Hz. Peygamber’in bizzat kendisine has olan fiilleri hariç, getirdiği diğer hükümler ve yükümlülükler nasıl ki bütün mükellefler için genellik arzediyorsa, meziyet ve menkıbelerinde de durum aynıdır. Kendisine has olanlar hariç, Hz. Peygamber’e verilmiş bulunan her meziyetten, mutlaka ümmetine de örnekler verilmiş bulunmaktadır. Bunlar da, aynen teklifin umumîliği gibi genellik arzetmektedirler. Hatta Ibnu’l-Arabi’nin iddiasına göre, âdet-i ilâhînin tecellisi, Yüce Allah bir peygambere birşey vermişse, mutlaka o şeyden ümmetine de vermiş olması ve onları da ona ortak kılması şeklindedir. İbnu’l-Arabî daha sonra bu doğrultuda örnekler zikreder.Onun söyledikleri, bu ümmet hakkında da istikra neticesinde doğru çıkmaktadır. Şöyle ki:
Evvelâ, istinbat edilebilecek hükümler açısından onun yerini alma hususunda genel bir veraset bulunmaktadır. Ümmetten, konulmuş sınırlar yanında durarak, hüküm istinbatına gitmeksizin kulluk icrasında bulunmaları istenebilirdi ve usûlcülerin dediği gibi bu iş için nassların umûmî ve mutlak olmaları yeterli idi. Ancak Yüce Allah, kullarına Peygamberine has kıldığı bir meziyetle onları ayrıcalıklı kılarak ihsanda bulundu. Şöyle ki: Peygamberi hakkında”Doğrusu, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin. [1] buyururken, ümmeti hakkında da “… Onlardan hüküm çıkarmaya kadir olanlar onu bilirdi” [2] buyurmuştur. Bu nokta açıktır; o yüzden sözü uzatmıyoruz.
İkinci olarak: Bu tezin doğruluğu pek çok yerde ortaya çıkmaktadır. Bunlardan otuz tanesine işaretle yetineceğiz:
1-Allah’ın salâtına [3] mazhar olma: Yüce Allah Hz. Peygamber hakkında”Şüphesiz Allah ve melekler peygambere salât ederler (onu överler). [4]buyururken, ümmet hakkında da “Karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salât (rahmet ve istiğfar) eden Allah ve melekleridir [5] “Rablerinin salâtı (mağfireti) ve rahmeti onlaradır” [6] buyurur.
2-Rıza: Yüce Allah Hz. Peygamber hakkında “Rabbin şüphesiz sana verecek ve sen de razı olacaksın” [7]ümmeti hakkında da “And olsun ki onları razı olacakları bir yere koyar [8] “Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır” [9] buyurmaktadır.
3 ve 4. Geçmiş ve gelecek günahların affı: Hz. Peygamber hakkında “Allah böylece,’ senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar. [10] buyrulurken ümmeti hakkında da şöyle rivayet edilmiştir: Bu âyet indiği zaman ashap Hz. Peygamber’e gözay-dınlığı dilemişler ve “Bize ne var? Yâ Rasulallah!” demişlerdi. Bunun üzerine “İnananerkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar; onların kötülüklerini Örter” [11]âyeti inmişti. Âyette geçen günahların affı, geçmiş ve gelecek hepsini kapsamaktadır. Birinci âyette Allah’ın nimeti tamamlamasından bahsedilmekte ve “Sana olan nimetini tamamlar…” buyrulmaktadır. Ümmet hakkında da “Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz” [12] buyrulmaktadır ki, bu da dördüncü benzerliği teşkil etmektedir.
5-Vahiy yani nübüvvet: Yüce Allah Hz. Peygamber hakkında olmak üzere “Ey Muhammedi Şüphesiz sana da vahyettik. [13] ve benzeri anlamda âyetlerle Hz. Peygamber’e verdiği nübüvvetten bahsetmiştir. Bu son derece açıktır ve şahide ihtiyacı yoktur. Ümmet hakkında ise hadiste “Salih rü’ya nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür” [14] buyrulmuştur.
6-Kur’ân’ın murada uygun olarak inmesi: Hz. Peygamber hakkında ‘Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye, ey Muhammad, elbette seni çevireceğiz” [15] buyrulmaktadır. Hz. Peygamber daha önce kıblenin Kabe’ye çevrilmesini arzuluyor ve bu doğrultuda vahiy bekleyip duruyordu. “Ey Muhammedi Bunlardan (zevcelerinden) istediğini bırakır, istediğini yanma alabilirsin. [16] âyeti bir başka örneği teşkil eder. Hz. Peygamber’e kadınlar sevimli kılındığı için, onun hakkında diğer müslüman erkeklere getirilen dört sınırı korunmamış, (daha Önce nikâhı altında kalan kadınları tutabileceği bildirilmiştir). [17]
Ümmet hakkında Kur’ân’ın onların arzularına uygun düşmesine gelince; Hz. Ömer şöyle anlatır: “‘Rabbime üç konuda muvafık düştüm [18]Birinde: “Yâ Rasûlallah! Keşke Makâm-ı İbrahim’i namaz yeri edinsen” dedim, hemen”Makâm-ı İbrahim’i namaz yeri edinin” [19]âyeti indi. Bir başka seferinde: “Ya Rasûlallah! Senin huzuruna iyi kimseler de kötü kimseler de giriyor. Keşke müminlerin annelerine perde arkasında bulunmalarını emretsen” dedim, bunun üzerine de “hicâb âyeti [20]indi. Bir başka seferinde, Hz. Peygamber’in bazı kadınlarını (gereksiz bazı talepleri üzerine) [21]azarladığını duydum. Onların yanma vardım ve kendilerine “Ya bu halinizden vazgeçersiniz, ya da Allah peygamberine sizden daha hayırlı eşler verir” dedim. Bunun üzerine de “Ey Peygamber eşleri! Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha iyi olan… eşler verebilir” [22]( âyeti indi.'”
Başka bir örnek: Bir kadına, kocası zıhar [23]yapmıştı. Kadın Hz. Peygambere gelerek, uzun süre kocasıyla aynı yastığa baş koyduklarını, ondan çocukları bulunduğunu… şimdi ise onun kendisine- zıhar yaptığını söyleyerek şikayette bulundu. Hz. Peygamber “Sen ona haram olmuşsun, yapabileceğim bir şey yok” buyurdu, f Kadın Hz. Peygamber ile tartışmaya girdikten sonra) başını göğe kaldırdı ve “Ben çaresizliğimi Allah’a arzederim” dedi. Sonra Hz. Peygamber’e tekrar başvurdu. Aynı cevabı aldı. Sonra üçüncü defa sormak için tekrar gitti.Bunun üzerine Allah şu âyetleri indirdi: “Ey Muhammedi Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işit mistir…” [24]
Bu konuda araştırma yapanlar, bu türden pek çok âyet olduğunu göreceklerdir. Meselâ, ifk (iftira) olayında Hz. Âişe’nin atılan iftiralardan uzak olduğunu, kendi arzusu doğrultusunda gelen âyetler [25] ortaya koymuştu. O duygularını şöyle anlatıyor: “Ben o zaman günahsız olduğum İçin mutlaka Allah’ın beni temize çıkaracağına inanıyordum. Ancak, Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın benim hakkımda okunacak bir vahiy indireceğini hiç zannetmiyordum; bence benim durumum Allah’ın Kur’ân’ında okunacak vahiy indirecek kadar önemli değildi. Şu kadar ki ben, Yüce Allah’ın beni temizleyecek bir rüyayı Hz. Peygamber’e göstereceğini ve beni böyle paklayacağını düşünüyordum. Fakat O, vahiy indirdi.” Hilâl b. Ümeyye de: “Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, ben elbette doğruyum ve Yüce Allah mutlaka sırtımı had cezasından kurtaracak bir vahiy indirecektir” demişti de bunun üzerine “Karılarına zina isnad edip de kendilerinden başka şahitleri bulunmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah’ı dört defa şahit tutmasıyla olur…” [26]âyetleri inmişti.
Bu husus, sadece Hz. Peygamber devrine hastır; çünkü onun vefatıyla vahiy kesilmiştir.
7-Şefaat: Hz. Peygamber hakkında: “Belki de Rabbin seni övülecek bir makama [27] yükseltir” [28] buyrulmuştur. Bu ümmet hakkında da şefaatin bulunacağı sabittir. Meselâ Üveys hakkında Hz. Peygamber “Rebla ve Mudar mensupları kadarkişiye şefaat eder” [29]İmamlarınız, şefâatçilerinizdir” [30] vb.
8-Şerh-isadr (gönlü açmak): Hz. Peygamber hakkında “Ey Muhammedi Senin gönlünü açmadık mı?[1][31] ümmet hakkında da “Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı?” [32] buyrulmuştur,
9-Sevgiye mazhariyet: Hz. Peygamber Allah’ın sevgilisidir. Bu husus hadisle sabittir. Hadis şöyle: Bir grup sahâbî kendi aralarında müzakere ediyorlardı. Biri: “Şaşılacak şey! Allah, yaratıklarından kendisi için dost (halil) edinmiştir” dedi. Bir diğeri: “Musa’nın kelâmından daha şaşılacak ne olabilir? Zira onunla Allah konuşmuştur” dedi. Bir üçüncüsü: “Ya İsa! O Allah’ın kelimesi ve ruhudur” dedi. Bir dördüncüsü: “Âdem’e ne demeli! O Allah’ın seçtiğidir” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber onların yanlarına çıktı, selam verdi ve sonra: “Konuşmalarınızı işittim ve hayretlerinizi gördüm.
Evet, Allah İbrahim’i dost edinmiştir. Doğrudur. Musa Allah’ın sırdaşıdır; onunla konuşmuştur. Doğrudur. İsa Allah’ın ruhudur. Doğrudur. Âdem, Allah tarafından seçilmiştir (safiyy). Bunlar hep doğrudur. Ancak dikkat edin, ben ise Allah’ın sevgilisiyim. Bunu Öğünmek için söylemiyorum. Kıyamet gününde hamd sancağını ben taşıyacağım. Bunu öğünmek için söylemiyorum. İlk şefaat eden ve şefaati ilk kabul edilecek olan benim. Bunu Öğünmek için söylemiyorum. Cennetin kapısını ilk çalacak olan benim ve Allah onu benim için açacak ve yanımda fakir müminler olduğu halde beni oraya koyacak. Bunu öğünmek için söylemiyorum. Ben şimdiye kadar geçenlerin de, bundan sonra geleceklerin de en şereflisiyim. Bunu Öğünmek için söylemiyorum. [33]
Ümmeti hakkında ise “.. .Allah, sevdiği ve onların da O’nu sevdiği …bir millet getirecektir” [34] buyrulmuştur.
10-Yukarıdaki hadiste Hz. Peygamber’in cennete girecek ilk kişi olduğu, ümmetinin de aynı şekilde oraya girecekilk ümmet olduğu belirtilmiştir.
11-Yine aynı hadiste,Hz. Peygamber’in şimdiye kadar geçenlerin de, bundan sonra geleceklerin de en şereflisi olduğu belirtilmiştir. Ümmeti hakkında da “Siz, insanlar için ortaya çıkarılan… en hayırlı bir ümmetsiniz” [35] buyrulmuştur.
12-Hz. Peygamber ümmeti üzerine şahit kılınmıştır. Böylece, diğer peygamberlere nasip olmayan bir ayrıcalık kazanmıştır. [36]Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Böylece sizi insanlara şahit ne Örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahit ve örnektir.” [37]
13-Harikulade olayların bulunması: Hz. Peygamber hakkında mucize ve kerametler bulunmaktadır. Ümmetine ise, kerametler verilmiştir. Bu konuda, bir velînin, kendi veliliğini ispat için keramet ile meydan okuması caiz midir, değil midir? konusunda ihtilaf edilmiştir. İşlemekte olduğumuz esas, bunun caiz olacağına bir tanıktır. İnşallah bu konu ileride gelecektir.
14-Daha önceki kitaplarda Allah’a karşı övgücü olma ve benzeri güzel meziyetlerle anılmış olma: Kur’ân’da Hz. Peygamber hakkında “Ben (İsa), benden sonra gelecek ve adı Ahmed [38] olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim. [39] buyrulmuş, ümmetine de “hammâdîn” çok övgüde bulunanlar) ismi verilmiştir.
15-Ümmî [40] olmakla birlikte ilim sahibi olması [41]: “Ümmîler arasından, kendilerine âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Ki-tab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur [42] “De ki: Ey insanlar! Doğrusu ben Allah’ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah’a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine inanın. [43]buyrulur. Hadiste de:”Biz ümmî bir ümmetiz;hesap kitap bilmeyiz. [44] buyrulmuştur.
16-Meleklerle konuşma: Bu durum Hz. Peygamber hakkında gayet açıktır. Ashaptan bazısı hakkında da, meleklerle konuşur oldukları nakledilmiştir. Meselâ İmrân b. Husayn gibi. Aynı şey Allah’ın velî kullarından da nakledilmektedir.
17-Sorguya çekmeden önce affa mazhar olma: Hz. Peygamber hakkında Yüce Allah “Allah seni affetti; onlara niçin izin verdin?” [45]buyururken, ümmeti hakkında da “And ahun ki, Allah size verdiği sözde durdu. O’nun izniyle kâfirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz.. .And olsun ki O sizi bağışladı [46] buyurmaktadır.
18-Şanı yüceltme: Yüce Allah Hz. Peygamber hak-‘ kında “Senin şanını yüceltmedik mi?”[47]buyurur. Bundan maksat, kelime-i tevhide ve ezana Hz. Peygamber’in ismini kendi ismiyle birlikte koymuş olmasıdır, denilmiştir. Böylece Hz. Peygamber’in ismi, yüceltilmiş ve saygı görmüş oldu. Ümmet hakkında da gerek Kur’ân’da ve gerekse daha önceki kitaplarda pek çok yerde övgü ile bahiste bulunulmuştur. Bir hadiste Hz. Musa’nın, Hz. Muhammed’in ümmetine ait övgüler ve onları yücelten ifadeler görünce: “Allah’ım! Beni Muham-med ümmetinden kıl” [48] diye dua ettiği bildirilmiştir.
19-Onlara düşmanlık Allah’a düşmanlık, onlara dostluk Allah’a dostluk kabul edilmiştir; Yüce Allah “Allah’ı ve Peygamberini incitenlere, Allah, dünyada da, âhirette de lanet eder” [49] buyurur. Hadislerde de “Kim bana eziyet ederse, Allah’a eziyet etmiş olur [50] “Kim benim bir velî kuluma eziyet ederse, o bana açıktan harp açmış olur” [51] buyrulur. Başka bir âyette “Kim peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” [52] buyrulur. Bunun muhalif mufhumu, kim peygambere itaat etmezse Allah’a itaat etmemiş olur, şeklindedir.
20-Seçme: Yüce Allah peygamberler hakkında “Babalarından,soylarından, kardeşlerinden bir kısmını seçtik ve onları doğru yola eriştirdik…” [53]buyurmakta, ümmet hakkında da “O sizi seçmiş, atanız ibrahim’in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır” [54]buyurmuştur. Hadiste de Hz. Peygamber’in bütün insanlar içerisinde “Mustafâ” yani seçilmiş olduğu bildirilmiştir. [55] Ümmet hakkında da “Sonra bu Kitab’ı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bırakmı-şızdır…” [56]buyrulur.
21-Allah’tan selâma nail olma: Birçok hadiste, Allah’tan Peygamberine selam geldiği belirtilmiştir. Yüce Allah “EyMuhammed de ki: Hamd Allah’a mahsustur, seçtiği kullarına selâm olsun [57]”Ey Muhammedi Âyetlerimize inananlar sana gelince: ‘Size selâm olsun.’ de [58] şeklinde buyurur. Cibril Hz. Peygamber’e Hz. Hatice hakkında: “Ona Rabbinden ve benden selâm söyle” demiştir. [59]
22-İnsanın yaratılışında bulunan zaaflar sebebiyle kayma ve sapma beklentilerine karşı koruyucu olma, onlara sebat verme: Hz. Peygamber hakkında “Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa onlara meyledecektin” [60] ümmet hakkında da “Allah inananlara, dünya hayatında da âhirette de, o sabit sözlerinde, daima sebat ihsan eder” [61] buyrulur.
23-Minnetsiz ihsanda bulunmak: Hz. Peygamber hakkında “Doğrusu sana minnetsiz bir ecir vardır [62] ümmethakkın-da da “Onlara minnetsiz ecir vardır” [63]buyrulmuştur.
24-Kur’ân’ın kolaylaştırılması:Hz.Peygamber hakkında “Ey Muhammedi Cebrail sana Kur’ân okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme, yalnız dinle. Doğrusu o vahyo-lunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak Bize düşer. Biz onu Cebrail’e okuttuğumuz zaman onun okumasını dinle. Sonra onu açıklamak bizedüşer” [64]İbn Abbasbu âyetleri meale yansıtıldığı gibi; “Sonra onu açıklamak bize düşer” kısmını da “Onu senin dilinden açıklamak bize düşer” şeklinde açıklamıştır. Ümmet hakkında da “And olsun ki, Kur’ân’ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” [65] buyrulur.
25-Namaz içerisinde, onlara selâm vermenin meşruluğu:Namazda tahiyyât (teşehhüd) okurken “Ey Peygamber! Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selâm, bize ve Allah’ın tüm sâlih kulları üzerine olsun…” denilmektedir.
26-Yüce Allah, Peygamberini, raûf, rahîm gibi kendi isimleriyle isimlendirdiği gibi, ümmeti de mü’min, habîr, alîm, hakîm gibi isimleriyle isimlendirmiştir.
27-Allah onlara da itaat edilmesini emretmiştir: “Ey inanananlar! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan buyruk sahiplerine de (ulu’l-emr) itaat edin.” [66] Âyette geçen “ulu’l-emr” den maksat yöneticiler ve âlimlerdir. Hadiste de “Kim benim emîrime itaat ederse, bana itaat etmiş olur [67] buyrulur. Âyette de: “Kim peygambere itaat ederse, o Allah’a itaat etmiş olur” [68] buyrulmaktadır.
28-Şefkat ve merhamet ifade eden bir hitaba mazhariyet:Hz. Peygamber hakkında: “TâHâ. Ey Muhammedi Kur’ân’ı sana, sıkıntıya düşesin diye indirmedik. [69] “Onunla insanları uyarman ve inananlara öğüt vermen için kalbine bir darlık gelmesin[ “Ey Muhammedi Rabbinin hükmü yerine gelinceye kadar sabret; doğrusu sen Bizim nezaretimiz altındasın” [70] buyrulur. Ümmet hakkında da: “Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister [71] “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez [72] ‘Allah sizden yükü hafifletmek ister; insan zayıf yaratılmıştır” [73]. ..Haram ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesiz ki size merhamet eder” [74]buyrulur.
29-Hidâyete erdikten sonra sapıklığa düşmekten korunmuş olma ve benzeri ilâhî koruma altına alınma: Yüce Allah, Peygamberini her türlü hatalardan korumuştur. Ümmet hakkında isehadiste “Ümmetim hata üzerine birleşmez [75] “Allah’ıgözet;Allahda seni gözetsin” [76] buyrulmuştur. Âyette de “İblis: ‘Senin kudretine and olsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım’, dedi” [77]buyrulur. Bu âyeti “Ümmetim hata üzerine birleşmezler” hadisi ile “Vallahi, ben sizin hakkınızda arkamdan şirke tekrar döneceğinizden asla endişe etmiyorum; ancak bütün endişem kendinizi dünyalık yarışına kaptırmanızda. [78]hadisleri açıklamaktadır. [79]
30-Peygamberlere imamlık yapma şerefi: İsrâ (Mi’râc) hadisinde Hz. Peygamber’in diğer peygamberlere imamlık yaptığı belirtilir ve şöyle buyrulur: “Kendimi peygamberlerden bir topluluk içerisinde gördüm. Namaz vaktigeldi ve ben onlara imamlık yaptım. [80]Hz. İsa’nın kıyamet öncesinde yeryüzüne inişiyle ilgili hadiste ise: “Bu ümmetin imamı kendisindendir. O (İsa), ümmetin imamına uymuş olarak namaz kılacaktır” buyrulur. [81]
Şeriatı inceleyen kimseler, ümmetin Peygamberinden pek çok hayır ve bereket aldığına, Allah’tan hibe edilmiş ya dakendince kazanmış olduğu hal ve vasıfları ondan tevarüs ettiğine delâlet edecek bu türden pek çok şey bulur. Bu şereften dolayı Allah’a sonsuz övgüler olsun.
Fasıl:
Bu esas üzerine bazı kaideler kurulur:
1) Bu ümmete verilmiş olan her türlü meziyetler, kerametler, keşifler, teyidler vb. sadece Hz. Peygamber’in nübüvvet nurundan alınmış olmaktadır ve bunlar ona uymanın ölçüsündedir. Hiçbir kimse, onun peygamberliği vasıta olmadan bir hayır elde etmiş olduğunu zannetmesin. Bu mümkün değildir; o herkesin aydınlandığı, etrafa ışık saçan bir nur kaynağıdır; herkesin kendisiyle yolunu doğrulttuğu en yüce alemdir.
İtiraz: Birileri çıkarak şöyle diyebilir: Bazı fevkalâdelikler vardır ki ümmet elinde ortaya çıkmış iken, Hz. Peygamber’in elinde zuhur etmemiştir. Özellikle de bazılarına has bulunan meziyetler gibi. Meselâ, şeytan, Hz. Peygamber’e namazında sataşmış, onunla çekiş-miştir. Buna rağmen o Hz. Ömer’i görünce kaçardı. Nitekim Hz. Ömer hakkında Hz. Peygamber “Sen bir yola girsen, mutlaka şeytan (yön değiştirir ve seninle karşılaşmamak için) başka bir yola girer” [82] buyurmuştur. Hz. Osman hakkında da “gökteki meleklerin ondan haya edeceğini” [83] bildirmiştir. Bu gibi özellikler bizzat kendisi hakkında ise gelmemiştir. Üseyd b. Hudayr ile Abbâd b. Bişr hakkında şöyle nakledilmiştir: “Bu ikisi Hz. Peygamber’in yanından karanlık bir gecede çıkmışlar; bir de bakmışlar ki önlerinde bir ışık var. Bu ayrılıncaya kadar devam etmiş; ayrılınca ışık da beraberlerinde ayrılmış ve her birinin önünde bir ışık olmuş. [84] Meselâ böyle bir olay Hz. Peygamber hakkında anlatılmamıştır. Sahabeden ve onlardan sonra gelen nesillerden nakledilen buna benzer daha başka menkıbeler vardır ki, onlara benzer birşeyin Hz. Peygamber’den sadır olduğu nakle-dilmemiştir.
Cevap: Velilerden, âlimlerden şimdiye dek nakledilmiş ve bundan sonra kıyamete kadar nakledilecek olan ne kadar haller, harikuladelikler, ilimler ve mazhariyetler vb. varsa, bunların hepsi Hz. Peygamber’den nakledilmiş bulunan küllîyyâtın altına giren cüzî ve fertlerdir. Şu kadar var ki, bazen cinsin fertleri ve küllinin cüzîleri; küllî, külli olması açısından onlarla nitelenmese bile, cüzî olmaları açısından cüzîye uygun niteliklerle nitelenirler. Bu durum, cüzînin, külliden daha üstün olduğunu göstermediği gibi, cüzîde bulunan şeyin küllî ile bir alâkası olmadığını da göstermez. Nasıl olabilir ki, cüzî ancak cüzî ile küllî olabilir. Zira cüzî, küllinin hakikatindendir ve onun mahiyetinde dahil bulunmaktadır. Ümmette zahir olan sıfatlar da aynı şekilde mutlaka Hz. Peygamber cihetinden ortaya çıkmaktadır ve bunlar onun sıfat ve kerametlerinden birer örnek mahiyetindedir.
Bunun doğruluğuna delil şudur: Bu tür vasıflardan hiçbiri, ancak Hz. Peygamber’e tâbilik ve ona uyma ölçüsünde ortaya çıkmaktadır. Eğer bu vasıflar, ümmete has ve Hz. Peygamber’den bağımsız olarak düşünülebilseydi, o zaman tâbiliğin şart olmaması gerekirdi. Bu husus, az önce Hz. Ömer hakkında geçen misalden açıkça anlaşılır: Şöyle ki:
Bu misalde zikredilen özellik, şeytanın kendisinden kaçmasıdır ve bu, şeytanın tuzağına düşmekten ve onun kendisini günahlara sev-ketmesinden korunmuş olmak demektir. Siz de bilirsiniz ki, mutlak, kapsamlı ve tam olan korunma, bizzat Hz. Peygamber’in özelliği olmaktadır. Çünkü o, büyük küçük her türlü günahlardan mutlak surette ve kapsamlı olarak korunmuş bulunuyor. Bu hususun burada uzun uzadıya açıklanmasına gerek duymuyoruz. Bu özellik karşısında Hz, Ömer’in sahip olduğu meziyet ancak denizden bir damla mesabesinde kalmaktadır.
Yine, şeytanın insandan kaçması ya da ondan uzak olması, ondan korunmak mânâsına gelir ve başka bir meziyet içermez. Aynı konuda Hz. Peygamber’in sahip olduğu meziyeti ise artıran özellikler vardır:
(1) Yüce Allah, Hz. Peygamber’i şeytan üzerinde egemen kılmış; bunun neticesinde Hz. Peygamber, şeytanı mescidin direğine bağlamaya teşebbüs etmiş, fakat sonra Süleyman’ın “Rabhim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver” [85]şeklindeki duasını hatırlayınca bu düşüncesinden vazgeçmiştir. [86] Hz. Ömer’in böyle birşeye kadir olması mümkün değildir.
(2) Hz. Peygamber, gerek kendisi ve gerekse Hz. Ömer’le ilgili durumun farkındadır. Hz. Ömer ise işin farkında değildir.
(3) Hz. Peygamber, şeytan kendisine yalan da olsa onun vesveselerinden emindir; Hz. Ömer ise, şeytan uzak da olsa onun vesveselerinden emin değildir.
Hz. Osman ile ilgili menkıbeye (yani meleklerin kendisinden haya etmesine) gelince; Hz. Peygamber’den bir habere ters düşecek bir şey rivayet edilmiş değildir. Aksine biz diyoruz ki, Hz. Peygamber haya konusunda kendi durumunu bildirmemiş olsa bile Hz. Osman’dan daha ileri bir noktadadır. Birşeyi zikretmemek, onun yokluğunu gerektirmez. Hem sonra, Hz. Osman, bu özelliği kendisinde bulunan aşın utanma duygusu neticesinde elde etmişti. Haya konusunda Hz. Peygamber herkesten daha Önce idi; hatta o, duvağı açılmamış bakire bir kızdan daha çok haya sahibi idi. Sözkonusu meziyetin çıkış yeri haya olduğuna göre, onu en üst düzeyde kendisinde bulunduran kimse olarak Hz. Peygamber’in o meziyete de en üst düzeyde sahip olması tabiîdir. Benzer bir izah, Üseyd ve arkadaşı için de geçerlidir: Onların Önünde bir ışık peyda olmasından maksat, geceleyin karanlıkta kolaylıkla yürüyebilmek için yolu aydınlatmaktır. Hz. Peygamber’e gelince, karanlık onun görmesini engellemiyordu; aksine o, karanlıkta da aynen aydınlıkta gördüğü gibi görüyordu. Dahası, gece karanlığından daha kesif bulunan engeller dahi onun görmesini engellemiyor, dolayısıyla önündekini gördüğü gibi arkasındakini de görüyordu. Bu daha da büyük birşey; çünkü burada fevkalâdelik görünen şeyde değil, bizzat görmenin kendisindedir. Kaldı ki, bütün bunlar Hz. Peygamber’in ümmeti içerisinde kendi hayatında yahut da daha sonra ortaya çıkmış mucize ve kerametlerinden olmaktadır.
Bu konuda asıl olarak alınması gereken şey işte bu anlattıklarımızdır ve bu gibi harikuladeliklerin O’nun cihetinden geldiğini kabullenmektir. Belki, konu üzerinde duran kimse için, ilk plânda durum problem arzeder gibi görünebilir; ama Allah’ın izniyle bu hususta herhangi bir problem yoktur. Bu konuda yani meziyetin en üstünlüğü gerektirmeyeceği hususunda Karâfinin sözlerine bakılabilir. [87]
Fasıl:
Bu esastan çıkarılacak kaidelerden bir diğeri de şudur: Bir kimsenin göstermiş olduğu harikuladeliğe bakılır. Eğer onun, Hz. Peygamber’in mucize ve kerametlerinden bir dayanağı varsa tamam, o gerçek bir keramettir; onlardan bir dayanağı yoksa, ilk bakışta keramet gibi gözükse bile o, gerçek bir keramet değildir Zira insan elinde gerçekleşen her harikuladelik her zaman için keramet olmayabilir; onlardan keramet olanlar olabileceği gibi, öyle olmayanlar da bulunabilir.[88]
—————————–
[1] Nisa 4/105.
[2] Nisa 4/83.
[3] “Salât” kelimesi, Allah’tan olduğu zaman rahmet, meleklerden olduğu zaman mağfiret talebi, kullardan olduğu zaman da dua anlamına gelir. (Ç)
[4] Ahzâb 33/56.
[5] Ahzâb 33/43.
[6] Bakara 2/157.
[7] Duhâ93/5.
[8] Hac 22/59.
[9] Mâide 5/119.
[10] Fetih 48/2
[11] Fetih 48/5.
[12] Mâide 5/6.
[13] Nisa 4/163.
[14] bkz. Buhârî, Ta’bîr, 2,4,10,26; Müslim, Rü’yâ, 1; 2,6, 10; tbn Mâce, Rü’yâ, 1; Dârimî, Rü’yâ, 2; Muvatta, Rü’yâ, 1, 2; Ahmed, 2/18… Hadisin mânâsı şöyle olabilir: Vahiy henüz gelmeye başlamadan Hz. Peygamber altı ay süre île gün ışığı gibi rü’ya görmeye başlamıştı. Bundan sonra ise vahiy başladı. Vahiyle birlikte bu sürenin tamamı bir görüşe göre yirmi üç senedir. Bu durumda sâdık rüya devri, nübüvvet zamanının kırk altı cüzünden birini teşkil eder. Bu durumda ise hadiste, iddia edilen hususa bir delil bulunmaz. Rüyanın, birim ne kadar küçük olursa olsun, nübüvvetten bir parça olması haddizatında makul birşey değildir. Çünkü nübüvvet şer’î bir mahiyettir ve onun altına mücerred sâdık rüya ile bir cüzînin girmesi mümkün değildir. İbn Haldun, hadisin nübüvvet zamanına yorulmasının tahkikten uzak olduğunu sanmıştır; ancak iddiasını isbat için ikna edici deliller de getirememiştir. Bazı rivayetlerde bulunan sayıların ihtilaflı ohnası ve bu yüzden onları reddi boşunadır. Çünkü üzerinde durduğumuz hadis bazılarının mütevatir kabul ettiği sahih bir rivayet olmaktadır. Diğer peygamberlerin rüyalarının da aynı şekilde olduğunun sabit olmaması da zarar vermez. Çünkü biz hadisi vahiyden biraz önce bulunan ve gün ışığı gibi açık olan Hz. Peygamber’in rüyasına yoruyoruz. Bu durumda müellifin, hadisi genel olarak rüyaya yorması ve herkesin de aynı şekilde bu Özellikte ortak olması iddiası destek bulmuş olmayacaktır.
[15] Bakara 2/144.
[16] Ahzâb 33/51.
[17] Âyetin konusu, dört kadından fazlasını nikâhında tutmasına izin hakkında değildir Âyette işlenen konu, kadınları arasındaki geceleme sırasına riâyet (nöbet, kasın) ve onlardan dilediğini nikâhında tutup, dilediğini salıvermesi hakkındadır. Nitekim tefsir kitaplarına bakıldığında, bunun böyle olduğu görülecektir. Bazı araştırmacılar müellifin anladığı gibi anlamışlar; ancak müellifin sebep olarak gösterdiği şeyde ona katılmamışlardır. Onlar, âyetin anlamı konusunda değil de, bu muhalefette isabet etmişlerdir. Gerçi Hasan el-Basrî’nin bu âyeti “Ümmetinin kadınlarından dilediğini nikâhlar; onlardan dilediğinin nikâhını da bırakırsın” şeklinde açıkladığı ve. “Hz. Peygamber bir kadını istediği zaman, ondan vazgeçmedikçe başkaları o kadını istemezdi” dediği nakledilmişse de, bu da âyet hakkında ileri sürülen ihtimaller ve nakillerden biri olmaktan öte geçecek durumda değildir.
[18] Yani benim düşüncem istikametinde vahiy geldi. (Ç)
[19] Bakara 2/125.
[20] Ahzâb 33/53.
[21] Hz. Ömer’in kızı Hafsa i]e Hz. Âişe validelerimiz de dahil olmak üzere, Peygamberinizin zevceleri, herkesten fedakârlık istendiği bir dönemde daha fazla dünyalık istemişler ve bunda ısrar da etmişlerdi. Durum bir hayli ciddî hal almıştı. Sonunda ya hallerine razı olmak ve böylece Hz. Peygamber’in eşi olarak kalmak ya da ondan ayrılmak arasında bir tercih yapmaları kendilerinden istenmişti. Onlar da hep birden Hz.Peygam be r’i tercih etmişlerdi. (Ç)
[22] Tahrîm 66/5.
[23] Kocanın, karısını anasının sırtına benzetmesi ve “Sen bana anamın sırtı gibi ol!” demesi. Câhiliye devrinde mevcut olan ve ebedi haramlık doğuran bu muameleyi İslâm ıslâh etmiş ve haramhğın kalkması için keffâret hükmü getirmiştir, bkz. Mücâdele 58/1-4 (Ç)
[24] Mücâdele 58/1 vd. Bu âyette sözü ediien kadın Salebe kızı Havle’dir. Geniş bilgi için bkz. Zâdu 1-meâd, 5/413 vd. (Ç)
[25] Nûr 24/11 vd.
[26] Nûr 24/6-9.
[27] Buradaki makam şefaat makamıdır, bkz. Nihâye, 1/437. (Ç)
[28] İsrâ 17/79.
[29] Ümmetimden Üveys b. Abdullah el-Karıû diye biri olacak. Onun ümmetime şefaati Rebîa ile Mudar gibidir (yanı onların adedincedir).” Bu hadisi, Adiyy, el-Kâmil’de zayıf bir isnâdla rivayet etmiştir.
[30] İhyâ’da rivayet edilmiştir. el-Irâkî, isnadının zayıf olduğunu söylemiştir.
[31] İnşirah 94/1.
[32] Zümer 39/22.
[33] Tirmizî, Tefsir, 17/18; Menâkıb, l;İbnMâce, Zühd, 37;Ahmed, 1/5,281,295.
[34] Mâide5/54.
[35] Âl-İmrân3/l.lO.
[36] Müellifin bu iddiası pek güçlü gözükmemektedir. Çünkü “Her ümmete bir şahid getirdiğimiz ve ey Muhammed,, seni de bunlara şahit getirdiğimiz zaman durumları nasıl olacak?” (4/41)buyrulmaktadır ve müfessirler her ümmete getirilecek şahitten maksadın kendi peygamberleri olduğunu söylemişlerdir. Ancak maksadı, ümmetine şahitlik edecek yalnız başına kendisidir; diğer ümmetlerin durumu ise Öyle değildir. Çünkü onların peygamberleriyle birlikte kendisi de onlara şahitlikte bulunacaktır. Nitekim ümmeti de onlara şahitlik yapacaktır, şeklinde ise o zaman yerinde olabilir. Ancak müellifin sözünden bu zor anlaşılıyor.
[37] Bakara 2/143.
[38] Kurtubî şu açıklamayı yapar: “Ahmed, peygamberimizin ismi olmaktadır. Sıfattan nakledilmiş bir isimdir. Bu sıfat en üstünlük derecesi bildiren ism-i tafdil kipidir. Yani en çok hamdeden demektir. Muhammed ise, çok ve tekrar tekrar Öğülmüş mânâsına gelir. Muhammed olmasını da Ahmed olmasına borçludur. Yani çok hamdettiği içindir ki, çok övülen biri olmuştur. O yüzden İsa (as) öncelik arzeden Ahmed ismini tercih etmiştir. ” (Özetle Kurtubî, 18/83-84). (Ç)
[39] Saff6l/6.
[40] Annesine mensup demek olan ümmî kelimesi belli bir tahsil yapmamış anlamına, yahut okuma ve yazması bulunmayan anlamına vb. gelmektedir. Müellifin bu kelimeden ne kastettiği tenkitleriyle birlikte daha Önce genişçe açıklanmıştı. (2/69 vd.) (Ç)
[41] Ümmî olmakla birlikte ilim sahibi olma Hz. Peygamber hakkında açıktır ve bu onun mucizelerinden biridir. Bu konuda âyetler gayet açıktır. Ümmetin ümmîliğini ise âyetler açıklamaktadır. Ancak bu âyet ya da hadislerde, ümmetin, ümmîlikle birlikte normal olarak sahip olunamayacak olan ilme sahip olduklarını gösteren unsur nerede? Bu âyet ya da hadislerden çıksa çıksa iman vasfı çıkar ve ona sahip olan bir kim şeye de mutlak anlamda ilim sahibi denilemez.
[42] Cum’a62/2.
[43] A’râf 7/158.
[44] Daha önce geçti. (bkz. 1/52; 2/69).
[45] Tevbe9/43.
[46] Al-i İmrân 3/152.
[47] İnşirah 94/4.
[48] Ebu Nuaym, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (as) şöyle anlatmıştır: “Musa’ya (as) Tevrat inince onu okudu ve içerisinde bu ümmetin zikrini gördü… (Hadis bu ümmetin fazileti hakkındadır ve uzuncadır.) Sonunda Musa: Ta Rabbi! Beni Ahmed’in ümmetinden kıl!’ dedi.” Ebu Nuaym’ın rivayet ettiği başka bir hadiste de “Beni bu peygamberin ümmetinden kıl!” dediği rivayet edilmiştir.
[49] Ahzâb 33/57.
[50] Tirmizî, Menâkıb, 5S; Ahmed, 4/87; 5/55.
[51] Buharî, Rikâk, 38; İbnMâce, Fiten, 16. Ümmete dostluk beslemekten bahsetmemiştir. “Kim benim bir velî kuluma eziyet ederse…” hadisinin muhalif mefhumu “Kim benim bir veli kuluma dostluk beslerse…” şeklindedir deseydi, o zaman maksat tam olarak hasıl olurdu.
[52] Nisa 4/80.
[53] En’âm6/87.
[54] Hacc 22/78.
[55] Uzunca bir hadis içerisinde, bkz. Tirmizî, Tefsir, 17/18; Menâkıb, 1; İbn Mâce, Zühd, 37; Ahmed, 1/5, 281, 295.
[56] Fatır 35/32
[57] Neml 27/59.
[58] En’âm6/54.
[59] Rivayete göre CibrîlHz. Peygamber’e gelerek: “Ya Rasûlallahîîşte Hatice sana yönelmiştir. Beraberinde bir kap vardır ki, içinde katık yahut yiyecek veya içecek vardır. Sana geldiği vakit ona Rabbi’nden ve benden selâm söyle. Hem kendisini cennette inci kamışından bir.evle müjdele. O evde ne gürültü olacak, ne de meşakkat!” dedi. (Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 71).
[60] İsrâ 17/74.
[61] İbrahim 14/27.
[62] Kalem 68/3.
[63] Tîn 95/6. Bu âyetlerde geçen “memnun” kelimesinin “kesintisiz” demek olan bir başka anlamı daha vardır. Bu takdirde âyetler maksada delil olmaktan çıkarlar
[64] Kıyâme 75/17-19.
[65] Kamer 54/17.
[66] Nisa 4/59.
[67] Buhârî, Cihâd, 109; Müslim, İmâre, 32.
[68] Nisa 4/80.
[69] TâHâ 20/1-2.
[70] A’râf7/2.
[71] Tûr 52/48.
[72] Mâide5/6.
[73] Bakara 2/185.
[74] Nisa 4/28.
[75] Nisa 4/29.
[76] İbn Mâce, Fiten 8. es-Sehâvî, hadisin metin itibarıyla meşhur olduğunu, pek çok senedleri ve müteaddid şâhidleri olduğunu belirtmiştir
[77] Tirmizî, Kıyamet, 59; Ahmed, 1/293.
[78] Sâd 38/83.
[79] Buhârî, Cenâiz, 72, Rikâk, 53; Müslim, Fedâil, 30, 31; Ahmed, 4/149.
[80] Buna göre, Mesâbîh’te yer alan ve Tirmîzî tarafından da sahih bulunan: ‘”Hidâyete erdikten sonra hiçbir kavim sapmaz. Ancak ced ele girerlerse o hariç. ‘ Sonra da ‘Sana böyle söylemeleri sadece cedele (tartışmaya)girmek içindir’ (43/58) âyetini okudu, hadisinin tevili gerekecektir. Ancak, müellifin getirdiği deliller maksadı tam olarak ortaya koymamaktadır. “Ümmetim hata üzerinde birleşmez” hadisi, ancak ümmetin tamamı için geçerli olup fertler ya da belirli gruplar için değildir. “Sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım” âyetinde bahsedilen ihlâslı kullar da nihayet hidayete erdirilmişler içerisinde azınlıkta kalan bir kesimdir. “Allah’ı gözet…” hadisi dünya ve âhiretle ilgili konularda azgınlık, sapıklık ve benzeri serlerden koruması için bir metot belirlenmesi şeklinde anlaşılır. “Vallahi, ben sizin hakkınızda arkamdan şirke tekrar döneceğinizden asla endişe etmiyorum…” hadisi, ümmetin tamamına ya da en azından büyük çoğunluğuna yöneliktir. Yoksa daha Hz. Peygamber devrinde bile dinden dönen insanların bulunduğu bilinmektedir. Ancak bu ferdî olaylar, hiçbir zaman hadiste kastedilen çoğunluk ümmet İçin bir endişe kaynağı olmayacaktır. Bu durumda, müellifin kasdı ferdî plânda değil de, genel olarak ümmetin sapıklıklardan korunmuş olması şeklinde olmalıdır. Ancak, müellifin ifadesi mutlaktır ve ferdî plânda anlaşılmaya da müsaittir. “Allah’ı gözet…” hadisinde tekil kipinin kullanılmış olması, her ne kadar ilk etapta o anlaşılıyorsa da, hükmün ferdlere de şâmil olmasını gerektirmez ve onunla ümmetten belirli kimselerin kastedilmiş olması uzak bir mana olur. Bu yaptığımız izahtan sonra, başta sözünü ettiğimiz hadisin teviline de gerek kalmayacaktır
[81] el-Mişkâtta, Müslim’den nakledilmiştir.
[82] imamın ümmetten olacağı hk. bkz. Buhârî, Knbiyâ, 49; Müslim, İman, 249-İbn Mâce, Fiten, 33; Ahmad, 2/336.
[83] Buhârî, Fedâilu ashâbi’n-Nebiyy, 6; Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 22; Ahmed 1/171.
[84] Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 26; Ahmed, 1/71, 6/288.
[85] Buhârî, Menâkıb, 28.
[86] Sâd 38/35.
[87] Bilindiği üzere Allah onun bu duasını kabul etmişti ve bunun neticesinde o, cinlero ve şeytanlara da hükmetmiştir. (Ç)
[88] bkz. Furûk, 2/144.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…