Hz. İsmail’in (a.s.) Kurban Edilmek İstenmesi Allah’ın Emriyle Değil Miydi?

Caner Taslaman ve Mehmet Okuyan’a Cevap

https://www.youtube.com/watch?v=Q6TPEhLmFg0&ab_channel=Ravza-iMutahhara

 

1-Mehmet Okuyan: Hz. İbrahim dedi ki: ‘Yavrucum ben uykumda seni kesmekte olduğumu görüyorum, bu konuda ne diyorsun?’ Allahu Teala ona sen oğlunu kes diye herhangi bir şey demiş değil.

Cevap: Bu bakış meseleyi kördüğüm haline getirir. Ve Hz. İbrahim’i (a.s.) akıl, vicdan, fıtrat ve din dışı bir işi hiç sebep yokken Allah’a ibadet, yakınlaşmak gayesiyle işleyen, Allah’ı ise hatalar silsilesini sessizce izleyen ve sonunda da Saffat suresindeki ilgili ayetlerle rızalığını seslendiren bir mabud konumuna iteler.

 

2-Mehmet Okuyan: Bütün dini öğretilerde bu en başta kuraldır ki o Maide Suresi 32. ayette yer alır: “Bir cana karşılık olmaksızın ya da toplumda bir fesadı öngörme tehlikesi olmaksızın kim bir cana kıyarsa bütün insanlığı öldürmüş gibidir…” Böyle sebepsiz yere bir çocuğu öldürmenin bütün insanlığı öldürmekle eş değer olduğu öğretisinin herkes tarafından hele ki peygamber tarafından çok net bilindiği bir ortamda nasıl olur da Cenab-ı Hak Hz. İbrahim’e oğlunu kesmeyi emreder ?

Cevap: Mehmet Okuyan, koca koca çamlar deviriyor. Sorusuna bir soruyla cevap verelim.”Böyle sebepsiz yere bir çocuğu öldürmenin bütün insanlığı öldürmekle eş değer olduğu öğretisinin herkes tarafından hele ki peygamber tarafından çok net bilindiği bir ortamda” Hz. İbrahim bütün dinlerde olan bir temel kaideden nasıl olur da habersiz olur? Herkesin bildiğini bilmeyen, herkesin bildiği doğruya ve dinin kaidelerine muhalif hareket edenbir peygamber hele ki “azim” sahibi peygamber olur mu?

Mehmet Okuyan, güya kıssanın emir-itaat bağlamında Hz. Allah (c.c.) ile irtibatını keseyim derken tüm kuşkuyu ve hatayı Hz. İbrahim (a.s.) üzerine yöneltmiş ve onu delilsiz, sebepsiz, gereksiz yere oğlunu kesmeye çalışan -haşa- psikolojisi bozuk bir baba konumuna sokmuştur.

 

3. Sunucu: Peygamberlerin rüyaları vahiydir.

Caner Taslaman: Yok.

Cevap: Peygamberlerin rüyaları vahiydir ve üzerinde durduğumuz meseleyi bu hakikatin haricinde izah yolu kapalıdır. Caner Taslaman gibi mealciler bu hakikatı Kuran dışı vahyin (bkz: Hz. Peygambere Kuran’ın Dışında İnen Vahiyler) ve dolayısıyla sünnetin otoritesini kırmak gayesiyle inkar ederler. (bkz: Sünnetin Hüküm Koymada Müstakil Oluşu)

“Nebilerin uykuda gördükleri rüyalar vahiydir.” (İbni Ebi Hatim, Tirmizi) “Nebilerin rüyaları vahiydir.” (Buhari, Müslim)

Başka bir rivayette:“Nebilerin rüyaları vahiydir.” (İbni Cerir)
Hz.İbrahim’in (aleyhisselam) gördüğü bu rüya, vahiydir. Zira Peygamberlerin rüyası vahyin bir türüdür. (Buhari, Vudu 5, Ezan 161)

Buhari, Vudu;

4-…….Bize Sufyan (ibn Uyeyne), Amr ibn Dinar’dan tahdîs etti.

Amr şöyle dedi: Bana Kurayb (98), İbn Abbas (R)’tan haber verdi (ki şöyle demiştir): Peygamber (S) bir gece uyudu, hatta horladı. Ondan sonra (abdest almaksızın) namaz kıldı. Bu sözü İbn Abbâs’ın: Uzanıp horladı, ondan sonra kalkıp namaz kıldı, tarzında söylediği rivayet olunuyor.

(Ali ibn Abdillah el-Medînî şöyle dedi:) Sonra bu hadisi Sufyan, bize birçok defalar kâh uzun, kâh kısa olarak Amr’dan, o da Ku­rayb’dan, o da İbn Abbâs’tan olmak üzere tahdîs etti. İbn Abbas şöyle demiştir: Bir gece teyzem Meymûne’nin yanında kaldım. Gece­leyin Peygamber (S) kalktı. Gecenin bir kısmı olunca Peygamber kalktı ve asılı duran küçük bir tulumdan hafif bir abdest aldı. -Amr bu ab­destin pek hafif ve pek az su ile olduğunu söylüyordu- Ve kalkıp na­maza durdu. Ben de onun aldığı gibi abdest aldıktan sonra gelip sol tarafında namaza durdum. -Sufyan belki yine solu manasına olan “Şimâlihi” demiştir.- Peygamber benim yerimi değiştirdi; beni sağ tarafına geçirdi. Sonra Allah’ın dilediği kadar namaz kıldı. Ondan sonra uzanıp uyudu; hatta horladı. Sonra münadi (yani müezzin) Ona gelip namaz vaktinin girdiğini haber verdi. Bunun akabinde müezzin kalkıp Peygamber’in maiyetinde namaza çıktı. Peygamber (tekrar) abdest almadığı hâlde namazı kıldırdı. (Sufyan ibn Uyeyne şöyle de­di:) Biz Amr ibn Dînâr’a: İnsanlar, Rasûlullah’ın uyur, amma kalbi uyumaz derler; (ne dersiniz)? diye sorduk. Amr: Ben Ubeyd ibn Umeyr’den işittim: Peygamberlerin rüyaları vahiydir, diyordu. Ubeyd bu sözden sonra da “Ben seni rüyamda boğazlıyorum görüyo­rum… ” (es-Saffât: 37/102) ayetini okudu, dedi.

[Amr ibn Dinar: Evet insanların söyleyegeldiği şey haktır. Çünkü ben Ubeydibn Umeyr’den işittim: Peygamberlerin rüyası vahiydir, dedikten sonra: “İbrahim: Oğulcuğum, ben seni rüyamda boğazlıyorum görüyorum, dedi” âyeti­ni okudu. -Bunu Müslim merfû’ olarak rivayet etti.- Binaenaleyh, onların kalplerinin, kendilerine vahyedilen şeyleri bellemeleri için uyumamaları icap eder. Nitekim söyleyen söyledi ve söyleyişi de güzel yaptı: “Peygamber’in rüyasında vahy inkâr olunmaz. Çünkü onun öyle bir kalbi vardır ki, gözü uyuduğu zaman kalbi uyumaz” (ed-Dihlevî, Bûsirî’nin Bür’e Kasîde­si’nden) Peygamber’in kalbinin uyumaması, abdestinin bozulmadığına delalet etmiştir….Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Ötüken Yayınları: 1/291.]

 

4. Caner Taslaman: Başka bir rüyasında mesela “sizlerin gözünde onları çok gösterdik, onların gözünde sizi çok gösterdik, iş bir an evvel bitsin” diye bir ifade var. Orada görüyoruz ki peygamberimiz ve yanındakilerin rüyası doğru çıkmamış.

Cevap: 

a-Diyanet Tefsiri; Enfal 43: Allah, rüyanda onları sana az olarak göstermişti, eğer onları sana çok gösterseydi korkup çekinirdiniz, savaşma konusunda görüşleriniz çelişir­di, fakat Allah korudu. Şüphe yok ki O kalplerin gizlediğini eksiksiz bilmek­tedir.

Allah hem bu savaşın olmasını hem de müslümanların yenmelerini is­tediği için bunun maddi, stratejik ve psikolojik sebeplerini de hazırlamış ve yarat­mıştır. Savaştan önce Resulullah rüyasında düşman askerlerin sayısının az olduğu­nu müşahede etmişti. Rüyasını müslümanlara anlattı, fakat yorumlamadı. Dinle­yenler anlatılanı olduğu gibi, açık bir bilgi olarak değerlendirdiler ve düşmanın sa­yısının az olduğunu anlayarak cesaret kazandılar. Halbuki rüya sembolik idi, yo­rumlanması gerekiyordu. Rüyadaki azlık, sayıca azlığa değil, zayıflık ve moralsiz­liğe delalet ediyordu, ama Hz. Peygamber siyaseten rüyasını yorumlamadı.

[Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: II/546-547.]

*  *  *

İbni Ebî Hatim ve İbni Cerir, İbni Mes’ud’dan şöyle rivayet ederler: Bedir Günü, onlar bizim gözümüze az gösterilmişlerdi. Hatta ben yanımdaki bir ada­ma, onları yetmiş kadar mı gördüğünü sordum. O, hayır, yüz falan dedi. Niha­yet onlardan birini yakalayıp sorduğumuzda, bin kişiydik, dedi.

Bunların hepsi, savaştan önce olan şeylerdi. Savaş sırasındaysa, kâfirler müslümanları kendi sayılarının iki katı gördü. Korkuları arttı, maneviyatları zayıfladı. Nitekim Cenab-ı Hak, bunu şöyle ifade eder: “Muhakkak karşılaşılan iki toplulukta sizin için bir ibret vardı. Bir topluluk Allah yolunda savaşıyor­lardı ve diğeri ise kâfirdi. Onlar öbürlerini gözleriyle kendilerinin iki katı ola­rak görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için bir ibret vardır” (Al-i İmran, 3/12).

Sonra Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “İşler ancak Allah’a döndürülür”.
[Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/255-257.]

*  *  *

Az Gösterme Aldatma Değildir

Şayet, “Çok olanı az görmek, bir hatadır. O halde, bunu Allah’ın yapması nasıl caiz olabilir?” denilirse, biz deriz ki: Bizim mezhebimize göre, Allah Teala dilediğini yapar ve istediği hükmü verir. Yine muhtemeldir ki Cenâb-ı Hak, Hz. Peygambere, müşriklerin tamamını değil de bir kısmını göstermiş; bunun üzerine de Hz. Peygamber, gördüğü kimselerin az olduğuna hükmetmiştir. Hasan el-Basrî’den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Allah Teâlâ’nın bu göstermesi, uyanıklık halinde olmuştur… Menâm kelimesinden maksat ise, uykunun meydana geldiği yer olan gözdür (yani, bu kelime, ism-i mekândır).”

Daha sonra Cenâb-ı Hak, “Eğer onları sana çok gösterseydi, elbette çekinecek ve iş hakkında çekişecektiniz” buyurmuştur. Yani, “Ben onları sana çok gösterseydim, sen de bunu ashabına söyleseydin; işte o zaman da onlar bunu duysaydılar çekinip hezimete uğrarlar ve çekişirlerdi. ” demektir……

Müminlerin de Kâfirlere Az Gösterilmesi

“Hani karşılaştığınız zaman Allah onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Çünkü Allah işlenmesi gereken emri yerine getirecekti. Bütün işler, ancak Allah’a döndürülür” (Enfal, 44).

Bil ki bu Allah Teâlâ’nın, Bedir Günü’nde müslümanlara vermiş olduğu nimetlerin üçüncü nev’idir. Maksat şudur; “Uykuda meydana gelen o azlık, böylece onun uyanıklık halinde de tahakkuk etmesiyle pekişmiştir”…..Bil ki, “Allah Teala, müşriklerin sayısını müminlerin gözünde azaltmış, aynı şekilde, müminlerin sayısını da müşriklerin gözünde azaltmıştır. Birinci azaltmadaki hikmet, Hz. Peygamber’in rüyasını tasdik edip doğru çıkartmak; yine, müminlerin kalplerinin kuvvetlenmesi ve düşmanlarına karşı olan cesaretlerinin de fazlalaşmasını temin etmek içindir. İkinci azaltmadaki hikmet ise şudur: Müşrikler, müslümanların sayısının az olduğunu görünce, hazırlanmak, teçhizatlanmak ve tedbir almak gibi meselelere fazla önem vermemişler; bu da, müminlerin onlara galip gelmesine sebep olmuştur.

Buna göre şayet, Allah Teâlâ’nın, çok olanı az göstermesi nasıl caiz olur?” denilirse, biz deriz ki: “Dediğimiz bu şeye gelince, bu caizdir. Çünkü Allah görülme işini, onların hepsi hakkında değil, sadece bir kısmı hakkında yaratmıştır.”

Mutezile’ye gelince onlar da şöyle demişlerdir: “Muhtemeldir ki göz, tamamını idrak etmekten men edildi, bunun önüne geçildi; yahut da, onların büyük bir kısmı son derece uzakta bulunuyordu, bu sebeple de görülmemişlerdir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, “Çünkü Allah, işlenmesi gereken emri yerine getirecekti, yapacaktı ” buyurmuştur.

Buna göre eğer, “Bu söz, önceki ayette geçmişti; onun burada yeniden zikredilmesi sırf bir tekrar olmaz mı?” denilirse, deriz ki: Bu sözün önceki ayette zikredilmesinden maksat şudur: “Allah Teala bu fiilleri, Hz. Muhammed’in nübüvvetinin doğruluğuna delil olacak bir biçimde, müminlerin müşriklere üstün gelmesi için yapmıştır, yaratmıştır. Bu ifadenin burada zikredilmesinden maksat ise, bu mezkûr mana değildir. Aksine maksat şudur: Cenâb-ı Hak burada, müminlerin sayısını müşriklerin gözlerinde azalttığını zikretmiştir. Böylece Cenâb-ı Hak burada, bunu müşriklerin hazırlık yapmak ve tedbir almak hususunda gevşeklik göstermelerine bir sebep olsun, böylece de bu, onların hayal kırıklığına yol açsın diye yaptığını beyan buyurmuştur.

İnceleyin:  Vehhabiler Hakkında - Yirmi Sekizinci Mektup

Daha sonra Cenâb-ı Hak, “Bürün işler, ancak Alah’a döndürülür” buyurmuştur. Bu ifadeden gaye, dünya hallerinin bizzat maksut olmayıp, onlardan sadece ahiret için azık teşkil edecek şeylerin matlup olduğuna dikkat çekmektir. [Fahruddin Er-Razi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 11/324-326]

b- Dolayısıyla rüyada görülen uyanıkken görülenin aynısı olduğu için rüyanın yanlış çıkması diye bir durum mevzu değildir. Bir kişi henüz olmamış bir olayı uyanıkken müşahede edilenin aynısıyla rüyasında gördüyse rüyasında gördüğü yanlıştı denemez. Göz rüyayı tasdik etmiştir.

c- Caner Taslaman’ın dediği gibi bile olsa verdiği örnek kendi lehine değil aleyhine işler. Zira ayetteki gibi eksik gösterilmenin Allah’ın bilgi, takdir ve iradesi dahilinde olduğunu kabul etmiş oluyor. Bu Peygamberin rüyasının yanlışlığını, anlamsızlığını, geçersizliğini değil tersine Allah’ın kasıt ve muradıyla örtüştüğüne delalet eder. Allah öyle istediği için az gösterildi ve Nebisinin düşmanı (Caner Taslaman’a göre) az zannetmesi murat edilmiş.Aynı şekilde hiçbir işinde abes olmayan Hâkim-i Hakîm hazretleri öyle istediği için de Hz. İbrahim’in gördüğü rüya Hz. İsmail’i (a.s.) kurban etme şeklinde yorumlanmış, rüya bu içtihadı yaptıracak, bu sonuca vardıracak şekilde gösterilmiştir.

 

5. Mehmet Okuyan: Eğer bu Allah’ın emri olsaydı yerine gelirdi.

Cevap: Saffat 107. Ayetteki Kurban’ın fidye olarak verilmesi nedendir?

Biz, şu iki sebepten dolayı, muhakkak ki Allah İbrahim (a.s)’e oğlunu boğazlamasını emretmiştir dedik:

1) İbrahim (a.s) oğluna, “Evladım, seni rüyamda boğazladığımı görüyorum” demiş, oğul da “Sana ne emredildiyse öyle yap” diye cevap vermiştir. Bu da, İbrahim (a.s)’in, bizzat boğazlama ile değil de, boğazlamanın ön hazırlıklarını yapmakla emrolunduğuna delalet eder. Sonra o, boğazlamanın mukaddimelerini yapmış, böylece de onları varlık alemine sokmuş gerçekleştirmiştir. O zaman da, o, bir şey ile emrolunmuş ve onu gerçekleştirmiş olur. Burada, bir “fidye”ye ihtiyaç duyulmaz. Fakat o, Cenâb-ı Hakk’ın, “Ona, büyük bir kurbanlık fidye verdik” ayetinin delaletiyle, fidyeye ihtiyaç duymuştur. Bu da delalet eder ki, İbrahim (a.s), kendisine verilen emri yerine getirmiştir. Böylece onun, boğazlama işinin bütün ön hazırlıklarını, mukaddimelerini yaptığı sabit olmuş olur. Bu da, Cenâb-ı Hakk’ın, ona bizzat boğazlama işini emrettiğine delalet eder. İşte, bu sabit olunca biz deriz ki: “Cenâb-ı Hak, ifa ve ispatından önce, bu hükmü neshetmiştir.” Bu da, bizim maksadımıza delalet eder…. (1)

 

6. Mehmet Okuyan: Hz. İbrahim dedi ki: Yavrucum ben uykumda seni kesmekte olduğumu görüyorum, bu konuda ne diyorsun? Allahu Teala ona sen oğlunu kes diye herhangi bir şey demiş değil.

Caner Taslaman: Söylese zaten ifade böyle olmaz. “Allah bana bunu emretti” olurdu.

Cevap: Allah’ın emri olmadığını kabul durumunda bu rüyanın Hz. İbrahim (a.s.) tarafından Allah’ın emri şeklinde yorumlanmasını büyük bir hata, tevil edilemez büyük bir kusur, ilmi eksiklik v.s. olarak farz etmeliyiz. Bu yaklaşımın ne kadar eksik olduğunu şöyle irdelemiştik:

1. Merhum Muhammed Esed, esas olarak Mutezilenin görüşünü savunmuş ve Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i (a.s.) kurban etme ile emrolunduğunu reddetmiştir. Bu duruma göre Allah’ın Hz. İbrahim’i imtihan etmesini değil -haşa- Hz. İbrahim’in kendi yanlışlarını çocuğuna dayatmasını, kuruntuları ve rüyalarını önemseyip küçük yaştaki çocuğunu kesmeyi Allah’ın emri sanması gibi neyi neden yaptığını bilemez bir davranış psikolojisine, -haşa- problemli bir ruh haline sahip olduğunu da bu itikat dahilinde kabullenmeleri gerekiyor.

Zira eğer Allah’ın (c.c.) emri değilse Hz. İbrahim’in (a.s.) hatalı (hem de nasıl hata!) içtihadı olmalı. Biliyoruz ki içtihadın anlamı “kesin ve açık delillerle sabit olmayan öznel yargıları, şer’î delillere uygun olarak ortaya çıkarma konusunda bütün güç ve takatini sarf ederek çalışmaktır.” Hz. İbrahim’in böyle bir içtihadını doğrulayacak nas bulması ise mümkün gözükmüyor. Zira bu konuda masum kişiyi ve çocuğu öldürmeme noktasında her dinde sabit hükümler olduğuna göre Hz. İbrahim’in bu içtihadı esas olarak nassa yani Allah’ın emrine, onun dinine muhalefet anlamına geliyor. Bu yaklaşıma göre Hz. İbrahim (a.s.) dinde hiç benzeri olmayacak şekilde masum bir çocuğu sırf gördüğü bir rüya nedeniyle boğazlamaya çalışmıştı.

Bu yaklaşım sahiplerine göre ne Hz. İbrahim’in tavrını anlamlandırmak, ne böylesi bir fiilin hikmetini belirlemek mümkün değildir. Ne de çocuğuna bu rüyayı açmasını, İsmail’in Allah’ın emrine inkıyadını ve “yanlış bir değerlendirme sonucu, o da babasına uyarak” Allah’ın emri olarak gördüğü bir şeyi Allah’ın neden düzeltmediğini, gerekli düzeltmeleri yapmadan Kuran’da aynen naklettiğini (demek ki Allahu Teala -haşa- kendi indirdiğine değil de bizim tahminimize havale ediyor. ‘Ey kullarım! İsmail’den bunu aktarıyorum bu ama siz bu sözün zahirine değil bunun yerine tahminlerinize müracaat edin’ demek istiyor!)

Yine aynı itikat sahiplerine göre Hz. İbrahim (a.s.) rüyayla amel edilemeyeceğini bilememiş, sebepsiz, mesnetsiz, haksız yere bir masumu (hem de öz evladını) öldürmenin bütün insanlığı öldürmekle eş değer olacağını unutmuş (Mehmet Okuyan’a sorsaydı, Okuyan kendisine söylerdi! (2)) dinde delil olmaması gereken rüyalarını dinleştirerek ve rüyalarını Allah’ın emri veya işareti yerine koyarak usulü bir hataya daha imza atmıştır. Böylesi -haşa- saçma denilebilecek ve hayra yorumlanamayacak fiilleri olan bir kişiyi ise Allah’ın neden peygamber olarak seçtiği ve hepsinden önemlisi ‘Ey İbrahim! Benden herhangi bir emir ve işaret almadan neden çocuğunu boğazlamaya çalıştın!’ şekinde uyarmaması ise ayı bir muamma.

İşte rüyanın peygamberler için vahiy olmadığını, Peygamberlerin indirilen kitap veya suhuftan gayrı vahiy almadığını savunanların objektifinden Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etmesinin ifade edilemeyen dramatik/kanlı fotoğrafı!

2.Bu duruma göre kıssada Hz. İbrahim’in imtihanından, Hz. İsmail’in sadakatinden, kıssanın hikmetlerinden, güzelliğinden v.s. bahsetmek mümkün değil. Bunun yerine kıssayı acı bir ibret levhası olarak sunmak, Hz. İbrahim’in durup dururken kendi başına açtığı işten son anda dönmesinden ve Hz. İsmail’in uyarması gereken yerde susmasından -benzer yanılgılara düşmeme adına- ibretle bahsedilebilir.

3.Şu soruları da sorabiliriz:

1) Madem ki Peygamberin rüyası vahiy değil, rüyayla amel edilmez. Neden Allahu Teala Hz. İbrahim’i “rüyana sadakat gösterdin” cümlesiyle övmüştür?

2) Allah’ın emri değilse ya nehyettiği ya da mübah kıldığı bir şeydir. Mübahlık şıkkını masumun kanının haram olmasıyla ilgili her dinde gelen emirlerden eleyebiliriz. Hz. İbrahim’in (a.s.) canı gibi sevdiği çocuğunu boğazlama işi (ki normalde böyle bir işi ancak psikopatlar, şizofrenler, aklını kaçırmış olanlar yapar) günah ve çirkinse, fıtrata ve akla tersse ve hiç emredilmemişse nasıl olurda akla, fıtrata, dine ters çirkin bir fiilinden dolayı Hz. İbrahim (a.s.) Allah tarafından övülür, sadakatlerine vurgu yapılır?

Cenâb-ı Hakk’ın, “rüyana sadakat gösterdin” beyanına gelince, bu, Hz. İbrahim (a.s)’in, bu rüya ile amel edilmesinin vacip olduğuna inanmış olduğunu gösterir. Eğer böyle bir zorunluluk yoksa neden Allahu Teala Hz. İbrahim’i rüyasına sadık kaldığı için övmüş te böyle bir zorunluluğun olmadığını ona bildirmemiş. Zira Kuran’da pek çok yerde peygamberlerin zellelerinden bahsedilir. Oysa bu vakanın zelle şeklinde anlatılmadığını görüyoruz. Muhammed Esed acaba bu meseleyi Hz. İbrahim’in zellesi olarak mı görüyor? Eğer öyleyse Allah’ın en ufak bir şekilde yermediği bir şeyi kendisi nasıl eleştirir? Eğer bu zelle değilse ve başından beri de Allah’ın emri değilse Hz. İbrahim (a.s.) hiçbir şeri dayanağı olmayan kendi yorumuna göre masum bir çocuğun öldürülmesini nasıl helal görür ve kendisine helal olur? Yok eğer bu mesele kendisine helal değilse ve günahsa bunun zelle üslubunda nakledilmesi gerekmez miydi?

3) Madem ki Allah’ın emri değildi neden ayet bu kurban etme işini Allah’a teslim olma olarak tanımlıyor?

4) Esed’in penceresinden baktığımızda şunu görürüz: Hz. İsmail’in -haşa- “Ey babacığım, sana emredilen neyse onu yap! İnşallah beni sıkıntıya göğüs gerenler arasında bulacaksın!” yerine “Ey babacığım, kendinde misin? İyi düşündün mü? Ne yapıyorsun ? Benim suçum ne, ne yaptım da beni keseceksin ve böylece kendini de büyük bir günaha sokacaksın. Ben senin de günah düşmeni istemem. Gördüğün karışık rüyalara beni kurban ediyorsun. Masumun ve dahası küçük çocuğun kanı dinen haramdır. Bunu bilemeyecek durumda mısın? Beni öldürerek Allahın gazabını üstüne çekeceksin…v.s. ” demesi lazımdı. Veya en azından “Ey Babacığım emin misin? Doğru bir karar mı bu seninki?” tarzında doğrulatma yapması gerekirdi. Nasıl ki annesi Hz. Hacer benzer bir durumda, ilk bakışta sebebi anlaşılamayın bir meselede nasıl da sorgulamış ve Allah’ın emri olduğunu duyunca ona tevekkül etmişti.

5) Saffat 105. ayette neden “Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız” buyruluyor? Muhammed Esed madem ki bu işi Allah’ın emri, sınaması olarak görmüyor, bu kurban işinde mükafata değer olan nedir?

İnceleyin:  Resul'e İtaat Allah'a İtaattir

6) Madem olayın baştan beri Allah’la bir ilişkisi yok, (meselenin çıkış noktası Allah’ın emri değil) neden 106. ayette “Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.” deniliyor? Esed’e göre imtihana tabi tutan Allah değil mi? Veya imtihan nerede başlıyor?

7) Allahu Teala kıssayı neden yüzde 99.9 yanlış anlayacağımız şekilde naklediyor. Oysa bin kişiye şu kıssayla ilgili ayetleri okusak en az 999’u ayetin zahirine kapılıp (!) bu kesme işinin Allah’ın emri olduğu anlamını çıkaracaktır.

4. Çocuğunu kurban etmesi Allah’ın emriydi bunu fidye meselesinden (Saffat 107: Ve fidye olarak o’na büyük bir kurban verdik) de anlayabiliriz. Hz. İbrahim (a.s.) bitiremediği eylem için madem ki fidyeye ihtiyaç duydu, buradan onun emrolunduğu şeyi tamamlayamamış olduğunu anlarız.5. Hz. İsmail’in (a.s.) “Sana verilen emir ne ise, onu yap” dediğini nakletmiştir ki, bu, “Kendisiyle emrolunduğun şeyi yap!” takdirindedir. Bu çocuğun anlayışına göre böyleydi de denilemez. Çünkü öyle olsaydı “Hayır ey oğlum bu konuda açık bir emir almadım. Bu ancak benim yorumumdur. Bunun Allah’ın emri olduğunu söyleyemem” gibi cümlelerle çocuğunu tashih etmesi beklenirdi. (1)

 

7. Mehmet Okuyan: Ben bunu bir takım dinler tarihçisi arkadaşlarla görüştüm. O dönemde böyle çocukların kurban edilmesi diye bir şey mi vardı ? Evet vardı. Toplumların öyle bir şeyi var. Yani en kıymetli şeyinden mahrum bırakılmak diye. Muhtemelen Hz. İbrahim o psikolojiyle Sare’den doğma oğlunu veya Hacer’den doğma oğlunu kaybetme korkusunu içinde yaşıyordu. Muhtemelen o korkuyla rüyasında bunu görüyordu.

Cevap: Demek ki Hz. İbrahim (a.s.) millete uymuş, millet Hz. İbrahim’e değil. Oysa biz toplumlar peygambere uysun diye peygamber gönderildiğini sanırdık. Hz. İbrahim oğlunu kaybedeceği korkusu nedeniyle kötü kötü rüyalar görüyor. Daha da kötüsü bu karmaşık rüyalarının tesiri altında kalarak oğlunu kurban ediyor. İşte Mehmet Okuyan’ın peygamber tasavvuru. Acaba bu tasavvur 3 Muhammed yazarına göre 3 ten hangisine tekabül ediyor? (2) Sıradan insanlar gibi anlamsız, -haşa-şeytani rüyalar gören (3), sebepsiz yere anlamsız rüyalarına teslim olan, korkularına yenik düşen, amel etmemesi gereken delille amel eden, zannına esir düşmüş ve bu esaretten kurtuluş sebebi olan Allah’tan kesin emir (veya en azından işaret) beklemeyi aklına getiremeyen aceleci bir Peygamber Mehmet Okuyanın ki.

 

8. Mehmet Okuyan: Allahu Tealanın böyle bir şey emretmiş olması mümkün değil. Allahu Teala sebepsiz yere bir çocuğu babası tarafından kestirme emrini vermez.

Cevap: Senin akıl ettiğini koskoca Peygamber akıl edememiş ki Allah böyle emrediyor sanıvermiş! Sebepsiz yere bir çocuğu katletme işini üzerine vazife edinmiş ! Mehmet Okuyan’a göre Hz. İbrahim;

★ Korkularına yenik düşmüş, bilince/şuura göre değil bilinçaltına/şuuraltına tabi olmuş,
★ Sebepsiz yere bir çocuğu hem de öz çocuğunu kesmeye yeltenmiş,
★ Millete uymuş, Allah’tan gelen emri beklememiş… bir peygamber olması gerekiyor.
9. Caner Taslaman: Kuran’ın hiçbir yerinde peygamber Allah’ın emrettiği bir şeyi oğluna “bak bunu yapayım mı yapmayayım mı, sen ne söylüyorsun?” diye danışmaz.

Cevap: Caner Taslaman iftira ediyor. Ayette yapayım mı yapmamayım mı diye bir danışma söz konusu değil. Bu emir hakkında senin düşüncen nedir diye sorulmuş. Bu sualin sebebi ise:

İbrahim, kendisinin tatmış olduğu itaatin tadını oğlu da tatsın istiyor

İbrahim Rabb’inin işaretini yerine getirmek için oğlunu aldatmaya başvurmuyor. Aksine, oğluna bu emri alışılmış bir emir gibi sunuyor. Zaten bu emir, İbrahim’e göre diğer emirler gibidir. Rabb’i istiyor… Rabb’inin istediği olsun. Baş ve göz üstüne… Oğlu bunu bilmeli. Emri zorla ve mecbur ederek değil itaat ve teslimiyet içinde kabullenmeli. Böylece o da, itaatin karşılığını elde etmeli, o da teslim olmalı ve teslimiyetin tadını tatmalı. İbrahim, kendisinin tatmış olduğu itaatin tadını oğlu da tatsın istiyor. Kendisinin görmüş olduğu hayrı, dünya hayatından daha baki ve daha kazançlı olan hayrı o da elde etsin istiyor. Babasının görmüş olduğu rüyayı tasdik etmek için boğazlanma teklif edilen çocuk ne durumdadır? Oğul, kendisinden önce babasının yükseldiği ufka yükselmekte.

Çocuk: “Babacığım, sana emredileni yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi.” Oğul, emri sadece itaat ve teslimiyetle kabullenmekle kalmıyor, fakat bunun yanında hoşnutluk ve kesin bir inançla karşılıyor. “Babacığım” bu sözde sevgi ve yakınlık var… “Boğazlanma” durumu, onu huzursuz etmiyor; korkutmuyor ve doğru yolu kaybetmesine yol açmıyor. Hatta terbiye ve sevgisini bile sarsmıyor. “Sana emredileni yap.” Babasının kalbinin hissettiklerini o daha önceden hissediyor. Rüyanın işaret olduğunu hissediyor. Bu işaretin de bir emir olduğunun farkında. Bu kadarı tereddütsüz, hileye sapmadan ve şüpheye düşmeden emri yerine getirmek ve emre uymak için yeterli. Sonra bu söz Allah’a karşı edeptir. Bu, kendi gücünün sınırını ve dayanma gücünün hududunu bilmektir. Bu güçsüzlüğüne karşı Rabb’inden yardım dilemektir. Ve kurban olurken; itaat ederken bu gücü asıl verenin Allah olduğunu bilmektir. “İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın dedi.” Oğul, kahramanlık, cesaret gösterisine kalkışmamış, umursamaksızın tehlikeye atılmamıştır. Kendi şahsında ne gölge ne hacim ne de bir ağırlık görmemiştir. Bütün yaptığı, kendisinden yüce Allah’ın dilemiş olduğu şeylere, Allah’dan yardım görmüşse ve ona sabır gücü vermişse bütün üstünlüğü Allah’a bağlamaktır. “İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” Allah’a karşı ne güzel bir edeptir bu! Ne hoş bir iman, ne şerefli bir itaat ve ne büyük bir teslimiyettir bu!

 

******

(1) http://ravzaimutahhara.blogspot.com.tr/2016/03/hz-ismailin-as-kurban-edilme-kssas.html
(2) Mehmet Okuyan’ın mezheptaşı olan İslamoğlu daha doğruya yakın bir görüşe sahip:
Evet, Görülen bir rüya var, bir rü’yet belki de, bir ilham veya ilham benzeri bir başka şey. Her ne ise adını ne koyarsak. Peygamber rüyası ya vahiydir, ya salih bir ilhamdır. Diğer rüyalardan farkı da budur. Rüya ile amel edilmez. İslam ilim tarihinin tüm otoritelerinin ortak görüşüdür. Rüya bilgi kaynağı olmaz. Ama neden olmaz, çünkü rüyanın kaynağının nereden olduğunu biz kesinlikle tespit etmekte zorlanırız. Eğer kaynağını tespit etmemiz kesin olarak mümkün olsaydı rüya bilgi kaynaklarından biri olurdu.Peygamber rüyası onun için bilgi kaynağıdır. Çünkü kaynağı sahihtir, selimdir, temizdir.

Ama onların dışında ki insanların rüyalarına müdahil olan birden çok kanal vardır. Şeytani müdahale mümkün, nefsani müdahale mümkün, bilinçaltı mümkün, içgüdü mümkün, her şey mümkün. Onun için rüya ile amel olunmaz denilir. Fakat bu rüya Hz. Peygamberin rüyası ise, bu rüya Hz. İbrahim’in rüyası ise, bu Rüya Hz. Yusuf’un rüyası ise işte o zaman başkalaşır iş. Çünkü onların yürekleri Allah’ın yed’i kudretindedir.Sabitlenmiştir. Sebbit kalbi ‘ala diynik, sebbit kalbi ‘ala muhabbetik diyen Resulallah’ın yüreğinin sabitlenmesi gibi.
Ömür sonunda gelen biricik evlatla sınanmak. Anne ve baba olmak gerekir böyle bir sınavın ne demeye geldiğini hissetmek için. Yetmez, anne ve baba olmak, bir ömrü çocuksuz, evlat hasretiyle geçirmekte gerek. Evlat hasretiyle geçen bir ömrün arkasından size ömrünüzün sonunda son bahar goncası gibi sunulan hediye olması gerekir. Hediyenin de İsmail gibi olması gerekir. Çünkü o da yetmez. Kurban edeceğiniz yavru öyle bir yavru ki adeta insanlık güzeli övmüşte yaratmış cinsinden, böyle gerekir. Bütün bunları bir araya getirdiğinizde Hz. İbrahim’in baba yüreğinin nasıl çırpındığını siz anlayabilirsiniz, veya anlayabilir miyiz acaba.

Bu bir senaryo değil dostlar. Senaryo değil, Hz. İbrahim de bir oyuncu değil. Yani ben bu senaryo da oynayayım nasıl olsa film icabıdır falan demiş değil. Yavrusunun kurbanlık koç gibi yatırdığında bittim diye davranmış. Ağır bir imtihan, çok ağır. En sakındığınız şeyle sınanmak, en çok sevdiğiniz şeyle sınanmak. Kaybetmekten korktuğunuz, tir tir titrediğiniz, üzerine kol kanat gerdiğiniz şeyle sınanmak. Sınanmak budur zaten, sınavların en çetini budur. Sakındığınız göze çöp batar, genellikle onunla sınanırsınız.

Rüyasını yerine getirdi Kad saddakterrü’ya diyordu ya, rüyanı yerine getirmiş bulunuyorsun. Çünkü kestiğini değil, kurban ederken görmüştü. Metin bu. enniy ezbehuke, inniy zebahüke değil. seni kesmiş olduğumu kurban etmiş olduğumu görüyorum değil metin. Muzari fiille geliyor. Seni kurban ederken görüyorum. İnce bir fark gibi duruyor ama ciddi bir fark. Onun için rüyanı yerine getirdin çünkü bu kadarını görmüştün zaten. Ötesini görmedin. Kesmiş olarak görmedin, kurban etmiş olarak görmedin.

inna kezâlike neczil muhsiniyn işte biz iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Ödülle mi, ödül 4.200 yıl öteden gök kubbeye koy verilmiş bir çığlık. İşte bugün bile bu çığlık yüreğimizin ta ortasında güm güm ötüyor. Bugün bile bu çığlığın arkasına milyonlarca kadın ve erkek dökülüyor. İnanmayan gitsin Kâbe’nin etrafından insanları seyretsin. Bu çığlığın ardına geldiler o milyonlar. 4.200 yıldan beri bu çığlık gök kubbede yankılana yankılana bir çok insanın peşine takılmasına neden oluyor. Yüz milyonların gönlünde çoğala çoğala yayılıyor. İşte ödül bu. Asıl büyük ödül bu.

https://kurantefsir.wordpress.com/2013/03/22/islamoglu-tef-ders-saffat083-182-141/

(3) “Sizden biriniz sevdiği bir rüya görürse o Allah’tandır. Bunun için Allah’a hamd edip rüyasını söylesin. Hoşuna gitmediği bir rüya görürse o şeytandandır. Şerrinden Allah’a sığınsın ve onu kimseye de açmasın. Yoksa kendisine zarar verecektir.”

http://www.risaleajans.com/soru-cevap/kac-cesit-ruya-vardir

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir