilen Hikmet’in Sünnet olduğunu söyleyenlerdendir. Bkz. İbn Kesir,, 1,184
[7] el-İsra Suresinin, mü’minlere yönelik birtakım emirler ihtiva eden ayetlerinden sonra gelen, ” işte bunlar, Rabb’inin sana vahyettiği hikmetlerdir..” mealindeki 39. ayeti öne sürülerek yukarıdaki ayetler geçen ” Hikmet” kelimesinin de Kur’an ayetleri anlamında kullanılış olabileceği söylenebilir.
Ancak bu bakış açısı bize göre doğru değildir. Çünkü Hikmet’in Kur’an’dan daha geniş bir anlama sahip bulunduğu ve varlık hakkında doğru bilgi ihtiva etmesi hasebiyle Kur’an’ın da bir Hikmet olduğu noktasında bizim herhangi bir itirazımız olamaz. Bir başka şekilde ifade edecek olursak ; Kur’an tümüyle Hikmet’tir ancak Hikmet tümüyle Kur’an değildir.Ayrıca Hikmet kelimesinin geçtiği ayetlerde bu kelime ile birlikte yazı, Kur’an, Tevrat, İncil gibi başka şeylerin de zikredilmesi , Hikmet’in bunlardan daha farklı bir çerçeveye sahip bulunduğunu gösteren önemli bir işarettir.
[8] el-Bakara, 151 ; Al-i İmran, 164
[9] el-Bakara , 231
[10] Bu konuda birçok rivayet bulunmakta ise de, biz bu kitabın başında,hücciyyeti konusunda en küçük bir tereddüdümüz bulunmayan ve fakat muhataplarımız tarafından tartışma konusu yapılan Sünnet’in delil olma vasfına yine Sünnet’ten delil getirmenin bağlayıcı olmayacağı düşüncesinden hareket ettiğimiz için prensip olarak rivayetlere atf-ı nazar etmeyeceğimizi belirtmiştik. Bu sebeple burada da meseleyi sadece Kur’an’la
sınırlı tutuyoruz.
[11] Burada kastedilen iki taifeden biri Ebû Süfyân idaresinde Şam’dan gelmekte
olan ticaret kervanı, diğeri ise Ebû Cehîl komutasındaki Kureyş
ordusudur.
[ 12 ] – “Kur’an’daki İslam”, 56.
[13] وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَنِينٍ “Vemâ hüve ale’l-ğaybi bi danîn.” Bu ayetin ne ifade ettiği konusunda müfessirler arasında ihtilaf vardır. Bu ihtilaf, söz konusu ayetin son kelimesinin bir harfinin nasıl okunacağı konusundaki görüş ayrılıklarından kaynaklanmaktadır.
Bir kısım kıraat imamlarına göre burada “danîn” şeklinde kaydettiğimiz kelimenin ilk harfi “dat”dır. Bu haliyle bu kelime, “cimrilik” anlamındaki“dann” kelimesinin “fe’îl” kalıbına dökülmüş halidir. Bu durumda ayetin tefsiri şöyle olur: “O peygamber, gayb üzerine, yani kendisine öyle vahiy geldiğine ve gayba ilişkin diğer hususlara dair vermiş olduğu haberler gibi sizin his ve tecrübenize dahil olmamış bulunan gaybe ait hususlarda da kıskanç değildir.”Diğer bazı kıraat imamlarına göre ise, bu kelimenin baş harfi “zı”dır. Budurumda da kelime ya “töhmet” ya da “zayıflık ve azlık” anlamındadır. Bu kıraate göre de ayetin tefsiri şöyle olur: “O, gayba ilişkin verdiği haberlerde maznun, töhmet altında değildir; emin ve güvenilirdir. Yahut o,nefsinde kuvvesi zayıf, hafızası çürük, vehim ve zan ile konuşan; heva ve hevese kapılan bir kimse de değildir. Yani vahyi alması ve tebliğ etmesi hususunda hiçbir zaafı yoktur.” (Bu açıklamalar Elmalılı tefsirinden kısaltılarak ve sadeleştirilerek alınmıştır.) Bu ayet hakkındaki farklı tefsirve görüşler için bkz. ibn Kesîr, IV, 480; Elmalılı, VIII, 5622-3; Mevdûdî,“Tefhim”, VII, 55 ve diğer tefsirler.
[14] Bkz. Afzalurrahmân, “Sîret Ansiklopedisi”. II, 544.
[15] Bkz. Hayri Kırbaşoğlu, “İslam Düşüncesinde Sünnet”. 264-5.
Kırbaşoğlu önce ayet hakkında “Sîret Ansiklopedisi’’nde ileri sürülen şu görüşü nakletmektedir:“Ayet, Rasûlullah’ın (s.a.v.) Zeyd’in boşanmış hanımı ile evleneceğinin Allah’ın hükmü olduğunu belirtmektedir. Oysa Kur’an’da bu hükmü zikreden bir bölüm yoktur. Bu yüzden bu hüküm Allah’ın Rasûlüne Kur’an’dan başka bir yolla verdiği bir hükümdür.” Daha sonra da Kırbaşoğlu şöyle demektedir: “Ancak dikkatle okunacak olursa Rasûlullah’ın Zeyneb (r.a.) ile “evleneceğinden” değil, Allah’ın onu Rasûlullah ile “evlendirdiğinden” bahsettiği açık bir şekilde görülür. Bundan ötürü ayetten Rasûlullah’ın (s.a.v.) daha önce gelmiş olan Kur’an dışındaki bir vahiyle evlendirildiği sonucunu çıkarmaya gerek yoktur. Aksine akla yatkın olan, bu ayet üzerine Zeyneb’in Rasûlullah’a eş yapılmış olmasıdır. Nitekim tefsirlerde bu ayetin inmesinden sonra Rasûlullah’ın Zeyneb’in yanına eşinin yanına girer gibi izinsiz girdiği, ayetin hükmü ile yetinilerek ayrıca bir nikâh kıyılmadığı ve bu durumun Rasûlullah’a mahsus olduğu da zikredilmektedir.
“Bu durumda Zeyneb’in Rasûlullah ile evlendirilmesinin bu ayetle gerçekleştiği; bu evliliğin Kur’an dışında başka bir vahiyle olduğu iddiasının gerçekleri yansıtmadığı anlaşılmış olmaktadır. Dolayısıyla bu ayeti Kur’an dışında da vahiy bulunduğunu ispat için delil olarak kullanmak doğru değildir.” Her ne kadar söz konusu ayetin, konuyla ilgili kısmının “lemmâ” harfi ile başladığı, bu harfin burada zarf edatı olarak işlev gördüğü ve “hîne” anlamında olduğu, dolayısıyla bu edat ile başlayan cümlenin cevabı olan “zevvecnâkehâ” ve devamının da bu cümlenin mazrufu olduğu, yani tıpkı Zeyneb (r.anha)’nın, Zeyd (r.a) tarafından boşanmasında olduğu gibi, onun Hz. Peygamber (s.a.v)’e nikâhlanmasının da geçmiş zamanda meydana geldiği, bu itibarla ayetin anlamının Elmalılı merhumun tatlı üslubuyla,“… derken vakta ki Zeyd ondan tamamen ilişiğini kesti (…) o vakit biz onu, o hatunu sana tezvic eyledik” şeklinde olduğu… ileri sürülerek Kırbaşoğlu’nun bu itirazına cevap verilebilirse de biz burada bu nokta üzerinde durmayacağız.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…